Yazar, gazeteci ve kadın hakları
savunucusu (D. 1903, İstanbul – Ö. 23 Temmuz 1972, İstanbul). Gerçek adı Hatice Saadet
Baraner olan Suat Derviş; tıp profesörü İsmail Derviş Bey’in kızıdır. Bir süre
yazar Reşat Fuat Baraner’le evli kalmıştı. Varlıklı bir ailenin kızı olan ve
özel eğitim gören Suat Derviş, bir süre Almanya’da Berlin Konservatuarı ile
Edebiyat Fakültesi’nde okudu.
1932 yılında İstanbul’a döndükten
sonra gazetecilik yapmaya başlayarak “Son
Posta”, “Vatan”, “Cumhuriyet”, “Gece Postası” gazeteleri ile kendi çıkardığı on beş günlük “Yeni Edebiyat” (1940-41) adlı
sanat-edebiyat ve fikir dergisinde ürünlerini yayımladı. Edebiyata “İstanbul” dergisinde çıkan “Hezeyan”
başlıklı bir mensur şiiriyle başlamıştı. Alman gazetelerinde de fıkra, makale
ve öyküler yazıp yayımladı. Bizde gazetelerde kadın sayfası düzenleyen (İkdam,
1926) ilk kadın yazardır. Avrupa’ya muhabir olarak giden ilk kadın gazetecimizdir.
Montrö Konferansı’nda ile Lozan Konferansı’nda gazeteci olarak bulundu.
“Yeni Edebiyat” dergisinde roman eleştirileri yazan Suat Derviş; aslında
röportajları ve romanlarıyla tanındı. “Resimli
Ay” dergisinde Nâzım Hikmet ve Sabahattin Ali’yle birlikte çalışan yazar,
1937 yılında Sovyetler Birliği’ne giderek, sosyalist yeni düzenle ilgili
röportajlar yazdı. Eşi Reşat Fuat Baraner’le birlikte çıkardığı “Yeni Edebiyat” dergisi, toplumcu-gerçekçi
sanat-edebiyat anlayışının yer bulduğu ilk yayın organıydı. 1944 tutuklamaları
sırasında eşi R. Fuat Baraner’i sakladığı ve yasadışı gizli Türkiye Komünist
Partisi’ne üye olduğu gerekçesiyle yargılanarak bir yıl hapis cezasına mahkûm
edildi. Eşi Baraner’in siyasi faaliyetlerinden dolayı tutuklanmasına kadar on
yıl (1953-63) Fransa’da yaşadı. Fransa’dayken başka dillerde çıkardığı
romanlarını Türkiye’ye döndükten sonra Türkçe olarak yayımladı. Devrimci
Kadınlar Birliği’nin kuruluşunda görev aldı. Sürekli gözetim altında tutuldu.
Suat Derviş, romanlarında sıklıkla
ölüm ve hayat, insanın ne için yaşadığı gibi konuları işledi. Katı ideolojik bir
yaklaşımı olmadı. Roman kahramanlarının çoğu, toplumsal bir sınıfın temsilcileri
olmakla birlikte, yaşadıkları çelişkilerin sorunsallaştırdığı bireylerdir. Yazar
Fatmagül Berktay, Suat Derviş’in; “kişiliği
ve yazarlığıyla, edebiyat tarihimiz ve sosyalist geleneğimiz kadar, kadınların
tarihi açısından da önemli” olduğunu söyledi. Suat Derviş, yayımlanan ilk
eseri olan ve on beş yaşındayken yazdığı Kara
Kitap’tan başlayarak, romanlarında kentsoylu düzenini derinlemesine ele
alarak eleştirdi. Kadının aşağılanması onun ilk romanlarında aile içi bir sorun
olarak ortaya konulurken Fosforlu Cevriye
adlı eserinde alaycılığı, bir köşeye atılmışlığı ve hafifliği onurla, temiz
yüreklilikle, bağlılık ve özgürlük tutkusuyla birleştirdi. Kimi eserlerinde, tolumda
sınıfını bulamamışlığın (lümpen) toplumsal ve psikolojik nedenlerini ortaya
koyarken, onların arasındaki dayanışmayı zenginlerin ahlaka aykırı
davranışlarıyla karşılaştırdı. “Ankara
Mahpusu” adlı romanı ilk olarak
1957 yılında Paris’te Fransızca olarak yayımlandı.
