İslâm hukukçusu, profesör, akademisyen, araştırmacı yazar. Erzurumlu bir ailenin çocuğu olarak 1934 yılında Çorum'da doğdu. İlkokulu burada bitirdikten sonra özel olarak Arapça ve İslâmî ilimler tahsil etti. İlk İmam Hatip okullarından biri olan Konya İmam Hatip Okulu'na girdi ve ikinci dönem mezunları arasında yer aldı (1959). Yeni açılan İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'nde okudu ve ilk mezunlarından biri olarak 1963'te mezun oldu. İki yıl İstanbul İmam Hatip Okulu'nda meslek dersleri öğretmeni olarak çalıştıktan sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'ne fıkıh asistanı oldu. "Başlangıçtan Dördüncü Asra Kadar İslam Hukukunda İctihad" konulu tezi ile fıkıh öğretim üyesi oldu (1971). Aynı yıl İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'ne tayin edildi. 1975'te tekrar İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'ne döndü. Yüksek İslam Enstitülerinin İlahiyat Fakülteleri'ne dönüşmesinin ardından akademik çalışmalarını tamamlayarak sırasıyla doktor, doçent ve profesör unvanlarını aldı.
2001 yılında, özgürlüğün şart olduğu üniversite ortamında hüküm süren baskılara karşı çıkarak Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesindeki görevinden ayrılarak, Avrupa Uluslararası İslam Üniversitesinde (Hollanda) misafir öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürdü. İlk yazılarını İslâmın İlk Emri Oku dergisinde (1963) yayımladı. Sonraki yıllarda makaleleri Oku, Tohum, Türkiye Günlüğü, İslâm Araştırmaları, İzlenim gibi birçok dergide yer aldı. Nesil dergisini (1976-Eylül 1980) çıkaranlar arasında bulundu. periyodik yazıları, Yeni Şafak gazetesi, Gerçek Hayat ve Eğitim-Bilim dergilerinde yayımlandı.
Yarım asra
yaklaşan fikir ve meslek hayatı boyunca, yurtiçi ve yurtdışında binlerce
konferans, seminer, panel, vaaz, hutbe, kurs, yazılı ve görsel medya programı,
eğitim programında yer alarak eğitim, öğretim, tebliğ ve irşad faaliyetini sürdürdü.
Aralarında bugünün tanınmış bilim ve fikir adamları olan binlerce öğrenci
yetiştirdi. 1982
yılında Türkiye Millî Kültür Vakfı Özel Jüri Ödülünü aldı. Yurtiçi ve yurtdışındaki
çok sayıda ilmî toplantıya konuşmacı olarak katıldı, bildiriler sundu.
Arapça, Farsça
ve Fransızca bilen Hayrettin Karaman, 1956 yılından beri evli olup, üç çocuğa
(Latife, M. Lutfullah, M. İhsan); yedi toruna (U. Murat, Zeynep, Selva, M.
Tahir, Bilal, Enes, Salih) ve bir torun çocuğuna (Mustafa) sahiptir.
ESERLERİ:
MEAL- İLMİHAL-TEFSİR: Arapça-Türkçe Yeni Kâmus (Sözlük, Bekir Topaloğlu ile birlikte, 2005), İlmihal (Heyet'le birlikte), Kur’an Yolu - Türkçe Meal ve Tefsir (5 cilt, İbrahim Kafi Dönmez, Mustafa Çağnıcı, Sadrettin Gümüş ile, 2007), Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali (Mustafa Çağrıcı Ali Turgut İbrahim Kafi Dönmez Sadrettin Gümüş Ali Özek ile, 2009), Aile İlmihali (2011).
