Akademisyen,
Doçent, Araştırmacı Yazar. 1973 yılında Bursa'nın Harmancık ilçesine bağlı
Hopandanişmend Köyünde dünyaya geldi.
İlkokulu Hopan Danişmend Köyünde, orta ve lise tahsilini Harmancık'ta
tamamladı. İstanbul Üniversitesi tarih bölümünü bitirdi. Aynı bölümün Türkiye
Cumhuriyeti Tarihi Anabilimdalında Türk
Kamuoyunda Filistin Problemi (1929-1939) adlı teziyle yüksek lisansını,
Marmara Üniversitesi Tarih bölümü Cumhuriyet Tarihi Bilimdalında Eserleri ve Fikirleri ile Cevat Rifat
Atilhan adlı teziyle doktorasını tamamladı.
15
yıl Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı farklı liselerde tarih öğretmenliği yaptı.
2014'ten bu yana Düzce Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde öğretim
üyesi olarak devam etmektedir. Yazarın yayımlanmış çok sayıda kitap, makale ve
popüler yazıları bulunmaktadır.
Kitapları:
1.
Türk Kamuoyunda Filistin
Problemi (1920-1939), IQ Yayınları,
İstanbul 2008, 224s.
2.
Cevat Rifat Atilhan, İstanbul 2012, 413s.
3.
Bursa Türk Ocağı (1913-2013), Bursa Türk Ocağı Yayınları, Bursa
2014, 257s.
4.
Bartın ve Havalisi Komutanı
Yüzbaşı Cevat Rifat Beyin Milli Mücadele Anıları, Gündoğan Yayınları, İstanbul
2015, 146s.
5.
Mersinli Cemal Paşa'nın Yaveri Yüzbaşı
Cevat Rifat Beyin Birinci Dünya Savaşı ve Mütareke Dönemi Hatıraları, Gündoğan Yayınları, İstanbul
2015, 108s.
6.
Yüzbaşı Cevat
Rifat Beyin Günlüklerinde Nili Casusları, Altınordu Yayınları, Ankara 2018.
7.
Türk Ocakları Katib-i Umumi Dr.
Fethi Erden'in Ocak Hatıraları, Altınordu Yayınları, Ankara 2018.144s.
8.
Birinci Dünya Savaşı'nda
Filistin-Suriye Cephesinin Çöküşü, Altınordu Yayınları, Ankara 2019,135s.
9.
Kemal Fedai Coşkuner ve Fedai
Dergisi, Bursa Türk Ocağı
Yayınları, Bursa 2020, 136s.
10.
Bursa Türk Ocağı (1913-1931), Bursa Türk Ocağı Yayınları,
2. Baskı, Bursa 2020, 176s.
11.
Filistin Sorunu (1920-1939), Altınordu Yayınları, 2.
Baskı, Ankara 2020, 191s.
12.
Demokratik Hayatta
Siyasal İslâm’ın Doğuşu İslâm Demokrat Partisi (2020).
KAYNAK: İhsan AYDIN
/ Dağdaki Nekropol (Olay Gazetesi, 13.9.2019), Bilgi teyidi (09.08.2020), Bilgi
teyidi (facebook sayfası, 09.08.2020), Celil Bozkurt kitapları (kidega.com,
idefis.com, sozcukitabevi.com, 11.08.2020).
KAYNAK: İhsan AYDIN
/ Dağdaki Nekropol (Olay Gazetesi, 13.9.2019), Bilgi teyidi (09.08.2020), Bilgi
teyidi (facebook sayfası, 09.08.2020), Celil Bozkurt kitapları (kidega.com,
idefis.com, sozcukitabevi.com, 11.08.2020).
TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN BİR PROPAGANDA VE TANITIM HAMLESİ: 1926 SEYYAR SERGİ VE AVRUPA SEYAHATİ |
ÖZET
1926 yılında Karadeniz Vapuru'nda oluşturulan Seyyar Sergi,
erken Cumhuriyet döneminde vuku bulan uluslararası bir propaganda ve tanıtım
aracı olarak tarihe kaydolmuştur. Türk
mamulâtı ve masnuatını ihtiva eden gemi, yaklaşık üç ay süren seyahati boyunca
Avrupa'nın önemli limanlarını ziyaret etmiş ve Batılı ülkelerden övgüler
almıştır. Karadeniz Vapuru, sadece bir ticaret gemisi olarak değil, aynı zamanda
yeni Türk imajını da temsil eden bir propaganda aracı olarak işlev görmüştür.
Gemide verilen balolar, personelin şıklığı ve zarafeti, Batılılarca Cumhuriyet
Türkiye'sinin bir aynası olarak görülmüştür. Seyyar Sergi, Mustafa Kemal Paşa
liderliğindeki Türkiye Cumhuriyeti'nin çağdaşlaşma yolunda ortaya koyduğu güçlü
iradenin ve kararlılığın adeta bir simgesi olarak hatırlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Seyyar Sergi, Karadeniz
Vapuru, Mustafa Kemal Paşa, Ali Cenani Bey, Raufi Bey.
Seyyar
Sergi'nin Gündeme Gelişi
Türkiye Cumhuriyeti'nde bir seyyar serginin
oluşturulma fikri, 1341 (1925) yılında TBMM'de yapılan bütçe görüşmelerinde
gündeme geldi. Görüşmelerde söz alan İstanbul Milletvekili Kazım Karabekir
Paşa, 1923 yılında başkan olarak katıldığı İzmir İktisat Kongresi'ne vurgu
yaparak kongrede alınan kararların bir layiha halinde İktisat Vekaletine
sunulduğunu, özellikle Ticaret Vekaletine ait olan birçok önemli kararın
uygulanmadığını hatırlattı. Karabekir Paşa, yeniden bir kongre toplamanın
külfetinden bahsederek Ticaret Vekaleti'nin layihada belirtilen maddelerin
"kabil-i icra ve idari" olanlarının derhal, diğerlerimin de tedricen
uygulamaya geçirmesini istedi. Ayrıca, sergiler için ayrılan paranın bütçeden
çıkarılmasını eleştiren Karabekir Paşa, "Halbuki İktisat Kongresi'nde
bizzat göründü ki daimi sergiler, vatan malını göstermek, sevdirmek ve
sarfettirmek için pek lazımdır. Yer yer böyle sergiler açanlara para vermeli,
teşvik etmeli, daimi surette vatan malını teşhir etmelidir Onun için bu fasıldaki
İktisat Kongrelerine ait para fazladır. Bilakis sergilere muavenet
lazımdır" diyerek sergilerin önemini vurguladı.[11]
Ticaret Vekili Ali Cenani Bey, bakanlığın
sergiler hususundaki hassasiyetini belirterek Avrupa'nın muhtelif şehirlerinde
açılacak altı sergiye katılım amacıyla hazırlıklar yapıldığını vurguladı.
Özellikle Londra'da açılacak tütün sergisi, önemli bir tütün üreticisi olan
Türkiye için ayrı bir öneme sahipti. Bu hususta, Londra sefareti
bilgilendirilerek İstanbul Ticaret Odası ve diğer tüccarın desteğiyle sergide
iki pavyon inşasına başlanacaktı. Ali Cenani Bey, Paris'te açılacak bir sanayi
tezyiniye sergisi için de hazırlıkların yapıldığını ve bu amaçla burada bir
pavyonun inşa edildiğini belirtti. Kütahya çinileri, Gaziantep el işleri,
bakırcılık, dökmecilik ve özellikle halıcılık hususunda Türkiye'nin önemli
kalemlere sahip olduğunu vurgulayan Ali Cenani Bey, sergiye katılım konusunda
Türk tüccarına devlet desteği sağlanacağını kaydetti. Ayrıca, Lozan ve
Leipzig'de açılacak iki panayır için de güçlü bir iradenin olduğunu vurgulayan
vekil, Ticaret Vekaleti'nden burada bir komiserin görevlendirilerek panayıra
katılmak isteyen tüccara kılavuzluk yapılacağını açıkladı.[12]
Ali Cenani Bey, hükümetin ülke içinde
planladığı ticaret sergisi için bütçeye koyduğu 15 bin liranın gayet yetersiz
olduğundan bahisle, böyle bir sergi için 3-4 yüz bin belki de bir milyon
liralık bir fona ihtiyaç duyulduğunu vurguladı. Ali Cenani Bey'in buna bir
çözüm önerisi olarak sunduğu plan hayli ilgi çekiciydi:
"Bir ticaret sergisini meydana getirmek
kolay bir şey değildir. Bunun yerine bir seyyar sergi teşkilini düşündüm. Belki
ekser arkadaşlarımızın hatırına gelir. Ruslar, bundan on beş sene evvel bir
seyyar sergi tertip etmişlerdi. İstanbul'a ve Akdeniz'in meşhur limanlarına
göndermişlerdi. Bir vapur içinde mahsulat ve masnuatı dahiliyeyi birleştirerek
içinde tüccarları da ihtiva etmek üzere gelen bu Rus sergisi İstanbul'da beş,
on gün kaldı ve Avrupa'nın limanlarına giderek muhtevi olduğu eşyayı teşhir
etti. Bendeniz de düşünüyorum ki Seyrisefain'den bir vapur alalım. Mesela
Karadeniz Vapuru'nu düşündüm. Bunun içinde 130 yatak vardır. Tüccarlarımızdan
130 kişiyi alabilir. Ambarlarda elektrik tertibatı yaparak bir meşher haline
koyabiliriz. Bütün mahsulatımızı ve masnuatımızı bu vapurda sergi halinde
gösterebiliriz"[13]
Ali Cenani Bey, seyyar sergi için yaklaşık
80 bin liralık bir masraf öngörmekteydi. Bu ücret, bütçeye dokunulmadan vapurda
eşyasını teşhir eden tüccarın kamara ücretlerinden sağlanacaktı. Bakanlık,
vapurun yalnızca seyir ve sefer masraflarını karşılayacaktı. Buna ilaveten,
Türkiye'nin dünyaca ünlü tütünleri hem natürel hem de kullanıma uygun paketler
halinde vapurda satışa sunularak ayrı bir gelir kalemi oluşturulacaktı. Ali
Cenani Bey, 100 bin paket satılabileceği ve her paketten alınacak bir frankla
birlikte yaklaşık 100 bin franklık bir gelirin sağlanabileceği kanaatindeydi. Bu
bağlamda temel masraflar için bütçeye 60 bin liralık bir ödenek konulmasını
önermekteydi. Mecliste yapılan oylamada "Ticaret sergi ve meşher ve
müzelerine, tütün ve sanayi tezyiniye sergilerine muavenet ve seyyar sergi
masrafı" faslının yekunu olarak 89.450 liralık bir ödenek kabul edildi.[14]
Seyyar Sergi, TBMM'de
Seyrisefain İdaresi'nin 1926 senesi bütçe görüşmelerinde yeniden gündemine
geldi. Antalya Vekili Rasih Bey, Ticaret Vekili Ali Cenani Bey'in Seyrisefain
İdaresi'nin vapur sorununu ve buna dair çözümlerini anlattığı konuşmasına
binaen seyyar serginin bir süre daha ertelenmesini tavsiye ediyordu. "Kendi
hasılatımızı bir vilayetten diğer vilayete naklini temin etmeden sergi
vapurunun manasını anlayamadım" diyen Rasih Bey, bu hususta şunları
söylüyordu: "Efendiler! Eğer sergi vapuru tütüncülüğü neşredecek ise
dünyada tütüncülüğümüz çok yüksektir. Fakat reklamı çok yüksek olduğu halde bu
sene hiç satılamadı. Çoğu elimizde duruyor. Demek ki reklam işi değildir.
Heyet-i celilenizden istirham ederim, bu sergi işi bu sene de kalsın."[15] Rasih Bey'e
cevap veren Ali Cenani Bey, seyyar sergi masrafının geçen sene ayrılan bütçeyle
karşılanacağını, dolayısıyla bunun Seyrisefain İdaresi'nden alınmayacağını
hatırlatarak serginin planlandığı gibi hareket edeceğini vurguladı.[16]
Seyyar Sergi'nin Hazırlıkları
Seyyar
Sergi Talimatnamesi ve Sergilenen Ürünler
1925 yılında
"Ticaret Vekaletince Tertip Edilen Seyyar Sergi 1341 [1925]" adıyla
üçe katlanır altı sayfalık bir karton broşür hazırlanarak kamuoyuna dağıtıldı.
Broşür, bir çağrı pusulası olmakla birlikte aynı zamanda bir yönerge
hükmündeydi. Broşürde, sergiye katılacakların uyması gereken 25 maddelik kurallar,
sergilenecek eşyalar ve sergi gemisinin uğrayacağı limanlar belirtilmekteydi. Broşürün
ön yüzünde, Seyr-i Sefain İdaresi'nin logosu içinde Karadeniz Vapurunun resmi
ile arka yüzünde de güneş kursu içinde Mustafa Kemal Paşa'nın fotoğrafı
bulunmaktaydı.[34]
1926 yılında yayımlanan 20 sayfalık
"Seyyar Sergi Talimat ve Programı", geminin uğrayacağı limanlar,
sergiye iştirak, ürünlerin gemiye nakli ve satışı, tüccarın seyahati ve teşhir
edilecek mallara kadar belirlenmiş kural ve prensipleri içermekteydi.
Kitapçığın ilk ön kapağında, Seyr-i Sefain logosu içinde İstanbul'dan kalkan
Karadeniz Vapuru'nun önünde yürüyen haber tanrıçası Hermes'in resmedildiği
sergi logosu bulunmaktaydı.[35]
Seyyar
Sergi Talimat ve Programına göre, sergi vapurunun Mayıs sonlarında Avrupa'ya
hareket edeceği ve kesinleşmiş hareket tarihinin gazetelerde ilan edileceği
belirtilmiştir. Programa göre, Seyyar Sergi'nin uğrayacağı limanlar ve burada kalacağı
gün sayısı şöyle sıralanmıştı:
1. Barselona 2
2. Liverpul 3
3. Havr 3
4. Londra 4
5. Hamburg 4
6. Stokholm [Stockholm] 3
7.Helsingfors [Helsinki] 2
8. Leningrad 2
9. Danzig 2
10.Kopenhag 2
11. Amsterdam 2
12. Anvers 2
13. Marsilya 3
14. Cenova 2
15. Napoli 2
16. Venedik 2
17. Triyeste [Trieste] 3
18. Batum 2
19. Odesa 2
20. Köstence 2
21. Varna 3[36]
Türkiye'de bulunan fabrika ve imalathane
sahipleri, tüccar, zürra [çiftçiler] ve esnaf, bizzat veya vekilleri
aracılığıyla Seyyar Sergiye katılabilecekti. Sergideki malların satışı ve
uygulanacak tarifeler, ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştı. Sergiye katılan
tüccara mallarının miktarına göre muhtelif kolaylıklar sağlanmıştı. Sergiye 3
bin liralık ve üzerinde mal koyan tüccarın yatak ücreti alınmayacaktı. 2 bin
liralık eşyası olan tüccara seyahat ücreti üzerinden % 50 ve bin liralık eşyası
olan tüccara da % 20'lik ıskonto yapılacaktı. Sergiye 5 bin liralık eşya tevdi
eden tüccar, iaşesini karşılamak şartıyla eğer isterse yanına bir memur
alabilirdi. Sergide satılan eşyanın gümrük vergisi limanın bağlı bulunduğu
ülkenin gümrük tarifesine göre müşteriye ait olacaktı. Sergi, seyir halindeyken
gemi sofrasından yemek yemek yolculara mecburi tutulmuştu. Ancak, geminin
limanda olduğu zamanlarda yemek yemek isteğe bağlıydı.[37]
Tertip Heyeti; teşhir olunan eşyanın
çeşidi, cinsi, üretimi ve üretim yeri, sahiplerinin isim ve adreslerini içeren
zarif broşürler hazırlayacak, bunları muhtelif lisanlara tercüme ederek geminin
uğradığı limanlarda dağıtacaktı. İlan vermek isteyen tüccar, komisyonun uygun
gördüğü tarife üzerinden eşya kataloglarına ilan verebilecekti. Sergide satıcı
veya yolcu statüsünde bulunanların gemi nizamatına ve komisyon kurallarına uyma
mecburiyeti vardı. Tertip Heyeti'nin emrinde Avrupa lisanlarına vakıf
tercümanlar bulundurulacak ve bunlar tüccarla müşteri arasındaki iletişimi
sağlayacaktı. Ayrıca Tertip Heyeti, teşhir edilen mallarla ilgili limanlarda
ziyaretçilere ayrıntılı bilgi verecekti.[38]
Gemide Riyaset-i Cumhur Orkestrası, büfe ve
sinema bulunacaktı. İsteyen tüccar, kendi üretimlerine reklam filmi
yaptırabilecekti. Yabancı ülkelerde verilecek ziyafetlere katılmak isteyen
tüccar, bu tür organizasyonlarda giyilmesi gereken elbise ve şapkaları giymek
zorundaydı. Seyahat süresi 3 ay olarak tespit edilmişti.[39] Seyyar Sergi
Talimat ve Programı, ilk 22 maddeye 3 maddelik bir ilave yaparak bazı hususlara
açıklık getirmişti.[40]
Seyyar Sergi gemisinde bir şubesi bulunan
İş Bankası'nın[41] görevi, şu
maddelerle açıklanmıştı:
1. Sergide hazır bulunmayan malların
vekaleten satılması,
2. Sergiden İstanbul, Ankara, İzmir ve
Bursa üzerinden çek ödemek ve Türkiye'nin her şehrine havale kabul etmek,
3. İstanbul'dan hareket etmeden Seyyar
Sergi şubesinde cari hesap açtırmak ve yolcuların seyahat sürecinde hesabını
açık tutmak,
4. İmkan nispetinde para değişimi yapmak,
İş Bankası'nın tüccarla yürüteceği işlemler
ve taşıdıkları yükümlülükler ayrıntılı olarak açıklanmıştı. Talimatnamenin son
kısmı Seyyar Sergi'de sergilenecek mallara ayrılmıştı. Buna göre, teşhir
edilecek mallar iki kısım halinde düzenlenmişti. Birinci kısımda yer alan
mallar şunlardı:
BİRİNCİ
KISIM
Mevad-ı İbtidaiye [Ham maddeler]
1.
Madeniyat [madenler] ve Ahcar-ı Madeniye [madeni taşlar]
Madenler, taşlar
2. Orman
Tahtalar
3. Mevad-ı
nesciye [dokuma/tekstil]
Pamuk, yün tiftik, ipek ve saire
4.
Hayvani mahsulat (mevad-ı nesciyeden maada)
Yumurta, balıklar, havyar ve saire
5. Nebati
[bitkisel] mahsulat
Hububat, meyveler, kuru ve konserve
sebzeler, pirinç ve saire
6.
Attariye
Devaiye, baharat ve boyalar
İKİNCİ
KISIM
7. Madeni
mamulat, altın, gümüş, cevahir [değerli taşlar] ve kuyumcu eşyaları
Demir, pirinç, tunç ve bakır eşya
8. Alat
[aletler/araç gereçler], makine, nakil araçları ve arabalar
Elektrik makineleri ve edevatı, alat-ı
ziraiye [tarım araçları], alat-ı sınaiye [sanayi araçları], tenvirat [aydınlatma]
ve teshinat [ısıtma] eşyası
9.
Taş, toprak ve cam mamulat
Porselen ve aynalar
10.
Haşebi [kereste] mamulat
Mobilya kamışı ve sepet işleri, ev ve
matbaa eşyası
11.
Deri mamulatı
Ayakkabılar, saraç işleri ve vesaire
12.
Mensucat
Mensucat, işlemeli ve örmeli halılar ve
saire
13.
Melbusat [elbise] ve spor
Erkek ve kadın eşyalarına ait eşya
şemsiye, baston
spor eşyası ve saire
14.
Kağıt ve mukavva mamulat
15.
Me'kulat [yiyecek] ve meşrubat
Hayvani me'kulat, bitkisel me'kulat,
meşrubat, tatlı, şeker ve reçeller
16.
Mamulat-ı kimyeviye [kimyasal ürünler]
Ecza, ıtriyat, sabun, mum ve saire
17.
Tütün, tömbeki [tütün çeşidi] ve sigara
18.
Her nevi inşaat malzemesi
Tesisat-ı sıhhıye
19.
Hastaneler ve sıhhi eşya
Sıhhi eşya, dişçilik ve sair aletler
20.
Sanayi-i nefise [güzel sanatlar], resim, tablo, nakış ve tezyinat [süsleme]
Resim, mimari, heykeltıraş, hat ve çini
21.
Musiki
Musiki aletleri
musiki eserleri ve notalar
22.
Sanat eşyası
Sanat eşyası, icadlar ve oyuncaklar.[42]
Tertip
Heyeti, başlangıçta kurt, tilki, sansar ve kuş gibi Anadolu'dan getirilecek
vahşi hayvanları sergide teşhir etmeyi planlamıştı. Bu hayvanlar, vapurun uygun
yerlerinde yapılacak ambarlarda kafes içinde teşhir edilecekti. Hatta, tilki
celbi dahi yapılmıştı.[43] Fakat,
uzmanların vahşi hayvanların bakım ve temizliği gibi hususların mahsurlu
olabileceği yönündeki uyarılarının ardından bundan vazgeçilmiştir.[44]
Mustafa
Kemal Paşa'nın Seyyar Sergi'yi Teftişi
Tertip Heyeti, 10 Haziran 1926 tarihinde
Seyyar Sergi hakkında 4 maddelik son bir duyuru yayımlamıştır. Duyuruda,
Karadeniz Vapuru'nda 11 Haziran Cuma akşamı bir resm-i kabul icra edileceği ve
geminin 12 Haziran cumartesi gecesi Gazi Paşa'ya "arz-ı tazimat"
etmek üzere Mudanya'ya gideceği bilgisi verilmekteydi. Ayrıca, seyahate
katılacak tüccar ve bilumum mağaza sahiplerinin gemiye yüklenecek mallarını
ikmal ederek gerekli formaliteleri bitirmeleri ve gece merasimine
katılacakların teşrifata uygun giyinmeleri rica edilmekteydi.
[45]
Bu arada Ticaret Vekili Rahmi Bey,
Mudanya'da Mustafa Kemal Paşa'nın beğenisine hazırlanan Seyyar Sergi'yi teftiş
etmek üzere 11 Haziran'da İstanbul'a gelmiştir. Seyr-i Sefain Genel Müdürü
Sadullah Bey, Tertip Heyeti Başkanı Raufi Bey, Gaziantep mebusu Remzi Bey,
İstanbul Muhaberat Müdürü Muhsin Bey, Müderris Zühdü Bey ve Riyaset-i Cumhur
Orkestrası Şefi Zeki Bey, kendisine refakat etmiştir.[46]
Türk kamuoyunun Seyyar Sergi'ye olan ilgisi
büyük olmakla birlikte iş çevrelerinin sergiye ilgisi beklenenin altında
kalmıştı. Bu hususta Seyr-i Sefain Genel Müdürü Sadullah Bey ile Ticaret Müdürü
Muhsin Bey, sergi mahallinde basına açıklamada bulunmuştur. Sadullah Bey,
"Hiç olmazsa sergiye tüccar için iş gördükleri mahallere mesela Marsilya'ya,
Hamburg'a kadar iştirak etmek imkanı vardı." sözleriyle duyduğu hayal
kırıklığını dile getirmiştir. Muhsin Bey de "Bizde ticarethaneler
behemehal sahipleri başlarında bulundukça muntazam işleyebiliyorlar. Sahipleri
bir hafta on gün için bile ayrılsalar derhal işleri bozuluyor. Ticarethanelerin
sahiplerinin ümid edildiği kadar seyyar sergiye iştirak edememelerinin
sebeplerinden biri de budur" diyerek tüccarın özgüven ve tecrübe
eksikliğine dikkat çekmiştir.[47]
Seyyar Sergi'yi hamil Karadeniz Vapuru'nda 11
Haziran 1926 tarihinde sergi anısına bir balo tertip edilmiştir. Baloya Ticaret
Vekili Rahmi ve Maarif Vekili Necati Beyler ile Kolordu Komutanı Şükrü Naili
Paşa, İtalya ve Belçika elçileri, Amerikan temsilcisi General Bristol, Fransız
Elçiliği çalışanları, Mübadele Komisyonu reisi ve İstanbul basın temsilcileri
katılmıştır. 250 kişinin davet edildiği balo, gece geç vakitlere kadar devam
etmiştir.[48]
Karadeniz Vapuru, 12 Haziran'da İstanbul'dan
ayrılarak Mudanya Limanı'na hareket etmiştir. Bu sırada Bursa gezisinde bulunan
Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, beraberinde Ordu Müfettişi Ali Said ve
Kolordu Kumandanı Ali Hikmet Paşalar ile Bursa valisi, belediye başkanı ve bazı
hükümet memurları olduğu halde Mudanya'ya gelmiştir. Mudanyalıların coşkun
tezahüratıyla karşılanan Gazi, teftişi gerçekleştirmek üzere Karadeniz'e davet
edilmiştir. Sergi komiseri Raufi Bey, geminin meşher ve satış reyonlarını
gezdirerek Gazi'ye bilgi vermiştir. Sergi defterine "Sergi muvaffak olmuş
bir eserdir. Bizde gayet iyi intibalar husule getirdi. Tarz-ı teşhir çok
iyidir. Müteşebbislerini takdir ve tebrik ederim"[49] satırlarını
yazan Gazi, sergiden duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir. Bu sırada, vapurda
satış reyonunda görevli Ali Usta ve Paris Sanayi Akademisi'nden Sedefli Vasıf
Bey, Gazi'ye değerli taşlardan mamul bir tespih ile fildişinden imal edilmiş
bir sigara tabakası hediye etmiştir. Ayrıca, Karadeniz Vapuru'nda gemi
personeli ve misafirlere Gazi'nin onuruna bir öğle yemeği verilmiştir.
Karadeniz Vapuru, 13 Haziran'da Bandırma'ya hareket ederken, Gazi ve heyeti de
Bandırma'da Seyyar Sergi'ye veda ederek İzmir'e hareket etmiştir.[50]
Seyyar Sergi'de tütün standı sorumlusu olarak
görev alan Muhsin Selçuk (Severman) Bey, hatıralarında Gazi Mustafa Kemal
Paşa'nın sergiyi denetlediği o günü şöyle anlatır:
"Karadeniz Vapuru, 'Seyyar Sergi' olarak
hazırlanmıştı. Ben de bu Seyyar Sergi'deki tütün standının şefiydim. Bizim
vapurda Mudanya İskelesi'nde iken Atatürk'ün şerefine bir ziyafet verildi. Bu
fotoğraf (ziyafet fotoğrafı) o ziyafette alındı. Sergi'nin yöneticisi
Manyasizade Raufi Bey'di. Ziyafette
Gaziantep mebusu Remzi Bey, Galip Bahtiyar Bey, Celal Esat Bey (Arseven) de
vardı... Atatürk, iktisadi durumu düzeltmek için memleketimizi ve zenginliklerimizi
Avrupa'da tanıtmak istemişti. Bunun için Karadeniz Vapuru'nda bir seyyar sergi
düzenlemişti."[51]
Bu arada Karadeniz Vapuru'na refakat eden
Gülcemal Vapuru'nda bulunan yolcular, sergide bulunan Gazi'ye karşı sevgi
gösterisinde bulunmuştur. Gazi de kendilerine mendil sallayarak mukabelede
bulunmuştur.
Cumhuriyet
tarihinin ilk seyyar sergi gemisinin kaptanlığını Lütfi (Topuz) Bey[52] yapmıştır. Sefere bir süvari, bir ikinci
kaptan, üç üçüncü kaptanla, tatbikat görmek üzere yedi mülazım [güverte zabiti]
kaptan, bir doktor, bir telsiz memuru olarak 15 güverte zabitiyle yedi makine
zabiti iştirak etmiştir. Kamara çalışanları, güverte ve makine adamlarının
sayısı 125 idi. 47 kişilik Riyaset-i Cumhur Orkestrası, 95 kişilik Tertip Heyeti
ve memurları ile 18 kişilik iaşe çalışanı ile birlikte gemide toplam 285 kişi
mevcuttu.[53]
Gemide
dikkat çeken yolcular arasında Sergi Komiseri Raufi Bey, yazar Celal Esat Bey
(Arseven), İstihbarat Müdürü Bahtiyar Bey, Şirketler Komiseri Baha Bey, Harici
Ticaret mümessili Halil Mitat Bey. Coğrafya Encümeni Reisi General Pertev Bey,
Gaziantep Milletvekili Remzi Bey, Orkestra Şefi Miralay Zeki Bey, Umumi Kâtip
Seyfettin Bey, Posta Müdürü Kenan Bey, Ziraat Uzmanı Zihni Bey, İdare Müdürü
Mahmud Celal Bey, Akşam gazetesi temsilcisi Vala Nureddin Bey, Celal Esat
Bey'in kızı ve Resimli Gazete'nin muhabiri Bedia Celal Hanım, Anadolu ajansı temsilcisi
Kemalettin Bey, demiryolları temsilcisi Eşref Bey, Tütün inhisarı mümessili
Semih Bey ve Hasan Ecza Deposu sahibi Hasan Bey bulunmaktaydı.[54]
Seyyar
Sergi'nin Türk Basınında Yankıları
Seyyar Sergi, henüz üç yıl önce
bağımsızlığını kazanan genç Türkiye Cumhuriyeti için yeni bir olguydu. Gerçi,
uluslararası sergiler hususunda Osmanlı Devleti'nden alınan güçlü bir mirasa
sahip olunsa da Seyyar Sergi projesi, yeni devlet için yabancı bir deneyimdi.
Ticaret Vekaleti'nin seyyar sergi projesini resmen açıklamasıyla birlikte
kamuoyunda hummalı bir tartışma başlamıştı. Türk kamuoyu, Avrupa'nın medeni
ülkelerine yönelik olarak hazırlanan seyyar sergi fikrini başlangıçta ihtiyatla
karşılamıştı. Türk basını, seyyar serginin organizasyonu ve sonuçlarının
başarısı hususunda üçe bölünmüştü. Bunlar; Seyyar sergi fikrine destek vermekle
birlikte başarının bazı şartlara bağlı olduğunu düşünenler, sergi fikrini her
yönüyle destekleyenler ve sergiyi küçümseyenler şeklinde sıralanabilir.
Haftalık Meslek gazetesi, Türkiye'ye oldukça pahalıya mal olacak serginin
ülkeye yapması beklenen katkıyı sorgulamaktaydı. Memlekette ihtisasa yönelik
olarak meslek ve iktisat teşkilatlarının olmadığını vurgulayan gazete, serginin
uzman eliyle değil de belki de memur eliyle düzenleneceğini ve bundan dolayı
faydalı olmayacağı kanaatindeydi. "En büyük faidesi olsa olsa, bizim bu
işde de ne kadar metodsuz hareket etdiğimizi bize ısbat etmek olabilir"
diyen gazete, İzmir'de yayımlanan Ticaret
gazetesinin aynı yönde yazdığı satırları sayfasına taşıyordu. Gazete, Seyyar Sergi
deneyiminden önce dahilde bir sergi düzenlenmesi gerektiğini öğütlemekte ve bu
serginin şu hususları içermesi gerektiğini vurgulamaktaydı:
1. İhraç ettiğimiz eşya ve maddelerin en
iyi ambalaj tarzlarını,
2. Muhtelif ürünlerin en istenen işlenme
şekil ve usullerini,
3. Broşür ve kataloglara kadar reklamın
bütün çeşitlerine ait modelleri ve numuneleri,
4. Üretim ve ticaret hayatımıza girmesi
istenen usullere ait tedbir ve çareleri.[83]
Gazete, özellikle Türk tüccarının
uluslararası ticarette dikkat çeken ambalaj tekniği ve pazarlama konusundaki
amatörlüğüne odaklanmıştı. Gazeteye göre, bozuk ambalaj tekniğiyle pazarlanan
ürünler, kalite değerinin altında kalmakta ve ticaretimize ciddi zararlar
vermekteydi. Örneğin, yabancı ülkelere pazarlanan dünyaca ünlü Türk tütünleri,
buralarda yeniden ambalajlanıp Amerika ve Avrupa'ya satılmaktaydı. Bunun nedeni
kötü ambalaj tekniği ve ihracatın yapıldığı ülkelerin arzu ve ihtiyaçlarının
dikkate alınmamasıydı.[84]
Vakit'te,
gazete özel muhabirinin Türkiye'nin İtalya'da bulunan dış ticaret temsilcisi
Ali Muhtar Beyle yaptığı röportaja yer verilmekteydi. Yazıda Ali Muhtar Bey,
İtalyan iş çevrelerinin Türk seyyar sergisini merakla beklediklerini ve
serginin İtalya limanlarında itibar göreceğini vurgulamaktaydı. Ayrıca,
"Ben vapurumuzun gelmesinin mahsulatımızın teşhir edilmesinden ziyade
tüccarımızın Avrupa tacirleriyle görüşebileceklerine hizmet edeceğinden
seviniyorum. Malımız kadar kendimizi de tanıtmağa ve karşımızdakileri tanımağa
mecburuz. Mahsulatımızın seyyar sergi ile teşhiri kafi değil. Mümessilliklerde
şehbender hanelerimizde birer numune sergileri tesisi lazımdır." diyerek
reklama ve sürekli sergilerin gerekliliğine dikkat çekmekteydi.[85]
Şehremaneti
Mecmuası'nda ayrıntılı bir değerlendirme yapan Ali Suad, sergiyi özellikle
İstanbul ölçeğinde değerlendirmekte ve teşhir edilen ürünlerle ilgili geniş
bilgi vermekteydi. Sergiyi "mütalaaya, tedkike, tahlile mecburuz"
diyerek öz eleştiri daveti yapan yazar, Ali Muhtar Bey'in yukarıda işaret
ettiği sürekli sergilere vurgu yapmaktaydı:
"Bir ikincisini, üçüncüsünü tanzime,
memleketimizde bir sabit nev'ini yapmağa ve hatta ufakça mikyasta daimi salon
ve daireler tesisine muhtacız. Ticaret ahkamı mucibince limanda "serbest
mıntıka" usulünü kabul ederek orada ihracat eşyamızın bütün numunelerini
buralı ve Avrupalı tacirler ve komisyonculara daima arz ve teşhirde, tuvalet ve
ambalajlarını orada yapmakta geç kalmış olduğumuzu da bu münasebetle burada
itiraf etmek elbette hakşinaslıktır"[86]
Seyyar
Sergi'ye tam destek veren ve Bedia Celal Hanım'ı Karadeniz Vapuru'nda hususi
muhabiri olarak görevlendiren Resimli
Gazete, sergiye ekonomik kazanımlardan ziyade çağdaş Türkiye'ye ayna
tutacak bir reklam vasıtası olarak bakmaktaydı. Gazeteye göre sergi, Avrupa
halkının Türk milleti hakkındaki asırlara dayanan önyargılı ve mesafeli
bakışını değiştirecek, "İnkılap ve Cumhuriyet Türkiyesi" hakkında
bilgilenmesini sağlayacaktı. Avrupa'nın gözünde Türk milleti, Osmanlı'dan gelen
bir alışkanlıkla hala bir "silah milleti" olarak görülmekteydi. Türk
milleti "belki
ince ve yüksek bir zeka ile mücehhez olduğu için silahına ve istiklale aşık
bulunduğunu ancak böyle vasıtalarla cihana ispat edebilirdi." Gazetenin şu
ifadeleri dikkat çekicidir:
"Türkler, son zamanlara kadar Avrupa'ya
yalnız ordu gönderdiler. Denizden İspanya'ya ve Cezayir sahillerine, karadan
Viyana kalelerine kadar giden Türklerin ellerinde kılınç vardı. Bundan
dolayıdır ki, bugünkü medeni alem bizi hala muharib sanatımızla, münhasıran
harb adamı mahiyetiyle tanırlar. Avrupa'ya doğru en son giden Türk kafilesi
yine bir ordu, Enver Paşa'nın Almanlara ikram ettiği kıymetli bir Türk ordusu
idi. Seyyar sergi bir heyet-i keşfiye addedilebilir. Bu keşifler heyeti bize
iktisad mübarezesinde [mücadelesinde] nasıl hazırlanmamız lazım geleceğini
öğretecek. Avrupa'ya da Türk sanat ve ticaret ilmi hakkında hiç olmazsa asgari
bir fikir götürecektir"[87]
Seyyar
Sergi, gündeme gelmesinden itibaren bazı basın organlarında temkinli hatta
istihzai bir gülümsemeyle karşılanmıştı. Ünlü karikatür dergisi Akbaba, Seyyar Sergi'nin ilan edilen
fakat defalarca iptal edilen programını hicveden yayınlar yapmıştı. Bunlardan
birinde arkadan bir gülleyle bağlanmış Karadeniz Vapuru'nu önden bir
salyangozun çekmeye çalıştığı oyuncak dükkanına benzeterek karikatürize
etmişti. Karikatürün üstünde; "Gazetelerden: Seyyar sergi, bugün kalktı,
yarın kalkıyor, öbür gün kalkacak", altta ise "Seyyar serginin
gittiğinin resmidir" ibareleri yer almaktaydı.[88]
Sergi
hakkında kamuoyunu düzenli olarak aydınlatan Cumhuriyet, Galata Rıhtımı'nda son kez görücüye çıkan seyyar
sergiyi organizasyon ve teşhir noktasında eleştirmekteydi. Gazete, serginin
"heyeti
umumiyesi itibarıyla bu yolda ibzal [harcanan] edilen emek ve masarifata
tekabül edecek bir derecede" olmadığı kanaatindeydi. Seyyar Sergi'yi,
"Memleketimize aid mamulat, mahsulat ve masnuatı Avrupa limanlarında
Türklüğün yüzünü ağartabilecek bir şekilde teşhir için hazırlanan bir
propaganda vasıtasından ziyade, alelade eşya teşhir eden bir pazarı ve harici
manzarası itibarıyla da ara sıra limanımıza uğrayan Romanya vapurları
kabilinden bir tenezzüh
[gezinti] gemisini andırmaktadır" diye özetleyen gazete, Karadeniz'i
de özgün olmayan bir "oyuncak dükkân"ına benzetiyordu.[89]
Seyyar Sergi'yi ihtiyatla karşılayan
gazetelerden Milliyet, Cumhuriyet'in izlenimlerine yakın bir
çizgide değerlendirme yapmaktaydı. Gazete, Ticaret Vekili Rahmi Bey'in seyyar
sergiyi teftişini ayrıntılı bir betimlemeden sonra kendi kanaatini şöyle
açıklıyordu: "Vapur, uzun bir seyahatten ziyade mesela Marmara'da bir tenezzühe
hazırlanmış ve süslenmiş bir haldedir. Fakat, serginin istihzaratı
[hazırlıkları], şimdiye kadar geçen uzun bir zamana rağmen hala ikmal
edilememiştir. Hatta vapurun iç ve dış kısımlarının telvinatına [boyanmasına]
dün dahi devam edilmiştir. Sonra her meşherdeki eşya yerli yerine tamamen
yerleştirilmiş değildir."[90]
Başlangıçta Seyyar Sergi'yi tartışan ve bu
hususta farklı görüşlere bölünen Türk kamuoyu, Karadeniz Vapuru'nun dönüşüyle
birlikte serginin kazandığı başarıya odaklanmıştı. Türk basını, serginin
yabancı limanlarda gördüğü ilgiye ve yeni Türk imajının Avrupa kamuoyunda
yarattığı ilgiye dikkat çekiyordu.
