İnsan hakları savunucusu, Tıp doktoru, gazeteci yazar, STK yöneticisi, XXVII. Dönem Kocaeli Milletvekili. MAZLUMDER genel başkanlarından. 2 Kasım 1965 tarihinde Isparta’nın Karaağaç ilçesinde doğdu. Baba adı Muhittin, anne adı Nebihe. Aslen Şanlıurfalıdır. İlk ve orta öğrenimimi Bursa’da tamamladı. Bursa İmam Hatip Lisesini bitirdikten sonra 1990 yılında Anadolu Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldu.
Eğitimini tamamladıktan sonra Iğdır Tecirli Sağlık Ocağı, Bursa Orhaneli
Devlet Hastanesinde çalıştı. 1995 yılında TUS sınavını kazanarak uzmanlık
eğitimine başladı. 2000 yılında Süreyyapaşa Göğüs Hastanesindeki
görevini bitirerek Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz uzmanı oldu.
2000 yılından itibaren İzmit SEKA Devlet Hastanesinde
Uzman Dr. olarak görev yaptu. Göğüs hastalıkları ile ilgili birçok
çalışmaya ve toplantıya katıldı.
Dr. Gergerlioğlu, 2003 yılında MAZLUMDER Kocaeli Şube Başkanlığını
üstlendi. Derneğin yerel bir şubesi olarak; yaşam hakkı, düşünce özgürlüğü,
kadın hakları, işçi hakları ile ilgili birçok imza kampanyası ve
bilimsel raporlama çalışması yaparak Meclis’teki ilgili
komisyonlara iletti.
"Başörtüsüne Özgürlük"
temalı haftalık basın açıklamalarının başlatıcısı ve yıllarca devam ettireni
oldu. 2007 yılına kadar Kocaeli Şube Başkanlığı görevini yürüttükten
sonra MAZLUMDER Genel
Başkanlığı görevine Genel Kurulun oybirliği kararı ile getirildi.
Bu görevde iken, antidemokratik birçok yasa ve uygulamaya karşı sivil
tepki, hukuki girişim ve açıklamalarda bulundu. Darbeci askerlerin
yargılanması ile ilgili yasa değişikliği teklifleri hazırlayarak ilgili
birimlere sundu. Hukuki birçok girişimle demokrasiyi engellemeye çalışan kişi
ve kuruluşlara karşı suç duyuruları ile hukuki mücadele sürecini başlattı ve
takibini yaptı.
Çeşitli medya kuruluşlarına bir kurum temsilcisi olarak açıklamalar
yaptı. Dünya ve Türkiye insan hakları raporları hazırlayan bir ekibin başında
bulunarak, hazırladıkları raporlarla ilgili yurtiçi ve yabancı büyükelçilik
yetkilileri ile görüşmeler yaptı. Yurt içi ve yurt dışında insan hakları konulu
birçok etkinlik, konferans, panel ve sempozyumlara katıldı. İnsan hakları
alanında imza kampanyaları başlatılmasına önayak oldu. “Türkiye’de dini ve
etnik ayrımcılık” konulu bir saha çalışmasının başkanlığını yaptı. 2009
yılında yapılan kongrede genel başkanlık görevinde kalması yönündeki ısrara
rağmen, kendi isteğiyle Genel Başkanlık görevinden ayrıldı.
Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu, 2013'te farklı sivil toplum örgütlerinin
katılımıyla oluşan Kocaeli Barış Platformunun sözcüsüdür. Uzun yıllardan beri
dünya ve Türkiye siyasetini yakından takip ediyor. 2007 yılından beri çeşitli
yerel gazetelerde ve internet sitelerinde Türkiye ve Dünya siyasetine
dair haftalık köşe yazıları yayımlanıyor.
Daha önce yayınladığı bir mesaj yüzünden açığa alınan
Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu 6 Ocak 2017'de 679. KHK ile devlet memurluğu
görevinden ihraç edildi.
Dr. Gergerlioğlu, halen okul öncesi eğitim veren bir kurumun kurucusu
olarak çalışmalarını sürdürmektedir. Akıl Oyunları Akademisi isimli, çocuklarda
düşünme becerilerini çeşitli zekâ fonksiyonları üzerinden geliştiren
bir eğitim sisteminin Kocaeli temsilcisidir.
2017 Mart ayında kurulan ‘Hak ve Adalet Platformu’nun sözcüsü oldu. OHAL ve
KHK’ların hukuki, siyasi, toplumsal etkilerini bireysel ve kolektif
çalışmalarda inceleyen çalışmalara yoğunlaştı.
Kocaeli Milletvekili
Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu, 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde HDP’den XXVII. Dönem
Kocaeli Milletvekili seçilerek TBMM’de yasama çalışmalarına katıldı. TBMM
İnsan
Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesidir.
Orta derecede İngilizce ve az derecede Arapça bilen Dr. Gergerlioğlu, evli
ve biri kız, ikisi erkek 3 çocuk babasıdır.
Ödülleri:
Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu'na 21 Haziran 2013'te FETA Girişimi ve Sakarya
Gönüllü Eğitimciler Derneği 9. FETA ödülleri kapsamında "Yılın
Aydını" ödülü verilmiştir.
2 yıl 6 ay hapis
cezasına çarptırıldı
Gergerlioğlu, milletvekili seçilmeden önce yargılandığı Kocaeli 2. Ağır
Ceza Mahkemesince 21 Şubat 2018'de "PKK/KCK propagandası yapmak"
suçundan hapse mahkum edildi.
Mahkeme kararının, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesince
hukuka uygun bulunmasının ardından temyiz üzerine dosya Yargıtay'a geldi.
Dosyayı inceleyen Yargıtay, 16. Ceza Dairesi, HDP Kocaeli Milletvekili Ömer
Faruk Gergerlioğlu'na "terör örgütü propagandası yapmak" suçundan
verilen 2 yıl 6 ay hapis cezasını onadı.
Dairenin gerekçesinde, sanık hakkında milletvekili seçilmeden önce
soruşturmanın başlatıldığı, kovuşturmaya devam edilerek, hüküm kurulduğu
hatırlatıldı.
Yasama dokunulmazlığı ile milletvekillerinin keyfi ve asılsız ceza
kovuşturmaları ve tutuklamalardan korunmasının sağlandığı belirtilen gerekçede,
hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması yasağına ise Anayasa'nın 14, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesi'nin de 17. maddesinde yer verildiği aktarıldı.
