Gazeteci-yazar,
tv programı sunucusu ve yorumcusu (D. 1 Şubat 1952, Trabzon – Ö. 27 Mayıs 2023,
İstanbul).
Engin Ardıç, memur olan anne ve
babasının görevli bulundukları Trabzon'da doğdu. Annesinin adı Vesile ve
babasının adı Mustafa Şevki Ardıç'tır.
1970
senesinde Galatasaray Lisesi’ni bitiren Ardıç, 1976 senesinde de Boğaziçi
Üniversitesi’nden mezun oldu.
Medya
sektörüne ilk defa 1970 senesinde “Tiyatro ‘70” dergisiyle giriş yaptı.
İlerleyen yıllarda profesyonel turist rehberliği (1976-81), reklam metni
yazarlığı (1975-82), müşteri temsilciliği, reklam filmi yönetmenliği, BBC
Türkçe Yayınlar Bölümünde asistanlık ve sunuculuk, Star televizyonunda
yorumculuk yaptı. Dünya, Sabah, Star ve Akşam gazetelerinde köşe yazıları
yayınlandı.
Ardıç, bugünkü adı Star TV olan
Inter Star televizyonunda ana haber bülteni sonrasında günün yorumunu yaptı. 24
Şubat 2008 tarihinden beri Sabah gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktaydı.
Tiyatro
eleştirileri ve siyasi yazıları önce Yeni Ortam, Politika, Cumhuriyet ve
Dünya gazetelerinde; sonraki yıllarda tiyatro ve edebiyat eleştiri yazıları
Tiyatro, Yeni Dergi ve Yazko, Nokta adlı dergilerde çıktı.
Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı, Sabah Gazetesi yazarı Engin Ardıç'ın 1 Kasım 2017 tarihinde
yayınlanan "Çakma Gaziler" yazısıyla ilgili soruşturma açtı. Bu yazı
üzerine Ankara Adalet Sarayı önünde toplanan bir grup, Ardıç hakkında suç
duyurusunda bulunmuştu. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da partisinin grup
toplantısında Engin Ardıç'ı sert bir dille eleştirmişti.
Vefatı:
24 Şubat 2008 tarihinden bugüne
dek Sabah gazetesinde köşe yazarlığı yapan Engin Ardıç, İstanbul’da tedavi
gördüğü özel hastanede 27 Mayıs 2023 sabahı 71 yaşında hayatını kaybetti. Sedef
Ardıç (e. 1990) ile evliydi.
Ödülleri:
1991 -
Türkiye Yazarlar Birliği Basın / Fıkra dalında Yılın Yazarı Ödülü.
Kitapları:
Şengül Hamamı (1989), İslam Teksas’ta (1989), Daktilo Konçertoları (1990), Doğru
Söyleyeni Dokuz Köyden… İzlenimler (1990), Mustafa Kemal Sizin Gibi Kıro
Değildi (1990), Teğel Teğel
Hüzün (1991), Türkobarok Değinmeler
(1991), Kadın Suretleri (1993),
Burjuvazi Şeyediyor Haa… (1999), Hüzünlü Keyifler 3 CD (2014),
HAKKINDA: İhsan
Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) - Resimli ve Metin Örnekli
Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas.
2007)., Taşkın Su / Resimli Ansiklopedik Engin Ardıç Sözlüğü (tsz), Soruşturma
açıldı... - Engin Ardıç kimdir? (08.11.2017), Engin Ardıç / Üç adet yeni Latif
Şener geliyor (sabah.com.tr, 24 Şubat 2019), Engin Ardıç kitapları (bkmkitap.com,
simurg.com.tr, 20.07.2019), Engin Ardıç / Ava giden avlanır (sabah.com.tr, 20
Temmuz 2019), Sabah Gazetesi yazarlar Engin
Ardıç hayatını kaybetti (dha.com.tr, 27.05.2023), Sabah yazarı Engin Ardıç
hayatını kaybetti! (cumhuriyet.com.tr, 27.05.2023), Engin Ardıç yazıları (sabah.com.tr, 27.05.2023), Engin Ardıç
kimdir, neden vefat etti? (haberturk.com, 27.05.2023), Engin Ardıç hayatını
kaybetti (ahaber.com.tr, 27.05.2023), Engin Ardıç hayatını kaybetti! Engin
Ardıç kimdir? (takvim.com.tr, 27.05.2023), Gazeteci Engin Ardıç hayatını
kaybetti (trthaber.com, 27.05.2023).