ÇEVİRİ: İctihad, Taklîd ve Telfîk Üzerine Dört Risâle (çev. ve yay. haz.; İbn Teymiyye - Abdullah b. Abdulazim - Şah Veliyyullah – Senhûrî’den, 2000), Yolların Ayrılış Noktasında İslâm (Muhammed Esed’den, 2001), İslam Düşüncesinde Ekonomi Banka ve Sigorta (Prof. Dr. M. Ahmet ez-Zerka - Prof. Dr. A. Muhammed Abdülaziz en-Neccar’dan, 2002),
ŞİİR: Dert Söyletir (2002).
DERS KİTABI: Arapça Sarf-Nahiv ve Arapça Metinler (Bekir Topaloğlu ile, 1964), Fıkıh Usûlü (1965), Hadis Usûlü (1965), Arapça-Türkçe Yeni Kâmus (Bekir Topaloğlu ile, 1966).
KAYNAKÇA:
İsmail
Kara / Türkiye’de
İslâmcılık Düşüncesi (3 cilt, 1986,
1987, 3. Cilt: Metinler-Kişiler, 1994, s.481-584), İhsan Işık / Yazarlar
Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) - Resimli ve
Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006,
gen. 2. bas. 2007) – Ünlü Bilim Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 2,
2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), M.
Avni Özmansur / Kur’an’daki Asıl İslâm Bu 2 (2002), Ahmet Yüter / Prof. Dr.
Hayreddin Karaman’dan Güncel Sorulara Cevaplar (Sur dergisi, Mayıs 2003).
MUSTAFA SABRİ
EFENDİ ve DEMOKRASİ
Hayrettin
KARAMAN
Osmanlı’nın
son şeyhülislamı M. Sabri Efendi 1869-1954 yılları arasında yaşamış, Sultan
Abdülhamid’den itibaren Osmanlı padişahları ile Cumhuriyet döneminin önemli bir
kısmına şahit olmuş, büyük mevkilere gelmiş, ilim, yayın/gazetecilik ve siyaset
alanlarında isim yapmış ve iz bırakmış bir zattır. “İslâmî Hareket Öncüleri”
isimli kitabımın dördüncü cildinde ona 100 sayfaya yakın yer ayırmış, hayatını
ve görüşlerini yazmıştım. Burada siyasi rejimler hakkındaki görüşünü
özetliyorum:
M.
Sabri’ye göre bolşevizm, masonluk, beşeri demokrasi; “eşitlik, kardeşlik,
hürriyet, adalet” iddialarıyla yola çıkmış, komünizm yoksullara refah ve
eşitlik, masonluk insanlara kardeşlik, demokrasi de hürriyet vadetmiştir. Ancak
bunların hiçbiri vaatlerini gerçekleştirme kabiliyetini haiz değildir. Komünizm
(bolşevizm) ekmek için insanların ellerinden hürriyetlerini almış, ama ekmeği
de, emeğin hakkını da adaletle verememiş, kapitalizme düşman iken dev gibi bir
devlet kapitalizmi oluşturmuş, servet de adaletle paylaşılmamıştır. Masonların
kardeşliği dar bir sınır içinde söz konusudur. Beşeri ulusalcı demokrasinin
hedefi, insanların kendi iradeleriyle elde edemeyecekleri bir etnik bağa, dar
milliyetçilik çerçevesine hapsedilmiştir ve beşer, sırf vicdanı ile
demokrasinin hedeflerini gerçekleştiremeyecektir. İslâm demokrasisine gelince;
bu demokrasi ilâhî talimata, emir ve yasaklara dayanır. Bu emir ve yasaklar,
iman ve vicdan ile birleşince gerçekleşme şansı artar. “Ancak İslâm
demokrasisinin hayat bulmasının şartı da Müslümanların, ilk nesil iman ve
ahlâkına geri dönmeleri ve gerçek manada Müslüman olmalarıdır. Bu takdirde her
iki yönden iyi yetişmiş önderleri halkın önüne düşer, ibadetlerle camileri
şenlendirir, hayırda ve iyiyi teşvik, kötüyü engellemede onlara örnek olurlar.