Gerekçede, Anayasa Mahkemesinin 2008'deki kararında, demokratik yaşam için
doğrudan açık ve yakın tehlike oluşturan düşünce açıklamalarının Anayasa'nın
14. maddesi kapsamında "kötüye" kullanma olarak
değerlendirilebileceği sonucuna varıldığı ifade edildi.
Yargıtay 9. Ceza Dairesinin yerleşik içtihatlarında da terör örgütü
propagandası suçunun Anayasa'nın 14. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanımı
olduğuna işaret edilen gerekçede, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin de benzer
kararlarına yer verildi.
Yargıtay 16. Ceza Dairesinin gerekçesinde, şunlar kaydedildi:
"Sanığın, 20 Ağustos 2016 tarihli paylaşımında, örgüt mensuplarının silahlı fotoğrafının görsel olarak kullandığı, örgütün cebir ve şiddet içeren eylemlerini meşru gösteren ve teşvik eden ifadeler içerdiği anlaşılmıştır. Sanığın, PKK silahlı terör örgütünce yayımlanan bir açıklamanın yer aldığı habere link vermesi, böylece açıklamanın sahiplenilmesi, PKK'nın meşru gösterilmeye çalışılması şeklindeki eyleminin bağlamı ve mahiyeti itibarıyla örgütün siyasi veya sosyal etkinliğini artırmak, sesinin kitlelere duyurulmasını sağlamak, örgütün başa çıkılması imkansız bir güç olduğu ve amacına ulaşabileceği kanaatini toplum üzerinde oluşturmak, halkın örgüte sempatisini artırmak ve aktif desteğini sağlamak amacı taşıdığı belirlenmiştir. Bu hususlar nazara alındığında sanığın savunmasına itibar edilmeyip cezalandırılmasına karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir."
Milletvekilliği
Düştü
HDP
Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun milletvekilliği düştü. Anayasa
gereğince, Genel Kurulda okunan tezkerenin ardından Gergerlioğlu'nun
milletvekilliği düştü. HDP'nin milletvekili sayısı 56'dan 55'e düştü. Ayrıca
3,5 saat Genel Kurul salonunda bekleyen Gergerlioğlu, buradan ayrılarak
partisinin Meclis'teki grup odasına geçti.
TBMM
Meclis Genel Kurulu, Meclis Başkanvekili Celal Adan başkanlığında toplandı. HDP
Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu hakkında 'terör örgütü
propagandası yapmak' suçundan verilen kesinleşen yargı kararının, Genel Kurulda
okunması öncesinde gerginlik yaşandı. 22'nci Dönem Bitlis Milletvekili ve DEVA
Partisi Kurucular Kurulu üyesi Abdurrahim Aksoy, Genel Kurul basın locasında
ayağa kalkarak, kararın okunacak olmasına tepki gösterdi. Aksoy, TBMM Koruma
Dairesi Başkanı Ahmet Birtan Erol ve diğer görevliler tarafından basın
locasından çıkarıldı.
'CHP ve HDP'den
Tepki
Karar
okunmadan önce söz alan CHP Grup Başkanvekili Engin Altay da Gergerlioğlu'nun
Anayasa Mahkemesi'ne yaptığı bireysel başvurunun sonuçlanması gerektiğini
söyleyerek, Enis Berberoğlu kararını hatırlattı. Altay, "Meclis'i ofsayta
düşürmenin anlamı yok" dedi. HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş ise
Gergerlioğlu'nun sadece bir haberi tweetlediği için ceza verildiğini savunarak
"Habere hala erişim engeli bulunmuyor" dedi.
Yargıtay,
HDPli Ömer Faruk Gergerlioğlunun cezasını onadıYargıtay, HDP'li Ömer Faruk
Gergerlioğlu'nun cezasını onadı
Karar Okundu,
Vekilliği Düştü
Konuşmaların
ardından Meclis Başkanvekili Celal Adan, Gergerlioğlu hakkındaki yargı kararını
okuyarak, milletvekilliğinin düşürüldüğünü söyledi. Bunun üzerine HDP
milletvekilleri Gergerlioğlu'nun fotoğraflarının bulunduğu pankartları
kaldırarak "Hak, hukuk, adalet" sloganları atarak, duruma tepki
gösterdi. Birleşime ara verilmesinin ardından Gergerlioğlu, basın locasına
dönerek "Bir barış paylaşımı yaptığım için vekilliğim düşürülüyor. Ama herkes
bilsin ki halkların kardeşliğini hiç kimse engelleyemeyecek. Yaşasın halkların
kardeşliği. Ben bu milletin meclisinin milletvekiliyim. Milletin iradesiyle
geldim. Ben milletimin bağrındayım, kalbindeyim ve hiçbir yere gitmiyorum.
Meclis Genel Kurulunu terk etmiyorum" ifadelerini kullandı.
3,5 Saat Sonra
Genel Kurul'dan Ayrıldı
Oturumu
açan Başkanvekili Celal Adan, milletvekilliği düşürüldüğü için Gergerlioğlu'nu
dışarı çıkması teklifinde bulunarak tekrar birleşime ara verdi. Genel Kurul'da
yaklaşık 3,5 saat bekleyen Gergerlioğlu, salondan ayrılarak partinin Meclisteki
grup odasına geçti.
TBMM
Genel Kurulu'nda, hakkında mahkemece verilen kesinleşmiş cezaya ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi okunarak bilgiye sunulmasının ardından, HDP'li
Gergerlioğlu'nun milletvekilliği düştü.
Gergerlioğlu,
milletvekilliğinin düşmesini protesto etmek amacıyla, beraberinde partisinden
bir grup milletvekili ile birleşimin kapanmasının ardından Genel Kurul salonunu
terk etmedi.
Burada
yaklaşık 3,5 saat bekleyen Gergerlioğlu ve beraberindeki milletvekilleri, daha
sonra salondan ayrılarak, partinin Meclisteki grup odasına geçti.
Karar
sonrası CNN TÜRK Muhabiri Duygu Ayaz Bayram şu detayları paylaştı:
Ömer
Faruk Gergerlioğlu, milletvekili seçilmeden önce yargılandığı Kocaeli 2. Ağır
Ceza Mahkemesince 21 Şubat 2018'de "PKK/KCK propagandası yapmak"
suçundan hapse mahkum edilmişti.
Mahkeme
kararının, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesince hukuka uygun
bulunmasının ardından temyiz üzerine dosya Yargıtay'a geldi. Dosyayı inceleyen
Yargıtay 16. Ceza Dairesi, Gergerlioğlu'na verilen 2 yıl 6 ay hapis cezasını
onamıştı.
