Astroloji Koçu, Gazeteci Yazar, Bilişim Yönetim Uzmanı. 1 Nisan 1984'te Adana'da dünyaya geldi. Yönetim Bilişim Sistemleri üzerine yüksek lisans yapmış, ardından Bilgi İşlem Sorumlusu olarak uzun süre kamuda çalışmış önemli görevlerde çalışmalar gerçekleştirmiştir. 2002 ve 2010 yılları arasında birçok astrologdan eğitim almıştır.
Astroloji
dışında satranç oynamaktan çok hoşlandığını belirten yazar, ayrıca eski bir
Satranç Şampiyonu ve günümüzün Satranç Antrenörüdür. Astroloji, Hobi Kitapları
kategorilerinde eserler kaleme almıştır.
Halen
Hürriyet gazetesinde astroloji yazmaya devam eden Aygül Aydın, kendisini şöyle
tanıtıyor:
Astroloji
bilimine duyduğum saygı ve önemli gözlemlediğim sonuçlar karşısında insanlara
destek vermek, yol çizebilmek her zaman huzur vermiştir. Diğer büyük zevkle
ilgilendiğim alan ise Satranç Oynamaktır. Eski bir Satranç Şampiyonu ve
Şimdinin Satranç Antrenörüyüm. Bazı boş zamanlarda turnuvalarda Satranç
Antrenörlüğü yaparak destek vermekteyim.
Serüvenim;
Kendi
Doğum Haritama göre Bundan 15 yıl önce bu işle ilgilenmem gerektiğini ve bana
çok insana yol olabileceğimin potansiyeline sahip olduğumu keşfetmemle başladı.
Herkesin Doğum anına göre bir potansiyeli vardır. Bunu Navigasyon kimi
düşünebilirsiniz. Trafik bazen kırmızı yanabilir, bazen sarıdır bazen yeşil. Haritanızda
gittiğiniz yolda engelleri ve ne kadar sürede gidebileceğinizin mesajını
içerir. İstediğiniz hedefe isterseniz 1 yılda gidersiniz, isterseniz 10 yılda….
Önemli olan gitmek isteminizdir ve daha sonra en kestirmeden
gidebilmektir…Yeter ki yolunuzu kaybetmeyin….
Astroloji
biliminin bir fal olmadığını doğru okunduğu takdirde çıkmaza giren her insan için
doğru yönlendirici bir etkisi olduğu düşüncesi içerisinde bu işte uzmanlık
kazandım. Tek bir felsefem vardı; Doğum Anı Haritası, Yaşanması mümkünken
yaşanması gereken mutlulukları yakalayabilmek içindir.
Dostoyevski
Derki; İnsan bir gizemdir: Eğer tüm yaşamını onu çözmekle geçirsen, zamanını
boşa harcamış olmazsın. Ben kendim bu gizemle meşgul oluyorum, çünkü ben bir
insan olmak istiyorum.”
Kitapları:
2019
Astroloji Ajandası (2018)
2020
Astroşifa Ajandası (Ender Saraç ile,2019)
KAYNAK:
Aygül Aydın (eksisozluk.com, 18 Kasım 2019), Hürriyet Yazarları
(hürriyet.com.tr, 01.05.2020), Aygül Aydın / Bir Dolunay Hikayesi (hürriyet.com.tr,
09.05.2020), Aygül Aydın kitapları (kidega.com, 09.05.2020), Aygül AYDIN Özgeçmiş
- Sahaja Yoga Portal (sahajayogaportal.org, 09.05.2020).
9
Mayıs 2020
Birleşmiş
Milletler Nüfus Projeksiyonu incelendiğinde büyüyen dünya nüfusu, 2020'de 8,3
milyara, 2030 yılında 9,4 milyara, 2040 yılında 10,3 milyara ve 2050 yılında
ise 12 milyara ulaşacağını söylemiş.
Şu
an dünyada 8,3 milyar insan olduğumuzu sayabiliriz.
Baktığımızda
hepimizin konusu hep aynı,
Sevmek,
sevilebilmek
Para
kazanmak,
Ev
almak,
Şirket
kurmak,
Kurduğun
şirketi büyütmek,
İstifa
edip daha iyi işe geçmek,
Seni
terk eden sevgilinden intikam almak,
Annenin
yokluğu,
Babanın
varlığı,
Ya
da babanın da varlığı, annenin yokluğu,
Kardeşinin
nefreti, akrabanın düşmanlığı,
Bitmeyen
sınavların,
Okulunu
terk edip, çalışmak zorunda oluşun,
Ömrün
boyunca kavuşamayacağını bildiğin aşk,
Tam
yuva kuracağım dediğin anda attığın nişan,
Evladının
sağlığı,
Sırtından
vuran dostun,
Gördüğün
zulüm…
Bu
liste uzar gider…
İçinden
saymayı unuttuğumu sonuna siz ekleyin…
Şimdi
8,3 milyar insandan sadece 1 tanesinin yaşadığını sandığımız ama benzerini
milyonlarca insanın yaşadığı hikayeyi anlatıyorum.