BUDUR!
Engin ARDIÇ
İt
kopuk gene yanlış anlayacak ama, Türkiye Cumhuriyeti "eşitlikçi ve
demokrat" bir devlet olarak kurulmadı.
İmparatorluğun
Lausanne şehrinde tasfiyesinden sonra, elimizde kalan "azınlıklara"
gene de baskı yapıldı.
Öldürülen
öldürülmüştü, sonra gönderilen gönderildi ve geride kalanlara, fakat antlaşma
uyarınca kılına dokunulamayanlara da "negatif ayırımcılık" uygulandı.
Artık kesemiyorduk, ancak bu kadar ezebiliyorduk onları!
Örneğin
devlet memuru olabilmek için bugünkü gibi "Türk vatandaşı olmak"
şartı değil, Türk "ırkından" olmak şartı aranıyordu!...
Gayrımüslim
vatandaşlar askere alınıyorlardı ama kendilerine silah verilmiyordu...
Kullanmayı öğrenmesinler de günün birinde bize karşı kullanamasınlar diye.
Aslında
bu, dünya savaşı yıllarında bunlara asla silah vermeyip bunlardan "amele
taburları" oluşturan "Enver ve Talat politikasının" mis gibi
devamıydı!
Canım,
CHP de İttihat ve Terakki Fırkası'nın "daha radikal B kadrosu" değil
miydi?
Yahudiler
"para işlerinden anladıkları için" levazımcı yapılıyor, ama sivilde
mal müdürü bile yapılmıyorlardı...
Gayrımüslim
milletvekilleri, Osmanlı'dan beri ilk kez, meclis kapısından ancak 1935 yılında
girebildiler. Atatürk'ün kararıyla! Bürokrasiye rağmen büyük Atatürk'ün
emriyle! (İnönü'yle yavaş yavaş bozuşmaya başlamışlardı...)
Fakat...
Berç Keresteciyan mebus oldu ama soyadını Türker olarak değiştirmek pahasına...
Mecliste,
tarihimizde ilk kez tam on yedi de kadın milletvekili vardı ama tek parti
düzeninde gerek gayrımüslim gerekse kadın mebuslar orada ancak birer "süs"
olarak bulundular...
Eh,
bu da bir başlangıçtı, önemli bir adımdı. "Çatlak ses çıkarmayacak"
kişiler seçilmiş bile olsa, Türkiye Cumhuriyeti artık azınlıkları da "adam
yerine koyduğunu" kabul ediyordu. (Kadınları da ezilen bir zümre sayınız.)
Demokrat
Parti döneminde de bu gelişme sürdü. 1960 yılından sonra da mecliste Hermine
Kalustyan, Kaludi Laskari gibi mebuslar gördük.
Son
temsilcileri de, sınıf arkadaşım Cefi Kamhi oldu tabii... Fakat o da gitti
faşistlerin koynuna sokuldu, bir çuval inciri berbat etti.
Şimdi
belediye seçiminde gayrımüslim AKP adayları var.
Evet
efendim, "İslamcı" parti "kefereyi ve çıfıtı" aday
gösteriyor(!)... Düşmanları, bunu nasıl açıklayacaklar?
İzak
Hekimoğlu Beşiktaş'tan aday belediye meclisine, Karun Kovan ve Maribel Magzalçioğlu
Adalar'dan, Hovsep Baliyan, Melkon Köseoğlu ve Emmanuel Abacı Kadıköy'den
adaylar... Daha başka adaylar da var. Bazıları Yahudi, bazıları Ermeni,
bazıları Süryani.
Böyle
olmalıdır.