CNN
TÜRK Ankara Temsilcisi Dicle Canova ise şu bilgileri paylaştı:
Bir
yıl içerisinde vekilliği düşen 4. Vekil oldu. Enis Beberoğlu ile birlikte iki
HDP’li vekilin, milletvekilliği düşmüştü. Meclisteki kural net. Herhangi vekil
hakkında hüküm kesinleştiği zaman son merci olan Yargıtay tarafından da
onandığı zaman Meclis’e gelen yazı okunur ve vekillik düşer. Anayasaya göre
yapılması gereken işlem budur, ama tartışmalı süreçler yaşanıyor.
Meclis
Başkanı Mustafa Şentop Yargıtay’ın onayladığı karar sonrası Anayasaya göre
kararın uygulanacağını belirtmişti.
Yeniden
Gözaltına Alındı
Hakkındaki
kesinleşmiş hapis cezası nedeniyle milletvekilliği düşürülen HDP'li Ömer Faruk
Gergerlioğlu 2 Mart 2021 günü yeniden Ankara'da gözaltına alındı. Konuyla
ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan açıklama geldi. Ömer Faruk
Gergerlioğlu'nun, kendisine yapılan çağrıyı almış olmasına rağmen 10 günlük
yasal süre içinde gelmemesi üzerine gözaltına alındığı bildirildi.
AA
muhabirinin edindiği bilgiye göre, TBMM Genel Kurulunda 17 Mart'ta
gerçekleştirilen birleşimde, hakkında mahkemece verilen kesinleşmiş hapis
cezasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi okunarak milletvekilliği düşürülen
Gergerlioğlu hakkında gözaltı kararı verildi. Kararın ardından Gergerlioğlu'nun
Ankara'daki evine giden Terörle Mücadele Şube ekipleri, gözaltı işlemini
gerçekleştirdi. Gergerlioğlu, Ankara Emniyet Müdürlüğüne götürüldü.
Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan Gözaltı Açıklaması
Başsavcılıktan
yapılan açıklamada, Yargıtay onayından geçmek suretiyle hakkında terör örgütü
propagandası yapmak suçundan kesinleşmiş 2 yıl 6 ay hapis cezası bulunan, TBMM
Genel Kurulu'nda 17 Mart'ta gerçekleştirilen birleşimde, hakkında mahkemece
verilen kesinleşmiş hapis cezasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi okunan
Gergerlioğlu'nun milletvekilliğinin düşürüldüğü anımsatıldı.
Açıklamada,
"Anayasanın 84/2. maddesi gereğince milletvekilliği düşen Ömer Faruk
Gergerlioğlu, 5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında
Kanun'un 19/1 maddesi gereğince kendisine yapılan çağrıyı tebliğ almış olmasına
rağmen 10 günlük yasal süre içinde gelmemesi üzerine yasal zorunluluk olarak
hakkında yakalama emri çıkarılmış, çıkarılan yakalama emrine istinaden de
ikametinde yakalanmıştır." ifadelerine yer verildi.
Ankara
Cumhuriyet Başsavcılığının talimatı doğrultusunda Gergerlioğlu'nun ceza infaz
kurumuna sevk işleminin devam ettiği bildirildi.
KAYNAKÇA: Ömer Faruk Gergerlioğlu / Niye Milliyetçiliğe Karşıyım? (omerfarukgergerlioglu.com, 08.08.2015), Ömer Faruk Gergerlioğlu açığa alındı (yeniasya.com.tr, 13 Ekim 2016), Doktor Ömer Faruk Gergerlioğlu da KHK ile ihraç edildi (t24.com.tr, 7 Ocak 2017), Ömer Faruk Gergerlioğlu: Anti Erdoğancılık kazandırmıyor (Röportaj: Serpil İlgün, evrensel.net, 20 Şubat 2017), Özgeçmişim - Ömer Faruk Gergerlioğlu (omerfarukgergerlioglu.com, 21.06.2019), HDP milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun hapis cezası onandı (AA- haberglobal.com.tr, 19.02.2021), Son dakika: HDP’li Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu'nun vekilliği düştü (hürriyet.com.tr, 17.03.2021), HDP'li Gergerlioğlu gözaltına alındı (hürriyet.com.tr, 02.04.2021).
SASON
İSYANI'NDAN GÜNÜMÜZE DEĞİŞEN NEDİR?
Ömer Faruk
GERGERLİOĞLU
Mesele
anlayışsız idarecilerle, 'Kasap Ahmet'lerle çözülmez, mesele adil, insani ve
eşitlikçi yaklaşımlarla çözülür.
12
yıl süren bir silahlı çatışma, perişanlık, nesillerce süren dertler...
12
yıl süren bir dram, facia, gözyaşı, kan, sürgün...
12
yıl süren yara deşme, kanatma ve yine de hakim olanın devam etme dayatması...
Batmanlı egitimci, şair, yazar Behçet
Gülenay'ın eseri karanlıkta kalacak bir dönemi tarihi tanıklıklarla aydınlatmaya
çalışıyor. 'Suda yanan ayetler' tanıklar üzerine bina edilmiş bir tarihi roman.
Sason
isyanı'nı anlatan bu tarihi roman bize yanlış uygulamaların devam etmesinin ne
kadar üzücü olduğunu hatırlatır. 1925-1937 arası devam eden olaylar şimdi
gündemde olmasa da bölge insanının hep zihinlerindedir, aktarılan
hikayelerdedir.
Cumhuriyet
elitizminin ürettiği anlayışın nasıl bir devlet, toplum uyuşmazlığı
oluşturduğunu belgeleriyle ortaya seriyor kitap. Halen devam eden sorunların o
günkü hatalarla yüzleşmeden çözülemeyeceğini bir daha hatırlatıyor bize kitap.
İsyanın
sanıldığı gibi bir etnik meseleden değil, namus meselesinden başladığı
anlatılır tanık anlatımlarında... Kendini büyük gören halkı küçümseyen bir
anlayışın ortaya çıkmasıdır adeta bu olay. Devlet görevlilerinin misafir
edildikleri Arap aşiretinin evinde bir kadına sarkıntılık yapıldığı iddiası
zaten gergin olan ortamda fitili ateşleyendir.
Arap
aşiretler arasında başlamış bu isyan daha sonra Kürt aşiretlerine de sıçrar ama
problem ortaktır, toplumun dilinden, isteğinden anlamayan, çözüm için yapılması
gerekeni idrak bile edemeyen üstenci bir zihniyet. Acı hatıraların artması
yarayı derinleştirir, sözde durmamayı, ' bahta uymamayı' doğuran kibirli devlet
kaprisleri, meselenin sadece o zaman değil şimdi de devam eden mesulüdür
aslında.