Yıllar sonra
Seyyar Sergi hatıralarını kaleme alan Karadeniz'in 2. Kaptanı Süreyya Gürsu,
serginin bir ilk olması, iktisadi kazançları, denizcilik ve düzenleme
kabiliyeti gibi hususlarda "muvaffak olmuş" addedilebileceği
kanaatindedir. Fakat Gürsu, serginin asıl başarısının ticari ve iktisadi
çıkarlardan ziyade Avrupa kamuoyunda yaratmış olduğu yeni Türk imajı olduğunu
vurgulamaktadır:
"Her şeyden evvel,
seferimizin Avrupa şehirlerinde bıraktığı güzel tesir ve hatıralar, bilhassa
Baltık Denizi'ndeki Şimal memleketlerinde ölçülemeyecek derecede şümullü
[geniş] ve derin olmuştur. Türk sancağı, şimdiye kadar görülmediği bu uzak
diyarlarda, muvaffakiyetle ve şerefle dalgalandırılmış, temiz bir geminin cana
yakın insanları, her gittiği yerde pek hararetli bir istikbal görmüştür. İşte
bu sebepledir ki Türklük hakkında bin türlü yanlış telakkilerle meşbu [dolmuş]
bulunan bir kısım Avrupalılar, her şeyden evvel kendilerine benziyen, kendileri
gibi konuşan insanlarla karşılaşmışlar, temiz bir gemi içinde kötü
zihniyetlerini pek çabuk giderebilecek yüksek bir varlık bulmuşlardır"[92]
Seyyar Sergi'nin başarısını kanıtladığına
dikkat çeken Vakit, serginin
başlangıçta plan dahilinde olan fakat "bazı mülahazalardan" dolayı
gidemediği Karadeniz'in Odesa, Batum, Köstence ve Varna limanlarına mutlaka
gitmesi gerektiğini vurgulamaktaydı. Gazeteye göre, Türkiye ile iktisadi
ilişkileri zayıf olan ülkelere bile uğrayan serginin, daha güçlü ekonomik
ilişkiler içinde bulunduğumuz ülke limanlarına gitmemesi doğru olmazdı.
Karadeniz Vapuru, İstanbul'a demirlemeden bu ziyareti gerçekleştirmeliydi. Bunu
sonraya bırakmak, büyük bir hazırlık ve finansal kaynak gerektiren yeni bir sergiyi
imkansız hale getirebilirdi. Gazete, "Sergiyi Leningrad'dan ziyade Odesa
ve Batum'a, Helsingford'dan ziyade elbette Köstence ve Varna'ya
göstermelidir" diyerek Karadeniz limanlarının önemine dikkat çekmekteydi.[93]
Milliyet,
serginin başarısını "Giderken 'asgari mahcubiyet' istenen sergi bilakis
'azami muvaffakiyet' temin ederek gelmiştir" cümlesiyle ifade ediyordu. Gazetenin
şu ifadeleri, Türk basınının seyyar sergiye bakışını özetliyordu: "Bundan
iki ay yirmi bir gün evvel bazı gazetelerimizin 'gitti, gidiyor, gitmemesi
lazımdır, eyvah gidiyor' gibi memnuniyet ifade etmeyen tenkidleri arasında
limanımızdan hareket eden "Karadeniz" Seyyar Sergi vapuru yine
gazetelerimizin fakat bu defa memnuniyetle 'geldi, geliyor' haberleri arasında
dün saat on birde limana avdet etmiştir."[94]
Hükümete yakın Hakimiyet-i Milliye, Karadeniz Vapuru'nun dönüşünü "ziyaret
ettiği memleketlerde çok iyi intibalar bırakarak dönen Karadeniz Vapuru"
ifadesiyle kamuoyuna duyuruyordu.[95] Gazete, Seyyar
Sergi'nin başarısını "Türk matbuatı serginin muvaffakiyetinden
bahsediyor" satırlarıyla vurguluyordu.[96] Bu haberlerde
ayrıntıya ve yoruma girilmemesi dikkat çekicidir. Gazetenin konuyla ilgili
ayrıntılı haberi 9 Eylül 1926 tarihli nüshasında "Seyyar sergimiz hakkında
İtalyan matbuatı ne diyor?" başlıklı yazıda yayımlanmıştı. İtalyan İl
Secolo gazetesinin haberine dayandırılan yazıda, Türk seyyar sergisinin Cenova
Limanı'nda düzenlenen karşılama törenindeki izlenimlere yer veriliyordu.
Yazıda, İtalyanların özellikle Osman Zeki Beyin idaresindeki Riyaset-i Cumhur
Orkestrası'nın çaldığı parçalara hayran kaldığı ve serginin en fazla "şark
köşesi" ne ilgi gösterdiği vurgulanıyordu.[97]
Seyyar Sergi'ye hazırlık safhasında en
güçlü muhalefeti yapan Cumhuriyet ve Akşam gazeteleri, diğer gazeteler gibi
güçlü bir tonla ifade etmese de, serginin Avrupa turunu başarılı buluyordu. Cumhuriyet, "Seyyar sergi gayesinde
muvaffak olmuştur"[98] derken, Akşam gazetesi de "Karadeniz
Vapuru, Avrupa'da üç ay devam eden seyahati esnasında uğradığı bütün limanlarda
gayet müsaid intibalar uyandırmıştır"[99] ifadelerini
kullanıyordu.
Daha önce Seyyar Sergi'yi uzman
görüşleriyle değerlendiren Ali Suad, sergi'nin başarısını takdir etmekle
birlikte kamuoyuna iki noktada sorgulama yapma tavsiyesinde bulunmaktaydı.
Birinci hususta, serginin iktisadi boyutta neler kazandırdığı ve gelecek için
ne kadar güven verdiği sorgulanmalıydı. Diğer hususta, serginin hazırlık ve
teşhir sürecinde ne kadar hazırlanabildiği tartışılmalıydı. Ali Suad, sergide
teşhir edilen ürünleri tanıtan matbu evrak ve broşürlerin yetersiz olduğu
kanaatindeydi. Halbuki müşteri, böyle seyyar komisyonculuğun olduğu sergilerde
henüz tanımadığı satıcılar hakkında ayrıntılı bilgiye ihtiyaç duymaktadır. Ali
Suad'ın eleştirdiği başka bir konu da Seyyar Sergi gemisinin seyahat planında
yaşanan aksaklıklar ve görevlilerin yetersizliği idi. O'na göre, bazı
limanlarda oluşan yoğunluğa karşın geminin erkenden ayrılması kabul edilemezdi.
Ayrıca, gemide ürün teşhiri yapan görevlilerin ameli ve ticari bir uzmanlıktan
yoksun olmaları büyük eksiklikti. Lisan bildikleri halde müşterilerle
iletişimde sıkıntı yaşayan tercümanlar da başka bir sorundu. Yine de Ali Suad,
Seyyar Sergi'nin genel itibarıyla başarılı olduğunu, bahar aylarında Mısır,
Suriye ve Filistin sahillerini dolaşarak Amerika'ya uzanması gerektiğini
vurguluyordu.[100]
SONUÇ
Seyyar Sergi, 1925 yılında TBMM'de cereyan
eden bütçe görüşmelerinde Ticaret Vekili Ali Cenani Bey tarafından gündeme
getirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa tarafından onaylanan sergi projesi, Ticaret
Vekaleti, Seyr-i Sefain İdaresi ve İstanbul Ticaret Odası'nın ortak mesaisi
olarak gerçekleştirilmiştir. Seyyar Sergi, bazı nedenlerden dolayı Türk kamuoyunda
beklediği desteği görememiştir. Hareket zamanı defalarca ertelenen Sergi, bazı
basın organlarında hararetle desteklenirken bazılarında da istihzai bir
gülümsemeyle karşılanmıştı.
Türk ticaret çevrelerinin Seyyar Sergi'ye
olan ilgisi ümit edilenin altında kalmıştı. Tüccar, organizasyon ve iktisadi
kazanımlar noktasında sergiyi yetersiz ve sıradan görmüştü. Yine, tüccarın
işletmesini bırakıp uzun bir süre Avrupa'da kalacak kadar kapitalist bir
deneyim ve özgüvenden yoksun oluşu da bu ilgisizliğin nedenlerinden birisi
olmuştur. Sergide teşhir edilen mallar, Türklere özgün bir keyfiyet arz etse
de, genelde Türk milletinin mütevazi yaşam tarzını yansıtan ürünlerdi. Seyyar
Sergi, teşhir ettiği mallar açısından sıradan, uluslararası bir standart ve
kaliteden yoksun görülmekteydi.
Karadeniz Vapuru'nun Avrupa turu,
denizcilik bilgisi ve kabiliyeti bakımından gayet başarılı geçmiştir. Liyakatli
Türk kaptanlarının emrinde seyreden Karadeniz, Avrupa'nın tehlikeli ve zor
denizlerini maharetle aşarak hedefine ilerlemiştir. Seyyar Sergi, Türk
kamuoyundan farklı olarak Avrupa kamuoyunda daha büyük yankılar uyandırmıştır.
Bir kaç liman istisna edilirse, Avrupalıların sergiye olan ilgisi büyük
olmuştur. Ünlü Türk tütünleri, Hacı Bekir lokumları ve oryantal işlemeli kehribarlar,
en çok rağbet gören ürünler olmuştur. Diğer yandan, sergiye eşlik eden Türk
kadınlarının zarafeti ve şık giyim tarzı, Avrupalıların Türkler hakkında
müzminleşen olumsuz imajın silinmesine katkı sağlamıştır. Karadeniz Vapuru'nda
Avrupalı seçkinlere verilen balolar ve liman ülkelerinin düzenlediği
etkinlikler, çağdaş Türk imajının tanıtılması bakımından önemli fırsatlar
olmuştur.
Seyyar Sergi, Türk denizcilik tarihinde
haklı bir gurur ve başarı sayfası olarak hatırlanacaktır. Ticari kazanımları
önemli olmakla birlikte serginin asıl başarısı, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin
çağdaşlaşma yolunda ortaya koyduğu kararlı ve sarsılmaz iradedir. Mütevazi
Karadeniz Vapuru, Mustafa Kemal Paşa liderliğindeki Türk milletinin yeniden
dirilişinin ve medeniyet alemiyle kucaklaşma azminin bir sembolü olmuştur.
KAYNAKÇA
ARŞİV
BELGELERİ
Başbakanlık
Cumhuriyet Arşivi, 180.09.52.262.1.92.
RESMİ
YAYINLAR
T.B.M.M Zabıt Ceridesi.
İçtima
82, 19.3.1341.
İçtima
91, 1.4.1341.
İçtima
63, 28.2.1926.
Resmi Gazete
Sayı 324. Tarih 17.3.1926.
KİTAPLAR
Akkılıç,
Yılmaz, Atatürk ve Bursa, Nilüfer
Akkılıç Kütüphanesi, 3. Baskı, Bursa 2009.
Arseven, Celal Esat, Seyyar Sergi ile
Seyahat İntibaları, Kitabevi, İstanbul 2008.
Gürsu,
Süreyya, 1926 Senesinde Yapılan Seyyar
Sergi Seferi Hatıraları, (Derleyen: Refik Akdoğan), İstanbul 2006.
Nezihi, Hakkı, 50 Yıllık Oda Hayatı, T.C İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası
Neşriyatı, İstanbul 1932.
Ökçün, A. Gündüz, Türkiye İktisat Kongresi 1923 İzmir, Haberler-Belgeler-Yorumlar,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, Ankara 1971.
Seyyar Sergi Talimat ve Programı, Hilal Matbaası, 1926.
Sönmez, Oktay, Anılarda Gemiler Ufkun Ötesinde Kayboldular,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2001.
Tutel, Eser, Seyr-i Sefain Öncesi ve Sonrası,
İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2006.
Tutel, Eser, Gemiler, Süvariler, İskeleler, İletişim Yayınları, İstanbul 1998.
Türkiye İş Bankası Tarihi, (Proje yöneticisi: Uygur Kocabaşoğlu), Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2001.
Türkiye
Sergicilik ve Fuarcılık Tarihi, (Proje Yöneticisi: Gökhan Akçura,
Editör: Günel Tüzün), Tarih Vakfı, İstanbul 2009.
MAKALELER
Akkılıç,
Yılmaz, "Seyyar Sergi", Bursa
Defteri, Sayı 24, Aralık 2004, s.113-116.
Ergüney,
Yeşim Duygu - Pilehvarian, Nuran Kara, "Ondokuzuncu Yüzyıl Dünya
Fuarlarında Osmanlı Temsiliyeti", Megaron,
Cilt 10, Sayı 2, 2015, s. 224-240.
Germaner,
Semra, "Osmanlı İmparatorluğu'nun Uluslararası Sergilere Katılımı ve
Kültürel Sonuçları", Tarih ve Toplum,
Cilt 16, Sayı 95, s.289-296.
Önsoy,
Rifat, "Osmanlı İmparatorluğu'nun Katıldığı İlk Uluslararası Sergiler ve
Sergi-i Umumi-i Osmani (1863 İstanbul Sergisi), Belleten, Cilt 48, Sayı 185, Ocak 1983, s.195-235.
Tutel, Eser, "Gülcemal'in Süvarisi
Lütfi Kaptan", Tarih ve Toplum,
Mart 1996, Cilt 25, Sayı 147, s. 149-156.
TV PROGRAMI/BELGESELİ
"Karadeniz: Seyr-i Türkiye",
NTV, 21 Nisan 2006.
SÜRELİ
YAYINLAR
Akbaba
Akşam
Bursa
Defteri
Cumhuriyet
Hakimiyet-i Milliye
İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Mecmuası (İTSOM)
Meslek
Milliyet
Resimli Gazete
Şehremaneti Mecmuası
Vakit
EKLER
Ek 1: Seyyar Sergi'ye ev sahipliği yapan Karadeniz
Vapuru.
Ek 2: Seyyar Sergi'nin Logosu
Ek 3: Mustafa
Kemal Paşa'nın Seyyar Sergi defterine yazdığı imzalı yazı. (Cumhuriyet, 15
Haziran 1926)
Ek 4: Seyyar
Sergi gemisi Karadeniz Vapuru'nun kaptanı Lütfi Kaptan.
Ek 5: Seyyar
Sergi'nin sürekli ertelenen hareket zamanını hicveden mizah dergisi Akbaba'nın
karikatürü (Akbaba, 10 Haziran 1926)
Ek 6: Seyyar Sergi'nin
İstanbul'a dönüşünü yazan bir gazete haberi. (Milliyet, 6 Eylül 1926)
[1] Rifat Önsoy, "Osmanlı İmparatorluğu'nun Katıldığı
İlk Uluslararası Sergiler ve Sergi-i Umumi-i Osmani (1863 İstanbul Sergisi), Belleten, Cilt 48, Sayı 185, Ocak 1983,
s.195.
[2] Önsoy, agm.,
s.195.
[3] Yeşim Duygu Ergüney-Nuran Kara Pilehvarian,
"Ondokuzuncu Yüzyıl Dünya Fuarlarında Osmanlı Temsiliyeti", Megaron, Cilt 10, Sayı 2, 2015,
s.227-239. Ayrıca bkz. Semra Germaner, Osmanlı İmparatorluğu'nun Uluslararası
Sergilere Katılımı ve Kültürel Sonuçları, Tarih
ve Toplum, Cilt 16, Sayı 95, s.289-296.
[4] Önsoy, agm., s.206-235.
[5] A. Gündüz Ökçün,
Türkiye İktisat Kongresi 1923 İzmir,
Haberler-Belgeler-Yorumlar, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları, Ankara 1971, s.108.
[6] Ökçün, age.,
s.159.
[7] Ökçün, age.,
s.420.
[8] Türkiye Sergicilik ve Fuarcılık Tarihi,
(Proje Yöneticisi: Gökhan Akçura, Editör: Günel Tüzün), Tarih Vakfı, İstanbul
2009, s.102.
[9] Hakkı Nezihi, 50 Yıllık Oda Hayatı, T.C İstanbul
Ticaret ve Sanayi Odası Neşriyatı, İstanbul 1932, s.214.
[10] "Karadeniz:
Seyr-i Türkiye", NTV, 21 Nisan 2006.
[11] T.B.M.M Zabıt
Ceridesi. İçtima 82, 19.3.1341, s.34-35.
[12] T.B.M.M Zabıt
Ceridesi. İçtima 82, 19.3.1341, s.35-36.
[13] T.B.M.M Zabıt
Ceridesi. İçtima 82, 19.3.1341, s.36.
[14] T.B.M.M Zabıt
Ceridesi. İçtima 82, 19.3.1341, s.37-38.
[15] T.B.M.M Zabıt
Ceridesi. İçtima 63, 28.2.1926, s.389.
[16] T.B.M.M Zabıt
Ceridesi. İçtima 63, 28.2.1926, s.389.
[17] "Seyyar Türk Sergisi", İstanbul Ticaret ve Sanayi Odası Mecmuası (İTSOM), Sayı 5, Mayıs 1341/1925, s.884.
[18] Aynı yer.
[19] "Rufi Bey", Vakit, 14 Mart 1926.
[20] Aynı yer.
[21] Aynı yer.
[22] "Seyyar Türk Sergisi Hakkında Anadolu Ajansı'nın
Haberi", İTSOM, Sayı 5, Mayıs
1341/1925, s.885.
[23] "Karadeniz Vapuru Sergisi", İTSOM, Sayı 6, Haziran 1341/1925,
s.966-967.
[25] Eser Tutel, Gemiler, Süvariler, İskeleler, İletişim
Yayınları, İstanbul 1998, s.31.
[26] "Seyyar Sergide", Vakit, 7 Nisan 1926. Ayrıca bkz. Süreyya Gürsu, 1926 Senesinde Yapılan Seyyar Sergi Seferi
Hatıraları, (Derleyen: Refik Akdoğan), İstanbul 2006, s.18.
[27] "Seyyar Sergi heyet-i tertibiyesi
riyasetinden", Vakit, 8 Nisan
1926.
[28] "Seyyar Sergide", Vakit, 7 Nisan 1926.
[29] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, 180.09.52.262.1.92.
[30] T.B.M.M Zabıt
Ceridesi. İçtima 82, 19.3.1341, s.37-38.
[31] Resmi Gazete. Sayı 324.
Tarih 17.3.1926. s.1193-1197. Ayrıca bkz. T.B.M.M Zabıt Ceridesi. İçtima
63. 28.2.1926, s.385.
[32] T.B.M.M Zabıt Ceridesi.
İçtima 91, 1.4.1341, s.326-27.
[33] "Seyyar Sergi", Vakit, 8 Haziran 1926.
[34] Yılmaz Akkılıç, "Seyyar Sergi", Bursa Defteri, Sayı 24, Aralık 2004,
s.113-116.
[35] Seyyar Sergi
Talimat ve Programı, Hilal Matbaası, 1926. Seyyar Sergi'nin logosu için
bkz. Ek 2.
[36] Seyyar Sergi
Talimat ve Programı, Madde 2, s.2.
[37] Seyyar Sergi
Talimat ve Programı, Madde 3, 4-12, 13, 14, 19, s.3-8.
[38] Seyyar Sergi
Talimat ve Programı, Madde 15, 16, 17, 18, s. 7-8.
[39] Seyyar Sergi
Talimat ve Programı, Madde 20, 21, 22, s.9.
[40] Seyyar Sergi
Talimat ve Programı, Madde 1-3, s. 9-11.
[41] Türkiye İş Bankası
Tarihi, (Proje yöneticisi: Uygur Kocabaşoğlu), Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul 2001, s. 106.
[42] Seyyar Sergi Talimat ve Programı, s.17-20.
[43] "Seyyar Sergi", Vakit, 13 Mart 1926.
[44] Ziraat Müzesi Müdürü Nihad Bey'in bu husustaki uyarısı
için bkz. "Seyyar Sergide hayvanat-ı vahşiye teşhir edilemez", Vakit, 17 Mart 1926.
[45] "Seyyar Sergi", Milliyet, 11 Haziran 1926.
[46] "Ticaret Vekili Rahmi Bey, dün Ankara'dan şehrimize
geldi", Milliyet, 12 Haziran
1926.
[47] Aynı yer.
[48] "Seyyar Sergi bugün hareket ediyor", Vakit, 12 Haziran 1926.
[49] Mustafa Kemal
Paşa'nın yazısı için bkz. Ek.3.
[50] "Seyyar Sergi nihayet yola çıkabildi" Milliyet, 13 Haziran 1926; "Seyyar
Sergi bugün hareket ediyor", Vakit,
12 Haziran 1926; "Reis-i Cumhurumuz İzmir'e hareket etti", Vakit, 14 Haziran 1926.
[51] Yılmaz Akkılıç, Atatürk
ve Bursa, Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi, 3. Baskı, Bursa 2009, s.77-78.
[52] Denizci
bir babanın oğlu olan Lütfi Kaptan, 1886 yılında İstanbul'da doğdu. Bahriye'nin
ardından Demirhisar torpidobotunun kumandanlığına atandı. Lütfi Kaptan;
Trablusgarp, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Basra torpidobotunun
kumandanlığını yaptı. 1919'da 33 yaşındayken kıdemli yüzbaşı rütbesiyle
bahriyeden emekli olduktan sonra Seyr-i Sefain İdaresi'ne geçti. 1921 yılında
35 yaşındayken Gülcemal yolcu gemisinin süvariliğine getirilen Lütfi Kaptan,
asıl büyük ününü bu yıllarda yaptı. Lütfi Kaptan, 1920 Aralık'ında Gülcemal
gemisiyle Atlantik'i aşarak Amerika'ya ulaştı. Aynı gemiyle Amerika'ya üç sefer
daha düzenledi. Sonraki yıllarda Seyr-i Sefain İdaresi'nin en büyük
gemilerinden "Karadeniz", "İzmir" ve "Ege"nin
süvariliğini üstlendi. Lütfi Kaptan, 1926 yılında Seyyar Sergi'ye ev sahipliği
yapan ve Avrupa limanlarını turlayan Karadeniz Vapuru'nun süvariliğine
getirildi. 1928'de İzmir, ardından Ege yolcu gemisinin süvariliğini üstlenen
Lütfi Kaptan, 1932 yılında 46 yaşındayken vefat etti. Bkz. Eser Tutel, "Gülcemal'in
Süvarisi Lütfi Kaptan", Tarih ve
Toplum, Mart 1996, Cilt 25, Sayı 147, s. 149-156. Ayrıca bkz. Eser Tutel, Gemiler, Süvariler, İskeleler, s.34-37.
Lütfi Kaptan için bkz. Ek.4.
[53] Gürsu, age., s.18.
[54] Gürsu, age., s.29.
[55] Gürsu, age., s.12.
[56] Celal Esat Arseven, Seyyar Sergi ile Seyahat İntibaları,
Kitabevi, İstanbul 2008, s.22.
[57] Gürsu, age.,
s.23.
[58] "Seyyar Sergiye refakat eden muharririmizin
intibaaları", Resimli Gazete, 17
Temmuz 1926. Ayrıca bkz. "Seyyar Sergi ile giden muhabirimizin Barselon intihabatı",
Cumhuriyet, 3 Temmuz 1926;
"Seyyar Sergi Barselondan ayrılırken", Vakit, 7 Temmuz 1926.
[59] "Seyyar Sergi Barselonda", Vakit, 24 Haziran 1926.
[60] "Seyyar Sergi ile birlikte giden Vakit muhabirinin
mektubu, Seyyar Sergi Barselon'da nasıl karşılandı", Vakit, 6 Temmuz 1926.
[61] Gürsu, age., s.40. Ayrıca bkz. "Seyyar Sergi ile
giden muhabirimizin mektupları", Cumhuriyet,
16 Temmuz 1926; "Seyyar Sergi Havre'de", Vakit, 5 Temmuz 1926.
[62] Bedia Celal hanım, "Seyyar Sergiden mektup", Resimli Gazete, 7 Ağustos 1926;
"Sergi Londra'da nasıl karşılandı", Vakit, 16 Temmuz 1926; "Seyyar Sergi İngiltere'de nasıl
karşılandı", Cumhuriyet, 21
Temmuz 1926; "Tütünlerimiz Londra'da rağbet gördü", Cumhuriyet, 24 Temmuz 1926.
[63] Bedia Celal, "Seyyar Sergiden mektup", Resimli Gazete, 7 Ağustos 1926; Ayrıca
bkz. Gürsu, age., s.55-56; "Seyyar Sergi Amsterdam limanında", Vakit, 17 Temmuz 1926.
[64] "Seyyar Sergimiz Alman sahillerinde
selamlandı", Cumhuriyet, 17
Temmuz 1926; "Seyyar Serginin Hamburg'u ziyareti Türk-Alman dostluğunun
teyidine vesile olmuştur", Cumhuriyet,
18 Temmuz 1926; Vala Nureddin, "Hamburg'ta Seyyar Sergi şerefine verilen
ziyafet", Vakit, 18 Temmuz 1926;
Bedia Celal Hanım, "Seyyar Sergiden Mektup", Resimli Gazete, 21 Ağustos 1926; Gürsu, age., s.63-71.
[65] Gürsu, age., s.78-84. Ayrıca bkz. "Seyyar Sergi
İstokholmde", Cumhuriyet, 24
Temmuz 1926; "Seyyar Sergide", Vakit,
26 Temmuz 1926.
[66] Gürsu, age., s. 88-89.
[67] Gürsu, age., s.98-101.
[68] "Seyyar Sergi Rusya'dan çıkarken", Cumhuriyet, 10 Ağustos 1926.
[69] Gürsu, age., s.105-106.
[70] Gürsu, age., s.108.
[71] "Seyyar Sergi ile giden muhabirimizin
mektubu", Vakit, 31 Ağustos
1926.
[72] Gürsu, age., s.116-119.
[73] Gürsu, age., s.126-130. Ayrıca bkz. "Seyyar Sergi
ile giden muhabir-i mahsusamızın mektupları", Vakit, 2,4 Eylül 1926.
[74] Gürsu, age., s.142-144.
[75] Gürsu, age., s.147-154. Ayrıca bkz. "Seyyar
Sergi", Vakit, 27 Ağustos 1926.
[76] Gürsu, age., s.157-158.
[77] "Seyyar Sergi", Vakit, 5 Eylül 1926
[78] "Seyyar Sergi dün avdet etti", Vakit, 6 Eylül 1926. Gazetenin haber
küpürü için bkz. Ek.6.
[79] "Seyyar Sergiyi götürüp getiren adam", Vakit, 8 Eylül 1926.
[80] Gürsu, age., s.169.
[81] Celal Esat Arseven, geminin yaşadığı hava muhalefetini
şöyle betimlemiştir: "Böyle bir hava ile çıkmak
münasebetsizdi; fakat çıkmamak kaptanın elinde bile değildi. Çizilmiş bir
program, sergi için tayin edilmiş bir gün ve Barselon (Barselona) rıhtımlarında
bizi bekleyen bir halk vardı. Artık sallanacak ve icap ederse Ertuğrul gibi memleket
şerefine batacaktık" Bkz. Arseven, age., s.24.
[82] Gürsu, age., s.24,33.
[83] "Harice Göndereceğimiz Seyyar Sergi Hakkında",
Meslek, 14 Temmuz 1925, Sayı 31,
s.11.
[84] Aynı yer.
[85] Kamuran, "Ticaret-i Hariciyemiz teşkilata
muhtaçtır", Vakit, 8 Nisan 1926.
[86] Ali Suad, "Seyyar Sergimiz münasebetiyle", Şehremaneti Mecmuası, Temmuz 1926, Sayı
23, s.436-44.
[87] "Seyyar Sergi Avrupa yollarında", Resimli Gazete, 12 Haziran 1926, s.2.
[88] Akbaba, 10
Haziran 1926. Karikatür için bkz. Ek.5.
[89] "Seyyar Sergi nihayet gidebildi", Cumhuriyet, 13 Haziran 1926.
[90] "Ticaret
Vekili Rahmi Bey, dün Ankara'dan şehrimize geldi", Milliyet, 12 Haziran 1926.
[91] "Seyyar Sergi dün avdet etti", Vakit, 6 Eylül 1926.
[92] Gürsu, age.,
s.171.
[93] "Seyyar Sergi ile giden muhabir-i mahsusamızın
mektupları, Vakit, 4 Eylül 1926.
[94] "Seyyar Sergi dün avdet etti", Milliyet, 6 Eylül 1926.
[95] "Seyyar Sergi İstanbul'da", Hakimiyet-i Milliye, 6 Eylül 1926.
[96] "Seyyar Serginin muvaffakiyeti", Hakimiyet-i Milliye, 7 Eylül 1926.
[97] "Seyyar sergimiz hakkında İtalyan matbuatı ne
diyor?", Hakimiyet-i Milliye, 9
Eylül 1926.
[98] "Karadeniz geldi", Cumhuriyet, 6 Eylül 1926.
[99] "Seyyar Sergi geldi", Akşam, 6 Eylül 1926.
[100] Ali Suad, "Seyyar Sergimiz Hakkında", Şehremaneti Mecmuası, Sayı 25, Eylül 1926,
s.626-630.
ÇANAKKALE ŞEHİTLERİ ABİDESİ'NİN
İNŞAATI VE TÜRK KAMUOYUNDAKİ YANKILARI*
Celil BOZKURT**
ÖZET
Çanakkale Savaşları,
tarihin en kanlı savaşlarından biri olarak dünya tarihine kaydedildi. Denizde
ve karada vuku bulan bu savaşlarda yaklaşık 210 bin Türk askeri şehit oldu.
Savaşın bitimiyle birlikte İtilaf Devletleri, Gelibolu'nun değişik mevkilerinde
ölen askerleri için mezarlık ve abideler inşa etmeye başladı. Sevr
Antlaşması'na göre, Gelibolu'da mezarlık olarak ayrılan arazilerle buralara
giden yolların mülkiyeti İtilaf Devletlerine bırakıldı. Ancak, Milli
Mücadele'nin kazanılması mezarlıklar konusunun Lozan Konferansı'na taşınmasına
neden oldu. Lozan Antlaşması'nda Türk Hükümeti, I. Dünya Savaşı'nda farklı
nedenlerle ölen İngiltere, Fransa ve İtalya askerlerinin bulunduğu mezarları ve
adlarına dikilmiş abidelerin bulunduğu arazileri ilgili devletlere süresiz
olarak bırakmayı taahhüt etti. Yabancı devletler, 1920'lerden itibaren
Gelibolu'da bulunan mezarlıklarını ziyaret etmeye başladılar. Fakat Gelibolu,
Türkler için uzun yıllar ihmal edilen bir konu oldu. Yabancıların Gelibolu'da
bulunan görkemli abidelerine karşın Mehmetçiğe ait bir abidenin olmayışı
zamanla Türk kamuoyunda derin bir eziklik yarattı. Milli Savunma Bakanlığı'nın
1944 yılında Gelibolu'da bir şehitlik abidesi oluşturma girişimi maddi
imkansızlıklar nedeniyle başarısız oldu. 1952 yılında yeniden gündeme gelen
abidenin temeli 1954 yılında atıldı. Fakat, maddi yetersizlik ve inşaatta
yapılan yolsuzluklar nedeniyle abidenin inşaatı yarım kaldı. Milliyet gazetesinin ülke genelinde
başlattığı yardım kampanyasından sonra yeniden başlayan inşaat 1959'da
tamamlandı. Maddi sorunlar ve hava muhalefeti nedeniyle defalarca yarım kalan
Çanakkale Şehitleri Abidesi, 21 Ağustos 1960 tarihinde resmen açıldı. Fakat, abideyle
ilgili tartışmalar yıllarca Türk kamuoyunu meşgul etti.
Anahtar Kelimeler: Çanakkale Şehitleri Abidesi, Gelibolu, Milliyet, Yardım
Kampanyası, Türk Kamuoyu.
THE
CONSTRUCTION OF THE ÇANAKKALE MARTYRS’ MEMORIAL AND ITS REFLECTION IN TURKISH
SOCIETY
The Battles of
Çanakkale have been recorded as one of the most bloody battles in world
history. Nearly 210.000 Turkish soldiers were martyred in these ground and sea
fights. After the end of the war, The Allies started to build tombs and
monuments for their soldiers around Gallipoli. According to Treaty of Sevres,
lands of these tombs and monuments alienated to The Allies. However, the
victory of National Struggle conduced to debate this issue again in Lausanne
Peace Conference. In Treaty of Lausanne, Turkish Government promised
indefinitely to deliver the tombs and the lands of monuments which were built
for the soldiers of England, France and Italy who died in World War I. Foreign
states started to visit these tombs in Gallipoli after 1920.
The Turkish Government
could not construct any monuments for Turkish martyrs for a long time despite
the Allies’ tombs and monuments. First attempt was made with a ministerial
cabinet enactment in 4th May 1927. In 1930, Society of Monuments Construction
(Şehitlikleri İmar Cemiyeti), decided to organize a project contest for a
martyr monument. After that, in 1931, MP of Edirne, Şeref Bey, made a
legislative proposal about the construction of Mehmet Çavuş Monument and
martyrdom in Anafartalar. In 1933, National Turkish Students Union (Milli Türk
Talebe Birliği) made an attempt to build a martyr memorial in Gallipoli. But
these projects were cancelled due to financial impossibilities.
Turkish society felt
loser itself because of not having monuments aganist foreign ones. Ministry of
National Defence’s attempt was failed in 1944 due to financial impossibilities.
In April 1952, martyr memorial became a current issue after National Turkish
Students Union’s application to government of Çanakkale and national
government. A comittee under Emin Nihat Sözeri’s presidency, named “Aid for
Çanakkale Martyr Memorial” was formed with 9 people in order to organize and
track the construction. The comittes’s call to Turkish people shortly became a
huge aid campaign. In 17th April 1954, construction of Martyr’s Memorial was
started after a enthusiastic ceremony that took place in Morto Harbor. But the
construction could not be completed due to financial problems and corruptions.
This incomplete
Martyr’s Memorial created dissappointment for Turkish people. A daily
newspaper, Milliyet, took initiative
and started an aid campaign to complete the memorial. The campaign that started
in 18th January, 1958, created huge influence both inland and overseas. The
campaign anticipated 100.000 Turkish Liras but a fund of 2 million Turkish
Liras was raised in the end. After that, the construction of Martyr’s Memorial
started again in 15th March, 1958. The body part of the memorial was completed
in 18th September, 1959, and the memorial opened after a enthusiastic ceremony
at the 45th anniversary of Anafartalar Triumph, 21st August 1960.
Turkish nation mourned
for years about the its sons that lost in Çanakkale War and lived with
thankfulness and debt of gratitude. Turkish nation could not build a martyr’s
memorial for Mehmetçik in Gallipoli
for years although the foreigners had constructed monuments after the World War
I. Some attempts were made but failed due to financial and organizational
problems until 1950s. Turkish nation, who had felt destitute aganist Mehmetçik,
laid the foundation of Çanakkale Martyrs’ Memorial in 1954. The memorial that
was constructed substantially with Turkish people’s financial aid created huge
influence and support in vox populi. But financial aid was cancelled due to
corruptions that made by construction builder and the memorial was left
incomplete. That incomplete “Martyrs’ Memorial” caused pangs of conscience as a
“monument of shame” in Turkish society for years.
In this hopeless
situation, daily newspaper, Milliyet, played
a leadership role, started an aid campaign and ensured the construction of
Çanakkale Martyrs’ Memorial. The campaign became an unusual mobilization of aid
both inland and overseas. Turkish people, young and old alike, gave everthing
they had. The campaign anticipated 100.000 Turkish Liras but a fund of 2
million Turkish Liras was raised in the end. The Çanakkale Martyrs’ Memorial,
which was left incomplete for many times due to financial impossibilities and
bad weather conditions, was opened officially in 21st August 1960. The Memorial
took its place in history as a symbol of Turkish people’s thankfulness and
gratitude to its martyrs’.
Key
Words: Çanakkale Martyrs' Memorial, Gallipoli,
Milliyet, Aid Campaign, Turkish Public.
GİRİŞ
I. Dünya Savaşı'nda
Türk Boğazları, savaşın seyrini değiştirebilecek stratejik bir konumdaydı.
İngilizlere göre Boğazlara yönelik başarılı bir harekat, Türk ordusunu ikiye
bölebilir, İstanbul ve Boğazları İtilaf devletlerin kontrolüne sokabilirdi.
Böylelikle, Rusya ile iletişim kurulabilir ve Rusya'nın zengin tahıl
ambarlarından istifade edilebilirdi. Ayrıca, savaşta çekimser kalan Balkan
devletlerini İtilafın yanında savaşa sokabilirdi (Tomazi, 1997, s.7). Bu
amaçla, birleşik İngiltere ve Fransa donanması, 19 Şubat 1915'te Çanakkale
Boğazı'na saldırdı. Çanakkale Savaşları'nın ilk ayağını teşkil eden deniz
savaşları 18 Mart 1915'te Türklerin kesin bir zaferiyle sonuçlandı. Ardından,
İtilaf güçleri 25 Nisan 1915'te Gelibolu Yarımadasını ele geçirmek için karaya
asker çıkardı. Kara savaşında da büyük bir Türk direnişiyle karşılaşan İtilaf
güçleri, 1916 Ocağı'nda Gelibolu'yu tamamen tahliye ettiler (Tekşüt, 2012,
s.465).
Gelibolu Yarımadası,
tarihin gördüğü en kanlı savaşlardan birine sahne oldu. Savaşın sonunda ortaya
çıkan zayiat her iki taraf adına da ürkütücü boyuttaydı. Çanakkale muharebelerine katılan Türk kuvvetleri, çok
kez parça parça kullanılmış, bu yüzden de emir komuta ilişkileri birbirine
karışmıştır. Bu nedenle zayiatın saptanması ve zamanında asıl komutanlıklarına
bildirilmesinde aksamalar yaşanmıştır. Bu durum Türk tarafının zayiatı
konusunda farklı rakamların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Türk tarafının
zayiatı, savaşın başından 24 Kasım 1915'e geçen 8.5 aylık zaman zarfında 566
subay, 54.141 er toplam 54.707 şehit; 957 si subay, 88.839 er olmak üzere
89.796 yaralı; kayıp, esir, hastanede ölen, hava değişimi alanlar ile birlikte
181.184'e ulaşmıştır. 5. Ordu Komutanlığının Başkomutanlık Vekaletine sunduğu
zayiat raporlarına göre Türklerin zayiatı toplamda 213.882 idi. Başka bir
zayiat çizelgesine göre Türk zayiatı, Aralık 1915 sonuna kadar 210.695; 9 Ocak
1916'a kadar 213.187 olarak hesaplanmıştır. Diğer
taraftan, İngilizler 205 bin, Fransızlar ise 47 bin zayiat vermişlerdir (Tekşüt, 2012, s.465-466).
Çanakkale Savaşları,
o kadar yoğun bir zayiata neden oldu ki ölen askerlerin defnedilmesi her iki
taraf adına da ciddi bir soruna dönüştü. Dar bir alanda biriken ölüler, tek
kişilik mezarlar yerine toplu mezarlara gömülmek durumunda kaldı. Daha savaş
devam ederken İngilizler Gelibolu'nun Seddülbahir ve Arıburnu mevkilerinde ölen
askerleri için mezarlık ve abideler inşa etmeye başladılar. Bu mezarlıklar,
etrafı taş ya da dikenli tellerle çevrilerek koruma altına alınmaya çalışıldı (Bozkurt,
2013, s.62). Mondros Mütarekesi'nin ardından İngiltere'nin Mezarlık Tespit
Birimi, Gelibolu'ya gelip incelemelerde bulundu. İngilizler, bölgede mezar ve
abide inşa etmek için İmparatorluk Harp Mezarlıkları Komisyonu kurdu. Komisyon,
mezarlıkların yerini ve abide inşa edilebilecek uygun zeminleri araştırdı.