Osmanlı aristokrasisine bağlı bir
ailenin çok iyi eğitim görmüş kızı olarak işçi sınıfının yanında yer almış,
Marksizm’i sorgulayıp feminizmi savunmuş, Cumhuriyet Türkiye’sinde başlattığı
ilklerle öncü bir gazeteci ve yazar kimliğiyle öne çıkmıştır. Liz Behmoaras’ın,
Suat Derviş’i anlatan biyografik kitabında, daha çok kendini anlattığını
vurguladığı yazar şöyle tanıtılıyor: “Dünyayı değiştirme işinin sadece ‘erkek’
işi olduğunu savunanlara, Reşat Nuri Baraner’in karısı olarak tanıtıldığında
hiddetle ayağa fırlayıp ‘Ben yazar Suat
Derviş’im! Kimsenin karısı olarak anılmak istemem!’ diyecek kadar özgür ve
çağının ilerisindeki cesur kadın…” Nâzım Hikmet de onun için; “Başını eğmeyen kadın” demişti.
“Suat
Derviş’in henüz toplumculukla tanışmadığı yıllarda yazdığı bu romanda yazarın
ileride yazacağı romanları duyuran bir yan var: Roman bir “tez”i eksen almakla
birlikte, açık ya da örtülü bir aşk ilişkisi içinde tanıdığımız kahramanlar
alabildiğine canlı. Kahramanların romanın tezini mutlak biçimde
desteklemelerine engel olan öznellikleri onları canlı kılıyor, romanı da klasik
“tezli” romanlardan ayırıyor.” (Behçet
Çelik)
“Suat
Derviş, kişisel özelliği olan ‘baş eğmezliğini’ Fosforlu Cevriye’de
romanlaştırdı. İnsan onurunun en kötü koşullarda bile güvenilir kalan yanını
gösterdi. Bu roman, onu tanımak için biri olanak.” (Sennur Sezer)
ESERLERİ:
Kara
Kitap (1920), Ne Bir Ses Ne Bir Nefes
(1923), Hiçbiri (1923), Ahmet Ferdi (1923), Behire’nin Talipleri (1923), Fatma’nın
Günahı (1924), Ben mi? (1924), Buhran Gecesi (1924), Gönül Gibi (1928), Emine (1934), Hiç (1939),
Çılgın Gibi (1945), Fosforlu Cevriye (1968), Ankara Mahpusu (1968), Aksaray’dan Bir Perihan (tefrika, 1962,
1997).
KAYNAKÇA:
İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü
(1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of
Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve
Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar
(Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People
(2013), Ömer Nida / Kadın
Romancılarımız (1991), Fatmagül Berktay / “İki Söylem Arasında Bir Yazar: Suat
Derviş” (Defter 1997), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (6. Basım,
1999), Sennur Sezer / “Fosforlu Cevriye” (Cumhuriyet Kitap, 2000), Behçek Çelik
/ “Suat Derviş’in Romanları” (Virgül, 2000), Tansu Bele / Kadın Yazın Siyasa:
Tanışım Suat Derviş (2001), İhsan Işık / TEKAA (10 cilt, 2006), Müjgân Halis /
Bir Öncü Kadın: Suat Derviş (Sabah, 2007).
ERKEK AŞKI
SUAT DERVİŞ
Gözleri bu kadar korkak, bu kadar
istirham dolu nazarlarla baktığı için benim nazar—ı dikkatimi celbedebildi.
Yoksa ben şimdiden sonra hiçbir insana ehemmiyet vermemeye tamamiyle karar
vermiştim.