'Garzan'da
taş üstünde taş, gövde üzerinde baş kalmasın' emrini veren Siirt Tümen komutanı
Osman Tufan paşa gibilerin tavrıdır belki de isyanın 12 yıl kadar uzun bir süre
sürmesi. Kimbilir belki de çok güçlü olmasa da sertliğe karşı daha sertlikle
cevap veren bölge insanını merhamet, adalet kanalından kucaklayamamanın
nedenidir bu uzun süre. Kelle getirene mükafat vaadiyle insanları ihanete,
gammazcılığa, yargısız infaza teşvik edenlerin hali hic sorgulanmadan nereye
varılır? İnsanların Garzan dağlarındaki mağaralara sığınması ve inanılmaz kotü
koşulları tercih etmeleri ve unutulmayacak dramatik hadiselerin yaşanmasının
failleri halen sorgulanmayacak mıdır? Meselenin adı hep isyan ve çözümü hep
kafa ezmek midir? Kısa sürede barışla bitecek bir sorunu umursamaz anlayışlar
ve yanlı reçeteler uzatmıştır, bu bellidir.
Sığındıkları
mağarada doğan bebeğinin ağlama sesi duyulmasın diye sımsıkı kapayan ama
boğularak ölümune yol açan annenin çıldırmış, yürek yakan feryatlarından mı
bahsedelim, yarım kalan aşk hikayelerinden mi, dağların tepelerinde dökülen
hasret gözyaslarından mı? Yazar Gülenay bu acı tanıklıkları köy, köy, sehir
şehir dolaşarak iyi ki dinlemiş ömrünün son demindeki tanıklardan. Yanlış
politikaların tekerrür etmemesi için belki yapılması gereken en önemli işlerdir
bunlar.
Yar
ve ciğer acısı olmasına rağmen çatıştığı yaralı bir askerin 'su, su' diyen
iniltisine koşan Mehmet'in bu acılara isyan eden şimdi için de geçerli sözleri
ne kadar anlamlıdır. 'Bu kadar insan, bir hiç uğruna rezilce ölüyor ya da
korkunç bir hayat sürerek hiçe açılan kapılar aşındırıyor' Ancak bu sözler
karar vericiler tarafından o gün de karşılık bulmuyordu, bugün de...
Mesele
anlayışsız idarecilerle, 'kasap Ahmet' lerle çözülmez, mesele adil, insani ve
eşitlikçi yaklaşımlarla çözülür, bunu anlamak için yeni acılar yaşamamıza gerek
yok, biraz araştırılsa tüm dersleri veren tarih yanı başımızda duruyor.
Hangi
acıdan bahsetsem ki...
'Ben
dağların ceylanı
Garzan
Mîrinin kızı
Dağ
aslanının karısı
Rındıhan'im
ben
Ölürüm
de teslim etmem namusumu
Eline
çakal ve tilkilerin
Ölürüm
de düşünmem haramzadeler'
diyerek
namusuna el uzatanların elinden kurtulup Küsket'in azgın sularına bırakan
Rındıhan'ların feryadı halen Garzan dağlarında çınlar.
Komutan
yüzbaşı Cemal Madanoğlu ile görüşen isyancı Abdurrahman Ali'nin 'Yüzbaşı beg!
Eger sizin büyük paşalarınız varsa bizim de Allah'ımız var. Dilekçeye gelince
yazdım bile. Fakat sizin emir aldığınız o kurumlara degil. Ben Allah' a dilekçemi
yazıyorum' demesinin ardından sahada olan yüzbaşının üstlerine önerdiği barış
ne yazık ki yine sağlanamaz. Belli ki barışı bir acziyet olarak gören zihniyet
belki hep boyun eğdirdiğini sanacak ama tepeden inmeci ve zorba metodlar bu
topraklara hiç huzur sağlamayacak.
KAYNAK: Ömer Faruk Gergerlioğlu / Sason
İsyanı'ndan günümüze değişen nedir? (artigercek.com, adaletzemini.org,
omerfarukgergerlioglu.com, arsiv.omerfarukgergerlioglu.com, 25 Temmuz 2017).
NİYE
MİLLİYETÇİLİĞE KARŞIYIM?
Ömer Faruk GERGERLİOĞLU
Sorunun
temeli, milliyetçilik hastalığının sorgulanmamasıdır
Benim
ırkçılığa, milliyetçiliğe niye şiddetle
karşı olduğuma dair hatıralarımı anlatayım. Çocuktum, 12-13 yaşlarında. Okumayı
severdim, derslerimde başarılıydım. Daha da erken yaşlarda okuma maceram
başlamıştı. Rahmetli babam, memuriyet hayatı sürgünlerle geçmiş bir devlet
memuruydu. Bunun nedeni, yani suçu namazını kılması ve çocuklarını imam hatip
okullarında okutmasıydı. Hatta bir keresinde büyük abim imam hatip okulunda
okuduğu için babamın sürgün yeri imam hatip okulu olmayan bir yer olmuştu.
Neyse, böyle bir iklimde büyüdük ve dinimizi erkenden anlamamız için uygun bir
vasat oluştu. İlk okuduğum kitaplardan birisi babamın kütüphanesinde bulduğum
"İslam ırkçılığı meneder" isimli kitaptı. Buhari mütercimi çok
kıymetli bir ilim ve amel adamı ve aynı zamanda şair Mehmet Akif'in can dostu
Babanzade Ahmet Naim'in kitabıydı bu. Bundan 40 yıl öncesi pek telif eserin
olmadığı o yıllarda okuduğum 19. yüzyılın sonlarında yazılmış bir kitaptı eser.
Bu kısa kitabı okuduğum zaman hayatım boyunca unutamayacağım birşey öğrendim.
Öğrendiğim bu din, ırkçılığı, milliyetçiliği şiddetle men ediyordu. Bir ırkın,
bir başka ırkı aşağılaması, dışlaması, ötekileştirmesi anlamındaki bir anlayışı
bu din kabul etmiyordu. Daha sonraları öğrenecektim ki Mehmet Âkif’ “ashab'dan sonra en sevdiğim adam” dediği
Naim’le dostluğunu kırk iki sene devam ettirmişti. Örnek bir dindar olan Naim
vefat ettiği gün Âkif, ‘Evim barkım yıkıldı, altında kaldım.’ diyecekti.