Ardından 1919'dan itibaren değişik mevkilerde yeni mezarlık ve abideler inşa
edildi. Eskileri onarıldı (Bozkurt, 2013, s.70-71).
Sevr Antlaşması'na
göre Gelibolu'da mezarlık yada abidelerin yapılması için gerekecek arazilerle
birlikte buralara gidecek yolların tekelci mülkiyeti de İtilaf devletlerine
bırakıldı. Buralarda Osmanlı mülkiyeti sona erecekti. Ayrıca, mezarlıkların
yapımı, nakilleri vs hususlarda da görevli bir komisyon kurulacaktı (Bozkurt,
2013, s.73-74). Fakat, Milli Mücadele'nin kazanılması mezarlıklar sorununun
Lozan Konferansı'na taşınmasına neden oldu. Taraflar, 29 Ekim 1914'ten itibaren
savaş alanında değişik sebeplerle ölen askerlerin mezarlıklarına, mezarlarına,
adlarına dikilen abidelere saygı göstermeyi ve bunların tamirini yaptırmayı
karşılıklı olarak taahhüt etti. Taraflar, kendi aralarında mezarlıkların
tespiti, yapımı ve abide dikme konusunda görevlendirecekleri komisyonlara
grevlerini yapma konusunda kolaylık sağlamada anlaştı (Meray, 1970, s.46-51). Lozan
Antlaşması'nda Arıburnu'nda bulunan Anzak bölgesi hakkında özel bir hüküm
tanzim edildi. Buna göre Türk hükümeti, 1. Dünya Savaşında değişik nedenlerle
ölen İngiltere, Fransa, ve İtalya askerlerinin bulunduğu mezarları ve adlarına
dikilmiş abidelerin bulunduğu arazileri ilgili devletlere ayrı ayrı ve süresiz
olarak bırakmayı kabul etti. Hükümet, Türk hakimiyetinin zedelenmemesi şartıyla
söz konusu mezarlıklara ve abidelere serbestçe girilmesine, gerektiğinde
buralarda cadde ve yolların yapılmasına izin verecekti.[1]
Anzak Bölgesinde İngilizlere verilecek arazilerle ilgili olarak ayrı bir madde
tanzim edildi. Buna göre İngiltere Hükümeti'ne bir hafta önceden izin almak ve
gerektiğinde denetime açık olmak üzere mezarlıkların bakımı ve korunması için
bir bekçi bulundurma hakkı verildi.[2] Ayrıca, İtilaf devletlerine kendilerine
tahsis edilecek arazileri korumak için kendi uyruğunda bir bekçi
görevlendirmelerine izin verilecekti. Bu bekçiler, savunma amaçlı olarak hiç
bir askeri niteliğe sahip olmayan bir tabanca yada otomatik tabanca bulundurma
hakkına sahip olacaktı.[3]
İngilizler, işgal
döneminden başlattıkları mezarlık ve abide sayısını Lozan Antlaşması sırasında
30'a çıkardı. 1. Dünya Savaşı sırasında Seddülbahir'de bir mezarlık inşa eden
Fransızlar, 1930'a kadar yeni düzenlemeler yaptılar. Yeni Zelandalılar da
1919'dan itibaren kendi şehitlik ve abidelerini oluşturmaya başladı. Yabancı
devletlerin mezarlıklarını ziyaretleri henüz 1920'lerden itibaren başlamış
bulunmaktaydı (Bozkurt, 2013, s.93-94).
1. Çanakkale Şehitleri Abidesi İçin İlk Teşebbüsler
İtilaf Devletleri'nin
çok sayıda mezarlık ve abidesine karşı maalesef uzun süre Gelibolu'da Türk
şehitleri için bir hatıra abidesi dikilemedi. Gelibolu'da daha önce dikilmiş
olan Çataldere Abidesi'yle Anzakların 1915'te durdurulmasının anısına dikilen
Kanlısırt Cemal Dere Abidesi de bölgede kendi mezarlıklarını inşa eden
İngilizler tarafından yok edildi (Çanakkale Deniz Savaşları, 2004, s.302-305). Türk
Hükümeti, bir kaç defa Gelibolu'da bir abide dikilmesi yönünde teşebbüste
bulundu. Buna yönelik olarak ilk resmi teşebbüs, 4 Mayıs 1927 tarihinde
toplanan İcra Vekilleri Heyetinde yapıldı. 31 Mayıs 1921 tarih ve 878 numaralı
kanuna dayalı olarak bir kararname çıkarıldı.[4]
Fakat, maddi sorunlar hükümetin somut bir adım atmasına engel oldu.
CHP Müfettişi Hakkı Şinasi Paşa'nın başkanlığındaki
Şehitlikleri İmar Cemiyeti, 1930'da
Gelibolu'da bir şehitlik abidesi için projesi müsabakası düzenleme
kararı aldı. Gelen projeler, Güzel Sanatlar Akademisi'nde oluşturulacak bir
jüri heyetince incelenecek ve birinci seçilen proje uygulanacaktı. Cemiyet,
"Biz, burada vatanı kurtarmak için çalıştık ve işte böyle ölerek kurtardık
diyebileceğimiz bir abide" arayışında olduğunu bildirdi. Abidenin bir Türk
mimar tarafından yapılmasına, abidede estetik ve sağlamlığın ölçü alınmasına
karar verildi. 500 bin liraya mal olması ön görülen abide masrafının 63
vilayete varidatı oranında taksim edilerek millete mal edilmesi düşünüldü.[5] Bunun
için vilayetlerin hususi idarelerinden yüzde bir oranında vergi alınması için
bir layiha ile hükümete başvuru yapıldı.[6] Diğer
taraftan Edirne milletvekili
Şeref Bey, 1931'de Anafartalar'daki Mehmet Çavuş abidesi ile şehitliğin imarı
hakkında bir yasa teklifi verdi.[7]
Bu arada Milli Türk Talebe Birliği, 1933 yılında aldığı bir kararla
Çanakkale'de şehitler abidesi dikilmesi yönünde harekete geçti. İlk etapta 50
bin liralık bir yardım toplama izni için İstanbul Valiliği'ne başvuruda
bulundu. Birlik başkanı Zeki Batur, Gelibolu'da inşaat sahasında çadır
kurarak işlere nezaret edeceklerini, abidenin taşını toprağını da birlik
üyelerinin taşıyacağını açıkladı.[8]
Fakat, Birliğin yardım toplama talebi resmi makamlarca uygun karşılanmadı.[9] Bu
dönemde atılan tek somut adım 1934'te Gelibolu'nun ilk Türk abidesi olma özelliğini taşıyan ve bölgede
toplanan taşların üst üste konulmasıyla oluşturulan Mehmet Çavuş Abidesi'nin
yeniden inşası oldu. Abidenin inşaatını Jandarma Er Okulu gerçekleştirdi.
Çanakkale Şehitler Abidesi dikilinceye kadar Türk heyetlerinin bütün resmi
törenleri bu anıtın olduğu yerde düzenlendi (Özbay ve bşk., 2010, s.129).
Türk kamuoyu, Gelibolu'da bulunan İtilaf Devletleri
askerlerine ait görkemli mezarlıklar ve abidelere karşı Çanakkale'de ölen
binlerce şehidi adına dikkate değer bir abide dikememenin yıllarca ezikliğini
yaşadı. Nihayet, Milli Savunma Bakanlığı (MSB) 1943 yılında Çanakkale şehitleri
için bir abide müsabakası düzenleme kararı aldı. 1944'te yapılan müsabakaya 37
proje katıldı.[10] Müsabakayı İstanbul
Teknik Üniversitesi'nde öğrenci olan Doğan Erginbaş ve İsmail Utkular kazandı.
Fakat, mali imkansızlıklar yüzünden proje hayata geçirilemedi (Onur, 1960,
s.9).
Çanakkale Şehitleri Abidesi'nin maddi imkansızlıklar
nedeniyle sürekli ertelenmesi konunun 1948 yılında TBMM'ye taşınmasına neden
oldu. Çanakkale milletvekili Dr. Niyazi Çıtakoğlu, Milli Savunma Bakanı Münir
Birsel'e abidenin neden yapılmadığına dair bir soru önergesi verdi. Abide
inşaatı için 6 milyon liralık bir ödenek gerektiğini belirten Bakan Birsel, II.
Dünya Savaşı'nda Türk ordusunun sürekli teyakkuz halinden kaynaklanan
nedenlerden dolayı bakanlık bütçesinden ödenek ayrılamadığını fakat ödenek
bulunduğu takdirde derhal inşaatın başlatılacağını vurguladı (TBMM, 1948,
s.290-293). Abide meselesi, 1950 yılındaki bütçe görüşmelerinde yeniden TBMM'de
gündeme geldi. MSB'nin bütçe tartışmalarında söz alan Konya Milletvekili Hulki
Karagülle, Gelibolu'da bulunan yabancı abidelere karşın Mehmetçiğe ait bir
abidenin olmayışını eleştirerek Hükümetin ve MSB'nin derhal konuya el atmasını
istedi. Çanakkale Milletvekili Niyazi Çıtakoğlu da MSB'nin Çanakkale
Savaşları'yla ilgili hatıra pulları bastırarak abideye bütçe yaratabileceğini
ileri sürdü. Tartışmaya katılan Türkiye'nin emektar komutanlarından Burdur
Milletvekili Fahrettin Altay, "Kral Edwart ile Çanakkale abidelerini
gezdiğim vakit, bir Türk abidesinin yokluğu manzarasına karşı Krala şu
gezdiğimiz yarım ada Türk ordusunun abidesidir demek zorunda kaldım."
diyerek konuya askeri bir eleştiri getirdi. Eleştirilere cevap veren Milli
Savunma Bakanı Hüsnü Çakır, abide projesinin hazır olduğunu ve gelecek yıl
gerçekleştirileceğini vurguladı (TBMM, 1950, s.599-642).
2. Abide
İnşaatının Başlaması
1952 Nisanı'nda bir öğrenci kuruluşu olan Milli Türk
Talebe Birliği'nin (MTTB) Çanakkale Valiliği'ne ve hükümete başvurması
sonucunda şehitler abidesi yeniden Türk kamuoyunun gündemine girdi.[11]
Başvuru, dönemin Bayındırlık Bakanı Kemal Zeytinoğlu tarafından kabul edildi ve
çalışmalarına kısa sürede başlandı.[12]
Temmuz ayında İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'ın başkanlığında çeşitli
meslek mensuplarının katıldığı bir toplantı yapıldı. Toplantıda, Milli Savunma
Bakanlığı tarafından daha önce açılan müsabakada birinciliği kazanan projenin
yapılması kararlaştırıldı. Ayrıca, inşaatın takibi ve organizasyonu için başkanlığını
Emin Nihat Sözeri'nin yaptığı 9 kişilik "Çanakkale Şehitleri Abidesi
İnşaatına Yardım Komitesi" adıyla bir komite kuruldu. Komitenin diğer
illerde birer şubesinin açılması kararlaştırıldı. İnşaatın maddi külfetini
millet karşılayacaktı. Komite, buna yönelik olarak bazı bankalarda hesap açtı
ve yardım makbuzları hazırladı. [13]
1952'de mimar yedek subaylardan 3 kişi daha komite
emrine tahsis edildi. Ayrıca İstanbul Teknik Üniversitesi'nden Profesör Emin
Onat, Profesör Mustafa İnan, Profesör Orhan Safa ve proje mimarlarından oluşan
bir teknik heyet kuruldu. Teknik heyet, başlangıçta abidenin Alçıtepe'de
dikilmesini düşünmüştü. Fakat, bölgenin kaygan zemininden dolayı buradan
vazgeçildi ve abidenin Hisarlık Tepe'de yapılması kararlaştırıldı. Komitedeki
bazı üyelerin iş yoğunluğu nedeniyle görevden çekilmeleri üzerine 1952
Kasımı'nda yeni bir komite oluşturuldu. Teknik heyet, abidenin betonarme olarak
inşasına ve üzerinin granit kaplanmasına karar verdi. Abidenin 1954 Nisanı'nda
yapılan ihalesini 1.648.234 lira bedelle Mühendis Sırrı Onural ile kereste
taciri Hayrettin Aksoy kazandı. İhale şartnamesine göre abidenin 500 iş gününde
bitirilmesi kararlaştırıldı.[14]
Çanakkale Şehitleri Abidesi İnşaatına Yardım
Komitesi'nin Türk milletine yaptığı çağrı, kısa sürede büyük bir yardım
kampanyasına dönüştü. Ülkenin değişik şehirlerinde yardım komisyonları kuruldu
ve vatandaşlar Çanakkale Şehitleri Abidesi'ne yardıma davet edildi. İstanbul
Ticaret Odası, abidenin yapımına 100 bin lira yardım yapmayı kararlaştırdı.[15] Bu
yardım, diğer illerdeki ticaret ve sanayi odaları için örnek teşkil etti. Bursa
Ticaret Odası Başkanı Baha Cemal Zağra, bu hususta bir komite kurdu ve abideye
30-40 bin liralık bir ödenek ayırdı.[16]
Ardından MTTB'nin liderliğinde örgütlenen İstanbul'daki yüksek öğrenim
gençliği, Çanakkale Valiliği'ne baş vurarak abide inşaatında çalışmak
istediklerini ve 18 Mart itibarıyla çok sayıda öğrencinin iş başı
yapabileceğini iletti. Başvuruyu uygun bulan valilik makamı, İstanbul'daki
üniversite temsilciliklerine bir yazı göndererek 50 öğrenciye kadar izin
verebileceğini duyurdu.[17]
Ülkenin önde gelen futbol kulüplerinden Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş ve
Vefa, hasılatı şehitler abidesinin yapımına tahsis edilmek üzere 6 maçlık bir
turnuva düzenleme kararı aldı. Turnuvadan elde edilecek hasılatın % 60'ının
kulüplere % 40'ının da şehitler abidesine ayrılması kararlaştırıldı.[18]
Diğer taraftan uluslararası futbol hakemi Sulhi Garan, söz konusu turnuvada
görev alacak hakemlerin de abideye bağış yapmasını istedi. Öneri, hakem camiası
tarafından desteklenerek kabul edildi.[19]
Çanakkale Abidesi'nin temeli, 17 Nisan 1954 tarihinde
Morto Limanı'nda yapılan coşkulu bir törenle atıldı. İstanbul'dan hareket eden
Marakas Vapuru, değişik bölgelerden gelen 200 kişilik bir heyeti Çanakkale'ye getirdi.
Açılış konuşmasını Korgeneral Nurettin Aknos'un yaptığı törende Çanakkale
Savaşları'na katılan gaziler savaş anılarını anlatarak abideye destek verdiler.
Daha sonra Cumhurbaşkanı Celal Bayar vasıtasıyla MTTB'ye gönderilen Kore Türk
Şehitleri toprağı abide harcına karıştırıldı.[20]
Aylar sonra abide inşaatını gezen Komite başkanı Emin
Nihat Sözeri, inşaat malzemesinde bazı eksikler olduğunu rapor etti. Bunun
üzerine abidenin inşaatı, Profesör İhsan İnan, Yüksek Mühendis Süleyman
Tameroğlu ve proje mimarlarından İsmail Utkular'a tetkik ettirildi. İnceleme
sonunda inşaatın temelinin ihale şartnamesine uygun olarak dökülmediği ortaya
çıktı. Bunun üzerine inşaattan alınan örnekler İstanbul Teknik Üniversitesi
laboratuarında yeniden incelendi. İnceleme sonunda inşaatta kullanılan
malzemelerin bozuk ve kalitesiz olduğu tespit edildi (Onur, 1960, s.98). Bunun
üzerine abidenin inşaatı durduruldu ve ihale sözleşmesi feshedildi. Komitece
açılacak zarar ziyan davasına esas olmak üzere inşaat mahallinde iki mühendis ve
1 memurdan müteşekkil bir heyete malzeme tespiti yaptırıldı. Yapılan sayım
sonunda inşaat malzemesinden 42 ton demir ve 122 metreküp kerestenin eksik
olduğu anlaşıldı. Sonradan tevzi malı olan demirin ve kerestenin karaborsaya
intikal ettirildiği saptandı. İtirazlar üzerine Eceabat Hakiminin niyabeti
altında Milli Korunma Davası açıldı. Ayrıca savcılık, müteahhitler aleyhine
emniyeti suiistimal davası açtı. Diğer taraftan İstanbul 2. Ticaret
Mahkemesi'nde karşılıklı zarar ziyan davası açıldı.[21] Dava
sonunda Eceabat Milli Korunma Mahkemesi, müteahhitlerden Sırrı Onural'ı 18 ay 6
gün, Hayrettin Aksoy'ı da 16 ay hapse mahkum etti.[22]
Bu arada inşaatın yeniden ihalesi için gazetelere ilan
verildi. 10 Eylül 1958 tarihinde yapılan ihale, 1.708.918 lira mukabilinde
inşaat yüksek mühendisi Ertuğrul Barla ile iki ortağı Osman Gencal ve Muammer
Yeşildağ'a verildi. Mukaveleye göre inşaatın 1958 senesi Temmuz ayında bitmesi
kararlaştırıldı (Onur, 1960, s.99).
3. Milliyet Gazetesinin Yardım Kampanyası
1957 yılında inşaatın temel takviyesi bitirildi ve
granit kaplama işi 12 metreye kadar yükseldi. Fakat halktan toplanan paralar
bitmişti. Çünkü inşaatın duraklama döneminde personel maaşları ödenmiş ve
inşaat malzemelerinin fiyatları alabildiğince artmıştı. Abidenin inşaatını
yakından takip eden Milliyet
gazetesinin muhabiri Necmi Onur, Komite başkanı Emin Nihat Sözeri'den komitenin
parasının bittiğini ve inşaatın yarım kalacağını öğrendi.[23] Bu
haber, Milliyet'tin yazarları
arasında bir infial uyandırdı. Gazetenin önde gelen yazarlarından Refi Cevat
Ulunay, abide inşaatında yapılan yolsuzluğu şiddetle eleştirdi ve
sorumlularından hesap sorulmasını istedi. Ulunay, "Çanakkale
abidesi, bir minnet borcudur. Bir izzet-i nefis davasıdır. Bir haysiyet
meselesidir." diyordu. Ulunay'a göre, "Türkün tarihi hakkında çok
titiz davranan hükümetin yurdun her tarafına yapacağı bir tamim"le her
Türk vatandaşı 10 kuruş bağışlasa şehitler abidesi kolaylıkla dikilebilirdi.[24]
Abidenin yarım kalmasını bir "utanç"
vesilesi addeden Necmi Onur da, Türk milletine hitap ederek tüm kesimlerden
abide için fedakarlık ve destek bekledi. Onur, şunları vurguluyordu:
"Para temin edilemediği için Çanakkale'de inşaa
edilmekte olan Çanakkale şehitleri
abidesi yarım kaldı" şeklinde haberler intişar ederse, hata tamir
edilmez bir suç halini alır. O zaman sokakta gezerken 10 kuruş vermekten
çekinenler birbirlerinden utandıkları için ellerini yüzlerine tutup öyle
yürümek zorunda kalırlar. Tutulan istatistiklerden öğrendiğimize göre
İstanbul'un eğlence yerlerinde bir gecede vasati 100 bin lira harcanmakta imiş.
Barlarda, kulüplerde, sazlarda ve sinemalarda eğlenenler: ne olur 9 gece
eğlenmeyiniz"[25]
Necmi Onur ve Ulunay'ın yazıları, Çanakkale
Abidesi'nin Mehmetçiğe yaraşır bir şekilde bitirilmesi hususunda Türk insanında
bir şevk ve heyecan yarattı. Üniversite öğrencileri, Milliyet gazetesine baş vurarak gazetenin bir yardım kampanyası
düzenlemesini istedi. Bir süre sonra gazete, Çanakkale Şehitleri Abidesi'nin
bitirilmesi için 18 Ocak 1958 itibarıyla ülke çapında bir yardım kampanyası
düzenlediğini duyurdu. Gazete, duyuruda 100 bin liralık bir yardım kampanyası
açtığını, yardımseverleri ve toplanan meblağı gün gün gazetede yayımlayacağını
açıkladı. Ayrıca, abidenin inşaatını yakından takip edeceğine ve toplanan yardımların
kendi gözetimi altında harcanacağına dair topluma taahhütte bulundu.[26]
Milliyet'in yardım kampanyası Türk basınının diğer yayın
organları tarafından da desteklendi. Bu dönemde rekabeti bir kenara bırakan Hürriyet, Dünya, Cumhuriyet ve Yeni Sabah gibi basının önde gelen
gazeteleri hem yazılarıyla hem de maddi olarak abideye katkı sağladı.[27]
Milliyet'in kampanyası görülmemiş bir ilgiyle karşılandı. İş
dünyasından spor dünyasına, öğrenci derneklerinden sanat çevrelerine, parti
teşkilatlarından çok amaçlı kulüplere kadar birçok platformda şehitler abidesi
için bir yardım seferberliği başlatıldı. Bu dönemde iş çevrelerinden ilk yardım
Otomobil Parça İthalatçılar Derneği'nden (OPALİD) geldi. OPALİD, abide
inşaatına 10 bin liralık katkıda bulundu.[28]
Ardından ünlü havacı Vecihi Hürkuş, bir uçağını yardım kampanyasına tahsis
etti. Uçakla, İstanbul'a "Çanakkale abidesine yardıma davet" başlıklı
binlerce beyanname atıldı.[29]
Ankara'da ilk kanser hastanesini yaptıran işadamı Ahmet Andiçen de 5060 liralık
bir yardımda bulundu.[30]
Milliyet'in
kampanyasından hemen sonra orta ve lise düzeyindeki öğrenciler de harekete
geçti. İstanbul'da Galatasaray Lisesi, İstanbul Erkek Lisesi, Saint Benoit ve
İstanbul Amerikan Koleji, kampanyanın öncülüğünü yaptılar. Galatasaray Lisesi
öğrencileri, abide yararına İstanbul'un değişik yerlerinde günlerce Milliyet gazetesinin satışını yaptı. Bu
satışlardan 1606 lira hasılat elde edildi.[31]
İstanbul Erkek Lisesi, okul içinde açtığı kampanyada kısa sürede 2588 liraya
ulaştı.[32]
Kuleli Askeri Lisesi de 5011 lira bağışla okullar bazında en çok yardım
toplayan 5 okul arasına girdi.[33]
Saint Benoa Lisesi de ilk etapta 500 lira toplayarak kampanyaya destek sağladı.[34]
Kampanyanın sonuna doğru İstanbul Amerikan Koleji ile Galatasaray Lisesi
arasında tatlı bir rekabet yaşandı. Kampanyanın bitimine bir gün kala İstanbul
Amerikan Lisesi, 8257 liralık hasılatla en fazla bağış yapan okul durumundaydı.
Fakat, Galatasaray Lisesi öğrencileri, son hamlede yaptığı bağışlarla 8650
liralık bağışa ulaştı ve Çanakkale Şehitleri Abidesi'ne en yüksek bağışta
bulunan okul unvanını elde etti.[35]
Milliyet'in yardım kampanyası, değişik sanat
çevrelerinde de büyük ilgi uyandırdı. Birçok sanatçı, düzenledikleri yardım
kampanyalarıyla topluma öncülük ettiler. Gazete,
ilk olarak Güzel Sanatlar Akademisi hocalarından ünlü ressam Prof. Dr.
Ayetullah Sümer'in Atatürk portresini abide yararına açık artırmaya çıkardı.
Portre, daha sonradan ses sanatçısı Saima Sinan tarafından 7500 lira
mukabilinde satın alındı. Saima Sinan, bu rakamla şahıslar bazında abideye en
yüksek yardımı yapan kişi oldu.[36] Ünlü
ses sanatçısı İlham Gencer, sahne aldığı Taksim Belediye Pavyonu'nda bizzat
eline sepet alarak müşterilerden yardım topladı. Bu davranışıyla büyük takdir
toplayan Gencer, ilk etapta 1120 lira toplamayı başardı. Başka bir etkinlikte
de 25.000 lira toplayan Gencer, toplamda yaptığı 38.216 liralık bağışla en
yüksek bağış yapan sanatçılardan biri oldu. [37] Ünlü
sanatçı Dari Moreno da 3991 liralık bir katkı sağladı.[38]
Kampanyanın en ilgi çekici etkinliklerinden biri, ünlü sanatçılar
Zeki Müren ile Muammer Karaca'nın tertip ettiği müsamere oldu. Karaca
Tiyatrosu'nda tertiplenen müsamere, halkın yoğun ilgisiyle karşılaştı. Söz
konusu müsamerede 21.575 lira gibi yüksek bir hasılat sağlandı. Müsamerede Zeki
Müren'in beraberindeki ses sanatçılarının masraflarını bizzat kendisinin
karşılaması misafirler arasında takdirle karşılandı.[39]
İstanbul Opereti'nin Maksim Tiyatro Salonu'nda düzenlediği ve ses sanatçısı
Müzeyyen Senar'ın katıldığı etkinlikte de 7950 liralık bir hasılata ulaşıldı. [40]
Spor camiasının yardım kampanyası, Milliyet'in ülke genelinde başlattığı
kampanyadan sonra daha geniş ve organizeli bir zeminde yapılmaya devam etti.
Anadolu kulüplerinden Adana, Demirspor, Paksoy, Mersin ve Ankara Üniversitesi
Futbol Karması, şehitler abidesi yararına "Çanakkale kupası"
düzenleme kararı aldı.[41] Yine
İstanbul kulüplerinden Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve İstanbulspor, bir
dörtlü turnuva düzenleyerek abideye destek oldu. Turnuva sonunda 98.603 liralık
bir hasılat elde edildi.[42]
Ayrıca, değişik branşlarda faaliyet gösteren irili ufaklı birçok spor kulübü,
özel müsabakalar düzenleyerek şehitler abidesine katkıda bulundular.
Türk vatandaşı azınlıklar, Çanakkale Şehitleri
Abidesi'ne düzenlenen yardım kampanyalarına kayıtsız kalmadı ve belli oranlarda
abideye destek oldular. Kampanyaya bağışta bulunan kişilerin arasında çok
sayıda azınlık da mevcuttu. Musevi gazetesi El
Tiempo, ilk günden itibaren kampanyayı özendiren ve destekleyen yayınlar
yapmaya başladı. Gazete, bir süre birinci sayfasına abidenin bir maket
fotoğrafını koyarak altına "Vatandaş' Çanakkale abidesi senin için
ölenlerin abidesidir. Bunu sen yaptıracaksın" diye duygusal ifadelere yer
verdi.[43]
Azınlıklardan kampanyaya en büyük destek tel fabrikası sahibi Rum kökenli
işadamı Koço Gürlakis'ten geldi. Gürlakis, 3000 liralık yardımıyla kampanyanın
şahıs bazında yapılan en yüksek 5 yardımı arasında yer aldı.[44]
Çanakkale Şehitleri Abidesi'ne düzenlenen yardım
kampanyası yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da büyük yankı yarattı. Değişik
ülkelerde yaşayan Türkler, bu vatansever seferberliğe iştirak ederek aziz
şehitlerine olan vefa borçlarını ödeme fırsatı buldu. Bunlardan ABD'nin Newyork
şehrinde ikamet eden Pan-Türk şirketi
sahibi Rauf Halat, abide yararına açık artırmada satılmak üzere 1958 modelli
playmouth marka bir otomobil hediye etti. Halat, otomobilin gümrük ve nakliye
masraflarını bizzat kendisi karşıladı. Diğer yandan Newyork Has Birliği
üyeleri, Amerikalı Türkler arasında bir yardım kampanyası başlattı. İlk etapta
toplanan 159 dolarlık hasılat Bank of
Amarica'da açılan yardım hesabına aktarıldı.[45]
Amerika'daki en büyük fabrika olduğu belirtilen American Flagpole Equipment Co şirketinin sahibi Nazım-Williams
Johnson, abide sahasına dikilmek üzere 40 metre uzunluğunda ve 3500 dolar
değerinde bir bayrak direği hediye etti.[46] Söz
konusu bayrak direği, Türk hariciyesinin girişimleriyle Türkiye'ye getirildi ve
Çanakkale Şehitleri Abidesi'nin yanına dikildi.[47]
Ayrıca Michigan'da öğrenim gören Türk öğrenciler, aralarında topladığı 65
dolarlık çeki Türkiye'ye gönderdi.[48]
Diğer taraftan Fransa'daki Türk Talebe Cemiyeti, Paris'teki Türk elçiliğinin
katkılarıyla bir komite kurup yardım kampanyası başlattı.[49]
Yardım kampanyası, ülke dışında yaşayan Türk dostu
gayri Müslimler arasında da yankı buldu. Hong-Kong'ta oturan Michael A. Jarret
adlı Türk dostu bir İngiliz "Modern Türkiye'nin hayranı bir İngiliz"
imzalı bir mektupla birlikte 1 sternlik bağışta bulundu.[50]
Diğer taraftan, Çanakkale Savaşı'nda Türklere karşı mücadele eden Yeni Zelanda
halkı da gayet dostane hislerle Gelibolu'da dikilmekte olan şehitler abidesine
destek verdi.[51]
Milliyet Gazetesi'nin 18 Ocak 1958'de ülke genelinde
başlattığı yardım kampanyası 18 Mart 1958'de son buldu. 100 bin liralık bir
yardım toplama hedefiyle başlayan kampanyada 1 milyon 686 bin 251 liralık rekor
bir hasılata ulaşıldı.[52]
4. Türkiye
Büyük Millet Meclisi'nin Tahsisatı
Çanakkale Şehitleri
Abidesine Yardım Komitesi, başından beri devlet desteği olmaksızın masrafı
gayet ağır olan şehitler abidesinin inşa edilemeyeceğine dikkat çekmekteydi.
Buna karşın iktidarda bulunan Menderes Hükümeti, uzun bir süre şehitler abidesi
için bir girişimde bulunmadı. Türk halkının ortaya koyduğu maddi ve manevi
fedakarlıklara karşı hükümetin sessizliğini koruması kamuoyunda eleştirilere
neden oldu.
Nihayet şehitler
abidesi, 1957 Şubatı'ndaki bütçe görüşmelerinden hemen önce TBMM Bütçe
Komisyonu tarafından gündeme getirildi. Komisyonun Çanakkale Abidesi yardım
derneğine genel bütçeden 100 bin liralık tahsisat ayrılması teklifi kabul
edilmedi. Diğer taraftan Komisyonun Balıklı Rum Hastanesi, Musevi Hastanesi,
Manisa Moris Şinasi Hastanesi vb. kurumlara 300 bin liralık tahsisat ayırması
kamuoyunda tepki çekti.[53]
Bunun üzerine Cumhuriyet Halk Partisi'nden Ankara Milletvekili Hıfzı Oğuz
Bekata, Ordu Milletvekili Ferda Güley ve arkadaşları abide için 500 bin liralık
bir tahsisat için hükümete takrir verdi. Takrirde şu ifadelere yer verildi:
"Yıllardan
beri halk yardımları ile yapılmasına çalışılan Çanakkale inşaatı abidesi,
toplanan paranın bitmesi üzerine durmuş olup, bakiye inşaatı için muktezi 900
bin liranın ayni yoldan ikmalinin mümkün olamayacağı da anlaşılmaktadır. Bütün
bir dünya husumetinin ceberrutuna karşı çırıl çıplak, göğsünün kalkanını siper
olarak kullanan, mukaddes vatanımızın düşman çizmeleri altında çiğnenmesini ve
kirletilmesini önleyen ve bu uğurda canlarını kahramanca feda eden 100 binlerce
rütbeli ve rütbesiz Mehmetçiğin aziz hatıralarının huzurunda kadirşinas Türk
milletinin minnetle ve şükranla eğilişini temsil edecek olan bu abidenin en
kısa zamanda bitirilerek ayni bölgede uzun yıllar evvel rakz edilen yabancı abideler
yanındaki tevazu içinde muhteşemlik ifade eden yerini alabilmesi maksadıyla
Maliye Vekaleti bütçesinin yatırımlar kısmında açılacak yeni bir fasıl olarak
Çanakkale Abidesi inşaatının ikmali için "Çanakkale Abidesini Yaptırma
Derneği"ne 500 bin liralık bir tahsisatın kabul buyrulmasını arz ve teklif
ederiz"[54]
Cumhuriyet Halk Partisi'nin takririnden bir hafta
sonra bu sefer Demokrat Parti adına Çorum milletvekili Kemal Biberoğlu ve 73
arkadaşı, şehitler abidesi için hükümete 600 bin liralık tahsisat için bir
takrir verdi.[55] TBMM, Demokrat Parti'nin
takririni kabul etti ve Çanakkale Şehitleri Abidesi'ne 600 bin liralık bir
tahsisat ayırdı.[56] Demokrat Parti Hükümeti,
1959 bütçesinde abide için 500 bin liralık bir tahsisat daha ayırdı.[57]
5. Abidenin
Açılışı
Müteahhitlerin yaptığı yolsuzluk ve maddi
imkansızlıklar yüzünden yarım kalan Çanakkale Şehitleri Abidesi'nin inşaatı, 15
Mart 1958 tarihinde yeniden başladı. Çanakkale Şehitleri Abidesi İnşaatına
Yardım Komitesi, abidenin tavan kısmının mozaikten bir resimle bezenmesine
karar verdi. Bu hususta Türk sanatkar ve ressamları arasında bir yarışma
düzenlendi. Bu arada Alman Hükümeti, Türk Hariciyesine şehitler abidesi için
200 metre karelik mozaik hibe edeceğini duyurdu. Yarışmayı, 8 proje arasından
seçilen Bedri Rahmi Eyüpoğlu'nun projesi kazandı. Fakat, Türk kamuoyunda
Eyüpoğlu'nun projesine karşı olumsuz bir hava oluştu. Bunun üzerine yardım
komitesi, mozaik projesinden vazgeçti ve abidenin tavan kısmının boş
bırakılmasına karar verdi.[58]
İlerleyen dönemde abidenin tavan kısmına Türk bayrağı işlendi..
Abidenin gövde inşaatı, 18 Eylül 1959 tarihinde tam
olarak tamamlandı ve abidenin 1960 yılı içinde resmen açılması kararlaştırıldı.
Nihayet Çanakkale Şehitleri Abidesi, Anafartalar zaferinin 45. yıl dönümüne
denk gelen 21 Ağustos 1960 tarihinde resmen açıldı. Abidenin açılışını dönemin
Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay yaptı. Açılışa gelemeyen devlet ve
hükümet başkanı Orgeneral Cemal Gürsel'in mesajı Milli Birlik Komitesi Üyesi
Kurmay Albay Fikret Kuytay tarafından okundu. Törende Çanakkale Şehitleri
Abidesi İnşaatına Yardım Komitesi Başkanı Emin Nihat Sözeri, Mehmetçik adına
Kurmay Binbaşı İsmail Ülkü, malul gaziler adına Dursun Bayraktar ve Çanakkale
eski Muharipler Birliği adına Cahit Ülküalan birer konuşma yaptı. Ardından şair
Behçet Kemal Çağlar, duygusal bir konuşmayla misafirlere hitap etti. Törene
İstanbul'dan Giresun Vapuru'yla gelen 400 davetli de katıldı. Törene gönderilen
20 civarında çelenk içinde İngiliz Muharipler Birliği'nden gelen çelenk misafirlerin
dikkatini çekti. Ayrıca, abidenin bayrak direğini bağışlayan Amerikalı Türk
işadamı Steven Johnson da törende hazır bulundu.[59]
Çanakkale Şehitleri Abidesi, yaklaşık 4 milyon liraya
mal oldu. İnşaatta 3800 ton granit taşı, 285 ton demir, 630 metreküp kereste,
1275 ton çimento, 4400 ton çakıl kullanıldı. Abidenin takke kısmı için 850
metreküp yani 2125 ton beton sarf edildi.[60]
Abide, dört ayak ve bir kubbeden oluşmaktadır. Abidenin Hisarlıktepe üzerindeki
yüksekliği 42 metre, denizden yükseklik ise 92 metredir. Şeref holüne üzerinde
Mehmet Akif Ersoy'un Çanakkale Şehitleri şiirinden bir dörtlüğün bulunduğu bir
lahit taşı ikame edildi.
Proje kapsamında abide alanının ağaçlandırılması,
elektrifikasyonunun yapılması ve yol güzergahının yenilenmesi de yer almıştı.
Fakat, bu ayrıntılar maddi sıkıntılar nedeniyle abidenin açılış törenine
yetiştirilemedi. Fakat bunlara yönelik tartışmalar yıllar boyu Türk kamuoyunu
meşgul etti.
Çanakkale Şehitleri
Abidesi'nin inşasında büyük emeği geçen Milliyet
gazetesi, Türk insanının abideye olan fedakar desteğini şu ifadelerle
vurguluyordu:
"Abide ile hiç kimse
"bu benim eserimdir" diye övünemezdi. Zira bu muhteşem anıt, ne bir
hükümetin, ne bir iktidarın, ne bir zümrenin, ne şunun ne bunun eseridir.
Abide, milletçe kazanılmış büyük zaferin aziz şehitleri için gene millet
tarafından dikilmiştir. Biz bu konuda memleketin birer ferdi olarak üzerimize
düşen en tabi vazifeyi yerine getirdik. Vazife yapılınca da övünülmez, sadece
bir iç huzuru duyulur. Biz şimdi o huzurun tadını yudumluyor ve Pazar günü
açılacak olan "Şehitler Abidesi"nin milletimiz için maziye bir
bağlılık sembolü olarak asırlar ötesine kalmasını temenni ediyoruz"[61]
Abidenin bakım ve personel işleri, 1962 yılında Milli
Eğitim Bakanlığı'na devredildi.[62] 1963
yılında Abidenin çevre düzenlemesi için Balıkesir Orman İşletmesi'nden 500 bin
fidan sağlandı. Milli Eğitim Bakanlığı, bu fidanların sulanması ve bakımı için
475 bin liralık bir tahsisat ayırdı. Aynı yıl Orman Genel Müdürlüğü, Gelibolu
yarımadasını "milli park" ilan etti.[63] 1971
yılında İngiliz Kraliçesi 2. Elizabeth'in de bulunduğu bir törende abidenin
altında bir savaş müzesi açıldı. Burada Çanakkale Savaşları'ndan kalma kalıntı
ve dokümanlar sergilenmeye başladı.[64]
SONUÇ
Türk milleti, yıllarca Çanakkale Savaşları'nda kaybettiği
evlatlarının yasını tuttu ve şehitlerine karşı daima bir minnet ve şükran
borcuyla yaşadı. Yabancıların I. Dünya Savaşı'ndan hemen sonra Gelibolu'da inşa
ettiği görkemli mezarlık ve abidelere karşı Türk milleti, uzun yıllar Gelibolu'da
Mehmetçik adına dikkate değer bir abide oluşturamadı. 1950'lere değin yapılan
bir kaç teşebbüs de maddi imkansızlık ve organizasyon eksikliğinden dolayı
başarısız oldu. Mehmetçiğe karşı yıllarca boynu bükük kalan Türk Kamuoyu,
nihayet 1954 yılında Çanakkale Şehitleri Abidesi'nin temelini atmayı başardı.
Büyük oranda Türk insanının yardımlarına bağlı olarak inşa edilen şehitler
abidesi, kamuoyunda büyük bir ilgi ve destekle karşılandı. Fakat abide
müteahhidinin inşaatta yaptığı yolsuzluklar, yardımların kesilmesine ve
abidenin yarım kalmasına neden oldu. Yarım kalan şehitler abidesi bir
"utanç abidesi" olarak yıllarca Türk kamuoyunun vicdanını yaraladı.