Bu
toprağın insanları, bu ülkenin vatandaşlarıdır onlar ve ülke yönetiminde de, il
yönetiminde de, ilçe yönetiminde de, belediyelerde de bizim gibi söz sahibi
olacaklardır. Elbette, azala azala kelaynak kuşu gibi kalmış nüfusları
oranında...
Gayrımüslim
bir belediyecinin, kapısına "Yahudiler ve Ermeniler giremez, köpekler girebilir"
yazan kahveciye şakır şakır ceza kestiğini görmek isterdik doğrusu...
O
kahvecinin gayrımüslim bir polis tarafından karakola götürüldüğünü, gayrımüslim
bir savcı tarafından suçlandığını, gayrımüslim bir yargıç tarafından içeri
tıkıldığını görmek ise, fazla uçuk bir fantezi...
Avrupa
Birliği'ne asla giremeyeceğimiz için, asla olmayacak.
KAYNAK:
Engin Ardıç / Budur! (sabah.com.tr, 28 Şubat 2009).
AVA GİDEN AVLANIR
Engin ARDIÇ
İlginç bir
iş teklifi aldım.
Yok,
herhangi bir gazeteden ya da televizyon kanalından değil.
Cep
telefonuma sabah sabah bir mesaj düştü...
Jigolo
aranıyormuş!
Haftada
sekiz-on bin, yani ayda kırk bin liraya kadar kazanma şansı varmış.
Gazetenin
bana ver- diği ücretten daha yüksek vallahi.
Necati,
kulakların çınlasın. Kazandığım parayı kıskanıyordun, bak, sana da ek gelir
imkânı doğuyor... Sıva kolları, pardon, indir tumanını.
Ne ki,
Necati'yi bilmem ama bendenizde bu mesleği hakkıyla icra edebilmek için gerekli
araç ve gereç donanımı artık yetersiz...
Türk
basınında "testosteron yarıştıran" arkadaşlar var, onlardan daha çok
verim alınabilir, üstelik bu arkadaşların etinden, sütünden ve yününden de
fayda sağlanabilir.
Geç kaldılar,
gençliğimde geleceklerdi.
Gene de
kolay iş değildir.
Hiç
tanımadığın yaşlı ve çirkin bir kadınla "zoraki" sevişmenin hiçbir
tadı olmasa gerek.
Neticede,
yapılan iş de düpedüz orospuluktur.
Kadın
yaparsa öyle diyorlar da erkek yaparsa horoz oluyor.
***
Fakat
abazanlara gün doğuyor.
Memlekette
Adnan Hoca'nın "hazır kuvvetlerini" hatırlatan bir sürü haybeci
gencimiz var. Bunlarda ağız burun düzgün ama beyin, ara ki bulasın...
"Hem
karı bulacağız hem para kazanacağız" dürtüsü lumpen delikanlılarında çok
güçlü.
Hani, Gezi
ayaklanmasına "acayip karı kız düşüyormuş abi" diyerek seğirten
çocuklar gibi. (Ayaklanmanın bu boyutu, necip basınımız tarafından "ayıp
olur, yakışık almaz" dürtüsüyle hep es geçilmiştir.) Lakin ava giderken
avlanmak tehlikesi var.
Para
kazanacağım derken elindeki parayı da kaptırmak söz konusu.
Adı
elbette saklı bir gencimiz, bu iş teklifinin üstüne balıklama atlamış.
Üstelik
ona "ayda bin lira ile üç bin lira arası" gibi çok daha
"cüzi" bir rakam önermişler.
Çocukcağız
ya parasızlıktan inliyor ya da sürekli "ana bana karı bul" türküsünü
çağırıyor olmalı...
Başvuru
formunu doldurmuş, aramışlar, "abonelik ücreti" olarak 500 lira
yatırmış.
Tekrar
aramışlar, "İpek adında bir bayanla" görüşme ayarladıklarını, 500
lira daha yatırmasını istemişler. Onu da göndermiş.
Bir daha
aramışlar, bayanın isminin İpek değil İrem olduğunu, başka bir randevusunu
iptal ettiğini, şimdi o arkadaşın yerini alabilmesi için bin lira daha vermesi
gerekeceğini bildirmişler.