Daha
o günlerden dinde milliyetçiliğin olamayacağını anlamıştım. Büyüdükçe okuduğum
ayetler ve olaylar bu inancımı daha da pekiştiriyordu. Kur'anı okuduğumda Rum
suresi 22. ayete geldiğimde bir kez daha ürperdim. Zira Allahü teala bırakın
milliyetçiliği yasaklamayı, farklı ırkları yaratmasını, varlığının ve
birliğinin bir delili olarak sunuyordu insanlara. Allah insanların farklı
ırkları görerek, dünyadaki çeşitliliğin kendisinin bir lütfu ve ona olan
inancın bir delili olduğunu görmesini istiyordu. "Göklerin ve yerin
yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının
ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler
vardır." (Rum:22) Bu, benim bu dinin bir başka milliyetin dışlanmasının ne
kadar gayrıislami olduğu yönündeki fikirlerimi pekiştirmişti. Kendime söz
verdim şiddetle hep milliyetçiliğe karşı çıkacaktım.
Ardından
bir başka temel Kur'ani olay; Şeytan'ın Cennet'ten kovuluş sahnesi. Şeytan
ateşten yaratıldığını ve çamurdan, topraktan yaratılan insan'a karşı üstün
olduğunu ve emredildiği saygı hiyerarşisine uymayacağını söylüyordu ve Allah
onu Cennet'ten kovuyordu. İlk olarak yaratılışını ileri sürerek üstünlüğünü
iddia eden varlık Şeytan'dı ve ilk büyük Allah'a karşı çıkış yaratılış
özelliğinin, üstünlük vesilesi olduğu iddiasıydı. İlk milliyetçi, ilk ırkçı
Şeytan'dı. Bu Allah ve İslam düşmanının yolundan gitmek ise benim
affedemeyeceğim, kabul edemeyeceğim bir yoldu.
Daha
o zamanlardan, çocukluk yaşlarımdan
ülkemde uygulanan ırkçılıklara şiddetle karşı çıkıyor ve sapkınlıkların
nedeni görüyordum. "Ne mutlu, Türk'üm diyene, Bir Türk cihana
bedeldir" sözleri eğitim kurumlarında her gün tepemde zonkluyordu ama ben
buna içimden yüksek bir isyan ile karşı çıkıyordum. Biraz daha büyüyünce
sistemin bana dayattığı bu zulmün büyük bir haksızlığa ve acıya neden olduğunu
görmeye başlamıştım. Bu ülkede tüm ırklar tek bir ırkın potasında eritilmeye
çalışılıyordu. Dayatılan ırkçılığın bir büyük sorunu, Kürt sorununu ortaya
çıkardığını görmem fazla zaman almadı.
İslami
bir anlayış içinde şiddetle karşı çıktığım milliyetçiliğe yeni bir kavramla
tanıştığım sırada daha şiddetle karşı çıkmaya başladım. Bu kavram, insan
haklarıydı. Bir insan hakları derneği olan MAZLUMDER'in Kocaeli şube
başkanlığını üstlenmiştim ve tarihi, sosyolojik gelişimiyle insan hakları
alanını araştırmaya başlamıştım. İnsan hakları da tıpkı İslami anlayış gibi
ırkçılığın, milliyetçiliğin ne denli yanlış bir anlayış olduğunu bana tekrar
hatırlatıyordu. İnsan hakları konusunun da baş sorunlarından birisi milliyetini
diğerlerinden üstün görme anlayışıydı. Bu anlayış, bir kısım insana hakların
kendisine ait olduğu, diğer milliyetlere hak vermenin bir ihsan, bahşiş olduğu
anlayışını telkin ediyordu. Bu yüzden dünya üzerinde büyük zulümler
yaşatılıyordu, en şerefli mahluk olan insan, insan kardeşine yapmadığı zulmü
bırakmıyordu. Bunun örneği ülkemde Kürt sorunu olarak açığa çıkıyordu. Yıllarca
gasp ettikleri Kürtlerin haklarını T. C. devleti hak üzere vermeye
yanaşmıyordu. Ülke ayrımcılık, çatışma, savaş, huzursuzluk, toplumsal kaos ve
nefretin artışından kurtulamıyordu.
T.
C. devleti kendi yaptığı zulüm yetmezmiş
gibi toplumu, hatta milliyetçilikten en uzak durması gereken dindar topluluğu
da menhus anlayışıyla iğfal ediyordu. Artık milliyetçilik toplumsal bünyeye
nüfuz etmiş, bilinçaltlarına saklanmış, bünyenin zaafiyet gösterdiği her anda
ortaya çıkan bir mikrop hüviyetini almıştı. İnsan hakları alanında faaliyet
gösteren, üyelerinin çoğunun dindar olduğu MAZLUMDER'de hem yönetim planında
devletin uygulamalarıyla kafa kafaya çatışıyor ve maalesef hem de dindar
camianın bünyesine işlemiş milliyetçilik hastalığıyla mücadele ediyorduk. Dini
sağa yaslanarak milliyetçi bir açıdan öğrenen dindarlar bu ilk öğrendikleri
anlayıştan ayrılmayı rijid bir refleksle reddediyorlardı. "Kim bir
müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki
sıkıntılarından birini giderir" peygamber sözünü bilen Müslümanlar, kardeşleri
Kürtlerin sıkıntısına bigane kalıyorlardı.
Niye
milliyetçiliğe karşı olduğumu, ancak bu karşı oluşun bir o kadar hassaten
dindar camiada yankı bulamadığını anlatışımızın kısa öyküsü bu. Uzun öyküsünü
ve uğradığım hayal kırıklıklarını yazmaya kalksam sayfalar almaz. Son
zamanlarda duraksayan çözüm süreci sonrası bunların örneklerini tekrar
yaşadığım ve yıllardır yaşadığım hayal kırıklıklarını hatırladığım için bunları
yazdım.Bir çatışma havasında İnanılmaz derecede milliyetçi refleksler veren ve
sorunun çatışmayla değil sorunu yok etmeyle çözüleceğini yıllarca anlamayan
insanlarımız ah o insanlarımız... Bir sorunun nasıl çözümleneceğini bilen ama uygulamaya
yanaşmayan ve tabilerini de bu konuda yanıltan bir sisteme ve camiaya isyanım
bundan.
Sorunun
temeli buradadır, milliyetçilik hastalığının sorgulanmamasıdır. Çatışmaların
yoğunlaştığı, milliyetçiliklerin kuvvetlendiği bir günde bunları hatırlatmak
şimdi bir naiflik belki. Ancak sorunların temelinde çatışmalara varmadan
sorgulanması ihmal edilen bu anlayış var maalesef. Ancak yaşadığım hayattan
örneklerle hissettiklerimi anlatmak bir insanlık borcumdur ve selim bir akılla
bunları akledecek bir tek insan çıksa
bile bu çabama değer.