Bu umutsuz ortamda topluma liderlik eden Milliyet gazetesi, ülke çapında
düzenlediği yardım kampanyasıyla Çanakkale Şehitler Abidesi'nin yeniden
inşasını sağladı. Kampanya, ülke içinde ve dışında görülmemiş bir yardım
seferberliğine dönüştü. Türk insanı, yedisinden yetmişine bu seferberliğin
gönüllü hizmetkarları olarak varını yoğunu ortaya koydu. 100 bin liralık bir
yardım hedefiyle başlayan kampanya, yaklaşık 2 milyon liralık bir hasılatla son
buldu. Maddi imkansızlıklar ve hava muhalefeti nedeniyle defalarca yarım kalan
Çanakkale Şehitleri Abidesi, nihayet 21 Ağustos 1960'da resmen açıldı. Abide,
Türk milletinin aziz şehitlerine duyduğu minnet ve şükran duygusunun bir
timsali olarak tarihteki ebedi yerini almış oldu.
EKLER:
Ek 2[66]:
Ek 3[67]:
Ek 4[68]:
Ek 5[69]:
Ek 6[70]:
KAYNAKÇA
Arşiv
Belgeleri
Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi (BCA)
BCA. Sayı. 5132,
Dosya.150-19, Fon Kodu. 30.18.1.1, Yer No. 24.28.15.
BCA. Dosya.
25913, Fon Kodu. 30.10.0.0, Yer No. 213.46.3.
BCA. Sayı. 216, Dosya. 62104, Fon Kodu. 30.18.1.2, Yer
No. 156.11.13.
Resmi Yayınlar
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre 4, Cilt 4, 3. Oturum, 12 Kasım 1931.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem VIII, Cilt
11, 57. Birleşim, 10 Mayıs 1948.
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Tutanak Dergisi, Dönem VIII, Cilt
24, 47. Birleşim, 15 Kasım 1950.
Kitaplar
Birinci Dünya Savaşında
Çanakkale Cephesi (4 Haziran 1915-9 Ocak 1916), Hazırlayan:İrfan Tekşüt, V.
Cilt, III. Kitap, Genelkurmay Basımevi, Ankara 2012.
Çanakkale Deniz Savaşları 1915, Yayına Hazırlayan:
Çanakkale Boğaz Komutanlığı, 2. Baskı, Deniz Basımevi, İstanbul 2004.
Harp Tarihi
Gezileri II (Çanakkale Gelibolu),
Yayına Hazırlayan: İskender Özbay...[ve bşk], Genelkurmay Basımevi, Ankara
2010.
Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar, Belgeler, Takım 11, Cilt 11,
2. Kitap, Çeviren: Seha Meray, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları, Ankara 1970.
ONUR, Necmi. Çanakkale
Savaşları ve Şehidler Abidesi, Gün Matbaası, İstanbul 1960.
TOMAZİ, A: Çanakkale
Deniz Savaşı, Çeviren:Hüseyin Işık, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1997.
Makaleler
BOZKURT, Abdurrahman: "Gelibolu Yarımadası'nda
İtilaf Blokuna Ait Harp Mezarlıklarının
İnşaası ve Statüsü", Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, Sayı 84,
2013, s.57-101.
Gazeteler
Cumhuriyet
Milliyet
Citation Information/Kaynakça Bilgisi
BOZKURT, C., Çanakkale
Şehitleri Abidesi'nin İnşaatı ve Türk Kamuoyundaki Yankıları, Turkish
Studies - International
Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume
10/5 Spring 2015, p. …-…, ISSN: 1308-2140, www.turkishstudies.net,
DOI Number: http://dx.doi.org/10.7827/TurkishStudies.8227, ANKARA-TURKEY
* Bu makale
Crosscheck sistemi tarafından taranmış ve bu sistem sonuçlarına göre orijinal
bir makale olduğu tespit edilmiştir.
** Yrd. Doç.
Dr. Düzce Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, El-mek: [email protected]
[1] Lozan Antlaşması, madde 128.
[2] Lozan Antlaşması, madde 129.
[3] Lozan Antlaşması, madde 134.
[4] Başbakanlık
Cumhuriyet Arşivi (BCA), Sayı. 5132, Dosya.150-19, Fon Kodu.30.18.1.1, Yer
No.24.28.15.
[5] "Çanakkale abidesi için müsabaka açılıyor", Cumhuriyet, 9 Temmuz 1930.
[6] "Çanakkale abidesi", Cumhuriyet, 6 Ağustos 1930.
[7] Türkiye
Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi, Devre 4, Cilt 4, 3. Oturum, 12 Kasım 1931.
[8] "Çanakkale
Abidesi", Cumhuriyet, 10 Ekim
1933.
[9] BCA. Dosya.25913,
Fon Kodu.30.10.0.0, Yer No.213.46.3.
[10] "Çanakkale abidesi", Cumhuriyet, 19 Temmuz 1943.
[11] "Çanakkale'de Bir Mehmetçik Abidesi
Yaptırılıyor", Milliyet, 5 Mayıs
1952.
[12] "Çanakkale'de bir Mehmetçik abidesi
yaptırılıyor", Milliyet, 5 Mayıs
1952.
[13] "Çanakkale Abidesi tahminen bir buçuk milyon
liraya mal olacak", Cumhuriyet,
16 Ekim 1952.
[14] "Çanakkale abidesi inşaatı ihale edildi", Milliyet, 11 Nisan 1954.
[15] "Çanakkale Abidesi", Milliyet, 22 Ağustos 1952.
[16] "Çanakkale abidesi", Milliyet, 2 Ocak 1953.
[17] "Üniversiteliler Çanakkale abidesi inşaatında
çalışacak", Milliyet, 24 Şubat
1953.
[18] "Çanakkale
abidesi futbol maçları", Milliyet,
22 Şubat 1953.
[19] "Teklif ediyorum", Milliyet, 26 Şubat 1953.
[20] "Çanakkale Abidesi'nin temeli dün atıldı", Milliyet, 18 Nisan 1954.
[21] "Çanakkale abidesinin ilk müteahhidi dava
ediliyor", Milliyet, 23 Mayıs
1955.
[22] "Çanakkale abidesinin ilk müteahhidi mahkum
oldu", Milliyet, 28 Temmuz 1957.
[23] "200 bin şehit için dikilmekte olan abide", Milliyet, 30 Temmuz 1957.
[24] Ulunay, "Mehmedcik için", Milliyet, 16 Ocak 1958.
[25] Necmi Onur, "Çanakkale
Abidesinin bitmesine 900 bin lira lazım", Milliyet, 15 Ocak 1958.
[26] Onur, s.100; "Çanakkale Abidesi Yardım
Kampanyası", Milliyet, 18 Ocak
1958.
[27] "Türk basınının güzel bir hareketi: Hürriyet,
Dünya , Cumhuriyet ve Yeni Sabah gazeteleri de teberruda bulundu", Milliyet. 31 Ocak 1958.
[28] " Opalid 10 Bin Tl Bağışta Bulundu", Milliyet, 1 Şubat 1958.
[29] "Hürkuş yardıma uçakla katıldı", Milliyet, 2 Şubat 1958.
[30] "Ahmet Andiçen 5060 lira verdi", Milliyet, 14 Şubat 1958.
[31] " Galatasaraylı talebeler 1606 lira
topladılar", Milliyet, 27 Ocak 1958.
[32] "Dünkü yekun 110.493 lira", Milliyet, 5 Şubat 1958.
[33] "En büyük 5 teberru", Milliyet, 14 Şubat 1958.
[34] "Çanakkale Abidesi Yardım Kampanyası", Milliyet, 28 Ocak 1958.
[35] "Kampanya başarı ile sona erdi", Milliyet, 19 Mart 1958.
[36] "Çanakkale abidesi 24 metreye yükseldi", Milliyet, 16 Haziran 1958.
[37] "İlham Gençer bir gecede 25 bin lira
topladı", Milliyet, 25 Mart
1958.
[38] "Dari Moreno 3991lira teberru topladı", Milliyet, 9 Şubat 1958.
[39] "Karaca-Müren müsameresinde 21.575 lira
toplandı", Milliyet, 20 Şubat
1958.
[40] "Milyona doğru", Milliyet, 8 Mart 1958.
[41] "Çanakkale kupası", Milliyet, 7 Şubat 1958.
[42] "Pazar günkü maçlarda abideye kalan miktar",
Milliyet, 18 Mart 1958.
[43] "900'e doğru", Milliyet, 1 Mart 1958.
[44] "En büyük beş şahsi teberru", Milliyet, 19 Mart 1958.
[45] "Dünkü yekun 935.000", Milliyet, 7 Mart 1958.
[46] "Abide için Amerika'dan bayrak direği gönderiliyor",
Milliyet, 13 Nisan 1958.
[47] BCA.Sayı. 216, Dosya. 62104, Fon Kodu. 30.18.1.2, Yer
No. 156.11.13.
[48] "Abide için yardım 1.5 milyonu aştı", Milliyet, 6 Nisan 1958.
[49] "Dünkü yekun 935.000", Milliyet, 7 Mart 1958.
[50] "Hong-Kong'tan bir İngiliz, Abide için teberru
yolladı", Milliyet. 25 Nisan
1958.
[51] "Yeni Zelandalı eski muhariplerin Çanakkale
abidesi için teberruu", Milliyet,
20 Eylül 19658.
[52] "Kampanya başarı ile sona erdi", Milliyet, 19 Mart 1958.
[53] "Mecliste bütçe görüşmesi 18 Şubat'ta başlıyor",
Milliyet, 11 Şubat 1957.
[54] "CHP abide için bir takrir verdi", Milliyet, 19 Şubat 1958.
[55] "Çanakkale
abidesi için iki takrir", Milliyet,
27 Şubat 1958.
[56] "Meclis abide için 600 bin lira ayırdı", Milliyet, 1 Mart 1958.
[57] "Çanakkale abidesi için 500 bin liralık yardım
yapıldı", Milliyet, 25 Şubat
1959.
[58] "Abide takkesi altına 'hiç bir şey'
işlenmiyor", Milliyet, 10
Haziran 1959.
[59] "Çanakkale abidesi açıldı", Milliyet, 22 Ağustos 1960.
[60] "Abidenin bazı özellikleri", Milliyet, 22 Kasım 1958.
[61] "Çanakkale Abidesi", Milliyet, 18 Ağustos 1960.
[62] "Çanakkale abidesinin onarım işlerini Milli
Eğitim Bakanlığı aldı", Milliyet,
18 Nisan 1962.
[63] "Çanakkale abidesi için 500 bin fidan
ayrıldı", Milliyet, 18 Nisan
1963.
[64] "Kraliçe Çanakkale'de", Milliyet, 23 Ekim 1971.
[65] Milliyet, 12
Şubat 1958.
[66] Milliyet, 18
Ocak 1958.
[67] Milliyet, 9
Mart 1958.
[68] Milliyet, 23
Ağustos 1960.
[69] Milliyet, 18
Ağustos 1960.
[70] Milliyet, 21
Mart 1965.
MİLLİ MÜCADELE'DE BARTIN VE HAVALİSİ KOMUTANLIĞI
(ZONGULDAK MÜFREZESİ)
ÖZET
Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'in
komutasında oluşturulan Bartın ve Havalisi Komutanlığı, Milli Mücadele'de son
derece stratejik bir öneme sahip Zonguldak ve mülhakatını savunmuştur. Zengin
kömür yataklarına sahip olan bölge, aynı zamanda İstanbul-Ankara arasındaki
deniz ve kara bağlantısını sağlaması açısından kritik bir öneme sahipti.
Ayrıca, İstanbul hükümetlerinin kışkırtıcı faaliyetlerine açık olduğundan
sürekli bir isyan ve eşkıya bölgesiydi. Bartın ve Havalisi Komutanlığı,
Zonguldak'ı işgal eden Fransız kuvvetlerinin Ankara'ya baskı yapmasını
engellemiş ve TBMM'nin güvenliğini sağlamıştır. Cevat Rifat Bey'in Fransız
kuvvetlerine yönelik olarak yaptığı dahiyane propaganda sayesinde çok sayıda
Müslüman sömürge askeri Türk saflarına iltica etmiştir.
Bartın ve Havalisi Komutanlığı, II.
Düzce İsyanı'nın bastırılmasında etkin rol almış ve asilerin etkisiz hale
getirilmesinde önemli katkılar sunmuştur. Ayrıca, milli kuvvetlerce
İstanbul'dan kaçırılan Alemdar Vapuru'nun Ereğli Limanı'nda güvenliğinin
sağlanmasında komutanlığın yaptığı tahkimat kayda değerdir. Sonradan Zonguldak Müfrezesi'ne dönüştürülen
komutanlık, sadece askeri değil bölgenin kalkınmasına imkan veren sivil
faaliyetler de gerçekleştirmiştir. Savaş sırasında Çaycuma'da yapılan bir okul
ile hastanenin finansı büyük oranda bahsi geçen komutanlık tarafından
sağlanmıştır. Milli Mücadele'ye önemli katkılar yapan Zonguldak Müfrezesi,
askeri otoriteler tarafından takdir edilmiş ve Yüzbaşı Cevat Rifat Bey de TBMM
tarafından takdirname ve istiklal madalyasıyla taltif edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Zonguldak
Müfrezesi, Cevat Rifat Bey, Çaycuma, Alemdar Olayı, Müslüman Sömürge Askerleri.
BARTIN AND APPENDAGE COMMANDERSHIP AT THE TIME OF
NATIONAL STRUGGLE
(ZONGULDAK BATTALION)
ABSTRACT
Bartın and Appendage
Commandership, created under the command of Captain Cevat Rifat Bey, defended
Zonguldak and his allegiance, which had a highly strategic prescription, at the
time of National Struggle. The region, which has rich coal deposits, also had a
critical prescription for sea and land connection between İstanbul and Ankara.
Moreover, it was a constant rebellion and bandit region as it was open to the
provocative activities of the Istanbul governments. Bartın and Appendage
Commandership prevented the French forces occupying Zonguldak from pressuring
Ankara, and ensured the safety of the Turkish Grand National Assembly. Cevat
Rifat Bey's genius propaganda for the French forces led many Muslim colonial
soldiers to seek refuge in the Turkish ranks.
Bartın and Appendage
Commandership took an active role in the suppression of the Second Düzce
Rebellion and made significant contributions in neutralizing the rebels.
Moreover, the fortifications made by the commandership in the security of the
Alemdar Steamer, which had been abducted from Istanbul by the national forces,
at Ereğli Port are worthy. The commandership, which was subsequently converted
into the Zonguldak Battalion, also carried out civilian activities that allow
the development of the region, not just the military. During the war, the
financial aid for building a school and a hospital in Çaycuma was provided
mostly by the commandership. The Zonguldak Battalion, which made important
contributions to the National Struggle, was appreciated by the military
authorities and Captain Cevat Rifat Bey was appreciated and awarded by the
Turkish Grand National Assembly with a war of independence medal.
Key
Words: Zonguldak Battalion, Cevat Rifat Bey, Çaycuma,
Alemdar Case, Muslim Colonial Soldiers
GİRİŞ
30 Ekim 1918 tarihinde İtilaf Devletleri
ile imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması, Osmanlı Devleti'nin tasfiyesi için
bir dönem noktası oldu. 13 Kasım 1918'de 55 parçadan oluşan bir İtilaf donanması
İstanbul Limanı'na demirledi. İngilizler, derhal karaya çıkarak şehrin kritik
mevkilerini ve Boğaziçi'ni işgal etti. İki gün içinde tüm Karadeniz Boğazı,
galip devletlerin eline geçti. Ardından, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan
kuvvetleri, daha önce gizli anlaşmalarla belirledikleri nüfuz sahalarını işgale
başladı.[1]
Başkent İstanbul'da esaret altında
kalan padişah VI. Vahdettin ve ona bağlı Osmanlı hükümetleri, işgallere karşı
önlem almaktan acizdi. Bunun sonucu olarak Anadolu halkı, Kuvay-i Milliye
denilen milis kuvvetleri kurarak kendini koruma yoluna gitti. Fakat, biri
birinden habersiz ve düzensiz olan Kuvay-i Milliye birlikleriyle ülkenin
kurtarılamayacağı çok geçmeden anlaşıldı. Mustafa Kemal Paşa'nın 9. Ordu
Müfettişi sıfatıyla Anadolu'ya görevlendirilmesi Milli Mücadele'nin resmen ve
fiilen başlamasını sağladı. Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'da dağınık vaziyette bulunan
askeri ve milis güçleri örgütleyerek bir savunma hattı oluşturdu. Ayrıca,
toplantı, miting ve kongre gibi etkinliklerle Anadolu insanının milli
duygularını uyandırmaya çalıştı. Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu'daki
faaliyetleri, başkent İstanbul'da ve işgal kuvvetleri nezdinde bir
"isyan" hareketi olarak algılandı. Bu da, Milli Mücadele'de nihai zafere
kadar sürecek olan bir İstanbul-Anadolu ikiliği yarattı.[2]
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'dan
Anadolu'ya gelecek olan askeri ve insani yardımları düşünerek başkentle olan
diyalogunu sürdürdü. Bu süreçte, İstanbul'daki vatanseverler aracılığıyla
Anadolu'ya ciddi miktarda savaş ve insan malzemesi taşındı. İstanbul'la Anadolu
arasındaki ulaşımı sağlayan kara ve deniz yollarının güvenliği Milli Mücadele
için yaşamsal bir öneme sahipti.
Milli Mücadele'nin başında İstanbul'dan
Anadolu'ya geçişler farklı iki yoldan sağlanmaktaydı. Bunlardan biri, Üsküdar
Sultantepesi'nde bulunan Şeyh Ata'nın Özbekler Dergahı'ndan başlayıp Geyve'ye
kadar uzanan Menzil Hattı'dır. Diğeri, İstanbul'dan İnebolu'ya kadar uzanan
deniz yoludur. Milli Mücadele'de Kuvay-i Milliyenin ihtiyaç duyduğu silah ve
cephane İstanbul-Adapazarı-Geyve güzergahıyla Anadolu'ya geçiriliyordu. Bu yol,
aynı zamanda Milli Mücadele'ye iltihak etmek isteyen nefer ve subayların
kullandığı yoldu. Fakat, İngilizler İzmit'e konuşlandırdıkları 200 kişilik bir
müfreze ile bu yolun güvenliğini tehdit etmeye başladılar. Ayrıca, Derince ve
Gebze'ye sevk ettikleri ilave müfrezelerle sıkı önlemler aldılar. Böylelikle,
İzmit üzerinden Anadolu'ya geçişler imkansız hale geldi. Bu yolun kapanmasıyla
birlikte Milli Mücadele taraftarları, İstanbul'dan İnebolu'ya uzanan deniz
yolunu kullanmaya başladılar. Ruslarla imzalanan Moskova Antlaşması'nın
ardından bu yolun önemi daha arttı. Ruslardan sağlanan silah ve mühimmat önce
Trabzon Limanı'na ardından İnebolu, Bartın, Zonguldak, Ereğli ve Akçakoca
üzerinden Batı Cephesi'ne aktarılmaktaydı. İstanbul-Ankara arasında bölgenin en
kısa yolu Zonguldak ve havalisinden geçmekteydi. Ayrıca, İstanbul-Ankara
arasındaki telefon-telgraf haberleşmesi de yöre üzerinden sağlanmaktaydı.[3]
Zonguldak ve havalisi, sahip olduğu
zengin maden yataklarıyla İtilaf Devletleri'nin kontrol etmek istediği bir
bölgeydi. Ayrıca, İtilaf Devletleri'nin gemileri için Zonguldak bir ikmal
limanı vazifesi görmekteydi. Şayet Zonguldak kontrol edilirse, İstanbul-Ankara
bağlantısını sağlayan deniz yolu kesilebilecek, İstanbul ve Doğu Karadeniz
üzerinden Kuva-yı Milliye'ye gelen yardımlar da son bulacaktı. Diğer taraftan,
yöre kontrol altına alınırsa Karadeniz sahillerinde etkili olan Pontusçu
çetelere ve Ermenilere yardım edilebilecekti. Aynı zamanda Zonguldak üzerinden
açılacak yeni bir cephe Kuva-yı Milliye'nin gücünü parçalaması anlamına gelecekti.[4]
Bu makalede, Milli Mücadele'de
Zonguldak'ı işgal eden Fransız kuvvetlerine karşı Çaycuma merkezli olarak
oluşturulan Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın askeri ve sivil faaliyetleri
analiz edilmektedir. Çalışmada Başbakanlık Osmanlı ve ATASE Arşivi belgelerinin
yanı sıra telif ve hatırat türü kaynaklar kullanılmıştır. Konuya dair bazı
belgeler, Yüzbaşı Cevat Rifat Beyin (Atilhan) editörlüğünü yaptığımız Milli
Mücadele hatıralarında kısmen kullanılmıştır.[5]
1. Fransızların Zonguldak'ı İşgali
Osmanlı Devleti, 1854'ten itibaren aldığı
dış borçları ödeme kudretini kaybedince 1882'de İstanbul'da Düyun-u Umumiye
İdaresi kuruldu. Böylelikle, Batılı devletler Osmanlı Devleti'nin gelir gider
kalemlerini resmen kontrol etmeye başladı. Bunun sonucunda Osmanlı Devleti,
batılı emperyalistlerin siyasi ve mali vesayetine girmiş oldu. Osmanlı'nın
borçlandığı devletlerden biri de Fransa idi. Fransa, dış borçlara paralel
olarak yürüttüğü bir politikayla Osmanlı üzerinde ekonomik nüfuz sahaları
oluşturma peşindeydi. Nitekim Fransa, Osmanlı Devleti'nin 1882'de Havza'daki
kömür madenlerinin % 40'ının ülke dışına ihracatına izin vermesiyle birlikte
1892'de Ereğli Şirket-i Osmaniyesi Societe d'Heracle adında bir şirket kurdu.[6]
Şirket, 1892'de bir ecnebi tüccarın imtiyazını
devretmesiyle birlikte Kozlıu Liman inşası imtiyazını kazandı. İmtiyazın şartnamesi
gereği, liman ve rıhtım hafriyatında veya inşaatta kullanılacak taşların
çıkartılacağı yerlerde maden kömürüne rastlanırsa bunları işletme hakkı şirkete
ait olacaktı. Şirket, 2 Temmuz 1897'de imzaladığı bir mukavele ile Zonguldak,
Kozlu, Kilimli ve Çatalağzı demiryollarının işletme hakkını kazandı. Böylelikle,
Zonguldak kömür Havzası ile birlikte bölgenin önemli liman ve demiryollarının
kontrolü Fransızlara geçmiş oldu.[7] I.
Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla birlikte Ereğli Şirketi'nin ve kömür havzasının
kontrolü Osmanlı'nın müttefiki Almanların eline geçti. Ancak, Almanların
savaşta yenilmesiyle birlikte Fransa yeniden eski imtiyaz sahasına yönelmeye
başladı.
Fransa, Mondros Ateşkes Antlaşması'nın
ardından 11 Aralık 1918'de Dörtyolu; 17 Aralık 1918'de Mersin'i, 26 Aralık
1918'de Pozantı'ya kadar olan Adana vilayetini, 3 Şubat 1919'da Çiftehan'ı, 16
Nisan 1919'da Afyonkarahisar İstasyonu'nu işgal etti.[8]
Fransızlar, 1919 Mart'ından itibaren
Zonguldak ve Havzası'nı işgal etmeye başladılar. İşgallerde Tunus, Fas, Cezayir
ve Senegal'li Fransız müstemleke askerleri de kullanıldı. Fransızlar,
Zonguldak'ta Güney Cephesi'ndeki gibi çetin bir direnişle karşılaşmadı. Bunun
temel nedeni, Kuvay-i Milliye'nin henüz bu bölgede kurulmamış olmasıdır. Ali
Sarıkoyucu'nun ATASE Arşivlerine dayandırdığı bilgiye göre, Zonguldak'a gelen
ilk işgal birliği, 8 Mart 1919'da bir subay komutasında bir miktar polis,
jandarma ve piyade erinden oluşmaktaydı.[9]
Akabinde, İstanbul'dan hareket eden ve Senegalli askerlerden oluşan bir Fransız
birliği 3 Nisan 1919'da Zonguldak'a ulaştı. Birlik, 32. Kafkas Alayı'na bağlı
III. Tabur'un boşalttığı askeri pavyonlara yerleştirildi.[10]
Haziran başlarında, bir Fransız bölüğü daha Zonguldak'a ulaştı.[11]
Bu zamana değin Zonguldak'ta herhangi bir asayiş sorunu yaratmayan Fransız
işgal kuvvetleri hakkında zamanla şikayetler gelmeye başladı. Bolu
Mutasarrıflığı'ndan Dahiliye Nezareti'ne gönderilen bir raporda, Zonguldak'ta Üzülmez
mevkiindeki Fransız askerlerinin ameleden bazılarının hanesine taarruz ederek
kendilerini darp ettiği, Binbaşı Kolor'un cebren hanelere girerek sahiplerini
işret tertibi için darp ettiğinden bahisle, kazada bulunan Fransız Senegal
taburunun oradan uzaklaştırılması gerektiği vurgulanmaktaydı.[12]
Fransız birlikleri, 1920'nin başından
itibaren Zonguldak ve havalisindeki işgal sahasını tahkim etmeye başladı. Bir
Fransız miralayı, Şubat ayının ortalarında Zonguldak'a hareket ederken, Fransızlar,
Zonguldak Kaymakamı'ndan 400 adet avcı neferine tahsis edilmek üzere bir kışla
talebinde bulundu.[13] Kısa süre sonra Bolu
Mutasarrıfından Fransızların Zonguldak'taki kuvvetlerini takviye ettiği ve yeni
siperler inşa etmekte olduğu bilgisi alındı.[14] Yine, 5 Fransız zabiti
ile 253 Cezayirli neferin Yunan bandıralı Venizelos vapuruyla İstanbul'dan Zonguldak'a
ulaştığı Bolu Mutasarrıfından Dahiliye Nezareti'ne bildirildi. [15]
Bu sırada, bazı Fransız birliklerinin
Zonguldak'tan İstanbul'a kaydırıldığı görüldü. 25 Şubat 1920'de 3 Fransız
zabiti ile 43 nefer Fransız bandıralı Varna Vapuru'yla Zonguldak'tan İstanbul'a
hareket etti.[16]
Yine 3 Mart 1920 tarihinde Rus bandıralı Tendra Vapuru'yla 15 ve Yunan
bandıralı Kerkira Vapuru'yla 30 Fransız asker Zonguldak'tan İstanbul'a taşındı.[17]
Fransızlar, Zonguldak'ta bulunan
birliklerinde askeri teftiş ve tahkimatı güçlendirmeye başladı. Bu arada 250
kişilik bir birlikle Zonguldak'a gelen bir Fransız miralayı, önemli mevkileri
teftiş ederken Kozlu istikametinden gelebilecek kuvvetlere karşı tahkimatı
güçlendirdi. Ayrıca, yerel jandarma kumandanlığına talimat vererek ahalinin
telaşını yatıştırmaya çalıştı.[18] Yapılan tahkimat, Devrek Caddesi'nin
hakim tepelerine doğru genişletildi.[19] Fransızlar, zaman içinde
Zonguldak merkezini tümüyle kontrol altına aldı. Ayrıca, denizden gelebilecek
tehlikeye karşı 2 Fransız gemisini de limanda bulunduruyordu. Fransız uçakları,
şehirde oluşabilecek bir direnişe karşı da zaman zaman ahaliyi uyaran bildiriler
atıyordu.[20]
2. Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın
Kuruluşu
Son Osmanlı Mebusan Meclisi, 12 Ocak
1920 tarihinde İstanbul'da toplandı ve 28 Ocak'ta bağımsızlık yemini anlamına
gelen Misak-ı Milli" kararlarını kabul etti. Misak-ı Milli, Osmanlı parlamentosundan
mutlak surette itaat bekleyen İngilizler için beklenmedik bir gelişmeydi. Bunun üzerine İngilizler, 13 Kasım 1918'den
beri fiilen kontrol ettikleri başkent İstanbul'u 16 Mart 1920'de resmen işgal
ettiler. Mondros Ateşkes Antlaşması kararlarına direnen ve Milli Mücadele
yanlısı olan çok sayıda subay, yazar ve milletvekili tutuklanarak Malta
Adası'na sürüldü. Sürgün edilenler arasında bir süre önce Harbiye Nazırı
bulunan Mersinli Cemal Paşa da vardı. İngiliz General Milne göre paşanın tutuklanma
nedeni "Milliyetçi ve Harbiye Nazırlığı sırasında Mütareke hükümlerinin
çiğnenmesine göz yummuş" olmasıydı.[21]
Birinci Dünya Savaşı'ndan beri Mersinli
Cemal Paşa'nın yaverliğini üstlenen Yüzbaşı Cevat Rifat Bey, paşanın Malta'ya
sürgün edilmesinin ardından Milli Mücadele saflarına katılmak üzere Anadolu'ya
geçme kararı aldı. Cevat Rifat Bey, Sadıkzade Arslan Beyin İstanbul'dan kalkan
Yeni Dünya isimli vapuruyla tehlikeli bir yolculuğun ardından 18 Nisan 1920
tarihinde İnebolu'ya ulaştı.[22] Ardından,
Mustafa Kemal ve Ali Fuat Paşaların tensibiyle[23]
merkezi Çaycuma'da bulunan Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın başına getirildi.[24]
Söz konusu komutanlık, başında Muhittin Paşa'nın bulunduğu Kastamonu ve Bolu Havalisi
Komutanlığı'na bağlandı.[25]
Bartın ve Havalisi Komutanlığı, sonradan Zonguldak Müfrezesi'ne dönüştürüldü.[26]
Yüzbaşı Cevat Rifat Bey, Kastamonu'da
ilk olarak piyade taburlarından ve hapishanelerdeki mahkumlardan seçilen ve
yaklaşık 100 civarında askerden oluşan bir müfreze teşkil etti. Ardından
vilayet PTT Başmüdürlüğü deposunda bulunan ve posta memurlarına elbiselik
olarak gönderilen kumaşlara el koyarak bu müfrezenin elbise ihtiyacını giderdi.
Bölgede bulunan zengin ailelerden bedeli sonradan ödenmek üzere alınan atlarla
müfreze süvari birliklerine dönüştürüldü. Ayrıca, çevre illerden gelen gönüllü
gençlerin katılımıyla birlikte ciddi bir süvari kuvveti ile piyade mevcudu elde
edildi.[27] ATASE
Arşivlerine göre Cevat Rifat Beyin kuvvetleri zaman içerisinde 5.500 civarına
ulaşmıştı.[28]
Dönemin Zonguldak Milli Eğitim Müdürü
Ahmet Talat Onay, 1920'nin sonlarına doğru yaptığı Çaycuma ziyaretinde Yüzbaşı
Cevat Rifat Beyin komuta ettiği Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın askerlerini
şöyle tasvir etmektedir:
"...Arkadaşları hep terbiyeli ve gayur
[hamiyetli] gençlerdir. Efradın elbise ve teçhizatı mükemmel, terbiye-i
askeriyeleri şayan-ı takdir bir haldedir. Denilebilir ki, karargah-ı zabitan ve
efrad arasında misli nameşhud [şahit olunmamış] bir mevedded-i mütekabile
[karşılıklı sevgi ve dostluk] hükümrandır. Askerlerin çarşılarda, kahvelerde
oturmamaları için salaştan bir gazino vücuda getirilmiş, inzibatın sıkılığı
hiçbir uygunsuzluğa meydan vermiyor. Hatta kasabanın bir tabur askerden sanki
haberi yok gibi"[29]
Onay, Yüzbaşı Cevat Rifat Beyden de şöyle
bahsetmektedir: "Kumandan Cevat Rifat Bey; terbiyeli, faal ve sevimli bir
gençtir. Nahiyeden şekaveti izale, asayişi iadeye muvaffak olduğu ve namuskâr
hareketi şiar ettiği için bütün halkın şükran ve hürmetini celbe muvaffak
olmuştur."[30]
Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'in birliğindeki
düzen ve disiplin, resmi yazışmalarda da göze çarpmaktadır. Bolu Ahz-ı Asker
Kalem reisi ve Mevki Komutanı Binbaşı Nihal Bey, 6 Kasım 1920'de Kastamonu ve
Havalisi Komutanı Muhittin Paşa'ya gönderdiği telgrafta "Bartın ve
Havalisi Kuva-yı Milliye Müfrezesi'nin komutan, subay ve efradının mükemmel ve
muntazam" olduğunu belirtmektedir.[31]
Bolu'da Mürettep Fırka Komutanı Nazmi Bey de Muhittin Paşa'ya gönderdiği 7
Kasım 1920 tarihli telgrafında bu kuvvetlerin "iyi bir surette milis,
mücehhez, müsellah ve diğer Kuva-yı Milliye'ye nispeten muntazam"
olduklarını belirtirken, "bulundukları mahalde kendilerinden istifade
mümkündür. Piyadelerin oldukça dolgun mevcutlu bir piyade taburu, atlılarından
da bir süvari takımı teşkili mümkün ve münasibidir"[32]
demektedir.
3. Komutanlığın Faaliyetleri
A. Fransızlarla Çatışma
Bartın ve Havalisi Komutanlığı, Milli
Mücadele açısından son derece stratejik bir bölgeyi kontrol etmekteydi.
Ankara'da TBMM'nin açılması ve akabinde Kuva-yı Milliye'den düzenli orduya
geçilmesi bölgenin önemini daha da artırmıştı. Zonguldak'ı işgal altında tutan
Fransızların Çaycuma ve Bartın üzerinden Ankara'yı tazyik etmesi yüksek
ihtimaldi. Nitekim Fransızlar, Sapça Geçidi'nde mevzilenmiş Türk kuvvetlerine
karşı iki büyük yarma harekatı düzenlediler. İlk harekatta güçlü bir direnişle
karşılaşan Fransızlar, Sapça Geçidi'nden Karadeniz'e doğru geri püskürtüldü. Çatışma
sırasında Fransız birliklerinde bulunan çok sayıda kırmızı fesli Müslüman
sömürge askeri Türk saflarına iltica etti. [33] Fransızlar,
Sapça yenilgisi sonrasında Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'le görüşmek ve ilişkileri
geliştirmek için kendisini Zonguldak'a davet etti. Fakat 4. Fırka Komutanlığı,
bu isteği olumsuz karşıladı.[34]
Bazı kaynaklara göre, Cevat Rifat
Bey'in Sapça Geçidi'nde kazandığı başarıdan dolayı 10 Ağustos 1920 tarihinde 4.
Fırka vasıtasıyla gelen bir emirle kendisine "milis generalliği"
tevcih edildi.[35]
Fransızlar, hem mağlubiyetin acısını
unutturmak hem de Türk saflarına iltica eden Müslüman askerlerin intikamını
almak maksadıyla ikinci bir harekat daha düzenledi. Yine Sapça Geçidi civarında
vuku bulan çatışmada Fransızlar, Üzülmez sırtlarından geldikleri istikamete
geri püskürtüldü. Milli kuvvetlerin Sapça Geçidi'nde gösterdiği başarı, Kumandan
Muavini Etem Bey tarafından Ankara'ya bir telgrafla iletildi. Türk birliğinin
Sapça'da kazandığı stratejik zafer, Ankara'da sevinçle karşılandı ve ertesi gün
Erkan-ı Harbiye, zafer haberlerini ajanslarla paylaştı. [36]
15 Mart 1921 tarihinde bir Fransız
ester süvari müfrezesi Yaka'da bulunan Türk Karakolu'nu taciz etti.
Nöbetçilerin tacize ateşle karşılık vermeleri üzerine müfreze Zonguldak
istikametinde kayboldu. Cevat Rifat Bey, Kastamonu ve Havalisi Komutanlığı'nın
16 Mart 1921 tarihli telgrafına verdiği 21 Mart 1921 tarihli cevabında olayı
şöyle açıklıyordu:
"...müsademeden
evvel Fransız ester [katırcı] süvari müfrezesinden bir zabitle bir nefer yaya
olarak nöbetçilerimizin yanına kadar talüp [takarrüp] etmişler ve ileri geçmek
istediklerini söylemişler ve nöbetçilerimiz tarafından muhalefet edilmesi
üzerine geri çekilip diğer arkadaşlarıyla beraber mevzi alarak ateşe
başlamışlardır. Evvela Fransızlar tarafından ateşe başlandığı nöbetçilerimiz ve
karakol efradı tarafından müttefikan ve kuvvetle beyan edilmektedir. Deruhte
edilecek bir komisyon muvacehesinde de meselenin tezahür edeceğini arz
ederim"[37]
Kastamonu ve Havalisi Komutanı Muhittin
Paşa, 1921 yılının Nisan başlarında bir konuda bilgisi alınmak üzere Zonguldak
Müfrezesi Komutanı Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'i Kastamonu'ya davet etti.
Müfrezenin Kastamonu'ya gelişi ahali üzerinde "hüsn-ü tesir" bıraktı.
Kıtaatın gerek talim ve terbiyesi gerekse zabt-ı rabt altındaki kontrollü hareketi
Muhittin Paşa'nın takdirine mazhar oldu.[38]
Cevat Rifat Bey, Zonguldak'ta Fransız birliğinde görülen kıpırdanma üzerine bir
kaç gün sonra Çaycuma'ya geri döndü.[39]
B. Türk Saflarına İltica Eden Müslüman
Askerler
Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın
Çaycuma'da konuşlanmasıyla birlikte sonradan Erzurum mebusu da olan Nusret
Efendi birliğin müftülüğüne getirildi. Nusret Efendi'nin iltihakı Türk
askerinin manevi havasını daha da yükseltti. Yüzbaşı Cevat Rifat Bey Nusret
Efedi'yle birlikte Zonguldak'ta Fransız birliğinde bulunan Müslüman askerlere
yönelik bir propaganda beyannamesi hazırladı. Beyannameler, Rıfat Kaptan
vasıtasıyla el altından Müslüman askerlere ulaştırıldı.
Beyannamenin metni şöyleydi:
"Aziz din kardeşlerimiz, Afrika'nın cesur ve
mümin evlatları!
İslam'ın
son kalesi ve alemdarı olan Harameyni Şerifeyn ile ehlibeyte asırlarca hüsn-ü
hizmet eden ve livay-ı İslam'ı iklimden iklime, ülkeden ülkeye götürüp, onun
şan ve şerefini daima yüksekte tutan Türk milletinin bu mıntıkadaki kumandanı
sıfatıyla cümlenize hitap ediyor ve hepinizi bayrağımızın altına ve saflarımıza
davet ediyorum.
Dört
yüz milyon Müslüman'ın merkez vahdeti olan bir vatanın düşman istilasından
kurtulması ve İslam'ın istiklali için silaha sarılmış bulunuyoruz.
Uzun
senelerden beri sizlerin de güzel vatanlarınızı haksız yere işgal etmiş olan
Fransızların obur mideleri doymayarak buralara kadar adi menfaatleri için ayak
atmışlardır. Allah'ın izniyle bu ayakları kıracağız. Sizler silahlarımıza hedef
olmayınız. Allah, bütün müminler kardeştir buyuruyor. Kardeş kardeşe silah
atmaz. Gerçi, sizlerin bizim saflarımıza geçmeniz çok büyük fedakarlıktır. Bir
daha vatanınıza, evlad-ü ayalinize [çoluk çocuğunuza] dönemezsiniz fakat
hayat-ı ebediyeye inanıyorsanız, sermedi hayatın bütün nan-ü nimetleri ve
cennetle taltif edilecek habib-i Hüdanın [Hz. Peygamberin] mazhar-ı şefaati
olacaksınız. Bu İslam ülkesi size yeni bir vatan olacak ve burada aradığınız bütün
şefkat, saadet ve kardeşliği bulacaksınız.