Hayatta ilk sevda tecrübem olan bu
bedbaht izdivacımdan sonra zannetmiyordum ki erkek denilen o melun mahluklara
bir defa daha merhametle ve alaka ile bakabileyim.
Boşandığımdan beri geçen tam dört
buçuk seneyi rahat ve sükunetle yaşadım. Etrafımdaki insanların hiç biriyle
meşgul olmadan gönül, his ve hareketlinin hürriyetinden tamamıyla istifade
ettim.
Bu kocaman şehrin hemen hemen
donjuanı olan Avni bile benim tarafımdan maruz kaldığı fena muameleden dolayı
bütün kadınlar üzerindeki büyük nüfuzunu kaybeder gibi oldu. şöhretine halel
getirdiğim için kimbilir hala bana nasıl için için kızgındır.
Fakat bu... bu dört buçuk seneden
beri peşimde dolaşan, dest—i izdivacıma talip olanların hiçbirine benzemiyor.
Bunda ne Avni’nin küstah ve hodpesend etvarı, ne Nazmi’nin arsız bakışları var.
Selahattin gibi bir sürü yalanlan söyleyerek insan kandırmak istemiyor...
Hayır, bütün ötekilere hiç... hiç kimseye benzemiyor.
Büyük, yaşlı ve bu kadar— maruf
bir insan olduğu halde cesaretsiz, o kadar cesaretsiz ki... Gözlerimin içine
baktığı zaman kulaklarına kadar kızarıyor.
Onu bana ilk taktim ettikleri gün
hiçbir dakika yanımdan ayrılmadı. Hep arkamdan geliyordu. Zannederim Gülsüm’ün
salonunda idik... O gün çok misafirleri vardı. Ve ben her zaman olduğu gibi pek
gözde idim. Salonda güzel kadın ve zengin kadın meraklısı erkeklerin hepsi
benim etrafıma kemafıssabık toplanmışlardı.
İnsan büyük bir servete malik olan
dul bir kadın olursa ona ilk izdivacının fena hatıralarını silmeye yardım için
birçok merhametliler bulunur, işte ben yine o merhametli insanların arasında
idim. O da salonda ve onlar gibi peşimde olduğu halde onların hiçbirine
benzemiyordu.
Öyle cesaretsiz, öyle hesapsız ve
öyle müteheyyis idi ki onu benim etrafıma döndüren hissin birdenbire kalpten
doğmuş kuvvetli bir duygu olduğu daha o günden anlaşılıyordu. Dünyada tarif
edilemeyecek, fakat görünce hissedilen, katiyetle inanılan öyle şeyler vardır
ki...
Ben ki şimdiye kadar hiçbir saçma
duyguya ehemmiyet vermedim. Fakat bundan tamamıyla eminim ki... Cevat beni bir
çılgın gibi seviyor.
Sevmese şüphesiz daha cesaretli,
daha küstah, daha başka türlü olur.
Halbuki geçen akşam beraber
saatlerce durduğumuz halde gözleri yalvarırken bile sükunetini ve ciddiyetini
muhafaza etti. Benim zengin bir kadın olduğumu bildiği için bu duygusunun
suitefsire uğrayacağını zannediyor.
Halbuki gözleri... işte onlar ile
çok konuşuyor ve anlatıyor ki, dört buçuk seneden beri işte hayatımda yalnız...
yalnız ona kızamıyorum.
Yalnız hiddetlenmemek de değil,
adeta ona karşı benliğimde hafif bir alaka bile duymaya başladım. Koca gözlükleri
arkasında irileşen korkar gözbebeklerini... gözbebeklerini mi dedim? Yanılmış
olacağım; gözbebekleri hoşuma gidiyor... demek istiyordum. Geniş omuzları, uzun
boyu ile temiz dişli ve temiz tebessümü, kalın dudaklı ağzıyla adeta güzel bir
erkekti.