KAYNAK:
Ömer Faruk Gergerlioğlu / Niye milliyetçiliğe karşıyım? (t24.com.tr, 8 Ağustos
2015).
ÖMER FARUK
GERGERLİOĞLU: ANTİ ERDOĞANCILIK KAZANDIRMIYOR
Röportaj: Serpil
İLGÜN
Pazartesi
röportajının konuğu Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu: Hayır cephesi Erdoğan’a değil,
başkanlık teklifinin maddelerine yoğunlaşmalı.
Dindar
muhafazakar kesimler anayasa değişikliği teklifini nasıl değerlendiriyor?
İstikrar ve demokrasi vaadi hala nasıl ikna edici olabiliyor? Dış politikadaki
gelişmeler, İsrail, Suriye politikaları, El Bab’ta verilen kayıplar, Rakka
operasyonu sinyalleri, AKP tabanında nasıl izleniyor? İslami kesim, KHK’lerle
binlerce insanın sosyal ve ekonomik açıdan mağdur edilmesine neden sessiz?
Yanıtlar
için insan hakları mücadelesi aktivistlerinden, MAZLUM-DER Eski Başkanı, T24 ve
artıgerçek yazarı Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu ile konuştuk. Kendisi de ocak ayı
başındaki KHK ile ihraç edilen Gergerlioğlu, sert, ayrıştırıcı referandum
söyleminin AKP’ye kaybettireceğini söylüyor. Anayasa değişikliği teklifinin
içeriğini öğrendikçe dindar muhafazakar kesimin kafasında soru işaretleri
oluştuğunu vurgulayan Gergerlioğlu, ‘hayır’ cephesine Erdoğan karşıtlığı
üzerinde değil, teklifin maddeleri üzerinde odaklanmasını öneriyor. AKP’yi
buzdağına benzeten Gergerlioğlu’na göre “Buzdağı erimeye başladı ve Erdoğan
popülaritesi artık artma değil düşme yönünde seyredecek.”
Anayasa
değişikliğine neden ‘hayır’ dediğinizle başlayalım. Hangi maddeler sizi hayır
tercihine yöneltti?
Anayasa
değişikliğinin genel olarak ruhuna baktığımız zaman yönetim tarzını hızlandıran
ama tek adamlığa giden bir sistem olduğunu görüyoruz. Zaten yönetim tarzının
hızlandırılması demek, yasama, yargı ve yürütmenin biraz daha tekleştirilmesi
anlamına geliyor. Kuvvetler ayrılığı ilkesi dışlanıyor. Bu da Türkiye’nin
ihtiyacı olan demokratik anlayışın önünü kesiyor. Çünkü şu anda Türkiye’nin
sorunu hızlı bir yönetim değil, daha çok demokratikleşme, daha çok demokratik
katılım. Bunun sağlanması önemli. Yürütmenin yasama ve yargıyı boyunduruk
altına alması son derece rahatsız edici. Değişikliğe evet diyenler,
“Cumhurbaşkanı yargılanabilir, Yüce Divan’a gider” diyor, ama 400
milletvekilinin toplanıp cumhurbaşkanını yargıya götürmesi oldukça zor. HSYK,
yüksek yargı üyelerinin seçimiyle ilgili maddeler de son derece önemli.
Yürütmenin yargıyı kontrolü altına aldığını görüyoruz.
Yasamanın
çoğu kendi partisinden olacağı için neredeyse yargı üyelerinin tümünü
yürütmenin başı olarak cumhurbaşkanı atayacak. Bu oldukça sıkıntılı bir durum.
Onun dışında bakanları ve yardımcılarını atamada da sıkıntılı bir durum var.
Bakanları ve yardımcıları kendisi atıyor. Yasama yürütmeyi sorgulayamıyor,
yasama yürütmeye ancak yazılı soru verebiliyor, gensoru veremiyor.
Cumhurbaşkanı birini atama ve göreve getirmede tek yetkili kılınıyorsa burada
demokrasiden söz etmek mümkün değil.
Milletvekili
yaşının 18’e düşürülmesine, vekil sayısının 600’e çıkarılmasına yaklaşımınız
ne?
18
yaş olabilir. Siyasete meraklı, kabiliyetli kişilerin ön plana çıkarılması
açısından olumsuz bulmuyorum. Örneğin askeri yargının kaldırılmasını olumlu
buluyorum. Diğer yandan 600 milletvekili belki demokratik katılımı artırabilir
bölgesel olarak, ama önerilen sistemde demokratik katılım yok ki, zaten partili
cumhurbaşkanı seçecek milletvekillerini. Milletvekilleri de onun kulu kölesi
olmak durumunda olacaklar. Dolayısıyla milletvekili sayısının artışıyla
demokratik katılımın artışını söylemek mümkün değil. Olumlu gibi görünen bir
madde, pratiğe gelindiğinde anlamlı değil. Adeta cumhurbaşkanının
yargılanmasını zorlaştırma amacıyla sayının yükseltildiği gibi bir görüntü var.
O maddedeki ruhu öyle algılıyorum.
Esas
ruh diye tarif ettiğiniz gücün tek elde toplanması, otoriterleşme eleştirileri
iktidar cephesinde reddediliyor. “Değişiklik Erdoğan için isteniyor” savına da
karşı çıkılıyor, ancak kimi yazı ve yorumlarda itiraflarla da karşılaşıyoruz.
Son olarak Karar gazetesi yazarı Elif Çakır köşesinde, teklifin Erdoğan için
istendiğini kabul ederek, sonraki yıllarda Ahmet Necdet Sezer gibi birinin
başkan olması riskine karşılık şunu önerdi: “Mesela beş yıllık bir süre için
Erdoğan’a geçici olarak bu yetkiler verilsin. Referandumdan sonra anayasaya
eklenecek geçici bir maddeyle daha risksiz bir yönetim yapısı teminat altına alınsın!”
Nasıl yorumluyorsunuz?
Bu
olacak bir şey değil tabi. Bunu teklif etmek bile, anayasa teklifinin ne kadar
ciddiyetsiz olduğunu, bir maksadı taşıdığını gösteriyor. Çok açık bir şekilde
belli ki bu anayasa değişikliği teklifi Türkiye’yi demokratikleştirmek için
yapılmıyor maalesef. Türkiye olarak bizim çok ağır hastalıklarımız var. Bu
hastalıklarımızın giderilmesi için demokratikleşme yönüne gitmek gerekirken, o
yolun tersine giderek problemlerimizi halletmeye çalışıyoruz. Şu da var; bu
referandumda Erdoğan’ı seçmiyoruz, bir sistemi oyluyoruz. Evet de çıksa, hayır
da çıksa Erdoğan, 2019’a yani kendi süresinin sonuna kadar devam edecek.