Esselamü
ala menittebealhüda
İslam
askerlerinin kumandanı Esseyid Ahmet Cevat Rifat[40]
Cevat Rifat Bey'in Zonguldak'ta yaptığı
dahiyane propaganda kısa sürede sonuç verdi. Beyannamenin dağıtılmasından üç
gün sonra Fransız birliğinden firar eden
çok sayıda Müslüman asker Türk birliğinin Sapça Geçidi'nde bulunan ileri
karakollarından birine iltica etti. Tekbirler eşliğinde karakola sığınan
askerler, Yüzbaşı Cevat Rifat Bey ve müftü Nusret Efendi tarafından karşılandı.
Müslüman Askerleri takip eden Fransız birlikleri, Sapça Geçidi'nde Türk birliği
tarafından geri püskürtüldü. Durum, Cevat Rifat Bey tarafından Bolu'da bulunan
ve sonradan İnönü Savaşları'nda şehit düşen Nazım Beye telgrafla iletildi.
Nazım Bey, Hintli askerlerden oluşan bir kıt'ayı ödül mukabilinde Cevat Rifat
Beye gönderdi. Böylece, Cevat Rifat Beyin komuta ettiği Bartın ve Havalisi
Komutanlığı; Türk, Arap ve Hintli askerlerden oluşan kozmopolit bir Müslüman
birliğine dönüştü.[41]
Kastamonu ve Havalisi Komutanı Muhittin
Paşa, Zonguldak Mutasarrıflığı'na gönderdiği 7 Aralık 1920 tarihli telgrafta
propaganda faaliyetine devam edilmesini ve 6 Aralık 1920'de Türk saflarına
iltica eden Tunus'lu bir çavuştan Fransız ordusu hakkında bilgi alınmasını
istedi. Paşa'nın, bilgi alınmasını istediği hususlar şunlardı:
1. Zonguldak ve Kozlu'da bulunan
Fransız askerlerinin sayısı, tümen, alay kuvvetleri ve mevcutları, aynı zamanda
gemileri,
2. Makineli tüfek mevcutları ile
nerelere yerleştirildikleri,
3. Mevcut toplarının cinsi ve miktarı
ile nerelere konuldukları
4. Zonguldak ve Kozlu'da ne gibi
tahkimat vücuda getirdikleri, bölük tabur komutanlarının isimleri ve rütbeleri,
en büyük komutanının ismi ve rütbesi,
5. Zonguldak'ta bulunan Fransız
kuvvetlerinin karargahı,
6. Yunanlıların o çevrede çıkarma
harekatında bulunacaklarına dair askerler arasında dolaşan söylentinin
gerçekliği ve Fransızlar tarafından alınacak önlemler, [42]
Cevat Rifat Bey de, 16 Aralık 1920
tarihli olarak hazırladığı raporda Fransız birliklerine yönelik propagandanın
gayet faydalı olduğunu ve bundan sonra da propagandaya devam edeceğini arz
etti.[43]
Fransız birliklerinden firar eden
Müslüman askerler, ilerleyen süreçte Türk saflarına iltica etmeye devam etti.
ATASE Arşivi'nde bulunan pek çok dosya, bu firari ilticaların belgelerini
sunmaktadır. Örneğin, 12 Şubat 1337 (1921) tarihinde 6 Tunuslu nefer Çaycuma'daki
Türk birliğine sığındı. Böylelikle, o tarihe kadar iltica eden askerlerin
sayısı 50'yi aştı.[44]
24 Şubat 1337 (1921) tarihinde bir Müslüman nefer silahıyla birlikte Zonguldak'taki
Türk birliğine sığındı.[45]
21 Nisan 1337 (1921) tarihinde bir Müslüman nefer Çaycuma Karakolu'na,[46]
26 Nisan 1337 (1921) tarihinde silahsız Cezayirli bir nefer Zonguldak Müfrezesi'ne
iltica etti.[47]
Nurettin Peker'in bildirdiğine göre, ikisi subay dördü çavuş olmak üzere 30
kadar Cezayirli nefer Türk saflarına iltica etti.[48]
Bu askerlerden bazılarının isim ve doğum tarihleri şöyleydi:
Muhammed (1891),
Said Mevlüd (1891).
Eltah Oğlu Muhammed (1893),
Muhammet Ahmet (1894),
Emir Muhammed (1896),
Laad Likadar (1898),
Bahleki Tayyip (1897),
Muhammed Ceylani (1898),
Nuri Said (1898),
Muhammed Beşir (1898),
Süleyman Muhammed (1899),
Ali Abdülkadir (1900),
Abdülkadir Abdürrahman (1902),
Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın
Fransız birliğindeki Müslüman askerlere yönelik faaliyetleri beyannamelerle
sınırlı kalmadı. Komutanlığın özel talimatla görevlendirdiği casuslar, Müslüman
askerleri Türk saflarında mücadele etmeye teşvik etti. Türk birliklerine iltica
eden askerler, en ön saflarda Fransızlara karşı mücadele etme azmi gösterdiler.
Fakat, bazı güvenlik endişeleri nedeniyle buna izin verilmedi. Ayrıca, bu
askerlerin karşı casusluk, firar vs gibi muhtemel zararlı faaliyetleri için
önlemler alındı.
C. Dahili İsyanların Bastırılması
TBMM'nin Ankara'da açılmasıyla birlikte
Milli Mücadele, örgütlü ve meşru bir zeminde gelişme imkanı buldu. Fakat, gerek
İtilaf Devletleri'nin gerekse İstanbul hükümetlerinin kışkırtması sonucunda Anadolu'nun
farklı bölgelerinde TBMM'nin otoritesine karşı ayaklanmalar patlak verdi. Bu
ayaklanmalarla TBMM ve idare ettiği Milli Mücadele doğmadan yok edilmek
istenmekteydi. Bu ayaklanmaların bazıları da İstanbul'a ve TBMM'nin merkezi
Ankara'ya yakınlığı açısından stratejik bir önem arz eden Batı Karadeniz
civarındaydı. Bunların en önemlisi 4 Nisan 1920'de patlak veren ve Çerkez Ethem
kuvvetlerince zorlukla bastırılan 1. Düzce ayaklanmasıdır.[49] Çerkez
Ethem'in Yozgat İsyanı'nı bastırmak amacıyla bölgeden ayrılmasıyla birlikte
1000 civarında asi 19 Temmuz 1920'de yeniden ayaklanarak Düzce'yi işgal etti. Ayaklanma
Ali Fuat Paşa'nın sıkı tertibat ve önlemler sayesinde 23 Eylül 1920'de tamamen
bastırıldı. Ayaklanmanın bastırılmasında büyük pay sahibi olan Yüzbaşı Cevat
Rifat Beyin Bartın ve Havalisi kuvvetleri, düşmanın Zonguldak ve Bolu üzerinden
Ankara'ya baskı yapmasını önledi. Cevat Rifat Bey, Batı Cephesi komutanı İsmet
Paşa'nın bölgede tahkimat yapan Fransız birliğine dikkat çekmesinin ardından
tekrar Çaycuma'ya döndü.[50]
Bartın ve Havalisi Komutanlığı, Milli
Mücadele döneminde Zonguldak ve civarında faaliyette olan çetelerle de mücadele
etti.[51]
Yüzbaşı Cevat Rifat Beyin savaş hatıralarından bu mücadelenin ilginç
detaylarını takip edebiliriz. Buna göre, Bartın'ın zenginliklerini talan etmek
maksadıyla harekete geçen Rıfat Reis liderliğindeki iki yüz kadar Sürmeneli,
Bartın Boğazı'nda tahkimat yaptı. Büyük korku ve telaşa kapılan Bartın halkı,
müftü Hacı Hafız Efendi vasıtasıyla Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'den yardım istedi.
100 kişilik bir müfrezeyle Bartın Boğazı'na hareket eden Cevat Rifat Bey,
asileri ikna ederek kendilerini Kuvay-i Milli'ye saflarına kazandırdı. [52]
Yüzbaşı Cevat Rifat Bey, bir asker
olarak sert bir mizaca ve otoriter bir kişiliğe sahipti. Bunu, değişik
cephelerde sergilediği bir çok askeri ve sivil uygulamada görmekteyiz.
Zonguldak gibi, çetelerin etkin olduğu, hırsızlık, isyan, gasp vs. sorunların yaygın
olduğu bir bölgede devlet otoritesi ancak zecri ve kararlı önlemlerle
kurulabilirdi. Cevat Rifat Bey de kendisine has önlemlerle bu otoriteyi kurma
yoluna gidecektir. Cevat Rifat Bey'in uygulamalarına şahit olan Devrek doğumlu
A. Fahreddin Aytaç ve Tahir Özkan'ın anlattığına göre Yüzbaşı; koyun, inek vs.
hayvan çalan hırsızların boynuna çaldığı hayvanın derisini dolatır, yüzüne de
pekmez sürer, sırtında bir asker dört ayaklı olarak Çaycuma ve Beycuma
pazarlarında teşhir ederdi. Hırsıza "Ey ahali, ben falancanın koyununu
çaldım, bana bakın da ibret alın" diye bağırtırdı. Yüzbaşı, öylesine
sertti ki onu adını duyduklarında ağlayan çocuklar bile susuyorlardı.[53]
D. Alemdar Hadisesi
Milli Mücadele'de "Alemdar
Hadisesi" olarak bilinen gelişme, İstanbul Hükümeti'nin kontrolünde
bulunan Alemdar adlı kurtarma gemisinin 23 Ocak 1921'de İstanbul'dan
kaçırılarak Ankara Hükümeti'nin hizmetine alınmasıdır. Alemdar, bir ara
Fransızlar tarafından ele geçirilip İstanbul'a doğru götürülürken gemi
personelinin müdahalesi sonucunda Fransız askerler etkisiz hale getirilerek
gemi Ereğli Limanı'na demirledi. Fransızlar, Zonguldak Mutasarrıflığı 'na bir nota vererek Alemdar gemisini kaçıran
korsanların cezalandırılmasını ve Fransız esirlerin salıverilmesini istedi.
Ayrıca, talepleri geri çevrilirse karaya asker çıkaracakları tehdidinde
bulunarak Ereğli Limanı açıklarına demirledi. Fransızların taleplerini olumsuz
karşılayan Ankara Hükümeti, muhtemel bir Fransız çıkartmasına karşı Ereğli ve
civarına geniş tahkimat yaptı. Yüzbaşı Cevat Rifat Bey, Rize'den gelen İpsiz
Recep kuvvetleriyle birlikte oluşturduğu bir haftalık tahkimatla Fransızların
müdahalesine meydan vermedi.[54]
E. Komutanlığın Bölgenin İmarına Yönelik
Çalışmaları
Bartın ve Havalisi Komutanlığı, askeri
hizmetlerinin yanı sıra bölgenin sosyo-ekonomik kalkınmasına da büyük faydalar
sağladı. Komutanlık, Çaycuma'da bir hastanenin yapımına ön ayak olurken, altı
derslik bir ilk okulun inşaatı için 100 lira hibede bulundu.[55]
Bir gazete haberinden söz konusu okulun 1960'lara kadar hizmet verdiği
anlaşılmaktadır.[56]
F.
Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın Dağıtılması
Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nın
kuvvetleri İnönü Savaşları'nın akabinde ihtiyaç duyulan cephelere kaydırıldı.
Bunlardan 173 kişilik bir bölük 2 Nisan 1921 tarihinde Kastamonu'ya nakledildi.[57] Geri
kalan kısmı da Fransızların 21 Haziran 1921'de Zonguldak'ı tahliye etmeleri
üzerine Batı Cephesi emrine verildi. Yüzbaşı Cevat Rifat Bey de Ankara'ya
hareket etti.[58]
Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'in Zonguldak
Cephesi'nde verdiği başarılı mücadele ve yöre halkına yaptığı hizmetler
üstlerince takdir edildi. TBMM'nin 5 Nisan 1925 tarihli 1. Celsesi'nde alınan bir
kararla kendisine 1510 numaralı takdirname[59]
ile 11 Mart 1928 tarihinde S 17142 numaralı İstiklal Madalyası verildi.
SONUÇ
Milli Mücadele'de Zonguldak ve havalisi,
son derece stratejik bir öneme sahipti. İstanbul ile Ankara arasındaki ulaşım
ve telefon-telgraf haberleşmesi bu bölge üzerinden sağlanmaktaydı. Kuva-yı
Milliye'ye insan ve savaş malzemesi taşıyan İstanbul-Adapazarı-Geyve kara
güzergahının İngilizlerce kesilmesiyle birlikte İstanbul-İnebolu deniz yolu
daha da önem kazandı. Rusya'dan ve İstanbul'dan Kuva-yı Milliye'ye gelen
yardımlar Zonguldak ve civarındaki limanlardan Anadolu'ya aktarılmaktaydı.
Dolayısıyla Zonguldak ve havalisinin güvenliği Anadolu hareketi için hayati
öneme sahipti.
Zonguldak ve havalisi, stratejik
öneminin yanı sıra sahip olduğu zengin kömür yataklarıyla emperyalist
devletlerin ilgi odağıydı. Aynı zamanda İtilaf devletleri için önemli bir
lojistik limanıydı. Bölge, Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra bölgede
hakimiyet hesapları yapan Fransızlar tarafından işgal edildi. Bölge'nin işgali
Milli Mücadele'yi yürüten TBMM Hükümeti için hayati riskler oluşturdu. TBBM,
bölgenin önemine binaen Bartın ve Havalisi Komutanlığı'nı ihdas ederek bölgeye
konuşlandırdı. Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'in komuta ettiği Türk birliği,
Fransızların güneye inmeyi amaçlayan bir kaç yarma harekatını başarıyla
durdurdu. Böylelikle, Ankara'da TBMM'nin ve Batı Cephesi'nde mücadele veren
Türk ordusunun güvenliği sağlanmış oldu. Cevat Rifat Bey'in yaptırdığı
propaganda ile Fransız birliğinden Türk saflarına geçirdiği çok sayıda Müslüman
sömürge askeri, Milli Mücadele'de güçlü vurgular yapılan din kardeşliğinin hoş
bir tezahürüdür.
Bartın ve Havalisi Komutanlığı, bir
yandan Fransızlarla mücadele ederken bir yandan da TBMM'ye karşı bölgede patlak
veren isyanlarla boğuştu. II. Düzce İsyanı'nın bastırılmasında Yüzbaşı Cevat
Rifat Bey'in ciddi katkıları oldu. Ayrıca, Alemdar gemisinin güvenliğini
sağlayan Ereğli tahkimatında Bartın ve Havalisi Komutanlığı İpsiz Recep
kuvvetleriyle birlikte ön plandaydı.
Bartın ve Havalisi Komutanlığı, askeri
faaliyetlerinin yanı sıra bölgenin imarına yönelik faaliyetlerde de bulundu.
Çaycuma'da yapılan bir okul ve hastane binası, büyük oranda komutanlığın hibeleriyle
finanse edildi. Yüzbaşı Cevat Rifat Bey ve askerlerinin terbiye ve disiplini,
cephede gösterdikleri cesaret ve kahramanlık devlet büyükleri tarafından
takdirle karşılandı. Umarız bu makale, Zonguldak ve havalisi insanının Milli
Mücadele yıllarında bölgelerinin can ve namus güvenliğini sağlayan Bartın ve
Havalisi Komutanlığı'nın hikayesini okumalarına bir fırsat teşkil eder.
KAYNAKÇA
ARŞİV BELGELERİ
BAŞBAKANLIK
OSMANLI ARŞİVİ (BOA)
DH.ŞFR.
624/100.
DH. ŞFR. 633-15.
DH.ŞFR.
648-103.
DH.ŞFR.658/147.
DH.ŞFR.659/93.
DH.ŞFR.659/94.
DH.ŞFR.659/126.
DH.ŞFR.660/73.
DH.ŞFR.660/84.
DH.ŞFR.660/91.
ATASE ARŞİVİ
Yeni Tasnif
Kol.
İSH, K.578, G.49, B.49-1.
Kol.
İSH, K.874, G.7, B.7-1.
Kol.
İSH, K.1066, G.10, B.10-1.
Kol.
İSH, K.623, G.87, B.87-1, 87-1a.
Kol.
İSH, K.1063, G.44, B.44-1.
Kol. İSH,
K.1066, G.10, B.10-2.
Kol.
İSH, K.577, G.173, B.173-1.
Kol.
İSH, K.591, G.202, B.202-1.
Kol.
İSH, K.702, G.104, B.104-1.
Kol.
İSH, K.1065, G.76, B.76-1, 76-1a.
Kol.
İSH, K.702, G.87, B.87-1.
Kol.
İSH, K.712, G.35, B.35-1.
Kol.
İSH, K.712, G.12, B.12-1.
Kol.
İSH, K.1195, G.26, B.26-1.
Kol.
İSH, K.1065, G.169, B.169-8.
Kol.İSH,
K.591, G.202, B.202-2.
Kol.İSH,
K.1065, G.169, B.169-1.
Eski Tasnif
Kol.İSH,
Kl. 955, D.02, Fh.9-1.
Kol.İSH,
Kl. 567, D.4, Fh.37.
Kol.İSH,
Kl. 22, D.45-87, Fh.28-30.
Kol.İSH,
Kl.953, D.8 (5), Fh.90-1.
Kol.İSH,
Kl.952, D.13, Fh.64.
Kol.İSH,
Kl. 953, D.9, Fh.34-1.
KİTAPLAR
Bozkurt, Celil, Bartın
ve Havalisi Komutanı Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'in Milli Mücadele Hatıraları,
Gündoğan Yayınları, İstanbul, 2015.
Dinamo, Hasan İzzettin,
Kutsal İsyan, Cilt 8, May
Yayınları, İstanbul 1967.
Naim, Ahmet, Zonguldak
Havzası, Hüsnütabiat Matbaası, 1934.
Onay, Ahmet Talat, Milli
Mücadele Yazıları, (Hazırlayan: Cemal Kurnaz-Şefika Kurnaz), Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1995.
Peker, Nurettin, 1918-1923
İstiklal Savaşı'nın Vesika ve Resimleri, İnebolu ve Kastamonu Havalisi, Gün
Basımevi, İstanbul, 1955.
Peker, Nurettin, Öl,
Esir olma, Okat Yayınevi, İstanbul 1996.
Sarıkoyuncu, Ali, Milli
Mücadele'de Zonguldak ve Havalisi, Kültür Bakanlığı, Ankara, 1992.
Selek, Sabahattin, Anadolu
İhtilali, Cilt 1, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1987.
Şapolyo, Enver Behnan,
Kuvay-i Milliye Tarihi,
Yıldız Matbaacılık ve Gazetecilik A.Ş. Ankara, 1957.
Şimşir, Bilal, Malta
Sürgünleri, 5. Baskı, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 2009.
Tansel, Selahattin, Mondros'tan
Mudanya'ya Kadar, Cilt 1, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1991.
MAKALELER
Baycan, Nusret , "Türk İstiklal Harbinde Takdirname
Alan Piyade Subayları", Atatürk
Araştırma Merkezi Dergisi, C.IX, S.25, Kasım 1992, s.80-235.
Tevetoğlu, Fethi, "Milli Mücadele'de Karadeniz'deki
Başlıca Kahramanlık: Alemdar Destanı", (Nakleden: Erol Mütercimler), Milli Mücadele'nin Kahraman Gemisi Alemdar,
Türkiye Denizciler Sendikası, İstanbul 1989, s.86-110.
"52 yıl önce inşa edilen Çaycuma ortaokulu binası
çöktü", Cumhuriyet, 11 Aralık
1962.
GAZETELER
Cumhuriyet
DERGİLER
Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi
[1]
Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra Anadolu ve Trakya'da yapılan işgaller
için bkz: Sabahattin Selek, Anadolu
İhtilali, Cilt 1, Kastaş Yayınları, İstanbul 1987, s.189-199.
[2]
Selek, a.g.e., s.267-272.
[3]
Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadele'de
Zonguldak ve Havalisi, Kültür Bakanlığı, Ankara 1992, s.36-42.
[4]
Sarıkoyuncu, a.g.e., s.42-44.
[5] Celil Bozkurt, Bartın
ve Havalisi Komutanı Yüzbaşı Cevat Rifat Bey'in Milli Mücadele Hatıraları,
Gündoğan Yayınları, İstanbul 2015, s.10-18.
[6]
Ahmet Naim, Zonguldak Havzası, Hüsnütabiat
Matbaası, 1934, s.45.
[7]
Sarıkoyuncu, a.g.e., s.24-25.
[8]
Selahattin Tansel, Mondros'tan
Mudanya'ya Kadar, Cilt 1, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991,
s.49-50.
[9]
ATASE Arşivi. Kl.22, D.45-87, Fh.28-30'dan nakleden Sarıkoyuncu, a.g.e., s.45.
[10] Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA). DH.ŞFR. 624/100.
[11] BOA. DH. ŞFR.
633-15.
[12] BOA. DH.ŞFR.
648-103.
[13] BOA.
DH.ŞFR.658/147.
[14] BOA.
DH.ŞFR.659/93.
[15]
BOA. DH.ŞFR.659/94.
[16]
BOA. DH.ŞFR.659/126.
[17] BOA.
DH.ŞFR.660/73.
[18] BOA. DH.ŞFR.660/84.
[19] BOA. DH.ŞFR.660/91.
[20]
Sarıkoyuncu, a.g.e., s.59-60.
[21]
Bilal Şimşir, Malta Sürgünleri, 5.
Baskı, Bilgi Yayınevi, İstanbul 2009, s.204.
[22]
ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.578, G.49,
B.49-1; ATASE Arşivi. Kol. İSH,
K.874, G.7, B.7-1.
[23]
Nurettin Peker, 1918-1923 İstiklal Savaşı'nın
Vesika ve Resimleri, İnebolu ve Kastamonu Havalisi, Gün Basımevi, İstanbul
1955, s.194.
[24]
ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.623, G.87,
B.87-1, 87-1a.
[25]
ATASE Arşivi, Kol. İSH, K.1063, G.44,
B.44-1.
[26]
ATASE Arşivi, Kol. İSH, K.1065, G.169,
B.169-8.
[27]
Bu oluşumunun hikayesi için bkz. Bozkurt, a.g.e.,
s.74-76.
[28]
ATASE Arşivi. Kol.İSH, K.591, G.202,
B.202-2.
[29]
Ahmet Talat Onay, Milli Mücadele
Yazıları, (Hazırlayan: Cemal Kurnaz-Şefika Kurnaz), Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları, İstanbul 1995, s.122.
[30]
Onay, a.g.e., s.122.
[31]
ATASE Arşivi. Kol.İSH, K.1065, G.169,
B.169-1.
[32]
ATASE Arşivi. Kol.İSH. Kl.955, D.02,
Fh.9-1'den nakleden Sarıkoyuncu, a.g.e.,
s.138.
[33]
Bozkurt, a.g.e., s.88-89.
[34]
ATASE Arşivi. Kl.567, D.4, Fh.37'den
nakleden Sarıkoyuncu, a.g.e., s.65.
[35]
Enver Behnan Şapolyo, Kuvay-i Milliye
Tarihi, Yıldız Matbaacılık ve Gazetecilik A.Ş. Ankara, s.136. Ayrıca bkz.
Hasan İzzettin Dinamo, Kutsal İsyan,
Cilt 8, May Yayınları, İstanbul 1967, s.16. Bu kaynaklara karşın Cevat Rifat
Bey'in "Askerlik Safahat Belgesi"nde "milis general"
rütbesi aldığına dair bir kayıt yoktur.
[36]
Bozkurt, a.g.e.,s.81-84.
[37]
ATASE Arşivi. Kl.953, D.8 (5), Fh.90-1'den
nakleden Sarıkoyuncu, a.g.e., s.78.
[38]
ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.1066, G.10,
B.10-1.
[39]
ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.1066, G.10,
B.10-2.
[40]
Bozkurt, a.g.e., 83-84.
[41]
Bozkurt, a.g.e., 85-86.
[42]
ATASE Arşivi. Kol. İSH, Kl.952, D.13,
Fh.64'den nakleden Sarıkoyuncu, a.g.e.,
s.71.
[43]
ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.1065, G.76,
B.76-1, 76-1a.
[44]
ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.702, G.87, B.87-1.
[45]
ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.702, G.104,
B.104-1.
[46]
ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.712, G.12,
B.12-1.
[47]
ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.712, G.35,
B.35-1.
[48]
Nurettin Peker, Öl, Esir olma, Okat
Yayınevi, İstanbul 1996, s.131-133.
[49]
Düzce İsyanları hakkında bkz. Selek, a.g.e.,
s.362-367.
[50]
ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.591, G.202,
B.202-1.
[51]
ATASE Arşivi. Kol. İSH, K.577, G.173,
B.173-1.
[52]
Bozkurt, a.g.e., s.81-82.
[53]
Sarıkoyuncu, a.g.e., s.354-355, 362.
[54]
Fethi Tevetoğlu, "Milli Mücadele'de Karadeniz'deki Başlıca Kahramanlık:
Alemdar Destanı", (Nakleden: Erol Mütercimler), Milli Mücadele'nin Kahraman Gemisi Alemdar, Türkiye Denizciler
Sendikası, İstanbul 1989, s.108.
[55]
Onay, a.g.e., s.122-123.
[56]
"52 yıl önce inşa edilen Çaycuma ortaokulu binası çöktü", Cumhuriyet, 11 Aralık 1962.
[57]
ATASE Arşivi. Kl. 953, D.9, Fh.34-1'den
nakleden Sarıkoyuncu, a.g.e.,
s.139.
[58]
ATASE arş. Kol. İSH, K.1195, G.26,
B.26-1.
[59]
Nusret Baycan, "Türk İstiklal Harbinde Takdirname Alan Piyade
Subayları", Atatürk Araştırma
Merkezi Dergisi, C.IX, S.25, Kasım 1992, s.173.
MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİNDE MUHİTTİN BAHA
PARS
Celil
BOZKURT*
ÖZET
Muhittin
Baha Pars, yakın dönemde Bursa'nın sosyal ve siyasal yaşamında etkili olmuş aydınlardan
biridir. Milli Mücadele'de Bursa'da oluşturulan milli direnişin mimarlarından
olan Muhittin Baha Bey, Bursa Redd-i İlhak ve Bursa Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetlerinin kurucuları arasında yer almıştır. Muhittin Baha Bey'in
yayımladığı Millet Yolu ve Bursa Mecmuası, Bursa halkının
işgallere karşı bilinçlenmesinde ve Kuvay-i Milliye'ye desteğine önemli
katkılar sunmuştur. Muhittin Baha Bey, Bursa milletvekili olarak Birinci
TBMM'ye girmiş ve Milli Mücadele'yi yürüten meclisin en aktif vekillerinden
olmuştur. Mecliste Mustafa Kemal Paşa yanlısı tutumuyla dikkat çeken Muhittin
Baha Bey, 1. Grup'ta yer almış ve grubun aldığı kritik kararlarda söz sahibi
olmuştur. Başkomutanlık ve İstiklal Mahkemeleri gibi önemli kanunların
çıkarılmasında ciddi hizmetleri olmuştur. Milli Mücadele'de ortaya koyduğu
vatansever tutumu ve fedakar çalışmalarıyla dikkat çeken Muhittin Baha Bey,
büyük zaferin kazanılmasında pay sahibi olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Muhittin Baha
Pars, Bursa, Milli Mücadele, İstiklal Mahkemeleri, Millet Yolu, Bursa Mecmuası.
ABSTRACT
Muhittin Baha Pars is one of the intellectuals recently been
influential in social and political life of Bursa. Muhittin Baha Bey who was
one of the architects of the national resistance created in Bursa during
National Struggle, also was among the founders of the “Bursa Refusal of Annex”
and “Bursa Defense Law Society”. Muhittin Baha Bey were offered a significant
contribution in the awareness of the people against the occupation and to
support the Nationalists by publishing the Road of Nation and the Journal of
Bursa. Muhittin Baha Bey, entered Parliament as the first deputy of Bursa and
became one of the most active deputies of the Parliament which executing the
national strugle. Muhittin Baha bey known as supporter of Mustafa Kamal, has
taken place in 1st Group and was closely involved with critical decisions. He
has been serious role in issuing ordinances such as “Act of Supreme Millitary
Commander” and “Act of Independence Courts”. Noted for its patriotic attitude
and altruistic work revealed in the National Struggle Baha Pars Bey, has a role
in victory of great war.
Key Words: Muhittin Baha Pars, Bursa,
National Struggle, İndependence Courts, Nation Road, Bursa Journal.
Giriş
Muhittin Baha Bey, Bursa'nın ve
Türkiye Cumhuriyeti'nin yakın dönem tarihine tanıklık etmiş önemli bir
şahsiyettir. Özellikle de Milli Mücadele'nin sürdürüldüğü dönemde Birinci
TBMM'nin önde gelen milletvekillerinden olmuş, Mecliste yapılan müzakere ve
alınan kararlarda etkili olmuştur. Hakkında yazılanların bölük pörçük
bilgilerden öteye gitmediği Muhittin Baha Bey'in, akademik bir araştırmaya konu
edilmesi zaruridir. Muhittin Baha Bey'in Milli Mücadele dönemi faaliyetlerine
geçmeden önce onun hayat hikayesini özetlemek, ileride yapılacak değerlendirmelerin
daha sağlıklı yapılması açısından önem arz etmektedir.
Muhittin
Baha Pars, 1884 yılında Bursa'da doğdu. Babası, Baba Efendi Tekkesi Şeyhi Bahaattin
Efendi, annesi Nakiye Hanım'dır. Baba soyu, II. Murat döneminde Pars Bey olarak
yaşamış Şeyh Abdullah oğlu Bedrüddin Mahmut Beye dayanır. Muhittin Baha Bey'in
büyük ağabeyi Mehmet Baha B ey, ünlü bir bestekar olup, Abdülhak Hamit
Tarhan'ın manzum piyesi Nesteren'i ve onun eşi Fatma Hanım'ın ölümü üzerine
yazdığı Makber şirini besteledi. Ayrıca
Türkiye'nin ilk müzik dergilerinden olan Alem-i Musiki'yi yayımladı. Geleneksel
Türk musikisi alanında yarattığı pek çok parçaların yanında marşlar ve
operetler de besteleyen Mehmet Baha Bey'in çok sayıda şarkı, müzikli temsiller
ve güfteleri ile birlikte kendisine ait olan çocuk şarkıları da bulunmaktadır. Muhittin
Baha Bey'in küçük ağabeyi Hakkı Baha Bey, Bursa'da İdadi-i Askerisinde,
İstanbul'da Harbiye ve Erkan-ı Harp Mektebi'nde okudu. 1906'da yüzbaşı
rütbesinde iken, Selanik'te, sonradan "İttihat ve Terakki Fırkası"na
dönüşecek olan "Osmanlı Hürriyet Cemiyeti"nin on kurucusu arasında
yedinci sırada yer aldı. 1907'de Cemiyet'in adı "İttihat ve Terakki
Cemiyeti" olarak değiştirildi. Bu dönemde, Harbiye'den sınıf arkadaşı
Mustafa Kemal'i, Suriye'deki sürgün yaşamından firar ederek Selanik'e geldiği
sırada Cemiyet'e üye yaptı.[1]
Muhittin
Baha Bey, Bursa'da Erkek Lisesi'ni, ardından İstanbul Hukuk Fakültesi'ni
bitirdi. 1909 yılında Bursa Bidayet Mahkemesi'ne atandı. 1920-1921 ve 1922-1923
arasında iki defa Hudavendigar Vilayeti Davavekilleri Cemiyeti'nin (Bursa
Barosu) başkanlığını yaptı. Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra Bursa'da kurulan
ve tehcir edilen Ermenilerin davasını gören Bursa İdare-i Örfiye Mahkemesi'nde
ücret almaksızın Bursalı memurların dava vekilliğini üstlendi.[2]
Eğitmenlik yönü de bulunan Muhittin Baha Bey, Bursa Sultanisi'nde uzun yıllar
Edebiyat, mantık ve felsefe öğretmenliği yaptı.[3]
Muhittin
Baha Bey, yerel ve ulusal bir çok derneğin kuruculuğunu yaptı ve yöneticileri
arasında bulundu. TBMM'de bulunduğu sıralarda 7 Mayıs 1921'de Ankara'da kurulan
Milli Mücadele yanlısı Türkiye Muallime ve Muallimler Dernekleri Birlik'in
kurucuları arasında yer aldı. Birlik'in 1922 yılında oluşturulan Geçici İdare
Heyeti'nin başkanlığını üstlendi.[4] 22-26
Nisan 1924 tarihinde Ankara'da toplanan Türk Ocakları Umumi Kongresi'nde Merkez
Heyeti üyeleri arasında yer aldı. Ayrıca, 23 Nisan-1 Mayıs 1925 tarihleri
arasında Ankara'da toplanan Türk Ocakları II. Kurultayı'nda Merkez Heyeti
üyeliğine seçildi.[5]
23
Nisan 1920'de TBMM'nin açılmasıyla birlikte aktif siyasete atılan Muhittin Baha
Bey, birinci TBMM'ye Bursa milletvekili olarak girdi. Ardından on iki yıl
siyasetten uzak kaldı. Bu süre zarfında Bursa'da avukatlık, eğitmenlik ve
farklı derneklerde yöneticilik yaptı. 1935'te yeniden siyasete dönen Muhittin
Baha Bey, TBMM'nin Beşinci Yasama Döneminde (1935-1939) Ordu milletvekili
seçildi. Ardından, TBMM'nin Altıncı (1939-1943), Yedinci (1943-1946) ve
Sekizinci (1946-1950) Yasama dönemlerinde kesintisiz olarak Bursa
milletvekilliği yaptı.[6] 1950
ve 1954'te CHP'den yeniden Bursa milletvekili adayı olduysa da seçimi
kazanamadı. Muhittin Baha Bey, 29 Ağustos 1954'te Bursa'da vefat etti. Mezarı,
diğer ağabeyleri gibi Emir Sultan Mezarlığı'ndadır.
1. Bursa'daki Faaliyetleri
Muhittin Baha Pars, Mondros
Ateşkes Antlaşması'ndan sonra ülkeyi saran işgallere karşı Bursa halkına yön veren
lider şahsiyetlerden biri oldu. O, Mondros'un hemen ardından Bursa Mecmuası'nda kaleme aldığı "Felaket
Karşısında" başlıklı uzun yazıda Bursalılar seslenmiş, halka sağ duyulu
bir kurtuluş reçetesi sunmuştu. "Düçar olduğumuz müthiş felaket-i mağlubiyet karşısında kayıp ettiğimiz
şeylerin matem-i zıyaını tutarken, gözlerimizi kapamamalı, aynı felakete tekrar
düçar olmaktan sıyanet-i nefs için istikbali düşünmeliyiz" diyen Muhittin
Baha Bey, halkı uyanık olmaya ve gerekli dersi çıkarmaya çağırıyordu. Bunun
yanında "kendimize bihakkın sahib, mevcudiyet-i milliyemizi bihakkın
müdrik olmadıkça üstümüzden böyle kuvvetlerin eksilemeyeceği" gerçeğini
hatırlatan Muhittin baha Bey, daha o günlerde milli iradenin gücüne işaret
ediyordu:
"Mağlubiyet ne kadar büyük olursa olsun,
milletimizin azim ve imanı yanında küçük kalmalıdır. Düşmanlar orduları mağlub
ve hatta imha etse de, yaşamak isteyen bir milleti ortadan kaldırmaya muvaffak
olamaz. Mevcut bir millet ise bütün yaşayanlar gibi tekamüle namzettir. Şu
halde bize düşen vazife mazinin kara günlerini atiye aksettirerek ümitlerimizi
zaaf ve izmihlale düşünmekten ictinab ve tecrübelerden istifade ederek
çalışmak, çalışmaktır. Hüsn-ü niyet ve vukuf ile icra edilen müşterek sai, bir
millet için mutlaka hayırlı ve nafi' eserler vücuda getirir.."[7]
Muhittin Baha Bey, Milli Mücadele'de
Bursa'da işgallere karşı ortaya çıkan ve halkın milli mücadele bilincini
uyandırmayı hedefleyen tüm oluşumlarda görev aldı. Bursa'da sürdürdüğü milli faaliyetlerden dolayı dönemin
Bursa Valisi Gümülcineli İsmail Hakkı Bey tarafından Konya'ya sürgün olarak
gönderildi. Sonradan 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey'in 27 Haziran
1919'da Bursa'ya gelmesi ve Vali İsmail Hakkı Beyin İstanbul'a kaçmasından
sonra Bursa'ya dönebildi.[8]
1.1.
Bursa Redd-i İlhak Cemiyeti
Yunanlıların İtilaf Devletleri'nin desteğinde, 15 Mayıs
1919'da İzmir'i işgal etmesi tüm ülkede nefretle karşılandı. Mondros Mütarekesi
ahkamına aykırı olarak işgallerin günden güne artması ve işgal sahalarına hakim
olan vahşet ve katliam ameliyesi Türk insanını harekete geçirdi. Ülkenin bir
çok bölgesinde işgallere karşı "Redd-i ilhak" ve Müdafaa-i
Hukuk" namıyla direniş örgütleri oluşturuldu. Başlangıçta, propaganda ve
yayın yoluyla bulundukları bölgelerin haklarını koruyan bu örgütler, zamanla
silahlı mücadeleyi benimsemeye başladı.[9]
Bursa'da Milli Mücadele Döneminde
kurulan ilk savunma örgütü olan Bursa Redd-i İlhak Cemiyeti 1919 Temmuzu'nda
kuruldu. Cemiyetin kurucuları arasında Muhittin Baha ve ağabeyi Hakkı Baha Bey
de bulunmaktaydı.[10]
Bu örgütün oluşumu, Yunan tehdidi karşısındaki diğer bölgelere daha geç ve
oldukça yavaş biçimde gerçekleşti. Bu gecikmenin başlıca nedeni, Bursa'da Saray
ve İtilafçıların kuvvetli etkinliğiydi. Cemiyet, türdeş bir fikir yapısından
yoksun olup, farklı görüşte üyelerden oluşmaktaydı. Kimileri, olayların
gelişimiyle Kuva-i Milliye'ye ve özellikle de -hilafetçi yapıları dolayısıyla-
Anadolu Hükümeti'nin dönüşüm sürecine karşı çıkacak ve zaman içinde tasfiye
edildi. Bazıları da Milli Mücadele'ye açıkça cephe alarak işgalcilerle
işbirliğine girdi. [11]
Bursa Redd-i İlhak Cemiyeti,
faaliyetlerini İsmet İnönü Caddesi'nde bulunan Yağcı Cemal Bey'in dükkanının
üstünde bulunan Avcılar Kulübü'nden yürütmekteydi. Cemiyet, daha sonra İzmir
Oteli'nin karşısında bulunan Terzi Muhittin Bey'in dükkanının bulunduğu sokakta
başka bir eve taşındı. Cemiyetin gönüllü veya profesyonel nitelikte silahlı elemanları
bulunmaktaydı.[12] Cemiyet,
bir kaç aylık bir faaliyet döneminden sonra Bursa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'ne
iltihak etti.
1.2.
Bursa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
İşgallere karşı ülke genelinde faaliyette bulunan Müdafaa-i
Hukuk örgütleri, Sivas Kongresi'nde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
altında bir araya getirildi. Ayrıca, her vilayette bu cemiyete bağlı olarak
müdafaa-i hukuk şubeleri kurulmaya başlandı. Sivas Kongresi'nden yaklaşık bir
ay sonra Bursa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. Cemiyetin merkezi, daha önce
Bursa Redd-i İlhak Cemiyeti'ne idari merkezlik yapan Setbaşı'ndaki Avcılar Kulübü'ydü.