***
Hikayemizin
adı: Cumartesi Kelebeği
Eğer
hayattaki en zor şeyin ne olduğunu sorsaydı birisi küçük kıza, muhakkak sevgi
ile öfke arasında kalmak derdi. Çok sevmek ve çok severken her gün daha da
büyüyen bir öfkeyle baş etmek diyebiliriz. Bu duyguyla tanıştığında bu küçük
kız henüz 15 yaşındaydı.
Hani
yaşıtlarının aklının beş karış havada olduğu, onlarca hatanın pişmanlık
duyulmadan yapıldığı o malum yaşlar diyelim…
Onunsa
sınavının başladığı yaşlardı.
Eee,
herkes eşit şekilde doğmuyor…
Elinde
olsaydı eğer hiç şüphesiz on dördünden bir gün bile büyümezdi bu kız,
Ama
büyümesi gerekiyordu.
Siz
hiç 15 olup 35 gibi davranmak zorunda kaldınız mı?
Biliyorum,
kalanlarınız oldu…
Olmayanlar
için anlatayım ne demek olduğunu dedi bizim küçük kız…
Başına
gelen her şeyi kabul etmeye, ayak uydurmaya ve her şeye rağmen başarmaya
çalışan biri olmak zorundasındır...Böyle olmak zorunda olduğunuz için de
kendinize sürekli şu soruyu sorarsınız:
“Bu
hikâye onun muydu yoksa başkasının mıydı”
15
yaşında 35 gibi davranmak zorunda kalırsanız, zira hikayenizi kabul etmezsiniz.
Üstüne üstlük bu hikâyenin hemen başka bir kahramanı olduğunu düşünerek öfke
duyarsınız. Bu küçük kız hikâyenin babasının hikayesi olduğunu düşünerek,
kendini kandırarak yaşamayı seçiyor. Ne bilsin…Babasının imtihanı başka,
kendisininki bambaşka…
Ama
hikaye aynı…
Bu
hikâye peki nasıl başladı?
Depresyon,
kaygı bozukluğu ile başlayan, bipolar bozukluk ve çok daha fazlasıyla devam
eden psikolojik bir öyküye sahip olan bu baba, bu küçük kıza nasıl imtihan
oldu?
Birçoğunuzun
adını bile duymadığı onlarca ilacı aynı anda içebilen, içmeden yaşayamayan,
küçük kızın önünde defalarca intihar eden adam… Daha fazlasını anlatmak
istemiyor küçük kız…
Bu
yaşanılanlar sayesinde psikolojiye merak sarıyor. Yıllar sonra anlıyor ki
onunkisi kurtuluşunu aramanın sessiz bir yoluymuş, belki onu iyi edebilirim
demenin sessiz bir umuduymuş.
Küçük
ve babasına muhtaç bir kız çocuğunun çırpınışının belki de son kozuymuş.
Son
koz olarak acaba psikoloji okursam yardımcı olur muyum diye düşünmesi en büyük
çabasıymış.
Ama
vazgeçmiş.
Umudunu
kaybetmiş küçük kız. Aileye mi bakacak, üniversitemi okuyacak. Hepsiyle başa
çıkamamış
Bunu
bir imtihan olarak kabul etmiş. İsyan etmemiş.
Bir
küçük kızın babasının varken yok olmasının imtihanın kabul edişinin nasıl hızlı
bir büyüme olduğunu yaşamayan bilemez.
*
Tam
bir dolunay günü, yani dün…
23
yaşındayken tek bir damla umudu yokmuş ciğerlerinde…
Çırpınışları
bitmiş, atacak tek bir kulacı kalmamış küçük kızın.
Senelerdir
onlarca farklı ilaç tedavisi gören, ilaçların dozundan ve etkisinden kendini
kaybeden babasından haber almış. Girmekten çok korktuğu hastane koridorlarında
yürümeye başlamış…
Usulca,
ses etmeden hastane bahçesinin yollarında ilerlemeye devam etmiş…
Küçük
kız diyor ki: “Şimdi soracaklar, O yolda yürürken hiç ağlamış mıydı” diye…
Gururla
söylüyorum: Hiç ağlamamıştım…
*
Babası
oraya girerken de onu orada bırakıp çıkarken de hiç ağlamamıştı…
Sadece
dudağını ısırmış, yumruğunu sıkmış ve kendi şefkatine sığınmıştı…
İnsan
kendi şefkatine sığındığında kalbi nasırlaşır diye cümlesine devam etti…
Kalbi
nasır tutan insanları soğuk biri sanırsınız diye bir sitemde de bulundu.
Birileri ona soğuk birisin demiş, üzmüş onu belli.
Aslında
o kendine şefkat vermeyi öğrenmiş insanları kalbi nasır tutmuş biri olarak
tanımlıyor.