Böylece önderler ile onları takip eden halk bir bütün olarak “ahlâkî erdemleri
ve insani ilkeleri” ile diğer milletlere örnek olurlar. İslâmî birlikleri
içinde ırka ve kavme ait farklar eridiği gibi zenginleri ile yoksulları
arasındaki mesafe de kısalır” Mevkıfu’l-Akl, C.I, s. 16).
M.
Sabri Efendi konuya şöyle devam ediyor:
“…şunu
ispat ettim: İslâm, kavmiyet ve diğer bağlara mukabil sosyal-siyasi bir
aidiyettir; bunun bütün gereklerini kendinde toplayan, başka hiçbir dinin ona
yakın bir seviyeyi elde edemediği bir aidiyettir. Bu aidiyet sayesinde 300
milyonu bulan nüfusu ile bütün Müslümanlar arasında bir dayanışma ve denge
şirketi kurulmuş olur. Bu topluluğun Arap’ı Arap olmayanından, siyahı
beyazından -dindarlık ve ahlâkî erdem dışında- üstün değildir. Her Müslüman
kendisi için istediğini, kardeşi olan diğer Müslüman için de ister. Bu
dayanışma ve denge topluluğu, eski masonluktan da yeni komünizmden de daha
ilkelerine sadık, daha temiz ve daha yücedir. Çünkü bu ortaklığın ve
dayanışmanın amacı, dünyadan da önce ahireti kazanmaktır, ona her mümin dinî
bir ödev olarak sarılır ve çünkü ondaki demokrasi, slogan, propaganda ve
aldatmalara dayalı demokrasilerden daha sahihtir. Bir Fransız özdeyişinde,
“Herkes kendisi için, Allah ise herkes içindir” dendiği gibi kalbini bütün
beşeriyetin faydasına açan ve insanlardan önce Allah katında sorumluluk şuuruna
sahip olan İslâm demokrasisi, başka ulusların aleyhine olarak kendi ulusu içim
çalışmaz; böyle olunca da siyasilerin ortaya koyduğu diğer demokrasilerden
elbette üstün olacak ve onlardan daha çok insanlığın iyiliğine hizmet
edecektir. Yoksulların ihtiyaçlarını garanti eden gelirler, mallarından
Allah’ın yoksullar ve muhtaçlar için pay ayırdığı zenginlerden gönüllü olarak
onlara doğrudan ulaşacak, servetin çoğu, yoksulları zenginlerin esiri olmaktan
kurtarmak için yola çıkıp da kendilerine esir eden siyaset simsarlarının elinde
kalmayacaktır (Mevkıfu’l-Akl, I, s. 20 vd.).
Mustafa
Sabri Efendi’ye göre insanların çıkarına ve mutluluklarına en uygun siyasi
sistem “hukuk devleti” sistemidir. Demokratik cumhuriyetlerde yöneticiler
kanunu eşitlik esasına göre uygulasalar bile kanunları beşer yaptığı sürece
amaca ulaşılamaz; çünkü meşhur Fransız özdeyişine göre, “Herkes kendisi için,
Allah herkes içindir”. Demokratik yönetimlerde de sağcılar ve solcular vardır,
son söz hâkim olan tarafın olur; onlar da yoksullar hatta orta tabakanın değil,
kendi çıkarlarının tarafında olurlar. Batı’da fıkhı (hukuku) olan bir din
bulunmadığından buradaki demokratik cumhuriyetler beşeri (zalim ve hakkı bilmez
insan elinden çıkmış) kanunları uyguladılar ama Müslümanların elinde ilâhî
naslara dayanan bir hukuk, bir fıkıh vardır ve bunu uygulayarak -gayr-i
Müslimler ve azınlıklar dâhil- herkesin mutlu olacağı bir sonuca ulaşmak mümkün
olacaktır.
KAYNAK:
Hayrettin Karaman / Mustafa Sabri Efendi ve demokrasi (yenisafak.com.tr,
20.05.2018).