Cemiyetin merkezi, sonradan Yeniyol'daki İstanbul Oteli karşısında bulunan
Edremit Oteli'ne taşındı.[13]
Temsil Heyeti Başkanı Mustafa Kemal
Paşa, 11 Ekim 1919'da Sivas'tan Bekir Sami Bey'e gönderdiği şifreli telgrafta,
Bursa'da güvenilir kişilerden oluşan bir heyet-i merkeziye kurulmasını ve Bursa
dahilinde nahiyelere varıncaya kadar bir Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesine
gidilmesini istedi. Bu doğrultuda Bursa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin merkez
heyeti oluşturuldu[14]
ve heyet, 10 Ekim 1919 tarihinden itibaren çalışmalara başladı. Cemiyetin ilk başkanlığına
Bursa Redd-i İlhak Cemiyeti'nin önde gelenlerinden Erzurumlu Salih Hoca (Mehmet
Salih Yeşil) getirildi. Cemiyetin merkez heyetinde bulunan Muhittin Baha Bey,
Bursa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin aldığı kritik kararlarda doğrudan etkili
oldu. Cemiyetin ilk bildirisi, onun görüşleri dahilinde hazırlandı. Cemiyetin
1920 Nisanında yapılan genel toplantısında başkanlığa Muhittin Baha Beyin
ağabeyi Hakkı Baha Bey seçildi.[15]
Bursa Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti,
propaganda organı olarak 22 Şubat 1336 (1920) tarihinde basın hayatına giren Millet Yolu gazetesini kullanmaktaydı. Gazetenin
sahibi ve mesul müdürü Muhittin Baha Bey'di. Bursa'da Vilayet Matbaası'nda
basılan gazetenin masrafları, Müdafaa-i Hukuk Merkez Heyeti tarafından
karşılanmaktaydı.[16]
Gazete başlığının altında "Hukuk ve Hakimiyet-i Milliye'nin Müdafi-i Yevmi
Gazetedir" ibaresi yer alırken, logonun altında da Tevfik Fikret'in:
"Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol/
Ey hak
yaşa, ey sevgili millet yaşa, varol"
mısraları bulunmaktaydı.[17]
Millet Yolu, cumartesi günleri hariç
her gün yayımlanmaktaydı. Gazete, 1927 yılına kadar faaliyette kaldı.
Millet
Yolu, Milli Mücadele ruhunu uyandırmakla birlikte, o günlerde Türk insanına
örnek bir devrim olarak gösterilen Rusya'daki Bolşevik hareketin ateşli
savunuculuğunu da yapmaktaydı. Gazete, İngiliz istihbarat raporlarına girecek
kadar solcu bir kimlik taşımaktaydı. 15 ve 22 Temmuz 1920 tarihli İngiliz
istihbarat raporlarına göre gazetede, Bolşevizm'in neleri savunduğu, neleri
gerektirdiği ve temel ilkelerinin neler olduğuna dair diziler yayımlanıyordu.[18]
2.
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki Faaliyetleri
Bu bölümde Muhittin Baha Beyin Milli Mücadele döneminde
TBMM çatısı altında yürüttüğü faaliyetler ele alınmıştır. Öncelikle, TBMM'deki
konumu ve görev aldığı komisyonlar özetlenmiş, ardından Yeşil Ordu, Türkiye
Komünist Partisi, İstiklal Mahkemeleri ve Türkiye Muallim ve Muallimeler
Birliği'ndeki dikkat çekici faaliyetleri değerlendirilmiştir..
Mustafa Kemal Paşa, İstanbul'un 16 Mart 1920'de resmen
işgal edilmesinin ardından Temsil Heyeti adına bütün illere, bağımsız
sancaklara ve kolordu komutanlıklarına bir genelge gönderdi. Genelgede Osmanlı
Mebusan Meclisi'ne katılan üyelerin yanı sıra sancaklarda seçimler yapılmasını
ve yeni üyelerin 15 gün içinde Ankara'ya gönderilmesini istedi. Bursa
Sancağı'nda yapılan seçimlerde Muhittin Baha (Pars), Operatör Emin (Erkul), Necati
(Kurtuluş) Beyler ile Mustafa Fehmi (Gerçeker) ve Şeyh Servet (Akdağ) Efendiler
milletvekili seçildi. Söz konusu isimler, daha önce Osmanlı Mebusan Meclisi'nde
Bursa'yı temsil eden Osman Nuri (Özpay) ve Hasan Fehmi (Kokay) Beylerle
birlikte TBMM'ye katıldı.[19]
Bursa milletvekilleri, TBMM'ye
katılmak üzere 6 Nisan 19120 tarihinde Ankara'ya hareket etti. Hareketten bir
gün sonra Millet Yolu gazetesinde
Muhittin Baha Beyin Bursalı hemşerilerine hitaben yazdığı bir veda yazısına yer
verildi. Muhittin Baha Bey, Türk insanının "hukuk-u aliye-i hilafetin,
haysiyet ve istiklal-i milletin muhafazası uğrunda" kararlı olduğunu
belirtiyor ve TBMM'nin görevini "yıkılmak istenilen taht-ı saltanatı
terhin ve sir edilmek istenilen milleti layık olduğu mertebe-i bülende isal"
olarak niteliyordu.[20]
Muhittin
Baha Bey, TBMM'nin açıldığı andan itibaren değişik komisyonlarda sorumluluk
aldı ve çalışmalarıyla Meclisin dikkat çeken vekillerinden biri oldu. İlk
olarak TBMM'nin 23 Nisan 1920 tarihli Birinci Oturumunda Mustafa Kemal Paşa'nın
tavsiyesiyle Meclis Başkanlık Kurulu katipliğine seçildi.[21] Sonradan
olışturulan Maarif Encümeni başkanlığına getirildi.[22] Ayrıca,
27 Nisan 1920'de Bursa milletvekili Şeyh Servet Efendi'nin takririyle kurulan ve
Milli davanın propagandasını yapan İrşad Encümeni'ne dahil oldu.[23]
Muhittin
Baha Bey, 10 Mayıs 1920'de TBMM'de kurulan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Grubu'nun yönetim kurulunu oluşturan on iki üyeden biriydi.[24] Bundan
dolayı, Grubun Mecliste aldığı kritik kararlarda daima ön planda yer aldı. 5 Ağustos
1921'de TBMM'de cereyan eden Başkumandanlık Kanunu müzakerelerinde kanunun
ateşli savunuculardan oldu. Bu hususta 2. Grubun liderlerinden Hüseyin Avni
Beyle girdiği tartışma dikkat çekicidir. Mustafa Kemal Paşa'ya üç ay süreyle
Meclisin fiili yetkilerini veren beş maddelik kanun önergesini veren dokuz
kişilik listede Muhittin Baha Beyin de imzası vardı.[25] Şairlik
yönü de bulunan Muhittin Baha Bey, 1921'de Maarif Vekaleti tarafından açılan istiklal
marşı yarışmasına katıldı. Yarışmaya 724 şiir iştirak etti ve en beğenilen altı
şiir Meclis Matbaası'nda basılarak milletvekillerine dağıtıldı. Muhittin Baha
Beyin, "M" rumuzuyla yazdığı üç kıtalık şiir bunlar arasındaydı.
Fakat, yarışmanın galibine vaat edilen 500 liralık ödül Meclis'te tartışma
konusu olunca Muhittin Baha Bey şiirini yarışmadan geri çekti.[26]
Yarışmayı, Burdur Milletvekili Mehmet Akif Beyin yarışma dışından yazdığı
"Kahraman Ordumuza" adlı 10 kıtalık şiiri kazandı.
Muhittin
Baha Bey, 28 Haziran 1923'te yapılan milletvekili genel seçimlerinde aday
gösterilmedi. Bursa milletvekili 2. Kolordu Komutanı General Ali Hikmet Ayerdem'in
milletvekilliğinden istifa etmesiyle boşalan yer için 1925'te yapılan ara
seçimlerde Bursa'dan bağımsız aday oldu. Fakat, rakibi Nurettin Paşa'ya karşı
seçimi kaybetti.[27]
Muhittin Baha Bey, 1935'te Ordu milletvekili seçilinceye kadar uzun bir süre
siyasetten uzak kaldı.
2.1. Yeşil Ordu Cemiyeti
Yeşil
Ordu'nun kimliğinin tespitinde ve gerçekte ne amaçla kurulduğuna dair farklı
fikirler öne sürülmüştür. Yeşil Ordu adı ilk kez Rusya'da bir efsane halinde
duyuldu. Yeşil Ordu, Kafkas Türkleri ve Müslümanları tarafından kurulan ve
Bolşevik Kızılordu ile birlikte İngiliz yanlısı hükümetlere karşı çarpışan bir
ordunun adıydı. Anadolu gazetelerinde, sınırımızı aşarak Erzurum'a doğru
gelmekte olan böyle hayali bir Yeşil Ordu'nun müjdesi verilmekteydi. TBMM
Hükümeti, Rusya'dan Anadolu'ya gelecek yardım kuvvetlerine verilen Yeşilordu
adının ülke içinde efsaneleşen tesirlerini ortadan kaldırmak istiyordu. Bundan
dolayı Mustafa Kemal Paşa, TBMM içinde beliren Bolşeviklik tehlikesini önlemek,
onu kontrol altına almak ve kendilerinden yardım umulan Bolşevikleri
gücendirmeden oyalamak için bir yerli Yeşil Ordu teşkilatının resmen
kurulmasını istedi. Ayrıca, bazı milletvekili olan yakın arkadaşlarını kendi
istek ve teklifleri ile bu kuruluşun Genel Merkez Heyeti'nde görevlendirdi.[28]
Yeşil Ordu Cemiyeti, 1920 Mayısı'nda
ortaya çıktı. Cemiyet, resmi bir beyanname ile ortaya çıkmayan gizli bir
örgüttü. Fakat, Mustafa Kemal'in bilgisi dahilinde kuruldu. Cemiyetin Genel
Merkez Kurulu'nda TBMM'den aralarında Muhittin Baha Bey'in de bulunduğu on üç
milletvekili yer aldı.[29]
Daha sonra Çapanoğlu Ayaklanması'nı bastırdığı sırada Ankara'ya gelen Çerkes
Ethem de cemiyete katıldı. Böylelikle, cemiyetin ciddi bir silahlı gücü de
oluşmuş oldu. Çerkes Ethem, 1920 Ağustosunda Eskişehir'de Arif Oruç'la birlikte
Seyyare Yeni Dünya adlı günlük bir
"İslam Bolşevik" gazetesi çıkarmaya başladı. Gazetenin adı ve
başındaki "Dünyanın Fukara-i Kasibesi Birleşiniz" sözü (Yeşil Ordu
kavramı gibi) Sovyet Müslümanlarından esinlenmiş görünmektedir.[30]
Yeşil Ordu, kimliğini "Avrupa
emperyalizminin hulül ve istila siyasetini Asya'dan tard etmek üzere teşekkül
etmiş bir mücadele kuruluşu" olarak açıklamaktaydı. Cemiyet, "Yeni
Dünya" olarak nitelediği Rusya'daki Bolşevik devrimini Anadolu insanına
hedef göstermekte; kurtuluşu, bir İslam-Bolşevizm ittihadında mümkün
görmekteydi. [31]
Yeşil Ordu'nun kuruluş ve gelişme
devrelerinde Bursa'nın özel bir yeri bulunmaktadır. Cemiyetin on üç
yöneticisinden beşi Bursa ile doğrudan veya dolaylı olarak ilişkili kişilerdi. Bunlar, Şeyh
Servet Efendi (Nakşibendi şeyhi, 1. Dönem Bursa mebusu), Muhittin Baha Bey (1.
dönem Bursa mebusu), Çerkes Reşit Bey (Ethem Bey'in ağabeyi, o zamanlar
Hüdavendigar Vilayetinin sınırları içinde bulunan Bandırma'nın Karacabeye daha
yakın Emreköy'den), Hakkı Behiç Bey (1. Dönem Ertuğrul (Bilecik) mebusu,
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Temsil Kurulu'nda Bursa temsilcisi
ve Gemlik doğumlu Mahmut Celal Bey (Bayar, 1. Dönem Saruhan mebusu) idi.[32]
Bunların içinde Muhittin Baha Bey'in Yeşil Ordu'nun Bursa örgütlenmesinde ayrı
bir yeri vardır. Akkılıç, Yeşil Ordu'nun Bursa'da bir önceki evresi olarak
tanımladığı Teali İslam Cemiyeti ile Muhittin Baha Bey arasında doğrudan bir
İlişki olduğu kanaatindedir. 19 Şubat 1919'da İstanbul'da kurulan Teali İslam
Cemiyeti'nin 18 şubesi arasında Bursa ve Yenişehir de bulunmaktaydı. Muhittin
baha Bey'in yönetiminde çıkan Bursa
Mecmuası'nda Cemiyetin bildirileri yayımlanmaktaydı. Cemiyetin, 1920
başlarında yayımladığı bir bildiride Bolşevizm'le özdeşleştirdiği Kuvay-i
Milliyeyi sert şekilde eleştirmesi üzerine Anadolu'da bulunan birçok şubesi cemiyetle
bağlarını kesmişti. Akkılıç'a göre, Teali-i İslam Cemiyeti'nin tasfiye
olmasından sonra milliyetçiliğe sempati duyan eski üyeler Yeşil Ordu'da bir
araya gelmişti.[33]
Bursa Ziraat Okulu Müdürü Refet Bey de anılarında Muhittin Baha Bey'in Yeşil
Ordu'nun Bursa'daki örgütlenmesinde önemli bir rolünün olduğunu belirtmektedir.
Yazdığına göre, İstanbul Hükümeti'nin teşvikiyle Bursa'da ayaklanmalar çıkarmak
kastıyla bazı gizli kuruluşlar kurulmuştu. Bunun üzerine Ankara'da milletvekili
bulunan Muhittin Baha Bey, Bursa'ya gelerek Yeşil Ordu adında Bolşevik bir
örgütün derhal kurulması gerektiğini öğütlemişti. Ardından, Refet Bey ve Çerkes
Ethem'n kardeşi Reşit Bey, Albay Bekir Sami Bey'in liderliğinde bir araya
gelerek Yeşil Ordu'yu kurmuştu.[34]
Yeşil
Ordu, zamanla amacından sapması ve başına buyruk hareket etmesi üzerine
1920'nin sonlarında tasfiye edildi. Mustafa Kemal Paşa, Sovyetlerle ilişkilerin
bozulmaması için yerine resmi Türkiye Komünist Partisi'ni kurdurdu. Bazı Yeşil
Ordu üyeleri bu partiye ilhak ederken, kapatılma kararına tepki gösteren kimi
üyeler de "Halk-ı İştirakıyyun Fırkası"nı kurarak Ankara Hükümeti'nin
denetimi dışına çıktılar.
2.2. Türkiye Komünist Partisi
Türkiye Komünist Partisi (TKP), 18 Ekim 1920'de resmen
kuruldu. Partinin önde gelen diğer üyeleri arasında Tevfik Rüştü (Aras), Mahmut
Esat (Bozkurt), Yunus Nadi (Abalıoğlu), Kılıç Ali, İhsan (Eryavuz), Refik
(Koraltan), Eyüp Sabri (Akgöl) ve Süreyya (Yiğit) bulunmaktaydı.[35]
Yeşil Ordu'nun önde gelen üyelerinden Muhittin Baha ve Hakkı Behiç Beyler,
Mustafa Kemal Paşa'nın isteğiyle bu partiye geçti. Muhittin Baha Bey, TKP'nin
genel sekreterlik görevini üstlendi.
TKP, üç aylık ömründe dikkat çeken bir
faaliyette bulunmadı. Yayın organı olarak kullandığı Hakimiyet-i Milliye ve Yeni
Gün gazetelerinden anlaşıldığına göre, komünizmin bazı doktrinel
uygulamalarına taraftar olsa da Rusya'daki gibi kanlı bir devrimden yana
değildi. TKP, Batı emperyalizmine karşıydı fakat ulusların özgürlüğüne ve kendi
şartlarına göre uyarlanmış bir komünizme taraftardı.[36]
Muhittin Baha Beyin TBMM'deki TKP
tartışmalarında ortaya koyduğu fikirler Komünizme bakışını göstermesi açısından
net veriler sunmaktadır. TBMM'nin 22 Kasım 1920 tarihli oturumunda, Mustafa
Kemal Paşa'nın Rusya'daki ihtilalı fenni ve ilmi tarzda incelemek üzere seçilen
heyete İstiklal Mahkemesi üyesi Tevfik Rüştü Beyin de katılması yönünde
tezkeresi Meclis'te bir komünizm tartışması doğmuştur. Bir Rus muhaciri olan
Siverek milletvekili Mustafa Lütfi Bey, TKP adına Rusya'ya gidecek heyetin Meclis
adına gitmesini eleştirmiş ve TBMM'nin komünist fikirde olmadığını, ayrıca TKP
üyelerinin, başlarındaki kalpağı kırmızı bir şeritle çevirmekle komünist olamayacağını
ileri sürmüştür. Buna karşı söz alan Muhittin Bey, oldukça sert bir tonlamayla
Mustafa Lütfi Bey'i eleştirmiş, TKP üyelerinin vatansever ve başlarındaki
kalpakların da samimi bir gayeye yönelik olduğunu vurgulamıştır. Komünizmi
"...memleketi kurtaracak, milleti kurtaracak, insaniyeti kurtaracak
esasat-ı ilmiye" diye tanımlayan Muhittin Baha Bey, heyete seçilen
üyelerin TKP'ye mensup olmakla ilmi ve ahlakı seciyelerinden bir şey
yitirmediklerini savunmuştur.[37]
Muhittin Baha Beyin benzer bir
refleksini, TBMM'nin Rusya ve Ermenistan'la kurulan ilişkileri tartıştığı bir
oturumda da görmekteyiz. Söz konusu oturumda Mustafa Kemal Paşa, Vekiller Heyeti
adına söz almış ve Türk ordusunun mağlup ettiği Ermenistan'ın elindeki
silahların alınmasıyla ilgili uzun bir izahat vermiştir. Daha sonra söz alan
muhaliflerden Erzurum milletvekili Hüseyin Avni Bey, Ermenilerin güvenilmeyecek
unsurlar olduğundan bahisle komünizm hakkında "...bir din, bir akide
olarak memleketimize komünizm girmeyecektir. Bir çapulcu, bir yağmacı, bir cani
sıfatıyla memleketimize girecektir" ifadelerini kullanmıştır. Tekrar söz
alan Mustafa Kemal Paşa, TKP'de bulunan üyelerin gayet namuslu ve vatansever
kişiler olduklarını vurgulayarak, komünizmden gelebilecek zararlara karşı
gerekli tedbirlerin alınacağını ifade etmiştir. Buna cevap veren Hüseyin Avni
Bey, Rusların yakınlaştıkları milletlere komünizmi enjekte etmek niyetinde
olduklarını, TBMM'nin Ruslarla sadece emperyalizme karşı ortak olduğunu, milli
amaç ve duygu yönünden ayrı olduğunu ileri sürmüştür. Yeniden söz alan Mustafa
Kemal Paşa, Ruslarla olan ortaklığın sadece kapitalizm aleyhinde olduğunu,
Ruslara verilmiş herhangi bir sözün olmadığını ve Komünizmin bizim için bir
"sosyal sorun" olduğunu beyan etmiştir. Tartışmaların şiddetlenmesi
üzerine söz alan Muhittin Baha Bey'in Hüseyin Avni Beye yönelik olarak sarf
ettiği şu ifadeler dikkat çekicidir:
"Efendiler
pek çok söyleyecek değilim. Yalnız Hüseyin Avni Beyin bir millete bihakkın vaki
olan buğuz ve kin tesiriyle bir mesleki içtimaiye vaki olan taarruzu protesto
etmek için çıktım. Burada bir Komünist Partisi vardır ve onun azası, bir
Komünist Partisi teşkil etmekle, en büyük bir vazife-i içtimaiye ve bir
vazife-i vataniye ifa ettiklerinden emindir. Arkadaşlarımız anlamak icap eder
ki, Komünist Partisine iştirak edenler, hudud-u milliye hürmetkar ve onun için
hayatlarını feda etmeye her an amadedirler. Komünist Partisine iştirak eden
emindir ki, bu davalarında, bu partiyi teşkil etmekte ve bu davada ilerlemekte
en büyük vatanperverliklerini ızhar etmişlerdir ve ediyorlar ve edeceklerdir. Komünist
Partisi hudud-u milliyenin, Misak-ı Milli dahilinde mevcudiyetini kabul eder ve
onun için hayatını fedaya ahdeder. Biz böyle kabul etmişizdir. Bolşevikler de
milletlerin arzularına müracaat ederek hükümetlerinin teşekküllünü kabul
ettirmiştir.[38]
2.3 İstiklal Mahkemeleri
TBMM'nin 23 Nisan 1920'de
Ankara'da resmen açılarak faaliyete geçmesi, Milli Mücadele'nin seyrinde bir
dönüm noktası oldu. Meclisle birlikte millete mal edilen Milli Mücadele, daha
örgütlü ve topyekun bir zeminde gerçekleşmeye başladı. Fakat, TBMM'nin
açılmasıyla birlikte yurdun farklı bölgelerinde Meclise karşı isyanlar patlak
verdi. TBMM, otoritesini korumak için 29 Nisan 1920'de çıkarılan
"Hıyanet-i Vataniye Kanunu" çıkardı. Fakat, bu kanun beklenen asayiş
ve huzur ortamını yaratamadı. Bu hususta, cepheye yakın bölgelerde faaliyet
gösterecek ve hızlı karar verip uygulayacak mahkemelere ihtiyaç duyuldu. Buna
yönelik olarak TBMM'nin 11 Eylül 1920 tarihli oturumunda dokuz maddelik
"Firariler Hakkında Kanun" kabul edilerek "İstiklal
Mahkemeleri" kuruldu.[39] Genel
Kurmay Başkanı İsmet Beyin teklifi ile Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta,
Sivas, Kastamonu ve Pozantı'da olmak üzere yedi mahalde İstiklal Mahkemesi
kuruldu. Sonradan Diyarbakır'da da bir mahkemenin kurulması kararlaştırıldı.[40]
TBMM'nin
21 Eylül 1920 tarihli oturumunda Muhittin Baha Bey, 73 oy alarak başkanlığını
Antalya milletvekili Rasih Beyin yaptığı Eskişehir İstiklal Mahkemesi'ne üye
seçildi. Mahkemenin diğer üyeleri, Kütahya milletvekili Haydar Bey ve Denizli
Milletvekili Yusuf Bey'di.[41]
Eskişehir
İstiklal Mahkemesi, 20 Ekim 1920 ile 17 Şubat 1921 tarihleri arasında görev
yaptı. Mahkemenin faaliyet sahası, Eskişehir, Bilecik, Kütahya, İzmit ve Bursa idi. Eskişehir,
İstanbul'dan gelen bozguncu ve casusların çalışma bölgesiydi. Mahkemenin dava
konularını bölgeye has asker kaçakları, Kuvay-i İnzibatiye'ye katılmak,
bozgunculuk, casusluk ve soygun suçları oluşturuyordu. Mahkeme, faaliyet
sürecinde 470 beraat, 57 idam, 594 tecil edilmiş idam, 20 gıyaben idam, 272
kürek ve 11.270 muhtelif cezaya hükmetti.[42]
İstiklal
Mahkemelerinin aldığı tedbirler sayesinde, asker kaçakları önemli ölçüde
önlendi, on binlerce kaçak ve bakaya cepheye sevk edildi. Fakat, mahkemelerin
aldığı sert tedbirler, verilen idam cezaları ve mahkeme üyelerinin sorumsuzluğu
Meclis'te tartışma konusu oldu. 1. İnönü Savaşı'nın kazanılması, İstiklal
Mahkemelerinin varlığını zorunlu kılan nedenleri büyük ölçüde kaldırdı.
Nihayet, Meclis Başkanlığı'nın verdiği 2 Şubat 1921 tarihli kararla, 1. Dönem
İstiklal Mahkemeleri-Ankara İstiklal Mahkemesi hariç- kapatıldı.[43]
İstiklal
Mahkemeleri'nin çalışmalarına son vermesinden bir ay sonra asker arasında kaçak
olayları ve bozguncu propaganda belirgin şekilde arttı. Ayrıca, Orta Anadolu'da
soygun, ayaklanma, kaçak ve adi suçlar hızla çoğalmaya başladı. Bu suçlara
bakan normal mahkemeler, dosyaların çokluğu yüzünden davaları sonuçlandırmakta
zorluk çekmeye başladı. TBMM'nin aldığı cezai tedbirler de sorunlara kalıcı
çözüm getiremedi. Diğer taraftan, Türk ordusunun Kütahya-Eskişehir
muharebelerinde Yunanlılara yenilmesi ve Ankara'nın tehlike altına girmesi
Meclis'te büyük moral çöküntüsü yarattı. Bu durum İstiklal Mahkemeleri'nin
yeniden kurulmasına zemin hazırladı.[44]
İcra
Vekilleri Heyeti Başkanı Fevzi Paşa, 23 Temmuz 1921'de TBMM'de yaptığı askeri
durum hakkındaki konuşmasında Türk ordusunun güvenliğinin sağlanması için Konya
ve Kastamonu'da iki İstiklal Mahkemesi'nin kurulmasını istedi. Ardından Sinop
milletvekili Hakkı Hami Bey, Samsun'da da bir mahkeme kurulmasını uygun
olacağını belirtti. Meclis, Konya, Kastamonu ve Samsun'da İstiklal Mahkemesi
kurulmasını kararlaştırdı.[45] Mahkemeler
için yeniden üye seçimine karar verildi. Antalya milletvekili Tahsin Bey ile
Mardin milletvekili İbrahim Bey, meclisin 24 Temmuz 1921 tarihli oturumunda
verdikleri ortak takrirde 12 kişilik üyelik için 20 kişilik bir liste sundu.
Fakat karar alınamadı.[46]
28 Temmuz'da yapılan ilk tur oylamasında Canik Milletvekili Emin Bey, 176 oyun
89'unu alan ilk üye oldu. Fakat, çoğunluğu sağlayan başka bir üye çıkmadı.[47] Nihayet,
30 Temmuz'da yapılan oturumda 180 kişilik adaydan, aralarında Muhittin Baha Bey'in
de bulunduğu 12'si İstiklal Mahkemeleri üyeliğine seçildi.[48]
Başkumandan
Mustafa Kemal Paşa'nın isteği üzerine 8 Eylül 1921'de Yozgat İstiklal Mahkemesi
kuruldu. Ankara'da bulunan mahkemeyle birlikte toplamda 5 İstiklal Mahkemesi
oluşturuldu. Muhittin Baha Bey, başkanlığını Hacim Muhittin Beyin yaptığı Konya
İstiklal Mahkemesi'ne üye seçildi.[49]
Konya
İstiklal Mahkemesi, 11 Ağustos 1921'de Konya'da çalışmalarına başladı. Mahkeme,
12 Ağustos'ta yayımladığı bir beyannameyle göreve başladığını, düşman istilası
altında olan memleketin içinde bulunduğu zor şartları ve Milli Mücadele'nin
önemini belirtti. Mahkeme ayrıca, iki maddelik bir açıklamayla düşmana yardım
edenleri, Milli Mücadeleye muhalif olanları ve müşkülat çıkaranları en şiddetli
şekilde ikaz etti.[50]
Muhittin
Baha Bey, annesinin rahatsızlığı nedeniyle sonradan mahkeme üyeliğinden
ayrılmak zorunda kaldı. Bunun üzerine Mahkeme başkanı Hacim Muhittin Bey, 14
Nisan 1922'de Muhittin Baha Beye yazdığı mektupta "kendi annesinin ölümüne
bile gidemediğini" belirterek derhal göreve gelmesini istedi. Sonuç
alamayınca, 27 Nisan ve 28 Haziran'da olmak üzere iki kez M. Kemal Paşa'ya
ardından da bir kez TBMM'ne Muhittin Baha Beyin altmış beş gündür göreve
gelmediğini bildirdi. Bu arada Muhittin Baha Bey, 9 Haziran 1922'de istifa
etti. Kısa süre sonra İstiklal Mahkemeleri kaldırıldığı için yerine kimse
gönderilmedi.[51]
Konya
İstiklal Mahkemesi, bir yıl boyunca Konya, Karaman, Ereğli, Anamur, Silifke,
Pozantı, Niğde, Akşehir, Burdur, Isparta, Antalya ve Denizli'de faaliyet
gösterdi. 1 Ağustos 1922 tarih ve 249 No'lu kanun gereğince mahkemenin görevine
son verildi. Mahkeme, 16 Ağustos 1921 ile 22 Temmuz 1922 tarihleri arasında
1407 davayı sonuçlandırdı. Bu kararlardan 166'sı idam, 1479'u da tecil edilmiş
idam kararıydı.[52]
TBMM'nin
31 Temmuz 1922 tarihli oturumunda 15 maddelik 249 nolu "İstiklal Mehakimi
Kanunu" çıkarılarak İstiklal Mahkemelerinin görev ve sorumlulukları
yeniden düzenlendi. Kanun görüşmelerinde söz alan Muhittin Baha Bey, mevcut
adli mahkemelerin adaleti tam olarak tesis edemediğini ve suçluların serbestçe
dolaştıklarını vurguladı. Konya'daki deneyimlerinden örnek veren Muhittin Baha
Bey, özellikle hırsızlık ve rüşvet gibi suçlarda hızlı karar alıp uygulayan
İstiklal Mahkemelerinin devreye girmesi gerektiğini savundu. Bu doğrultuda, Kanunun
İstiklal Mahkemelerinin vazifelerini düzenleyen 3. Maddesinin "K" ve "S"
fıkraları Muhittin Baha Bey'in teklifiyle düzenledi. Buna göre, hırsızlık
yapan, rüşvet alan mülki ve askeri memurlar, bunlara ortak olan ve aracılık
yapanlar (K fıkrası); memuriyet nüfuzunu kullanarak halka zulüm ve işkence
yapan mülki ve askeri memurların yargılanması (S fıkrası) İstiklal
Mahkemeleri'nin görev kapsamına alındı.[53]
"İstiklal
Mehakimi Kanunu" ile İstiklal Mahkemeleri'nin yetkileri ciddi şekilde
sınırlandırıldı. Buna mukabil, mahkemelerde görev alan savcıların yetkileri
genişletildi ve savcılar, karar alma sürecinde belirleyici duruma geldi. İdam
kararları, Meclisin onayına bırakıldı. Böylelikle, mahkemeler ilk dönemindeki
"İhtilal mahkemeleri" niteliğini kaybetti. Nihayet, 1 Ağustos 1922'de
kabul edilen yeni kanunla İstiklal Mahkemelerine son verildi.[54]
Milli
Mücadele esnasında "...isyan sahalarında hayatlarını tehlikeye koyan ve en
ağır mesuliyetlerini üzerlerine alarak mühim kararlar veren İstiklal
Mahkemeleri azaları" TBMM'nin 22 Nisan 1925 tarihli oturumunda takdirle
anıldı. Dönemin Muş milletvekili İlyas
Sami Bey ve 20 arkadaşının verdiği
teklifle kendilerine kırmızı-yeşil kurdeleli istiklal madalyası verildi.[55]
İstiklal
Mahkemelerinin kararları daima sorgulanmış, zaman zaman TBMM'de sert
tartışmalara neden olmuştur. Özellikle muhalif milletvekilleri, mahkemelerin
anti demokratik yapısını eleştirmiş ve onları türlü şekillerde insan hakları
ihlali yapmakla suçlamıştır. Nitekim, TBMM'nin Hıyanet-i Vataniye Cürümlü
Eşhasın Affına Dair Kanun görüşmelerinde mahkemeler yeniden gündeme gelmiştir. Görüşmelerde
Hüseyin Avni Bey, "İstiklal Mahkemesine giden arkadaşlarımız devletin
kuvay-i maddiye ve manevivesini başka şekilde tefsir ettiler. O kanun o kadar
elastiki idi ki, ne yapılsa haklıdır" diyerek mahkemelerin amacından
saptırıldığını ileri sürmüş ve hükmettiği bazı cezaların affını istemiştir.
Buna cevap veren Muhittin Baha Bey, İstiklal Mahkemelerini şöyle savunmuştur:
"...Dün
verdiğim kararlardan bugün muazzep değilim. Dünkü verilen kararın memleketin
menfaatine hadim olduğuna kaani olduğum gibi bugün dahi eminim ve iddia
ediyorum...Biz bu memlekete hıyanet edenleri astık. Biz bu memlekete karşı
gelenleri astık. Biz bu davanın aleyhinde bulunanları astık. Biz sizin
aleyhinizde bulunanları astık...Diyorum ki efendiler, biz bu memleketi
kurtarmak için adam astık..."[56]
2.4. Bursa'nın İşgal Sürecindeki Faaliyetleri
15 Mayıs 1919'da İzmir'in
işgaliyle başlayan Yunan istilası, zamanla tüm Ege bölgesine yayıldı. İngiliz
desteğinde ilerleyen düzenli Yunan birlikleri, 22 Haziran 1920 tarihinde altı
tümenlik bir kuvvetle bir kaç cepheden Anadolu'yu işgale başladı. 30 Haziran'da
Balıkesir, 2 Temmuz'da Mustafa Kemal Paşa ve Karacabey Yunan birlikleri
tarafından işgal edildi. Ardından, 6 Temmuz'da Gemlik ve Mudanya, 7 Temmuz'da
da Karacabey işgal edildi. Nihayet Yunanlılar, bir direnişle karşılaşmadan 8
Temmuz 1920'de Bursa'yı ele geçirdi. Bursa'yı müdafaa eden kuvvetlerden Yarbay
Nazmi Bey komutasındaki 56. Tümen tamamen dağıldı. 20. Kolordu Komutanı Yarbay
Bekir Sami Bey de İnegöl istikametinden Eskişehir'e çekildi.[57]
Bursa,
asırların getirdiği bir gelenekle Hilafet ve Saltanat'a güçlü hislerle
bağlıydı. Bundan dolayı, İstanbul Hükümetinin Kuvay-i Milliye hakkında yaptığı
olumsuz propagandalar Bursa'da derin tesirler bıraktı. Şehir, İstanbul'la milli
kuvvetler arasında tam bir bölünmüşlük içindeydi. Bu durum şehrin kolayca işgal
edilmesinin nedenlerinden birisi oldu.
Bursa'nın
işgali, tüm ülkede büyük bir üzüntü ve panik havası yarattı. Anadolu'nun
değişik yerlerinde işgali protesto eden gösteriler düzenlendi. İşgale duyulan
infial, TBMM'de bir duygu seline ve öfke patlamasına neden oldu. Meclisin 8 Temmuz
1921 tarihli oturumunda Genel Kurmay Başkanı İsmet Paşa, Yunanlıların
ilerleyişi ve cephelerin durumu hakkında genel bir bilgilendirme yaptı. Ardından
M. Kemal Paşa, "...efendiler, bazı yerler işgal edilmiştir ve bunun üç misli
daha işgal olunabilir. Fakat bu işgal hiç bir vakitte bizim imanımızı sarsmayacaktır"
diyerek milletvekillerine moral aşıladı.[58] 10
Temmuz 1920'de yapılan oturumda Trabzon milletvekili Hamdi Bey ve 30 arkadaşı,
Bursa'nın işgaline karşı duyulan üzüntünün bir simgesi olarak meclis kürsüsüne
siyah bir örtü asılmasını teklif etti. Teklif kabul edildi ve meclis kürsüsüne
işgalin sona ermesine kadar siyah bir örtü asıldı. Oturumda, gayet sert
tartışmalar yaşandı. Bazı milletvekilleri, Bursa'yı işgal eden Yunan ordusunda
Halife ordusundan da katılımların olduğunu ifade ederek, İstanbul'u ihanetle
suçladı. Burdur milletvekili İsmail Subhi Bey, verdiği takrirde Halife
ordusunun desteğinde Bursa'yı işgal eden Yunanlıların şehirde yaptıkları
"tahrip, tahrik ve Müslüman Türk kızlarının ırzlarını hetk ve
telvis"i, işledikleri mezalim ve fecayiin tüm yurt genelinde duyurulmasını
ve Türk insanında "milli heyecan ve intikam hislerinin
uyandırılmasını" istedi. Bursa milletvekillerinin bu oturumda söz almaması
dikkat çekti.[59]
TBMM'nin
12 Temmuz 1920 tarihi oturumunda Bursa'nın işgali tartışmaları aynı sertlikle
devam etti. Mecliste ortaya çıkan hava, işgalde sorumlu görülen yetkililerden
hesap sorulması idi. Oturumda söz alan Bursa kökenli Saruhan milletvekili
Mahmut Celal (Bayar) Bey, Bursalıları savunan ve sağduyu mesajları veren uzun
bir konuşma yaptı.[60]
Daha sonra Vekiller Heyeti kararıyla 20. Kolordu Komutanı Bekir Sami Bey'in
görevine son verildi. Bekir Sami Bey, önce Antalya ve Havalisi Komutanlığı'na
ardından da Kuzey Kafkasya Askeri Murahhaslığı görevine getirildi.[61]
Mustafa
Kemal Paşa, Bursa'nın işgalinin ardından Batı Cephesi'nde askeri tetkiklerde
bulunmak üzere bir grup milletvekiliyle birlikte Bilecik, Kütahya ve İnegöl
hattına gitti. Meclis tarafından seçilen bu milletvekillerinin arasında Bursa
milletvekili Muhittin Baha Bey de yer aldı. Milletvekilleri 10 günlük tetkik
ziyaretinden sonra TBMM'''de ayrıntılı olarak cephe izlenimlerini anlattı. Muhittin
Baha Bey, Batı cephesindeki son durum ve Bilecik'te sürgün bulunan Bursalı
hemşerilerine dair Meclise bilgi verdi. Bursalıların hazin öyküsüne dikkat
çeken Muhittin Baha Bey, Bursa'nın işgali sırasında sorumsuzlukla hatta
düşmanla işbirliği yapmakla suçlanan Bursa halkını savunmayı bir "vazife-i
milliye "addettiğini belirtti. Ardından, Bursalıların "vazife-i
vataniyesini ifa etmekten" çekinmediklerini, gerçek suçluların bu
memleketin münevverleri ve zenginleri olduğunu vurgulayarak konuşmasını
bitirdi.[62]
Bursa,
işgalin birinci yıl dönümünde TBMM'de cereyan müzakerelerde yeniden ele alındı.
Bursa'da işlenen Yunan mezalimi hakkında açılan müzakerede ilk sözü Bursa milletvekili
Muhittin Baha Bey aldı. Oldukça duygusal ve ağlamaklı bir ses tonuyla konuşan
Muhittin Baha Bey, Yunan işgalini betimlerken şunları söylüyordu.