Onu da
vermiş.
Sonra gene
aramışlar, "2 bin 500 lira daha gönder, böylece toplam 19 bin lira
kazanacaksın" demişler.
Bizim
arslan parçası onu da ödemiş.
Sonra bir
daha aramışlar, bir 2 bin 500 lira daha istemişler.
Koçyiğidim
işte ancak o zaman dolandırıldığını anlamış!
3 bin lira
kazanayım derken 4 bin 500 lirasını kaptırmış. Çocukta kafa jilet gibi
çalışıyor.
Değerli
futbolseverler, pardon, zamparalar, çok dikkatli olunuz.
KAYNAK: Engin
Ardıç / Ava giden avlanır (20 Temmuz 2019).
Çankaya
Köşkü'nde, ama eski köşkte bulunan 271 adet taş plak diske kaydedilmişti,
hatırlayacaksınız... "Digitally remastered" diyeyim de Amerikan
oğlanları da anlasınlar.
Şimdi
artık bunlar cumhurbaşkanlığının Internet sitesinden de dinlenebileceklermiş.
Bunlar,
çok duyduğunuz bir deyimle, "Atatürk'ün sevdiği şarkılar" ...
Bunu
duyunca, en "gabi" Türk vatandaşının bile aklına hemen Safiye Ayla
gelir. (Azıcık hergele olanların akıllarına bir de "paravan" gelir.) Sonra
da Münir Nurettin Selçuk tabii... Bir de Müzeyyen Senar.
Bunların
arasında Necip Celal'in "Yıllar" tangosu da varmış, Seyyan Hanım
söylüyor. Ayrıca elbette Rumeli türküleri, hüzzam ve karciğar makamında
şarkılar, kantolar, Hafız Burhan'dan gazeller, vesaire.
Bunlar,
Atatürk'ün yalnızca köşkte değil, "beyaz treninde" de gramofonda
çaldırıp dinlediği şarkılar. (Beyaz treni onun ölümünden sonra İnönü
devralmıştı ama o viyolonsel severdi... Ben de severim... İnönü'yle ortak bir
yanımız olması ne güzel!... Troçki'nin de bir zırhlı treni vardı ama orada
Enternasyonal Marşı'nı mı yoksa Klezmer müziği mi dinlediğini tarihçiler
yazmamışlar. Yoksa Isaac Deutscher yazdı da ben mi atladım?)
Atatürk'ün
sevdiği şarkılar diski, piyasada da bulunuyor. "Müzik marketlerde"
diyeyim de sopalık züppeler de anlasınlar.
Bu
disk çıktığı zaman (eskidik ya, hep "plak" diyesim geliyor) ortaya
bazı sorular atmıştım...
Doyurucu
bir yanıt alamadım.
Şimmmdi
yeniden soruyorummmm (bu da televizyoncu ağzı oldu):
Osmanlı
kültüründen nefret eden (ya da öyle olduğu varsayılan ya da öyle gösterilmek
istenen), radyoda Türk Musikisi çalınmasını bile yasaklayan Yüce Önder (bunu
biliyor muydunuz sevgili Kemalistler?), niçin "özel hayatında" ille
de o müziği dinliyordu?
Benzetmek
gibi olmasın, Stalin de halka yasak olan Batı filmlerini Kremlin'deki özel
sinemasında oynatıp seyrederdi... Özellikle de vur kırlı Amerikan kovboy
filmlerine meraklıydı!
Acaba
Atatürk, otuzlu yılların gözde şarkıcılarını niçin dinlemezdi?
Carlos
Gardel sever miydi örneğin?
Hadi
Edith Piaf gencecik bir kız olarak piyasayı fethettiği sıralar hastalığı
ilerlemişti, "muttali olamamıştı" diyelim ama, o dönemin gözde
Fransız şarkıcıları Frehel'in, Damia'nın plakları Çankaya arşivinden niçin
çıkmamıştır?
Maurice
Chevalier niçin yoktur, Mistinguett niçin yoktur, Josephine Baker niçin yoktur?