Evet ama
referandum tartışması değişiklik maddeleri üzerinden değil, kişi üzerinden
yürütülüyor...
Doğru.
Erdoğan üzerinde odaklanmak, onu gündem etmek, olumlu yönüyle de olumsuz
yönüyle de sürekli onu konuşturmak gayreti hayır cephesinde de var. Ama Erdoğan
değil anayasa değişikliği teklifi öne çıkarılmalı.
Erdoğan’ın
‘Bu sistem prangadır, prangalardan kurtulacağız’ sözleri, yine ‘Yüz yıllık
parantez kapanacak, referandum 90 yıl sonraki ilk dönüm noktamız’ gibi
görüşlerin dillendirilmesi rejim değişiyor tezine dayanak yapılıyor. “Anayasa
değişikliği teklifi bir maksadı taşıyor” derken siz de rejim değişikliğini mi
kastediyorsunuz?
Ben
Erdoğan’ın bu tip söylemlerinin kendi seçmenine yönelik bir propaganda olduğunu
düşünüyorum. Rejim değişikliği olduğunu pek düşünmüyorum. Erdoğan rejimin
devamıyla beraber, cumhurbaşkanının son derece etkili olduğu bir sistem
getirmeye çalışıyor. İşi rejim değişikliği düzleminde tartışmak çok anlamlı
değil. İşin pratiğine, sistemin işleyişine vurgu yapmak lazım.
DIŞ MÜDAHALELER
ERDOĞAN’A PUAN KAYBETTİRMİYOR
Dış politikadaki
savrulmalar, İsrail, Irak, Rusya, Suriye politikaları, El Bab’ta verilen
kayıplar, Rakka operasyonu sinyalleri nasıl izleniyor? Rakka operasyonu
tercihlere nasıl yansır?
Evet,
El Bab operasyonunda 70’e yakın asker hayatını kaybetti. Benim gördüğüm genel
olarak bu kabul edilebilir bir sayı olarak görülüyor vatandaş arasında.
Dışarıda bir savaşa girmişsin, can kaybı olacak, anormal değil deniyor.
Anlamsız gördüğümüz bir savaş için verilen can kayıplarından duyduğumuz
üzüntüyü çok kişi böyle görmüyor. Dolayısıyla dışarıya yapılan müdahale
Erdoğan’a puan kaybettirmiyor, can kayıpları da kaybettirmiyor.
ABD’nin
İslam ülkelerine vize ambargosu getirmesine veya Rusya’nın ‘yanlışlıkla’
askerleri vurmasına tepki gösterilmemesi nasıl karşılanıyor peki?
Maalesef
bir tepki duyulmuyor. Bir de şu var, iktidara eleştiri yöneltecek bir kanal da
kalmadı ana akım medyada. “Ruslar yanlışlıkla vurmuş. Olabilir, savaştır
yanlışlık olur.” Veya İsrail’le anlaşma. Zamanında Gazze’ye saldırı olduğunda
80 bin kişilik mitinglerde konuşmuş bir insanım, çok acı duyan, coşkulu bir
kitle vardı karşımda. Ama şu anda öyle bir topluluk oluşmuyor. Bugünlerde yine
Gazze’ye saldırı var ama kimsenin ciğeri yanmıyor. Erdoğan’ın genel olarak iç
ve dış politikasında bir takım hatalarına rağmen başarılarının daha üstün
olduğunu düşündükleri için seslerini çıkarmıyorlar. İşte Kardak adasına
genelkurmaylı çıkarma yapmak… “Yunanistan FETÖ’cü subayları vermedi, onlara
haddini bildirelim!” Bunlar vatandaşın hoşuna gidiyor. Dolayısıyla Erdoğan’a
kazandıracak hususlar.
KORKUTMA
YÖNTEMLERİ ‘HAYIR’A YARAYACAK
İktidar
cephesinin ‘hayır’ diyenleri terörist olmakla, 15 Temmuz’u desteklemekle itham
etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? İş şimdiden ‘Hayırcılar şeytan, evetçiler
melektir’ gibi dinin daha fazla araçsallaştırmasına kadar vardı...
Bu
ayrıştırıcı söylemin şu anda bumerang gibi evet’in kendisini vurduğunu
görüyorum. “PKK hayır diyorsa, FETÖ hayır diyorsa, HDP, CHP hayır diyorsa işte
şer cephesidir” argümanı bir anda ters tepti. Çünkü az değil, yüzde 50’ye yakın
kesim hayır diyecek gibi görünüyor. Yani toplumun yüzde 3’ünü 5’ini terörist
vs. diye lanetleyebilir, şeytanlaştırabilirsiniz ama bir toplumun yüzde 50’sine
böyle dediğinizde vicdanlar sızlıyor. Ak Parti bu tür yanlışları yapmaya devam
edecek ama vicdan sızlatan, haksız, toptancı söylemleriyle kaybedecek. Manisa
İl Başkan Yardımcısı “Evet çıkmazsa iç savaş çıkar” dedi mesela. Bu tür
korkutma yöntemlerini deneyecekler ancak bu kaybettirecek. Erdoğan güçlü bir
hatip olarak sahaya çıkacak güçlü söylemlerle evet yönünde rüzgar oluşturacak ama
ben vicdanları sızlatan, çürümeyi gösteren bu tip propagandaların ‘hayır’a
yarayacağını düşünüyorum.
‘Evet çıkmazsa
iç savaş çıkar’ tehdidi dışında bir de -1 Kasım tecrübesi de hatırlatılarak-
referanduma doğru ‘evet’i güçlendirmek için şiddet, kaos tırmandırılacak
senaryoları var. Son olarak MHP’den ihraç edilen Ümit Özdağ ‘Kontrollü bir kaos
planlandığını’ söyledi. Kaos senaryolarına sizin yaklaşımınız ne?
Bu
tabii spekülasyon olur. Kaos ortamı oluşturur gibi kesin bir şey diyemem ama
büyük bir ekonomik sarsıntı, çatışma, savaş gibi olağanüstü haller, yani kaos
olması “evet” için son derece uygun bir zemin oluşturacak. Çünkü insanlar
istikrar gördükleri hayata yönelik bir saldırıya büyük tepki veriyorlar. Kaos
olursa insanlar en çok güvendiğine sığınacak doğal olarak. Toplumda da şu anda
güven Erdoğan yönünde. Ama normal bir ortamda çok daha mutedil ve uzun vadeli
düşünmeler sonucunda hayır artacak.