"Efendiler,
bütün ömründe mağlubiyet ne olduğunu bilmeyen bir dakika için zillet-i
mağlubiyetin ne olduğunu tanımamış olan, bir dakika için mukaddesat ve
hukukundan en küçüğünü çiğnetmemiş olan Sultan Osman'ın türbesini biz efendiler
bir sene evvel düşman ayakları altında bıraktık. Efendiler, 365 gün evvel
Osmanlı tarihinin en yüksek servetlerini, en yüksek hatıratını, en büyük
adamlarını, Müslümanlığın bir çok evliyasının türbelerini Yunanlıların ayakları
altında görmek bedbahtlığına duçar olduk."[63]
Ardından,
Bursa'dan gelen son haberleri değerlendiren Muhittin Baha Bey, Yunanlıların her
an Bursa'yı yakılabileceği konusunda milletvekillerinin dikkatini çekti. Bu
haber Meclis'te gergin ve ümitsiz bir hava oluşturdu. Muhittin Baha Bey, gelen
haberlerinin doğruluğuna o kadar çok inanmıştı ki, Bursa'nın yakılmasını
peşinen kabul ediyor; fakat şehrin tarihine, padişah ve evliya türbelerine
dokunulmaması için adeta yalvarıyordu. Konuşmasında, Eskişehir'de sürgün
bulunan Bursalı hemşerilerine de değinen Muhittin Baha Bey, Nevres Ali Nuri
imzasıyla kendisine gönderilen ve TBMM'ye olan güveni konu edinen telgrafı
okudu. Ardından, Edirne milletvekili Şeref Bey, bir takrir vererek Yunanlıların
Bursa'yı yakacakları hususunda Hariciye Vekili'nin Meclise bilgi vermesini
istedi. Hariciye Vekili Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey'in Bursa'nın işgaline
değinmeden genel duruma dair verdiği bilgiler milletvekillerini tatmin etmedi.
Bunun üzerine Muhittin Baha Bey'in verdiği bir takrir üzerine Meclis'te genel
bir görüşme yapıldı.[64]
Türk
ordusu, 26 Ağustos 1922'de başlattığı Büyük Taarruz ve akabinde yaptığı 30
Ağustos 1922 tarihli Başkomutanlık Muharebesi sonunda Yunan kuvvetlerinin büyük
bir kısmını imha etti. M. Kemal Paşa'nın 1 Eylül'de verdiği "Ordular! İlk
hedefiniz Akdenizdir ileri!" emriyle birlikte Türk ordusu İzmir'e girdi. 11
Eylül'de de Bursa düşman işgalinden kurtuldu.[65]
Bursa'nın kurtuluşu yurt genelinde coşkulu bir sevinç yarattı. Milli Müdafaa
Vekili Kazım Bey, TBMM'de milletvekillerine Bursa'nın kurtulduğu müjdesini
verdi. Ardından, İzmir ve Bursa'nın kurtuluşundan dolayı M. Kemal Paşa'ya bir
takrirle Türk milletinin şükran ve teşekkürleri sunuldu.[66]
Bursa'nın
kurtuluşunun ilanıyla birlikte Bursa milletvekilleri Muhittin Baha, Dr. Emin ve
Şeyh Servet Beyler Bursa'ya geldiler. Milletvekilleri, TBMM'ye gönderdikleri
bir telgrafta Yunanlıların şehre
zarar vermeye fırsat bulamadan kaçtıklarını arz ederek, halkın TBMM'ye şükranlarını
ve milli hükümete saygılarını sundular.[67]
15 Eylül 1922 günü Bursa'da kurtuluş vesilesiyle büyük bir miting düzenlendi.
Bursa halkı, M. Kemal Paşa'ya bir şükran borcu olarak TBMM'nin Bursa'ya
teşrifini arzuladı. Bunun üzerine bahsi geçen Bursa milletvekilleri ile
Belediye Başkanı Muhtar Bey, TBMM'ye kendilerini Bursa'ya davet eden bir
telgraf gönderdi.[68]
TBMM, bu konuyu Meclisin 23 Eylül 1922'de yaptığı gizli oturumda geniş bir
şekilde ele aldı. Oturumda, 45 milletvekilin Meclisin Bursa'ya gitmesi yönünde
verdiği takriri değerlendirildi. Milletvekillerinin ikiye bölündüğü bu
görüşmelerde, Meclisin mesai yoğunluğu göz önüne alınarak takririn
ertelenmesine karar verildi.[69]
İlerleyen süreçte Meclisin Bursa'ya gitmesi mümkün olmadı.
2.5. Muallim ve Muallimeler Cemiyeti'ndeki Faaliyetleri
Ankara'da TBMM'nin açılmasıyla
birlikte Anadolu'da bir demokratikleşme dönemi de başladı. Bundan yararlanan
değişik dernek ve sendikalar, hem mesleki çıkarlarını savunmak hem de Milli
Mücadele'ye katkı vermek için bir örgütlenmeye girdi. Bunlardan biri de 1920
Temmuz'unda Ankara'da kurulan Muallim ve Muallimeler Cemiyet'iydi.
Genel katipliğini Kazim Nami'nin
(Duru) yaptığı cemiyet, kuruluşu dolayısıyla TBMM'ye gönderdiği bir davetiyede
meclis üyelerini Hacı Bayram Veli'de okutacağı bir mevlid-i Şerife davet
ediyordu. [70]
Davetiye, Mecliste gayet olumlu tesirler bıraktı ve derneğin desteklenmesi
yönünde bir hava oluşturdu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Rıza Nur,
Anadolu'da Milli Eğitim müdürlüklerine gönderdiği bir genelgede cemiyetin diğer
il ve bölgelerde de kurulmasını istedi. Bunun üzerine Anadolu'nun bir çok
yerinde cemiyetin şubeleri açıldı.[71]
Cemiyet, Kazım Nami'nin liderliğinde
7 Mayıs 1921'de Türkiye Muallim ve Muallimeler Cemiyeti Birlik adını aldı. Birlik'in
kurucularından biri de öğretmen kökenli milletvekili Muhittin Baha Bey'di. Birlik'in
bir yıl sonra yapılan seçiminde Muhittin Baha Bey, Birlik'in muvakkat idare
heyeti başkanlığına seçildi. Heyette, İzmir milletvekili Mahmut Esat (Bozkurt)
ve Kütahya milletvekili Cevdet Beyler de bulunmaktaydı.[72]
Muvakkat İdare Heyeti, 26 Haziran 1922 tarihinde Hakimiyet-i Milliye gazetesinde Birlik'in dünya görüşü, hedefleri
ve faaliyet usullerine dair bir bildiri yayımladı. "Kardaşlar"
hitabıyla başlayan bildiride Anadolu'nun Mondros Mütarekesi sonrasında maruz
kaldığı yıkıcı işgallere dikkat çekiliyor; Türk milletinin, bağımsızlık ve
özgürlüğü için her türlü mücadeleyi göze alacağı vurgulanıyordu. Bu mücadelede,
öğretmenlere başat görev biçen Birlik; tarihte Almanya, Rusya ve Bulgaristan
gibi ülkelerdeki başarılı devrimci hareketlerin arkasında fikir ordusunu
oluşturan öğretmenlerin olduğunu vurguluyordu. Birlik, öğretmenleri bir
"devrim savaşı" olarak gördüğü Milli Mücadeleye katılmaya
çağırıyordu. Ayrıca, Mustafa Kemal Paşa'nın 1922 yılında TBMM'nin yıldönümünde
söylediği "Türkiye'nin efendisi ve sahibi köylüdür" sözünü
"memleketin devrim saatini çaldı" yargısıyla tevil eden bildiri,
Türkiye Devrimi'nin öğretmenlerle kazanılacağını vurguluyordu.[73]
Birlik'in devrim vurgulu
bildirisinin üstelik Anadolu Hareketi'nin propaganda gazetesi olan Hakimiyet-i Milliye'de yayımlanması, TBMM'de
sert tartışmalara neden oldu. Karahisarı Sahip (Afyon Karahisar) mebusu İsmail
Şükrü Efendi, TBMM'ye sunduğu önergede, bildiri içeriğinin bilimsel olmaktan
ziyade "siyasi" olduğunu vurgulayarak İslamiyet'ten hiç bahsetmeyen
bildirinin Almanya ve Rusya örneklerinde verilen Bolşevik vurguların yanlış
anlaşılmalara neden olduğunu ileri sürdü. İsmail Şükrü Efendi; Dahiliye, Maarif
ve Şer'iye (Adalet) vekaletlerine cevaplamaları istemiyle üç de soru yöneltti.
Bunlar; Birlik'in Dernekler Kanunu'na göre kurulup kurulmadığı; hükümetin,
Bolşevik bir devrime taraftar olup olmadığı ve hükümetin, gerek TBMM'ye karşı
oluşabilecek güvensizlik, gerek eğitimin gidişatını etkilemesi bakımından ve
gerekse de İslam esasları noktasında bildiriye karşı takip ettiği politikanın
ne olduğu idi.[74]
Önergeye cevap veren Dahiliye Vekili
Mehmet Ata Bey, Birlik'in Dernekler Kanunu'na uygun olarak kurulduğunu, siyasi
bir içerik taşımadığını ve yayımladığı bildirinin halk arasında bir yanlış
anlama meydana getirmediğini belirtti. Fakat, Mehmet Ata Bey, derneğin yönetim
kurulunda bulunan tek kadın üye olan Leman Hanım'ı kast ederek erkek ve kadın
öğretmenlerin bir arada çalışmasının gerek Maarif ve gerekse Ankara Valiliği
tarafından uygun görülmediğini ilave etti.[75]
SONUÇ
Muhittin
Baha Pars, Milli Mücadele döneminde Bursa'nın siyasal ve sosyal yaşamında doğrudan
etkili olmuş bir aydındır. Bursa'da kurulan Redd-i İlhak ve Müdafaa-i Hukuk
Cemiyetlerinin kuruluşunda görev almış, bu örgütlerin bağımsızlık yanlısı
faaliyetlerinde önemli roller üstlenmiştir Muhittin Baha Beyin yayımladığı Millet Yolu ve Bursa Mecmuası, halkın işgallere karşı bilinçlenmesinde ve Anadolu
hareketine katılmasında büyük katkı sağlamıştır. Muhittin Baha Bey,
milletvekilliği döneminde Bursa halkının Ankara'daki gözü kulağı olmuştur.
Bursa'nın işgali sırasında ihmalkarlıkla suçlanan Bursa halkına en büyük destek
Muhittin Baha Pars'tan gelmiştir.
Muhittin
Baha Pars, Milli Mücadele döneminde Bursa milletvekili olarak Birinci TBMM'ye
girmiş ve Meclis'in önemli komisyonlarında görev almıştır. Meclis'te kurulan
Anadolu ve Rumeli Müdafaa Hukuk Grubu'nun önde gelen üyelerinden olan Muhittin
Baha Bey, grubun aldığı kritik kararlarda söz sahibi olmuştur. Muhittin Baha
Bey, savaş yıllarında M. Kemal Paşa'nın yanında yer almış ve kararlarına
şartsız destek vermiştir. M. Kemal Paşa'ya üç ay boyunca Meclisin yetkilerini
veren kanun önergesinde onun da imzası vardır. Aynı zamanda hukukçu bir kimliği
olan Muhittin Baha Bey, Mecliste tartışılan pek çok kanunun şekillenmesinde
uzman görüşleriyle katkılar sağlamıştır. Bunun en tipik örneklerinden biri de
İstiklal Mahkemeleri Kanunu'dur. Mecliste şiddetli tartışmalara neden olan
İstiklal Mahkemeleri Kanunu'nun formatında ve İstiklal Mahkemeleri'nin
kuruluşunda Muhittin Baha Beyin önemli hizmetleri olmuştur. Eskişehir ve Konya
İstiklal Mahkemelerinde fiilen görev yapan Muhittin Baha Bey, muhaliflere karşı
daima İstiklal Mahkemeleri'nin arkasında durmuştur.
Muhittin
Baha Pars, İslamcı/Bolşevik nosyonu bariz olan Yeşil Ordu ile Bolşevizmi
bayraklaştıran resmi TKP'nin kurucu kadrosundandı. Ayrıca, Rus Devrimi'ni örnek
alan Türkiye Muallim ve Muallimeler Cemiyeti Birlik'in başkanlığını
üstlenmişti. M. Kemal Paşa'nın Sovyetlerden beklediği yardımları almak için
özel olarak kurdurduğu bu örgütler, Mecliste şiddetli komünizm tartışmalarına
neden olmuştur. Muhittin Baha Bey, Mecliste cereyan eden tartışmalarda
Komünizmin ateşli savunucularından olmuş ve sıkça muhalif milletvekilleriyle
karşı karşıya gelmiştir. Muhittin Baha Beyin Komünizm hakkında ortaya koyduğu
samimi ve sitayişkar görüşler, onun dönemin koşullarına özgü bir tür solcu
kimliğinde olduğunu göstermektedir.
KAYNAKÇA
ARŞİV
BELGELERİ
Başbakanlık
Osmanlı Arşivleri (BOA), Dahiliye
Nezareti Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti Evrak Odası (DH.EUM.VRK), 25/49.
RESMİ
YAYINLAR
TBMM
Albümü 1920-2010,
(Editör: Sema Yıldırım, Behçet Kemal Zeynel), 1.Cilt, TBMM Basın ve Halkla
İlişkiler Yayınları, Ankara 2010.
Türkiye
Büyük Millet Meclisi (TBMM) Zabıt Ceridesi (ZC).
Türkiye
Büyük Millet Meclisi (TBMM) Gizli Celse Zabıtları (GCZ).
KİTAPLAR
Akkılıç, Yılmaz; Kurtuluş Savaşı'nda Bursa, Birinci Kitap, Mondros'tan İşgale,
Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi Yayınları, Bursa 2008.
Aybars, Ergün; İstiklal Mahkemeleri (1920-1927), Cilt
I-II, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir 1988.
Demirel, Ahmet; Birinci Mecliste Muhalefet, İletişim
Yayınları, 2. baskı, İstanbul 1995.
Eğilmez,
Mümtaz Şükrü; Milli Mücadele'de Bursa,
İstanbul Tarih Yayınları, İstanbul 1980, s.189.
Göldaş, İsmail; Milli Kurtuluş Savaşında Öğretmenler, Öğretmen Dünyası Yayınları, İstanbul 1981.
Karaer, İbrahim; Türk Ocakları, Türk Yurdu Neşriyatı,
Ankara 1992.
Öztürk, Yücel; Bursa Basın Tarihi, Ekin Yayınevi,
Bursa 2012.
Sakallı, Bayram; Milli Mücadele'nin Sosyal Tarihi, İz
Yayıncılık, İstanbul 1997.
Tansel, Selahattin; Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, Cilt 3,
Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991.
Tevetoğlu, Fethi; Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar,
Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1998.
Tunçay, Mete; Türkiye'de Sol Akımlar (1908-1925), 3.
Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara 1978.
Yüceer, Saime; Bursa'nın İşgal ve Kurtuluş Süreci,
Uludağ Üniversitesi Basımevi, Bursa 2001.
MAKALELER
Akkılıç, Yılmaz; Yakın Geçmişten Üç Kardeşin Portresi Mehmet
Baha, Hakkı Baha, Muhittin Baha, Bursa
Defteri, Sayı 2, Haziran 1999.
"Nurettin Paşa Muhittin
Baha'ya karşı kazalarda ekseriyet aldı", Cumhuriyet, 3 Şubat 1925.
GAZETELER
Bursa
Mecmuası
Cumhuriyet
Hakimiyet-i
Milliye.
Millet
Yolu
İNTERNET
KAYNAKLARI
http://www.bursabarosu.org.tr/sayfalar.php?sayfa=12
* Yrd. Doç Dr. Düzce Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü.
[1]
Yılmaz Akkılıç, Yakın Geçmişten Üç
Kardeşin Portresi Mehmet Baha, Hakkı Baha, Muhittin Baha, Bursa Defteri,
Sayı 2, Haziran 1999, s.26-33.
[3]
Başbakanlık Osmanlı Arşivleri (BOA), Dahiliye Nezareti Emniyet-i Umumiye
Müdüriyeti Evrak Odası (DH.EUM.VRK), 25/49.
[4]
İsmail Göldaş, Milli Kurtuluş Savaşında
Öğretmenler, Öğretmen Dünyası Yayınları, İstanbul 1981, s.44-45.
[5]
İbrahim Karaer, Türk Ocakları, Türk
Yurdu Neşriyatı, Ankara 1992, s.184-185.
[6]
TBMM Albümü 1920-2010, (Editör: Sema
Yıldırım, Behçet Kemal Zeynel), 1.Cilt, TBMM Basın ve Halkla İlişkiler
Yayınları, Ankara 2010, s.458.
[7]
Bursa Mecmuası, 26 Muharrem 1337/ 1
Kasım 1918, Sayı 21.
[8]
Akkılıç, a.g.m., s.31.
[9]
Bayram Sakallı, Milli Mücadele'nin
Sosyal Tarihi, İz Yayıncılık, İstanbul 1997, s.140-147.
[10]
Cemiyetin diğer kurucuları şunlardır: Erzurumlu Salih Hoca, İdare Meclisi
Başkatibi Hami, Hasan Sami, Yenişehirli Hafız Abdullah, Paşa Çiftliği Sahibi
Ali, Ali Ruhi, Memduh, İstinaf Mahkemesi Başkanı Hasan (Süleyman Vehbi), Müftü
Hafız Ahmet, Gürcü Murtaza, Murat, Müderris Kara Yusuf, Nasuh Zade Saim,
Urgancı Abdullah, Fesçi Hafız Halit, Su Müdürü Salih, Öğretmen Okulu Müdürü
Hamid, Şer'iye Mahkemesi Başkatibi Nurettin, Dr. Mehmet Ali, Eczacı Şükrü,
Defterdarlıktan emekli Raif, oğlu Celal, Dr. Şefik Hidayet, Emekli Kurmay
Binbaşı Nevres, Öğretmen Hüsnü Uluğ, Değirmenci Ömer Ağa, Cemil, Jandarma Alay
Komutanı Albay İsmail Hakkı, Dişçi Anber, Operatör Emin, lise öğretmenlerinden
Ali Rıza, Tabak Tevfik Ağa, Soğanlı Çiftliği Sahibi Ethem, Hacı İvas Çiftliği
Sahibi Mustafa, Tabak Eşref, Tüccar Hüseyin Avni ve Binbaşı Mehmet Ali Beyler.
Bkz. Mümtaz Şükrü Eğilmez, Milli
Mücadele'de Bursa, İstanbul Tarih Yayınları, İstanbul 1980, s.189.
[11]
Yılmaz Akkılıç, Kurtuluş Savaşı'nda
Bursa, Birinci Kitap, Mondros'tan
İşgale, Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi Yayınları, Bursa 2008, s.70-72.
[12]
Akkılıç, a.g.e., s.56.
[13]
Eğilmez, a.g.e., s.189-190.
[14]
Cemiyet, şu kişilerden oluşmaktaydı: Başkan Erzurumlu Salih Hoca, Muhittin
Baha, Nasuh Zade Sadık, Urgancı Abdullah, Bursa Kadısı Tahir, Avukat Osman Nuri,
Emekli Yüzbaşı Hacı Ahmet, Binbaşı Abdullah, Müderris Kara Yusuf, Ahmet Muhtar,
Mümtaz Şükrü ve Gemlikli Necati beyler. Bkz. Eğilmez, a.g.e., s.189.
[15]
Saime Yüceer, Bursa'nın İşgal ve
Kurtuluş Süreci, Uludağ Üniversitesi Basımevi, Bursa 2001, s.48-51.
[16]
Yücel Öztürk, Bursa Basın Tarihi,
Ekin Yayınevi, Bursa 2012, s.164.
[17]
Millet Yolu, 7 Şaban 1338/26 Nisan
1920.
[18]
Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar
(1908-1925), 3. Basım, Bilgi Yayınevi, Ankara 1978, s.192.
[19]
TBMM Albümü, s.18-19.
[20]
"Sevgili Hemşehrilerime", Millet
Yolu, 18 Recep 1338/7 Nisan 1920.
[21]
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Zabıt Ceridesi (ZC), Devre 1, Cilt 1,
Oturum 1, 23 Nisan 1336 (1920), s.2.
[22]
TBMM Albümü, s.19.
[23]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 1, Oturum 15,
13 Mayıs 1336 (1920), s.280.
[24]
Ahmet Demirel, Birinci Mecliste
Muhalefet, İletişim Yayınları, 2. baskı, İstanbul 1995, s.220
[25]
TBMM Gizli Celse Zabıtları (GCZ),
Cilt 2, 5 Ağustos 1337 (1921), s.164-185.
[26]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 9, Oturum 6,
12 Mart 1337 (1921), s.85.
[27]
"Nurettin Paşa Muhittin Baha'ya karşı kazalarda ekseriyet aldı", Cumhuriyet, 3 Şubat 1925.
[28]
Fethi Tevetoğlu, Milli Mücadele
Yıllarındaki Kuruluşlar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1998, s.198.
[29]
Yeşil Ordu Cemiyeti'nin Genel Merkez Kurulu'nda yer alan milletvekilleri
şunlardı: Şeyh Servet (Akdağ), Dr. Adnan
(Adıvar), Hakkı Behiç (Bayiç), Eyüp Sabri (Akgöl), Yunus Nadi (Abalıoğlu),
Hüsrev Sami (Kızıldoğan), İbrahim Süreyya (Yiğit), Reşit, Sırrı (Bellioğlu),
Mustafa (Cantekin), Hamdi Namık (Gör), Muhittin Baha (Pars), Nazım (Öztelli).
Bkz: Tunçay, a.g.e., s.136-137;
Tevetoğlu, a.g.e., s.220.
[30]
Tunçay, a.g.e., s.144-145.
[31]
Yeşil Ordu'nun yayımladığı beyanname, talimatname ve nizamname için bkz.
Tevetoğlu, a.g.e., s.225-230.
[32]
Akkılıç, a.g.e., s.182-183.
[33]
Akkılıç, a.g.e., s.181.
[34]
Eğilmez, a.g.e., s.202.
[35]
Tunçay, a.g.e., s.163.
[36]
Tunçay, a.g.e., s.167-168.
[37]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 6, Oturum
101, 22 Kasım 1336 (1920), s.16.
[38] TBMM ZC.
Devre 1, Cilt 7, Oturum 28, 3 Ocak 1337 (1921), s.161.
[39]
TBMM ZC. Devre 1, Cilt 4, Oturum 63,
11 Eylül 1336 (1920), s.84-89.
[40]
TBMM ZC. Devre 1, Cilt 4, Oturum 67,
18 Eylül 1336 (1920), s.198.
[41]
TBMM ZC. Devre 1, Cilt 4, Oturum 69,
21 Eylül 1336 (1920), s.238.
[42]
Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri
(1920-1927), Cilt I-II, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayınları, İzmir 1988,
s.78.
[43]
TBMM ZC. Devre 1, Cilt 8, Oturum
152, 12 Şubat 1337 (1921), s.269-271.
[44]
Aybars, a.g.e., s.97-98.
[45]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 11, Oturum
54, 23 Temmuz 1337 (1921), s.348-353.
[46]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 11, Oturum
55, 24 Temmuz 1337 (1921), s.357-358.
[47]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 11, Oturum
56, 28 Temmuz 1337 (1921), s.363-364.
[48]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 11, Oturum
57, 24 Temmuz 1337 (1921), s.366-367.
[49]
Aybars, a.g.e., s.102.
[50]
Aybars, a.g.e., s.108.
[51]
Aybars, a.g.e., s.113.
[52]
3 No'lu Konya İstiklal Mahkemesi'nin
özetlenmiş faaliyet listesi için bkz: Aybars, a.g.e., s.118.
[53]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 22, Oturum
82, 29 Temmuz 1336 (1922), s.58.
[54]
Aybars, a.g.e., s.130.
[55]
TBMM ZC, Devre 2, Cilt 18, Oturum
109, 22 Nisan 1341 (1925), s.393-394.
[56]
TBMM ZC. Devre 1, Cilt 26, Oturum
170, 8 Ocak 1339 (1923), s.220-235.
[57]
Selahattin Tansel, Mondros'tan
Mudanya'ya Kadar, Cilt 3, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991,
s.157-166.
[58]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 2, Oturum 30,
8 Temmuz 1336 (1920), s.226.
[59]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 2, Oturum 31,
10 Temmuz 1336 (1920), s.236-249.
[60]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 2, Oturum 32,
12 Temmuz 1336 (1920), s.279-286.
[61]
Yüceer, a.g.e., s.88-90.
[62]
TBMM ZC. Devre 1, Cilt 3, Oturum 45,
9 Ağustos 1336 (1920), s.158-159.
[63]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 11, Oturum
48, 9 Temmuz 1337 (1921), s.187-189.
[64]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 11, Oturum
48, 9 Temmuz 1337 (1921), s.187-217.
[65]
Yüceer, a.g.e., s.123.
[66]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 23, Oturum
100, 11 Eylül 1338 (1922), s.619-620.
[67]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 2, Oturum 32,
12 Temmuz 1336 (1920), s.279-286.
[68]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 2, Oturum
105, 20 Eylül 1338 (1922), s.107.
[69]
TBMM GCZ, Devre 1, Cilt 3, 23 Eylül
1333 (1922), s.806-811
[70]
TBMM ZC, Devre 1, Cilt 2, Oturum 38,
21 Temmuz 1336 (1920), s.372-373.
[71]
Tunçay, a.g.e., s.241.
[72]
Göldaş, a.g.e., s.44-45.
[73]
Hakimiyet-i Milliye, 26 Haziran 1922.
[74]
TBMM. ZC, Devre 1, Cilt 22, Oturum
84, 14 Ağustos 1338 (1922), s.162-163.
[75] TBBM. ZC,
Devre 1, Cilt 22, Oturum 84, 14 Ağustos 1338 (1922), s.163.
Türkiye
Siyonizmle Mücadele Derneği ve Faaliyetleri |
|||
Celil BOZKURT[1] |
|||
Geliş
Tarihi |
10.01.2016 |
Kabul
Tarihi |
07.04.2016 |
Öz
Filistin'de
bağımsız bir Yahudi devleti kurmak hedefiyle dünya siyasetine giren Siyonizm,
Osmanlı Devleti'nden bu yana daima Türk kamuoyunun gündeminde olmuştur. 1948
yılında kurulan İsrail'in "Büyük İsrail" ve "Arz-ı mevud"a
yönelik olarak takip ettiği emperyalist politika Siyonizm'in bir tehdit unsuru
olarak varlığını koruduğunu göstermiştir. Türk kamuoyu, 1948'de başlayan
Arap-İsrail Savaşları'yla birlikte Arap yanlısı fakat İsrail ve Siyonizm
karşıtı bir tavır içinde olmuştur. İsrail'in 1967 Savaşı’ndan büyük toprak
işgaliyle çıkması kamuoyunun özellikle milliyetçi muhafazakâr kesiminde infial
yaratmıştır. 1968'de İzmir'de kurulan Türkiye Siyonizm'le Mücadele Derneği,
Siyonizm'le mücadeleyi resmi bir boyuta getirmiş ve kamuoyunu Siyonizm'e karşı
her yönüyle uyarma görevi edinmiştir. Siyonizm karşıtlığı kolaylıkla Yahudi
aleyhtarlığına kayan dernek, Yahudiler arasında tepkiyle karşılanmıştır.
Derneğin iki şubeyle sınırlı kalması ve maddi bir destekten yoksun olması
marjinal düzeyde kalmasına neden olmuştur. Fakat dernek, sonradan Arap aleminde
kurulacak Siyonizm'le Mücadele derneklerine öncülük etmesi bakımından önemli
bir konuma sahip olmuştur.
Anahtar Kelimeler: Siyonizm, Yahudi aleyhtarlığı, İsrail, Fedai, Kemal
Fedai Coşkuner.
Turkey Association of
Struggle Against Zionism and It’s Activities |
|||
Celil BOZKURT |
|||
Received Date |
10.01.2016 |
Accepted Date |
07.04.2016 |
Abstract
Zionism which entered world politics with the aim
to establish an independent Jewish state in Palestine, has always been on the agenda
of the Turkish public opinion since the Ottoman Empire. The imperialist policy
of Israeli which founded in 1948, towards "Greater Israel" and
"arz-i mev’ud" showed that Zionism is still a threat. By the
beginning of Arab-Israel wars in 1948 Turkish public opinion become pro- Arab
and against Israel and Zionism. The largest land invasion of Israel from the
1967 war, has aroused indignation especially in conservative nationalist part
of public. The Turkey Association against Zionism, which was established in
1968 in Izmir, has brought a formal dimension to the struggle to Zionism and
has adopted the task of warning the public against every aspect of Zionism. The
attitude of Association slide easly from opposition to Zionism to anti-Semitism
and Jews reacted the Association. Staying within the two branches of the
Association and the lack of financial support caused to remain marginal. But
the Association has an important position because of leading role on the
establishment of associations against Zionism in the Arab World.
Keywords: Zionism, Antisemitism,
Israel, Fedai, Kemal Fedai Coşkuner.
Giriş
Tarihi
eski çağlara kadar uzanan Yahudi aleyhtarlığı, 19. yüzyılın son çeyreğinde
kurumsallaşmış ve siyasi çevrelerde savunulmaya başlamıştır. Özellikle, Doğu
Avrupa'da Yahudilere karşı yürütülen baskı ve yıldırmalar, binlerce Yahudi'nin
yaşadıkları ülkelerden göç etmesine neden olmuştur. Yahudi liderlere göre
Yahudi Sorunu, Yahudi aleyhtarlığının bir sonucuydu ve Yahudiler, kendilerine
ait bir ülkeye göçmeden bu soruna çözüm bulunamazdı. Macaristanlı bir Yahudi
olan Thedor Herzl, 1895'te yayımladığı Yahudi
Devleti (Der Judenstaat) adlı yapıtında Yahudi Sorunu'nu "uluslararası
bir sorun" olarak tanımlamış ve sorunu büyük devletlerin gündemine
taşımaya karar vermiştir. Herzl'in liderliğinde 27 Ağustos 1897'de İsviçre'nin
Basel kentinde toplanan Birinci Siyonist Kongre'de, "Filistin'de egemen
bir Yahudi Devleti" kurulmasına ve bu bağlamda ilgili hükümetlerle diyaloga
geçilmesine karar verilmiştir (Öke, 2002:19-38).
Birinci
Siyonist Kongre toplandığı sırada Filistin, Osmanlı Devleti'ne bağlı bir toprak
parçasıydı. Herzl, bu nedenle 1896 ile 1902 yılları arasında 5 defa İstanbul'a
gelmiş, ziyaretleri sırasında hem Yıldız Sarayı'nda hem de Babıali'de Osmanlı
devlet adamları tarafından kabul edilmiştir. Herzl, Sultan II. Abdülhamit'e
oldukça parlak teklifler sunmasına karşın kendisinden Filistin'le ilgili bir
taviz koparamamıştır (Öke, 2002:41).
Bir ideoloji ve
eylem planı olarak 19. Yüzyılın sonlarında dünya siyasetine giren Siyonizm,
Osmanlı Devleti'nden bu yana daima Türk kamuoyunun gündeminde olmuştur. Osmanlı
Devleti'ne bağlı Filistin topraklarında bağımsız bir Yahudi devleti kurmayı
hedefleyen Siyonizm, Osmanlı devlet adamları tarafından imparatorluğun
bütünlüğünü tehdit eden bir unsur olarak algılanmış ve buna karşı kararlı
önlemler alınmıştır (Öke, 2002:67-80). Fakat, I. Dünya Savaşı'ndan sonra
Osmanlı Devleti'nin tasfiye edilmesiyle birlikte Filistin, Milletler
Cemiyeti'nin gözetiminde İngiltere Mandasına bırakılmıştır. Genç Türkiye
Cumhuriyeti, I. Dünya Savaşı'nda Türklerin maruz kaldığı Arap ayaklanması ve dış
politikanın getirdiği bazı etkenlerle manda yıllarında Filistin Sorunu'na karşı
mesafeli bir politika takip etmiştir. Bu dönemde hükümetin etkisinde kalan Türk
kamuoyu da Filistin'le ilgilenmekle birlikte genelde tarafsız bir bakışa sahip
olmuştur (Bozkurt, 2008:155-183).
Filistin'de süre
gelen Arap-Yahudi sorununu tek başına çözemeyen mandater devlet İngiltere,
sorunu 1947 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'na taşımıştır. Ayrıca,
Filistin'de gelecekte kurulacak yönetimin esaslarını belirlemek üzere bir
Filistin Özel Komitesi'nin kurulmasını istemiştir. Türkiye, komitenin kuruluş
oylamasında Arapların talepleri doğrultusunda Filistin'in bağımsızlığını
savunmuş ve komiteye karşı çıkmıştır. Türkiye, böylelikle Filistin sorunu
hakkında uluslararası bir platformda ilk kez görüş belirtmiştir. Aynı şekilde,
1947'de BM Genel Kurulunda oylanan Filistin'in Arap ve Yahudiler arasında
taksim edilmesi kararına da aleyhte oy kullanmıştır (Yarar, 2006: 199-203).
İngiltere'nin
Filistin Mandası'nı bıraktığı 14 Mayıs 1948 tarihinde Yahudi Milli Konseyi,
Telaviv'de bağımsız İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan etti. İsrail'in
kurulmasından hemen sonra Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak kuvvetlerinin
Filistin'e girmesiyle birlikte Arap-İsrail savaşları da başlamış oldu. Türkiye,
savaş esnasında tarafsızlığını korudu, ABD ve Fransa ile birlikte Filistin
Uzlaştırma Komisyonu'nda yer aldı. İsrail'in kuruluş sürecinde güvenlik ve
toprak bütünlüğü kaygısıyla politika üreten Türkiye, 1949'da İsrail'i bir
realite olarak tanıdı ve onunla diplomatik ilişki kurdu (Yarar, 2006:242).
Siyonizm, 1948'de
İsrail'in kurulmasıyla birlikte görünürde hedefine ulaşmıştı. Ancak, Siyonist
liderlerin "vaat edilmiş topraklar" ve "Nil'den Fırat'a büyük
İsrail" gibi Tevrati referanslara dayandırdıkları ruhani söylemler,
Siyonizm'in bir tehdit unsuru olarak hala varlığını sürdürdüğünü ortaya koydu.
Bu tehdit çemberinde kalan, Filistin'le tarihi ve kültürel bağları bulunan
Türkiye, Siyonizm tehdidinin en çok işlendiği ülkelerden biri oldu. 1948 Arap-İsrail
Savaşı'ndan itibaren, devletin reel politikasının aksine, duygusal ve Arap
yanlısı bir tavır sergileyen Türk kamuoyu, Siyonizm ve İsrail tehdidini yoğun
olarak işlemeye başladı. 1967 Savaşı'nda Arap ülkelerini hezimete uğratan
İsrail'in, savaştan büyük toprak
işgaliyle çıkması Türk kamuoyundaki anti Siyonist bakışı zirveye çıkardı.
Doğuşundan beri Türk kamuoyunda zaten ağırlıklı olarak yer tutan Siyonizm
tartışmaları, artık daha ateşli ve daha yoğun boyutlarda gündemi işgal etmeye
başladı. Bu dönemde İzmir'de kurulan Türkiye Siyonizm'le Mücadele Derneği
(TSMD), gayri resmi düzlemde işlenen Siyonizm'le mücadeleyi dernek statüsüne
taşıyarak konuyu farklı bir mecraya soktu. Daha önce araştırmacı yazar Rıfat N.
Bali tarafından çalışılan TSMD (Bali, 1996:32-36). arşivinde ulaştığımız yeni
dokümanlar nedeniyle bu makalede tekrar değerlendirilmeye alınmıştır.
Derneğin Kuruluşu
TSMD, başlangıçta
"Türkiye Siyonizm ve Masonlukla Mücadele Derneği" adıyla İzmir'de
yedi iş adamı tarafından kurulmuştur (Masonluğa Karşı Dernek Kuruldu, 1968).
Emniyet Genel Müdürlüğü, dernek isminde yer alan "Masonluk" veya
"Siyonizm" ibarelerinden yalnızca birinin kullanılmasına dair derneğe
uyarıda bulunmuştur. Bunun üzerine dernek, Türkiye Siyonizm'le Mücadele Derneği
adıyla son şeklini almıştır. Derneğin tüzüğünde geçen 26 Haziran 1968 tarihli
düzeltme notundan derneğin en geç 1968 Haziranında kurulduğu anlaşılmaktadır.
Dernek, Nazilerin gamalı hacını andıran birleşik dört hilalli bir ambleme
sahiptir. Tüzüğüne göre derneğin kurucu üyeleri aşağıdaki isimlerden
oluşmaktadır:
1. Ahmet Aksöyek
(Bayi)
2. Ali Okyar
(Cilacı)
3. Hüsnü İçigen
(Kutucu)
4. Hasan Kademli
(Marangoz)
5. Tevfik Güner
(Fırıncı)
6. Ali Vurmaz (Baş
Puantör)
7. Mustafa Sencer
(Esnaf) (Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği Tüzüğü, t.y, Madde 65).
TSMD, 8 bölüm ve
65 maddeden oluşan bir tüzüğe sahipti. Tüzük, 1963 yılında İzmir'de kurulan
Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği'nin (TKMD) tüzüğüyle aynı içeriğe sahiptir
(Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği Tüzüğü, t.y). Bu durum, dernek
yöneticilerinin aynı zamanda anti komünist bir bakışa sahip olduklarını ve anti
komünist çevrelerle işbirliği halinde olduklarını göstermektedir. TKMD'nin
milliyetçi söyleminde belirgin yer işgal eden anti Siyonist ve anti İsrail olgusu
göz önüne alındığında bu işbirliğinin kolaylıkla kurulabileceği anlaşılabilir.
TSMD, kuruluş
amacını "...başta Siyonizm olmak üzere yıkıcı, yıpratıcı fikir ve
cereyanlarla mücadele etmek, Milli Kültürümüzü, milli ve manevi değerlerimizi
korumak" olarak belirlemiştir. Bu amaca ulaşabilmek için aşağıdaki gibi
bir yol haritası oluşturmuştur:
“1. Tarih, vatan,
din, kültür ve kader birliği şuurunu kökleştirmek.
2. Demokratik
nizam ve insan hakları fikrini kıymetlendirmek.
3. İçtimai tesanüt
fikrini yaymakla beraber içtimai yardım ve hizmetleri maddeten ve manen icra
etmek.
4. Türk vatanı ve
milliyeti için her türlü fedakârlıktan çekinmeyen ve bencillikten uzak mefkûrecilerin
çoğalmasına çalışmak.
5. Ahlak, adet ve
an'anelere uygun yaşamayı ve milli mukaddesata hürmeti telkin etmek.
6. Türk hars ve
mukaddesatına aykırı cereyanlara ve Siyonizm ve onun kolu Masonluk afeti ile
mücadele etmek” (TSMD Tüzüğü, Madde 1 ve 2).
TSMD'nin 16 Şubat
1969'da yapılan kurultayında Kemal Fedai Coşkuner derneğin genel başkanlığına
getirilmiştir. Niyazi Bakkal genel başkan yardımcılığına, Hüseyin Avni
Güngörmez genel sekreterliğe, Kadir Zeytin muhasipliğe ve Hüsnü Bozdağan da
üyeliğe seçilmiştir (Dergimiz Başmuharriri Kemal Fedai Coşkuner, 1969)
Coşkuner, başkanlık münasebetiyle yaptığı konuşmada Siyonizm'le mücadelenin
önemini şu ifadelerle vurgulamıştır:
"Siyonizm'le
mücadele Türkiye'nin en büyük davasıdır. Tehlikeleriyle düşünülürse, böyle bir
cemiyette vazife alabilecek kimselerin ancak idealist kimseler olabileceği
tabiidir. Bir dev cesametinde olan düşmanımızın madde üstünlüğü yanında bizim
varlığımız bir karınca mesabesindedir. Ancak şu var ki; küfre karşı yegâne
dayanağımız olan iman kuvvetiyle hayatımız bahasına da olsa mücadeleye devam
edeceğiz" (Türkiye Siyonizmle Mücadele Cemiyeti, 1969).