Canım,
diyeceksiniz, otuzlu yıllarda ülkemizde yoğun bir Alman ve İtalyan hayranlığı
vardı! Türk Ceza Kanunu'nu faşist İtalyan yasasından bire bir tercüme edecek
kadar...
Eee,
Zarah Leander'in, Willy Fritsch'in, Lillian Harvey'in plakları niçin
ulaşamamıştır Çankaya'ya? Niçin "Parla mi d'amore Mariu" şarkısı
yoktur, o güzelim şarkı?
Ne
kadar isterdim Atatürk'ün "terekesinden" bir Pola Negri çıksın,
"Tango Notturno" ...
Bir
Mieczyslaw Fogg çıksın, "To Ostatnia Niedziela" tangosunu Atatürk de
benim gibi çok sevmiş olsun...
O
yıllarda dünyayı kasıp kavuran "Gloomy Sunday" niçin gelmemiştir
köşke, ister Billie Holiday'den, ister Piyotr Leşçenko'dan, ister Paul
Robeson'dan olsun... "Jazz" sevsin de Artie Shaw'dan dinlesin
demedik. Duke Ellington beklemedik.
Ama
çıkanlar bellidir: Pencere açıldı Bilal oğlan, piştov patladı... Varın bakın
kanlı da Bilal gene kimi hakladı... Mayadağ'dan kalkan kazlar, al topuklu beyaz
kızlar... Vardar ovası, Vardar ovası, kazanamadım sıla parası...
Bunlar
benim de çok çok sevdiğim türkülerdir. "Haminne" tarafım
Manastırlı'dır.
Fakat
kim açıklayacaksa açıklasın bu ikilemi, görelim.
İsterseniz
ilk cümleyi ben yazayım, siz arkasını getirin: Emir ve komuta zinciriyle Batılılık
bu kadar söker.
KAYNAK:
Atatürk tango sever miydi? - Engin Ardıç (sabah.com.tr, 13 Ağustos 2008),
KIRIK BİR AŞK HİKÂYESİ: ENGİN İLE PERRAN
Ali Hikmet İNCE
Sabah
Gazetesi’nin popüler-polemikçi yazarı Engin Ardıç ile televizyon dünyasının en
ünlü yıldızlarından Perran Kutman iki yıla yakın süre nişanlı kaldı, ama sonra
ayrıldı.
1978
yılıydı, siyah-beyaz tek kanal televizyonun ve Yeşilçam’ın en ünlü
yıldızlarından Perran Kutman, yine kendisi gibi sinema oyuncusu Hüseyin
Kutman’dan yeni ayrılmıştı. Engin Ardıç ise hem tiyatro ile ilgileniyor, hem de
bir reklâm ajansında metin yazarlığı yapıyordu. Rahmetli ünlü karikatürist
Turhan Selçuk’un Abdülcanbaz adlı çizgi roman dizisini bir grup arkadaşı -
Mehmet Akan, Genco Erkal ve Macit Koper … - ile Abdülcanbaz (Çalgılı Komedya)
diye oyunlaştırmıştı.
İkili,
aynı çatı altında yaşamamış, kendi ailesinin yanında kalmıştı. Engin-Perran
beraberliği iki yıl sürebildi. Çalışma saatleri uymuyordu; birbirlerini
yeterince göremiyorlardı. Engin Ardıç, sabah dokuz, akşam altı saatleri
arasında memur gibi çalışıyordu. Perran Kutman, iki işte birden çalışıyor,
akşamları hem tiyatrodaydı, hem de gazinoda program yapıyordu.
Perran
Kutman, isteğine kavuştu: Tüm Türkiye’de tanındı ve sanatı ile bugün de herkes
tarafından seviliyor. Engin Ardıç da, yazarlıkta önemli isim oldu ve büyük
mesafe aldı: Yüksek trajlı gazetelerde köşe yazarlığı, TV’lerde yorumculuk
yaptı. Mesleğini de hâlâ sürdürüyor.
KAYNAK: Ali
Hikmet İnce / Kırık Bir Aşk Hikâyesi : Engin İle Perran (suzmehaber.com, 26 Aralık
2017)