İnsan
en çok ailesine sığınmayı sever. En çokta orayı ret eder diyor, bizim büyümüşte
küçülmüş kız..
Oysa
o sığınacak bir babası olmayan, üstelik babasını korumak zorunda olan bir kız.
Bazen
dünyaya siz birilerini korumak için doğarsınız. Küçücük kalbinizle, küçücük
bedeninizle başka birilerine annelik ya da babalık yapmak için görevli
gelirsiniz…İşte, bu küçük kız onlardandı.
Hastalığınsa
tuhaf bir yanı vardı.
Babası
hasta beyninin kıvrımlarında tek bir gün canlanıyordu; CUMARTESİ.
Ve
o gün sağlıklı bir insandan farksız oluyordu. Geri kalan her gün avuç dolusu
ilaç içiyor, yarı uyanık geziyor, anormal derecede, sokakta kalmış bir kedi
yavrusu gibi yemek yiyor ve bazı zamanlarda halüsinasyonlar bile görüyordu.
O
günlerde asla babasının gözlerine bakamıyordu bizim küçük kız. Çünkü babası
orada olmazdı. Çünkü babası kafasında ve kalbinde hala çok heybetli bir adamdı.
Gözleri
bir uzay boşluğu, bir okyanus sonsuzluğuydu.
Çaresiz,
hasta ve muhtaç olan adam gerçekten babası mıydı?
Küçük
kız tek bir gün bile bakamadı gözlerine babasının…
Baksaydı
bu zor yolculuğa devam edemeyeceğini, aklını kaçıracağını düşündü…
Yüreği
infilak etse bu kadar acı verir miydi sahi?
Küçük
kız defalarca kaçmak istedi ama gidemedi. Çünkü arkasında bir anne ve
kendisinden de küçük bir kız kardeş daha vardı.
Seneler
geçti.
Küçük
kız büyüdü.
Uzun,
gür saçlı ve topuklu ayakkabılarının üzerinde dimdik duran, güçlü bir kadına
dönüştü.
Ne
kadar sert olabilirse o kadar olmuştu, ne kadar dik durabilirse o kadar durmuştu,
küçük kalbini büyütmeye çalışırken kendini beton duvarların arkasına ne kadar
saklayabilirse o kadar saklanmıştı. Bir karar almıştı…
Babasının
gözlerine sadece cumartesi günleri bakacaktı.
Bir
tek o gün ilaç içmezdi babası, bir tek o gün güçlü, kahraman bir baba olurdu.
Bir
tek o gün kekelemeden, ayık bir şekilde konuşurdu.
Ve
bir tek Cumartesileri gözünde hayat olurdu.
Ve
küçük kız sadece o gün 5 yaşına geri döner, şımarır, dans eder ve göklere
çıkardı.
Bir
tek o gün vardı babası.
Cumartesi
babasıydı.
Doyasıya
bir çocukluktu yaptığı…
İnsan
içindeki çocuğun zekasına her zaman muhtaçtır.
Nasılsa
ertesi gün her şey onun istediği gibi olmayacaktı…
Bari
haftada bir gün ben çocuk o babam olsun dedi.
Bir
kelebeğe yaşamak için tek bir gün şans verilmesinden farksızdı durum…
Cumartesi
kelebeği olmasaydım kaderimi nasıl sevecektim hem diye sözlerini bitirdi…
Bu
yüzden onlar yalnızca Cumartesileri baba-kızdı.
Bu
küçük kız kendine “Cumartesi kelebeği” adını vermişti…
Tek
bir isteği vardı…
Cumartesi
kendisine bir şey olmamasıydı…
Mücadelesine
devam ediyordu…
Bir
dolunay gününe denk gelen cumartesine ise içinden söylenirken tanıştık :)
Yolun
açık olsun “Cumartesi Kelebeği” … Belki yarın babana bu yazıyı okursun…
Dememiz
o ki; Yarın cumartesi günü…
Hayatınızda
8,3 milyar insan içinde ne yaşıyorsanız kaderinizi sevmeniz için bir isim verin
kendinize… Tek bir isim verin… Bazen yaşamın bir okyanus olduğunu ve yüzmekten
yorulduğumuz için boğulacağımızı zannettiğimizi de unutmayın. Bizler dünyaya
gelirken doğuştan yüzme bilerek geliyoruz. Sadece zaman zaman yoruluyoruz.
Kimimiz daha iyi yüzebilir. Kimimizin yüzme teknikleri başkadır. Okyanusun
üzerinde dinlenmeyi bilmekte bir marifet öyle değil mi, yol arkadaşlarım.
Bu
arada laf aramızda, bu yazıyı yazmanın ve içinde kaybolmanın bana ne kadar
pahalıya patladığını tahmin edemezsiniz :)
Gözyaşı
bu, öyle ucuz değil…
Ama
size değer…
Güzel
hafta sonları dilerim…