Coşkuner, TSMD
başkanlığını Fedai dergisinin yayım çalışmalarını gerekçe göstererek 1969
Eylülünde bırakmıştır (Başkanlıktan çekildim, 1969). Daha sonra
yeniden başkanlığa gelen Coşkuner, bu görevini derneğin feshedildiği 1974
yılına kadar sürdürmüştür.
Kemal Fedai
Coşkuner, İzmir'de görev yapan bir ilkokul öğretmeniydi ve milliyetçi
fikirleriyle temayüz etmiş bir aksiyonerdi. 1963'ten itibaren yayımladığı Fedai dergisi, milliyetçi camianın
önemli yayın organlarından biriydi. Dergi, milliyetçi çizgisine paralel olarak
Yahudi ve Mason aleyhtarı fikirleriyle temayüz etmişti. Fedai, TSMD'nin kurulmasıyla birlikte derneğin sözcülüğünü yapmaya
başladı (Bozkurt, 2013:151-190).
Coşkuner'in
başkanlığı döneminde TSMD'nin tüzüğü bir kez daha tartışma konusu olmuştur. Dâhiliye
Vekâleti, bir camiayı hedef aldığı gerekçesiyle tüzükte geçen "Mason"
kavramlarının çıkarılmasını istemiştir. Ardından, tüzüğün değiştirilmediğini
gerekçe göstererek derneğin feshedilmesi için savcılığa başvurmuş ve
Coşkuner'den de savunma istemiştir. Fedai
dergisinin buna tepkisi sert olmuştur. Dergi, "Dâhiliye Vekâleti ilgililerine
bildirelim ki, arzuları yerine getirilip tüzükten Mason kelimeleri de kalksa
yine de sevinemeyeceklerdir. Zira Masonluk, Siyonizm'in içindedir. Siyonizm'le
mücadele aynı zamanda Masonlarla mücadele demektir" diyerek, Vekâleti,
Mason nüfuzunda kalmakla suçlamıştır (Dâhiliye Vekâleti Siyonizmle Mücadele
Derneğinden Ne İstiyor, 1969).
TSMD, merkez
şubenin dışında tek şubesini 1970 yılında Edirne'de açmıştır. Edirne şubesinin
başkanlığını bir asker emeklisi olan Mehmet Fırıncılar yapmaktaydı. Fırıncılar,
TSMD'nin feshine kadar başkanlığını kesintisiz olarak yürütmüştür. 1971 tarihli
bir mahkeme belgesinden şube yönetiminde şu isimlerin olduğu anlaşılmaktadır:
(Edirne Sulh Ceza Mahkemesi'nin 971/120 esas ve 7 Aralık 1971 tarihli kararı)
1. Mehmet Fırıncılar
(Başkan)
2. Recep
Güzelbayram
3. Halil Arabulan
4. Fethi Bubektaş
5. Mustafa Ergeç
6. Recep Özkayalar
7. Cevat Menekşe
Derneğin Faaliyetleri
Merkez Şube'nin Faaliyetleri
TSMD, Yahudilik âlemini
dünyada yaşanan bir çok huzursuzluğun kaynağı olarak görmekte ve "insanlık
düşmanı" dediği bu kavmî bütün "fesat" unsurlarıyla birlikte
kamuoyuna ifşa etme gayretindeydi. Dernek, buna yönelik olarak hazırladığı
bildiri, beyanat ve konferans gibi etkinliklerle kamuoyunun dikkatini
çekmekteydi. Derneğe göre dünya Yahudiliği; Siyonizm, Komünizm ve Kapitalizm
gibi Yahudi menşeli ve onun casusluk faaliyetini üstlenmiş fikir akımlarıyla
dünyayı istila etmek niyetindeydi. Derneğin Genel Sekreteri Hüseyin Avni
Güngörmez'in kaleme aldığı uzun bir hiciv,
TSMD'nin Yahudi algısının adeta bir özeti gibidir. Burada Yahudilik, bir
"şeytan"a benzetilirken, Komünizm, Siyonizm ve Masonluğun babası
olarak tanıtılmakta ve dünyayı fesada boğan bir "insaniyet düşmanı"
olarak nitelenmektedir. Ayrıca, Yahudilik aleminin sahip olduğu ekonomik güçle
"Nilden Fırat'a" idealini gerçekleştirmek ve "Hak dini"
yıkmak amacında olduğu vurgulanmaktadır (Güngörmez, 1969:15).
TSMD'nin
Yahudiliğe yönelttiği suçlamalar derneğin "Büyük Türk Milletime"
başlığıyla yayımladığı ilk beyannamede de tekrarlanmakta ve kamuoyunun dikkati
Siyonizm tehdidine çekilmekteydi. Dernek, beyannamede şu ifadelere yer
veriyordu:
"Büyük
Türk Milleti
İsrail'in
sahte Tevrat'ından Talmut'a ve kutsal kitaplarına aktarılmış canlı örneklerle
bu asi kavmin karakterini insanlığa karşı korkunç kin ve intikam planlarını
ortaya koymuş bulunuyoruz. Kendilerini Yehova'nın imtiyazlı seçkin ırkı olarak
kabul eden İsrail ve onun siyasi kolu olan Siyonizm bugün bütün insanlığı hile
ve desiselerle karıştırarak felaketler hazırlamakta, iktisaden sömürmeye
çalışmaktadır. Hatta bu yolda büyük mesafeler kaydetmiş olduğu da ortadadır.
Beşeriyet asırlardan beri bu fesat programının ıstırabını çekmektedir. Bütün ihtilâller,
karışıklıklar, huzursuzluklar beynelmilel Yahudiliğin başı altından çıkmış
olup, dünya bu yüzden manevi bir buhrana sürüklenmektedir. Dünyayı bir ahtapot
gibi saran her türlü ahlaksızlığın, küfrün menşei olan Siyonizm, bütün
milletlerin iç bünyelerine nüfuz etmiş durumdadır" (Türkiye Siyonizmle
Mücadele Cemiyeti'nin Millete Beyannamesi, 1969).
TSMD'e göre,
Ortadoğu'da bağımsız bir İsrail devleti kurmak amacıyla dünya siyasetine giren
Siyonizm'in misyonu İsrail'in kuruluşuyla bitmemiştir. Misyonunu güncelleyen
Siyonist hareket, Nil'den Fırat'a uzanan "arz-ı mev’ud" üzerinde
büyük İsrail'i devletini yaratmaya yönelik yeni bir istila hareketine
hazırlanmaktaydı. Dernek, bahsi geçen plan dâhilinde Türkiye'nin tehdit altında
olduğunu ve bu "sinsi" tehlikeye karşı mutlak surette önlem alması
gerektiğine dair kamuoyu yaratma gayretindeydi. Nitekim, Müslüman âleminin kutsal
mülkü Mescid-i Aksa Camii'nin 21 Ağustos 1969 tarihinde fanatik bir Yahudi
tarafından kundaklanması derneğin İsrail aleyhtarlığını zirveye çıkarmıştır.
Dernek, aşağıdaki bildiriyi yayımlayarak Türkiye Cumhuriyeti'nin İsrail'e
siyasî ilişkilerini resmen kesmesi gerektiğini savunmuştur:
"Artık
yeter!
İnsanlığın
küstah ve mel'un kavminin sabrımızı taşıran azgınlıklarına daha ne vakte kadar
tahammül edeceğiz?
Alem-i
İslam’a dolayısıyla Müslüman milletimizin kalpgahına yöneltilen, bütün
Müslümanları canevinden vuran bu şen'i alçakça suikast karşılıksız
kalmamalıdır. İslamın mukaddes Mescid-ül Aksa'sını yakan ve yerine Salamon'un
tapınağını inşa etmek isteyen Yahudilerin bu asırlık hülyalarına artık sert bir
ihtarla dur denilmelidir. Bu alçakça taarruz altında sırıtan mana açıkça İslama
kasıttır.
İsrail'le
siyasi münasebetlerimiz kesilmelidir." (S. Mücadele Derneği İsrail'le S.
İlişkilerin kesilmesini istedi,1969; Siyonizm'le Mücadele Derneği'nin
Bildirisi, 1969)
TSMD, komünizmi
Yahudiliğin bir ileri karakolu addettiği için doğal olarak anti-komünist
faaliyetler içinde de olmuştur. Dernek, dış Türkler sorunuyla yakından
ilgilenmiş, Sovyetler Birliği ve Çin esareti altında yaşayan Türk
topluluklarına yönelik bildiriler yayımlamıştır. Türkiye'de milliyetçi
çevrelerin değişik etkinliklerle andığı "Esir Milletler Haftası", derneğin
etkin olduğu faaliyetlerdendi. Dernek, Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde
1959'da hayata geçirilen "Esir Milletler Haftası"nın 10. yıl
dönümünde yayımladığı bildiride, 70 milyon Türk insanının Rus ve Çin
emperyalizmi altında yaşamasına rağmen Türkiye'nin bu haftayı resmen
tanımamasını eleştirmiş, bu durumu "misli görülmemiş bir üzüntü" ve
"şayanı teessür" bir hadise olarak değerlendirmiştir. Dernek:
"Dışarıdaki
soydaşlarımızla ilgilenmek, onlarla kültürel ilişkiler kurmak en tabi vazifemiz
iken bu korkunç kayıtsızlığımız ancak milli şuurdan yoksun oluşumuzla
ifadelendirilebilir. Afrika'da ismini duymadığımız bilmem ne kabilesinin
istiklalinden dem vuran solcu basının yanı başımızdaki nüfusunun yüzde yüzü
Türk olan Azerbaycan'dan tek kelime ile bahsetmemeleri alçaklığın,
satılmışlığın, soysuzluğun bir delili değil de nedir?"
diyerek sol basını
sert bir dille eleştirmiştir. TSMD olarak daima esir Türkleri anacaklarını
belirten dernek, "tek esir Türk kalmayıncaya kadar" mücadeleye devam
vurgusu yapmıştır (Esir Milletler Haftasında, 1969).
Türk basınında,
TSMD'nin "Selçuk Kartalları Derneği" adında bir yan örgüte sahip
olduğu, başkanlığını Gündüz Kapancıoğlu adlı eski bir MHP'linin yaptığı,
örgütün Nazi usullerine göre gençleri eğittiği ve örgütte lider, şef ve başkan
gibi sözcüklerin yerine "Führer" ifadesinin kullanıldığı iddia
edilmiştir (MHP'li komandolar ikiye bölündü, 1969). Bu iddia, yaklaşık 10 yıl
sonra yeniden basında haber olmuştur. Milliyet'in
"güvenlik makamlarının kayıtlarına" dayandırdığı haberde, TSMD ve
Selçuk Kartalı Derneği'nde eğitilen gençlerin "Dernek bünyesi içinde Nazi
prensiplerine uygun vazife gösterdikleri, Nazi gençlerinin giyiniş ve
davranışlarının özentisi içinde, kendi giyiniş ve davranışlarını örnek alma
çabası içinde oldukları" belirtilmiştir. Ayrıca, güvenlik güçlerinin
bundan haberdar oldukları halde sessiz kalmayı tercih ettikleri ileri
sürülmüştür. Diğer taraftan, Kapancıoğlu'nun yönetim anlaşmazlığı yüzünden TSMD
Genel Başkanı Kemal Fedai Coşkuner tarafından dernekten ihraç edildiği, fakat
Kapancıoğlu'nun 1975 yılında İzmir MHP il teşkilatı ile Ülkü Ocakları ve MHP
Gençlik Kolları tarafından Menemen ve ilçelerinde görevlendirildiği iddia
edilmiştir. Ayrıca, Nazi eğitimi aldıkları iddia edilen gençlerin bazılarının
son dönemde Türk İslâm Kurtuluş Birliği (TİKB), İslâmi Dirilişin Acilci
Mücahitleri (İDAM) ve Türk İslam Kurtuluş Ordusu (TİKO) gibi gizli yer altı
örgütlerinin kuruluş ve faaliyetlerinde eylemlerini sürdürdükleri öne
sürülmüştür. Fakat dönemin MHP Genel Başkan Yardımcısı Yaşar Okuyan, MHP ile
ilişkilendirilen bu iddiaların gerçek dışı olduğunu ve Kapancıoğlu'nun söz
konusu eylemlerden dolayı daha önce MHP'den ihraç edildiğini açıklamıştır
(İzmir'de 10 yıl önce bir örgütün Nazi eğitimi yaptığı saptandı, 1979).
Gündüz Kapancıoğlu,
Milliyet'e verdiği röportajda
TSMD'yle kesinlikle bir ilgisinin olmadığını belirtmiş ve Nazi tarzı eğitim
yaptıkları iddiasını tümüyle reddetmiştir. Selçuk Kartalı Derneği'nin
başkanlığını yaptığını kabul eden Kapancıoğlu,
derneğin Siyonist emperyalizme karşı kurulan milliyetçi bir dernek
olduğunu fakat kuruluş safihasında kapandığını vurgulamıştır. Ayrıca, Nazi
taraftarı olduğu gerekçesiyle MHP'li "komando" gençler tarafından
1969'da bir kaç arkadaşı ile birlikte dövüldüğünü belirtmiştir (Erkoşan, 1979).
Edirne Şubesinin Faaliyetleri
TSMD'nin Edirne
teşkilatı, mülkü şehir merkezinde başkan Mehmet Fırıncılar'a ait üç katlı bir
binadan idare edilmekteydi. Teşkilat, Yahudiliğin, Türkiye'de ve Dünyada
yaptığı "bozguncu" faaliyetler hakkında bilgilendirme çalışmalarına
yoğunlaşmıştı. Bu hususta Cevat Rifat Atilhan, Ziya Uygur ve M. Şahap Tan gibi
tanınmış Yahudi aleyhtarı yazarların eserleri referans alınmaktaydı. Bu
yazarların eserleri, şehirde bulunan resmi ve sivil makamlara ücretsiz olarak
dağıtılmaktaydı. Teşkilatın 15 günlük olarak hazırladığı dosyalar, idare
merkezinde ve şehrin bir kaç caddesinde bulunan panolar vasıtasıyla
vatandaşlara ulaştırılmaktaydı.
Teşkilatın arşiv
kayıtlarına göre panolarda sergilenen dosyaların bazıları ve içerikleri şöylece
özetlenebilir:
Zeytin Yağı Skandalı (Gomel Davası)
1967'de İzmir'de
ortakları Yahudi olan bir şirketin İtalya'ya ihraç ettiği zeytinyağına
karıştırdığı makine yağı yüzünden patlak veren ticarî skandal anlatılmıştır.
İtalyan Hükümeti, tespit ettiği skandaldan sonra ihraç edilen yağı Türkiye'ye
iade etmiş ve Türk ticareti dünya nazarında büyük bir itibar kaybına uğramıştır.
Dosyada, skandalın amacının Türk ticaretinin itibarını baltalamak, Avrupa
piyasalarını Türklerden alıp İsrail'e açmak ve Türk milletini hastalıklı ve
sakat bir nesil haline getirmek olduğu ileri sürülmüştür (TSMD Edirne Şubesi
Arşivi, t.y).
İnsanlığın Başına Bela Kesilen 4 Yahudi (Karl
Marks, Lenin, Stalin ve Engels)
Karl Marks, Lenin,
Stalin ve Engels gibi Komünizmin kuramcı ve liderlerinin "ihtilâlci" hayat hikâyeleri
anlatılmış, bunların dünya nizamını yıkarak yerine Komünizmi ikame etme hedefinde
oldukları belirtilmiştir. Ayrıca; Marks, Lenin ve Stalin'in Yahudi menşeli
oluşlarına atfen Komünizmin bir Yahudi icadı olduğu ileri sürülmüştür (TSMD
Edirne Şubesi Arşivi, t.y).
İspanya İç Savaşı (1936-1939)
1936-1939
yıllarında cereyan eden İspanya iç savaşını Dünya Yahudiliği'nin teşvik
ettiği, Rusya'nın para ve silah
yardımlarıyla patlak verdiği ve İspanya'da bir Komünist idare kurmayı
hedeflediği belirtilmiştir. Ayrıca savaş sırasında İspanya'da meydana gelen can
ve mal kayıplarına dikkat çekilmiş ve savaşta rol aldığı iddia edilen
Yahudilerin isimleri açıklanmıştır (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).
Hahamlar Merkez Komitesi'nin Dünya Yahudilerine
Gizli Emri
Newyork Hahamlar
Merkez Komitesi'ne atfedilen meşhur Siyon Liderleri Protokolleri'nin 12 maddesi
açıklanmış ve bu programı rehber edinen Yahudilerin bulundukları ülkeleri ifsat
ederek Komünist ihtilâle zemin hazırladıkları ileri sürülmüştür (TSMD Edirne
Şubesi Arşivi, t.y).
Komünizmin Temel Taşı Siyonizm'dir
1917'de Çarlık
Rusya'sında patlak veren Bolşevik İhtilali'nin Siyonizm'in bir gereği olduğu
iddia edilmiş ve bu ihtilâlde görev alan Yahudi menşeli asker ve sivil
liderlerin isimleri sıralanmıştır. Ayrıca, 1917-1947 döneminde Rusya'da
Komünist idare altında öldüğü öne sürülen 48 milyon insana dikkat çekilmiştir
(TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).
Türkiye'yi Verem Otu Gibi Saran ve Haraca Bağlayan
On binlerden Birkaçı
Türk ticaretinde
vurgun ve vergi kaçakçılıyla gündeme gelmiş Yahudi iş adamlarıyla ilgili gazete
küpürlerine yer verilmiş ve Yahudilerin Türk ticaretini sömürdükleri teması
işlenmiştir (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).
Dünya Gençliğinin Elini Kana Bulayan Adam: Marcuse
1934 yılında
Almanya'dan Amerika'ya kaçtığı belirtilen Marcuse (Marküs) adında bir Yahudi
profesör, 1968'de tüm dünyaya yayılan gençlik olaylarının yaratıcısı olarak
gösterilmiştir. Bundan hareketle, Siyonist Yahudilerin demokratik ülkelerde
ihtilâller yaratarak Komünizm'i hâkim kılmaya çalıştıkları öne sürülmüştür
(TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).
Vietnam Faciası
Komünist olan
Kuzey Vietnam ordusunun ABD'nin Yahudi menşeli başkanı Henry Truman tarafından
kurulduğu fakat ABD'nin savaşta Güney Vietnam ordusunu destekleyerek Vietnam
Savaşı'na ortam yarattığı ileri sürülerek, bundan ABD'de 246 silah fabrikasının
243'üne sahip olan Yahudi tüccarların istifade ettiği belirtilmiştir (TSMD
Edirne Şubesi Arşivi, t.y).
Siyonist Yahudilerin Milli Dinleri: Talmud
Yahudilerin dinî
kitabı Talmud'un, iyilik ve güzelliği emreden diğer din kitaplarından farklı
olarak Yahudilerin üstünlüğünü vurguladığı öne sürülmüş, onun diğer din
mensuplarına karşı fenalığı ve cinayeti emrettiğine inanılan emirleri
sıralanmıştır (TSMD Edirne Şubesi Arşivi, t.y).
Sabotaj
Türkiye'de
çıkarılan krom, petrol ve boraks gibi değerli madenlerin senelerdir yabancılar
tarafından sömürüldüğü, milli ekonomiye yapılan sabotajlarla Türk ticaretinin
dışarıya bağımlı hale sokulduğu vurgulanmıştır (TSMD Edirne Şubesi Arşivi,
t.y).
1956 Macar Hürriyeti İhtilali
1956'da Macaristan'da
patlak veren hürriyet ihtilâlinde ölen, sürgün edilen ve sakat kalan Macar
milliyetçilere dikkat çekilerek, Macaristan'da hâkim Komünist partide gizlenen
Yahudilerin isimleri ve görevleri "ifşa" edilmiştir (TSMD Edirne
Şubesi Arşivi, t.y).
Büyük Asker General Patton ve Beyanatı
ABD'nin II. Dünya
Savaşı'nda Almanlara karşı mücadele eden efsanevî generali Patton'un İsviçre'li
bir gazeteye verdiği Yahudilerin Rusya'yı komünizme soktuğu gibi tüm dünyayı da
komünizme sokacağı yönündeki beyanatına dikkat çekilmiş ve ABD'nin savaşı
kazandığı halde neden Yahudi menşeli Başkan Roosvelt'in Rusya'nın Doğu Avrupa
ülkelerini komünist rejime sokmasına izin verdiği sorgulanmıştır (TSMD Edirne
Şubesi Arşivi, t.y).
Dosya içerikleri
değerlendirildiğinde Yahudiler aleyhinde kullanılan argümanların çoğunlukla
Hıristiyan Yahudi aleyhtarlarından devşirilen yabancı temalar olduğu dikkati
çekmektedir. Örneğin, Marx ve Engels gibi kuramcılar ile Lenin ve Stalin gibi
Komünist liderlerin Yahudi kökenlerinden hareketle Komünizmin bir Yahudi icadı
olduğu, İspanya İçsavaşı, Vietnam Savaşı ve Macar İhtilalı'ndaki Yahudi etkisi,
Yahudilerin basın üzerindeki hâkimiyeti ve onlara dünya hâkimiyetini emreden
Talmud emirleri batı karakterli temalardır. Bunlara, Yahudilerin Türk
ekonomisine olan hâkimiyeti ve sömürülen Türk ekonomisi gibi yerli temalar da
ilave edilmiştir.
Rifat N. Bali,
derneğin Yahudi aleyhtarı politikasına hâkim olan yabancı temaların Adolf
Hitler'in Mein Kamp (Kavgam) kitabından esinlendiği kanaatindedir. 1960-1980
yılları arasında on iki defa basılan kitabın milliyetçi ve ülkücü kesimleri
derinden etkilediğini belirten Bali, TSMD'nin sergilediği "ırkçı"
tutumun buradan kaynaklandığını öne sürmektedir (Bali, 1996:32). Kitabın Türk
sağını etkilediğini kabul etmekle birlikte, Siyonizm tartışmalarının Osmanlıdan
beri süre geldiğini ve Nazi menşeli temaların 1930'larda Cevat Rifat Atilhan'la
Türk kamuoyuna girmeye başladığını unutmamak gerekir (Bozkurt, 2012: 175-210).
TSMD'nin Edirne
Şubesi, Yahudi aleyhtarı kimliğine rağmen vilayet nezdinde saygı duyulan
derneklerden biriydi. Arşivinde bulduğumuz bir belgeden derneğin 1973 yılında
Edirne'de yapılan Cumhuriyet'in 50. yıl dönümü kutlamalarına davet edildiği ve
derneğin bir çelenk eşliğinde kutlamalara katıldığı görülmektedir (TSMD
Edirne Şubesi Arşivi, 1973). Buradan vilayet yetkililerinin dernek
yöneticileriyle sıcak ilişkiler içinde olduğu anlaşılmaktadır.
Dernek Hakkında Açılan Davalar
TSMD'nin Siyonizm
etrafında ortaya koyduğu ateşli Yahudi aleyhtarlığı Türkiye Yahudileri
tarafından mahkemeye taşınmıştır. Öncelikle derneğin genel başkanı Kemal Fedai
Coşkuner'in 1967 Arap-İsrail Savaşı boyunca Fedai'de kaleme aldığı Yahudi
karşıtı yazılar için İstanbul Toplu Basın Mahkemesi'nde dava açılmıştır (Kemal
Fedai'nin Yahudi Davası, 1968). Davada beraat eden Coşkuner, Temyiz
Mahkemesi'nin beraatı bozmasından dolayı 25 Mayıs 1969'da İstanbul Toplu Basın
Mahkemesi'nde yeniden yargılanmaya başlamıştır (Temyizin bozduğu Yahudi Davası
Yeniden Tazelendi, 1969). Sonradan davanın görülmesine İzmir Toplu
Basın Mahkemesi'nde devam edilmiştir (Yahudilere hakaretten yargılandı, 1969)
Fakat davanın sonucuna dair bir kayda ulaşılamamıştır.
Edirne
Yahudilerinin şikâyeti üzerine TSMD'nin Edirne teşkilatı hakkında halkı
"kin ve adavete tahrik" suçundan Edirne Sulh Ceza Mahkemesi'nde bir
dava açılmıştır. Davada teşkilatın başkanı Mehmet Fırıncılar ve idare heyetinin
ilgili kanunlara göre cezalandırılması ve derneğin de feshedilmesi istenmiştir.
7 Aralık 1971 tarihinde sonuçlanan davada, TSMD'nin anti Siyonist bir politika
takip ettiği, Musevilerin Siyonizmle bir ilgisinin olmadığı ve Türk toplumu
içinde ayrı bir sınıf teşkil etmediği ve dernek yayınlarının Musevileri hedef
almadığı anlaşıldığından sanıkların beraatına karar verilmiştir. Ayrıca,
derneğin feshedilmesini gerektirecek bir halin de olmadığına hükmedilmiştir
(TSMD, 1971).
Derneğin Kendini Feshetmesi
TSMD, yaklaşık 6
yıllık bir faaliyet döneminden sonra misyonunu tamamladığına inanarak diğer
anti Siyonist teşkilatlarla güç birliği yapma kararı almıştır. Dernek bu
doğrultuda 27 Ekim 1974 tarihinde genel kurul çağrısında bulunmuşsa da çoğunluk
sağlanamadığından kurul toplanamamıştır. 3 Kasım 1974'de toplanan genel
kurulda, genel merkezin gayri menkul, ayni ve nakit mallarının Ülkü Ocakları
Derneği İzmir Şubesi'ne; derneğin Edirne Şubesinin menkul ve diğer emvalinin de
Ülkü Ocakları İstanbul Şubesi'ne teberru edilmesine ve TSMD'nin de feshine
karar verilmiştir (TSMD Arşivi, 1974). [2]
TSMD'nin genel
başkanı Kemal Fedai Coşkuner, Türkiye'de ideolojik çatışmaların alevlendiği bir
dönemde 3 Aralık 1979 tarihinde İzmir'in Tilkilik semtinde uğradığı silahlı bir
saldırıda öldürülmüştür (K. Fedai Coşkuner Öldürüldü, 1979). Coşkuner'in katli,
mensubu bulunduğu milliyetçi camiada büyük bir infial uyandırmıştır. MHP Genel
Başkanı Alparslan Türkeş, verdiği beyanatta cinayeti sert bir dille lanetlemiş
ve Coşkuner'i katledenlerin aslında Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve
otoritesini hedef aldığını vurgulamıştır (Türkeş: Katliamlar son bulmalı,
saldırıları kınamak çözüm değil, 1979).
Ülkücü Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Yaşar Okuyan da “Gazetecilere karşı
yoğunlaştırılan bu alçakça saldırılar aslında öldürülen gazeteci arkadaşlarımızın
şahsında Türk demokrasisine ve Türk fikir hayatına yöneltilmiştir. Kemal Fedai
Coşkuner’e alçakça kurşun sıkanlar, aslında Türk demokrasisini
kurşunlamışlardır” ifadelerini havi açıklama yapmıştır (Okuyan: Coşkuner’e
sıkılan kurşun devlete sıkılmıştır, 1979).
Sonuç
Siyonizm ve bundan
kaynaklanan Filistin Sorunu, Osmanlıdan bu yana daima Türk kamuoyunun gündemini
meşgul etmiştir. Her ne kadar İsrail'in kurulmasıyla birlikte Siyonizm teorik
hedefine ulaşmış olsa da, İsrail'li devlet adamlarının "Büyük İsrail"
ve "Arz-ı Mev’ud" gibi kararlı söylemleri Siyonizm'in bir tehdit
unsuru olarak varlığını hala devam ettirdiğini göstermiştir. İsrail'in 1967
Savaşı'ndan büyük bir üstünlükle çıkması ve sınırlarını genişletmesi, Türk
kamuoyunda infiale neden olmuştur. Böylesine bir atmosferde kurulan TSMD,
yıllardır süregelen Siyonizm'le mücadeleyi dernek bazında yürütmüş ve kamuoyunu
bu tehdide karşı her yönüyle tanıtma görevi edinmiştir.
TSMD'ye göre
Siyonizm, Yahudilik âleminin dünyayı istila etmek amacıyla kullandığı bir eylem
planıydı. Komünizm ve kapitalizm gibi uluslararası "şer" güçler,
Siyonist emperyalizme zemin hazırlamaktaydı. Dernek bu bağlamda, anti-komünist
bir bakışa sahip olmuş ve komünist aleyhtarı çevrelerle işbirliği halinde
olmuştur. Dernek tüzüğünün Türkiye Komünizmle Mücadele Derneği'nin tüzüğüyle
aynı içerikte olması bunun çarpıcı bir kanıtıdır. Dernek yayınları dikkate
alındığında, Hıristiyan karakterli birçok temanın yerli temalarla harmanlanıp
Yahudiler aleyhinde kullanıldığı görülmektedir. Bu durum, derneğin yabancı
çevrelerle veya bunlarla iletişimde olan kişilerle temasta olduğunu
göstermektedir. Dernek kurucularının milliyetçi görüşlere sahip olması, o
zamanlarda gelişmekte olan Türk milliyetçiliğinin anti-komünizme paralel olarak
Siyonist/Yahudi aleyhtarı bir kimliğe de sahip olduğunu göstermektedir.
TSMD, yaklaşık
altı yıllık bir faaliyet döneminden sonra Ülkü Ocakları Derneği'ne iltihak
ederek varlığını sonlandırmıştır. Dernek faaliyetlerinin iki şubeyle sınırlı
kalması ve derneğin maddî bir destekten yoksun olması marjinal bir düzeyde
kalmasına neden olmuştur. Fakat Türkiye'de kurulan TSMD'nin sonradan değişik
Arap ülkelerinde kurulacak olan Siyonizm'le mücadele derneklerine öncülük
etmesi dikkat çekicidir.
Ekler
Ek 1. Türkiye
Siyonizmle Mücadele Derneği'nin Tüzüğü
Ek 2. Türkiye
Siyonizmle Mücadele Derneği'nin Amblemi
Ek 3. Türkiye
Siyonizm'le Mücadele Derneği Edirne Şubesi.
Ek 4.Türkiye
Siyonizm'le Mücadele Derneği Edirne Şubesi'nin Kullandığı Bir sokak panosu.
Ek 5. Fedai dergisine ait bir kapak fotoğrafı
KAYNAKÇA
Arşivler
Türkiye
Siyonizm'le Mücadele Derneği Edirne Şubesi Arşivi.
1. Türkiye Siyonizm'le Mücadele Derneği
Edirne Şubesi'nin Başkan Vekili M.Sabri Çetin imzasıyla Vilayet Yüce Katına
gönderdiği 11 Ekim 1973 tarihli dilekçe (Tasnifsiz).
2. Edirne
Sulh Ceza Mahkemesi'nin 971/120 esas ve 7 Aralık 1971 tarihli kararı (Tasnifsiz).
Kitaplar
Bozkurt, C. (2008), Türk Kamuoyunda Filistin Problemi İlk
Arap-Yahudi Çatışmaları (1929-1939), İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık.
Öke, M.K. (2002), Siyonizm'den Uygarlıklar Çatışmasına Filistin Sorunu, İstanbul:
Ufuk Kitapları.
Türkiye
Siyonizmle Mücadele Derneği Tüzüğü, Radyo Gazetesi Matbaası, İzmir (tarih yok)
Türkiye
Komünizmle Mücadele Derneği Tüzüğü, İzmir: Karınca Matbaacılık Kollektif Şirketi, (tarih yok)
Yarar, E. (2006), Tarihsel Dönüşüm Filistin Sorunu Temelinde Türk Dış Politikası ve
İsrail Devletini Tanıma Süreci, Ankara: Siyasal Kitabevi.
Makaleler
Bali, R. N. ( 1996). "Irkçı Bir
Dernek: Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği", Toplumsal Tarih, 29, s.32-36.
"Başkanlıktan çekildim",
(Ekim 1969). Fedai, Sayı 50.
Bozkurt, C. (2013). "Milliyetçi
Bir Mücadele Adamı Kemal Fedai Coşkuner ve Fedai
Dergisi, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi,
102 (203), s.151-190.
Bozkurt, C. (2012). "Yahudi
Aleyhtarı Bir Derginin Değerlendirilmesi", Milli İnkılap ve Kamuoyundaki Yankıları, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Tarih Dergisi, 53,
s. 175-210.
"Dahiliye Vekaleti Siyonizmle
Mücadele Derneğinden Ne İstiyor?", (Aralık 1969). Fedai, Sayı 52.
"Dergimiz Başmuharriri Kemal Fedai
Coşkuner, "Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği" Genel Başkanlığına
Getirildi", (Şubat 1969). Fedai, Sayı 45.
"Esir Milletler Haftasında",
(21 Temmuz 1969). Bizim Anadolu.
Erkoşan, A. (23 Aralık 1979).
"Führer", Selçuk Kartalı Derneği'ni anlattı", Milliyet.
Güngörmez, H.A. (Nisan 1969).
"Beynelmilel Yahudi", Fedai,
Sayı 47.
"Kemal Fedai'nin Yahudi
Davası", (Nisan 1968).Fedai,
Sayı 41, s.5."K. Fedai Coşkuner Öldürüldü", (4 Aralık 1979). Yeni Asır.
"İzmir'de 10 yıl önce bir örgütün
Nazi eğitimi yaptığı saptandı", (22 Aralık 1979). Milliyet.
"Masonluğa Karşı Dernek
Kuruldu", (5 Temmuz 1968). Bugün.
"MHP'li komandolar ikiye
bölündü", (10 Ağustos 1969). Cumhuriyet.
“Okuyan: Coşkuner’e sıkılan kurşun
devlete sıkılmıştır”, (5 Aralık 1979). Hergün.
"S. Mücadele Derneği İsrail'le S.
İlişkilerin kesilmesini istedi", (25 Ağustos 1969). Bizim Anadolu.
"Temyizin
bozduğu Yahudi Davası Yeniden Tazelendi", (Mart 1969). Fedai, Sayı 46.
"Türkeş:
Katliamlar son bulmalı, saldırıları kınamak çözüm değil”, (5 Aralık 1979). Hergün.
"Türkiye Siyonizmle Mücadele
Cemiyeti", (Mart 1969). Fedai, Sayı 46.
"Türkiye Siyonizmle Mücadele
Cemiyeti'nin Millete Beyannamesi", (Mayıs 1969). Fedai, Sayı 48.
"Türkiye Siyonizm'le Mücadele
Derneği'nin Bildirisi", (Ekim 1969). Fedai,
Sayı 50.
"Yahudilere hakaretten
yargılandı", (21 Temmuz 1969). Bizim
Anadolu.
Gazeteler
Bizim Anadolu
Bugün
Cumhuriyet
Hergün
Milliyet
Yeni Asır
Dergiler
Fedai
İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Dergisi
Toplumsal Tarih
Türk Dünyası
Araştırmaları Dergisi
[1] Düzce Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Düzce-TÜRKİYE
E-posta: [email protected]
[2] TSMD'nin 3 Aralık 1974 tarihli fesih mazbatası.
Türkiye Siyonizmle Mücadele Derneği Merkez Arşivi (Tasnifsiz)
DAĞ’DAKİ NEKROPOL
İhsan AYDIN
Düzce Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Tarihçi Doç. Dr. Celil Bozkurt hemşehrimiz ve dostumuzdur.
İzinlerini genelde doğum yeri Harmancık’ta
geçirir.
Fakat meslek aşkı gereği her gelişinde boş durmaz, saha
çalışması yapar.
Bu defa izninde de boş durmamış, ilçeye bağlı Bayramlar
Mahallesi’ne 400 metre uzaktaki nekropol alanı
ve tümülüsü ülke gündemine sokmayı başarmış.
Türkiye’de
benzeri olmayan Bayramlar Mahallesi’nde saklı şehir ve
ev içlerine gömülü mezarları ortaya çıkaran Doç. Dr. Bozkurt, arkeologların
buradaki tümülüsleri bronz çağa kadar uzadığını işaret
ettiklerini söylüyor.
İlçeyi turizm merkezi haline getirecek şehir ve mezar
buluntuları için Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Bölge
Kurulu, Turizm Bakanlığı ve üniversitelerin
harekete geçmesi gerekiyor.
Yapılacak bilimsel bir kazı ile belki de bölgede dev bir
şehir ortaya çıkarılacak.
Büyükşehir ve Harmancık
Belediyesi’nin de bunu fırsat bilerek harekete geçmesi gerekiyor.
Harmancık’taki
nekropol ile tümülüsler Bursa’ya ve ilçeye on binlerce
turist çekebilir.
Bu fırsat iyi değerlendirilmeli.
Bacasız sanayi olarak görülen turizmden faydalanabilmek
için ilçenin önüne böylesi bir fırsat çıkmış görünüyor.
Saha çalışmalarıyla Bursa’da dahi
kimilerinin ismini duymadığı bu şirin ilçeyi ülke gündemine sokmayı
başaran Celil Hoca’yı da kutluyoruz.
KAYNAK:
İhsan AYDIN / Dağdaki Nekropol (Olay Gazetesi, 13.9.2019).
Cevat
Rifat Atilhan tarafından kurulan İslam Demokrat Partisi, Türkiye’de demokratik
hayatta kurulan ilk İslamcı partidir. Parti; İslamcı söylemine paralel olarak
sergilediği antisemit tutum ile Siyonizm ve Masonluk aleyhtarlığıyla dikkati
çekmiştir. İslam adına agresif ve polemikçi bir söylemle siyaset yapan parti,
laik ve liberal kesimde olduğu gibi muhafazakar kesimde de tepkiyle
karşılanmıştır. İslam Demokrat Partisi, kuruluşundan yaklaşık 14 ay sonra
“irticai” faaliyetleri nedeniyle mahkeme tarafından kapatılmıştır. Parti, kısa
süren yaşamına karşın Türk siyasetini derinden etkilemiş, özellikle siyasal
İslamcı Milli Görüş Hareketi’ne kaynaklık etmiştir. Milli Görüş’te egemen olan
antisemit temalar, Siyonizm ve Masonluk aleyhtarlığı İslam Demokrat
Partisi’nden tevarüs etmiştir. Ayrıca Necmettin Erbakan’ın kurguladığı
“Müslüman Ülkeler Birleşmiş Milletler” projesi, Cevat Rifat Atilhan’ın
“Birleşmiş İslam Milletleri” adıyla idealize ettiği programdan mülhemdir.
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR
ÖNSÖZ
İSLÂM
DEMOKRAT PARTİSİ KURUCUSU CEVAT RİFAT ATİLHAN KİMDİR?
GİRİŞ
BİRİNCİ
BÖLÜM İSLÂM DEMOKRAT PARTİSİ'NİN KURULUŞU VE TEPKİLER
Partinin
Kuruluşu ve Faaliyetleri
Partinin
Programı ve Savunduğu Görüşler
Partinin
Kamuoyunda Yarattığı Tepkiler
Liberal
Basının Tepkisi
Muhafazakâr
Kesimin Tepkisi
Yahudi
Basının Tepkisi
İKİNCİ
BÖLÜM DEMOKRAT PARTİSİ'NİN MA HKEME SÜRECİ
Parti
Hakkında Soruşturma Açılması ve Partinin Kapatılması
Kapatma
Kararına İtiraz ve Kararın Kaldırılması
Savcılığın
İtirazı
Yargı
Süreci
Ehli
Vukufa Havale
Ehli
Vukuf Raporu
ÜÇÜNCÜ
BÖLÜM İSLÂM DEMOKRAT PARTİSİ'NİN KAPATILMASI VE BUNA TEPKİLER
Partinin
Kapatılması
Kapatma
Kararına Tepkiler
Malatya
Olayı
Demokrat
Parti Hükümeti'nin İslâm Demokrat Partisi'ne Bakışı
İslâm
Demokrat Partisi'nin Türk Siyasetine Etkisi
SONUÇ
EKLER
FOTOĞRAFLAR
KAYNAKÇA
DİZİN