Fakat onda en fazla hoşuma giden
şey ne kalın dudaklarının temiz tebessümü, ne geniş omuzlarının heybeti...
Hayır onda en fazla beğendiğim şey dört buçuk seneden beri beni hep takip eden
erkeklerin hiçbirinin küstah ve cüretli etvarına malik olmayışıdır. Benimle
hepsinden fazla alakadar olduğu halde bu halini sahte nümayişle izhardan
çekindiğini hissettiğim için onu diğer erkekler gibi düşman telakki etmiyor,
onu affediyordum.
Çünkü ben dört buçuk seneden beri
erkekleri daima düşman farzettim. Ben dört buçuk seneden beri lakaydiden
yaptığım bir kale içinde kendimi müdafaa ettim. Hayatımda bir ikinci defa
olarak yanlış bir adım atmak, hayatımda bir ikinci defa olarak tehlikeye düşmek
istemedim.
Halbuki Cevat’a karşı kendimi
müdafaaya hacet göremiyorum. Bana bir tek söz söylemediği halde onun
samimiyetinden bir dakika bile şüphe etmiyorum. Hatta öyle zannediyorum ki, o
şimdi biraz daha cesaretli olsa bile beni hiddetlendirmeyecek.
Yine Gülsüm’ün çayında buluştuk.
Bugün benimle her günkünden daha fazla konuştu... Ahbaplığımızı, dostluğumuzu
daha fazla ilerletmek istiyor gibiydi. Sonra o dönerken beni kendi otomobiliyle
evime kadar götürmeyi teklif etti. Eğer kendimle tamamıyla samimi olmak
istersem itiraf etmeliyim ki onunla biraz başbaşa kalmayı istediğim için bu
teklifini kabul ettim... Fakat otomobilde gözlerimin içine istirham dolu
nazarlarla bakarken sükut etti. Birkaç kere bu söze başlamak ister gibi
dudakları kıpırdadı. Fakat sonra yine cesaret edemeden sustu. Ben de bu
vaziyetten sıkılmadım desem yalan söylemiş olacağım. Vakıa onda bütün hoşuma
giden bu cesaretsizliği ama ne bileyim ben, küstahça olmayan ufak bir sözde pek
hoşuma gidecekti.
Acaba ben de onun hissiyatında
yanılıyor muyum? Bu kadar cesaretsizlik onun yaşında olan bir adam için
hakikaten şayanıhayret görülüyor. Buna bir türlü ihtimal veremiyorum. Ya onun
tabii bakışı ve tabii etvarı ve harekatı böyle, yahut da bu adam benim karşımda
muvazenesini, aklıselimini ve söyleyeceği sözleri şaşıracak kadar müteheyyic
olur. Bunun birinci ihtimali imkansız. Çünkü onun başka insanlarla gayetle
tabii olarak görüştüğünü, başka insanlara başka türlü baktığını kendi
gözlerimle görüyorum. Kendini şaşıracak, böyle müteheyyic olacak kadar benimle
alakadar olsa zannederim eline fırsat geçtiği zaman biraz daha cüretkar olup
bana bir şey söylemeğe ihtiyaç hissederdi... O halde her ikisi de değilse bu
adam deli mi? işte buna ihtimal yok. Çünkü hayatı ve âsârı fevkalade akıllı bir
adam olduğunu isbat etmiyor mu?
Adımlarımı böyle takip etmesi ve
bana mütemadiyen, bir şey söylemek isterken cesaret edemeyişi herhalde onun
bana karşı olan duygusunun bir aşk olduguna en inanmayacak insanları bile ikna
edecek bir delildir.
Yalnız onun bu cesaretsizliği beni
yavaş yavaş sıkmaya ve sabırsızlandırmaya başlıyor demeye mecburum. Çünkü bunu
itiraf etmemek yalancılık olacak. Öyle küstah, hodbin, hodpesent ve arsız
erkeklerden nefret ederim.
(...)
(Hepimiz Birbirimizin Örneğiyiz,
1998)