BUZDAĞI ERİMEYE
BAŞLADI
‘Hayır’ın, asıl
olarak AKP tabanındaki muhafazakar kitlenin ikna edilmesiyle başarı
kazanacağını söylüyorsunuz. Bu kesim üzerindeki Erdoğan etkisi malum.
Erdoğan’ın meydanlara inmeye başladığı şu günlerde muhafazakar kitle nasıl ikna
edilecek?
Ben
bu halin sürekli kalmayacağını düşünüyorum. Tamam, şu anda tartışılmaz bir
karizması var Erdoğan’ın. Eğri oturup doğru konuşmak lazım, Cumhuriyet
tarihinde Atatürk’ü bile aşmış bir popülaritesi var. Yolsuzluk vs. olaylarına
rağmen bu popülarite düşmedi. Ama bu popülarite tüm Ak Partililerde aynı oranda
değil. Yüzde 50 oy almışsa yüzde 30’u belki çok katı, vazgeçmeyecek bir kesim,
yüzde 10’u biraz daha gevşek, yüzde 5’i biraz daha gibi bir kompozisyon var.
Ben Ak Parti’yi bir buzdağına benzetiyorum. Ak Parti zirveye çıkışını
tamamladı. Erdoğan’ın popülaritesi artık artma yönünde değil, düşme yönünde
seyredecek bence. Buzdağı yavaş yavaş da olsa erimeye başlamış. Bunu net olarak
söyleyebiliyorum çünkü gördüğüm bu.
Nelere bakarak
bunu söylüyorsunuz? Hangi pratikler, yönelimler erimeye sebep oldu?
Son
zamanlarda olan şeylerden dolayı insanların kafasında soru işaretleri var. KHK
ile atılanlar, bir sürü haksızlık, yozlaşma, çürüme... Bunlar tam anlamıyla Ak
Parti’ye oy verenlerin oyunu değiştirmiş değil. Çünkü adam “Evet, durum çok
kötü ama yine Türkiye’yi kurtaracak olan Erdoğan. Kötünün iyisi” falan diyor.
Önceden “süper iyi” dediğine, şimdi “kötünün iyisi” demeye başlamış durumda.
Böyle bir evrilme görüyorum. Oyunu şu anda çok sert biçimde değiştirecek değil
ama yavaş yavaş bir değişme eğiliminde ve tekrar altını çiziyorum ki o zirve
aşağıya inmeye başlamış durumda.
Soruya geri
dönersek, değişme eğiliminde olan muhafazakar taban nasıl ikna edilecek?
Bir
kere anti Erdoğan’la hareket etmemek lazım. Erdoğan düşmanlığı yapıyormuşsun
gibi bir imaj oluşturmanın bir anlamı yok. Erdoğan karizmatik, önemli bir lider
ama yanlış politikalar içinde. Yöneticilik kabiliyeti olabilir ama yöneticiliği
kendi bünyesinde toplayan bir anlayışa evrilmişse bunu eleştirmek tabii
gerekir, ama odağı Erdoğan’ın üzerinden çıkarmak lazım.
İkincisi,
vatandaşları dinlediğiniz zaman istikrarı önemli gördüklerini görüyorum. Yani
içte ve dışta ne kadar olumsuzluklar olsa da insanlarımız genel bir istikrar
hali olduğunu, çok kötüye gidiş olmadığını düşünüyor. Hayır diyenler, vatandaşın
anlayışına, dinine söz etmemeli, tahkir etmemeli. İnsanlara ne dini
duygularını, ne tercihini rencide etmeden yaklaşmak gerekiyor. Ayrıca dindar
olmasa bile Erdoğan’a güvendiği için oy veren bir kesim de var. Ak Parti’ye oy
verenlerin tümünü dindar olarak nitelemiyorum, yüzde 30’u belki dini
nedenlerden veriyor ama bir kısım da yüzer gezer oylar. Başka bir alternatif
yok, kötünün iyisi bu, kime vereyim Bahçeli’ye mi, Kılıçdaroğlu’na mı diyor.
Zaten Demirtaş’a terörist gözüyle bakıyor. Bu insana siz birtakım yanlışlıkları
gösterdiğiniz zaman mutlaka bir değişim geçirecek. Ama tabii üç günde beş günde
olmayacak, zaman alacak.
Bunca şiddet,
haksızlık, hukuksuzluk istikrar vaadini hala nasıl diri tutulabiliyor? Ya da
istikrar olduğu kanaati nasıl hasıl oluyor?
Örneğin
birçok kişi için çözüm sürecinin bozulmuş olması, örgütün yerle bir edilmesi
zaten gerekiyordu, zaten hayırlı bir gelişme bu. Sürdürülen dış müdahaleler
ülkeyi korumaya yönelik. Ekonomi zaten dışarıdan gelen, üst aklın
manipülasyonlarla bozuluyor... Yani bizde bir istikrarsızlık yok ki, iç ve dış
güçler, hain güçler bizim istikrarımızı bozmaya çalışıyor. Biz istikrarımızı
bozmayalım gibi bir genel kanaat var. Bu sadece Ak Partililerde değil,
MHP’lilerin, CHP’lilerin bir kısmında, hatta HDP’nin tabanının bir kısmında da
var. Bu nedenle istikrar söyleminde şuna dikkat edilmesi gerektiğini
düşünüyorum; bir kere “istikrar yoktur” tartışmasına gitmenin bir anlamı yok.
Çünkü vatandaş öyle görmüyor. “İstikrar olabilir ama bu değişiklik olursa kötüye
gideceğiz” demek, bunu işlemek lazım. Hayır cephesinin asıl olarak anayasa
değişikliğinin maddeleri üzerinde durması, onları tartıştırması lazım. Çünkü Ak
Parti bu tartışmanın kendisine zarar vereceğini düşündüğü için sloganik bir
propaganda yürütüyor, “İstikrar olacak, Türkiye büyüyecek” vs. Maddeler
üzerinde tartıştığınızda ilk önce fanatikçe yaklaşan Erdoğan taraftarı bir
insan, konuştuğunuzda “Öyleyse gerçekten problemli” demeye başlıyor.
HİLAL KAPLAN VE
YILDIRAY OĞUR KAVGASI ÖNEMLİ BİR GÖSTERGE
“Medyada bunlar
gündeme gelmiyor, eleştirilmiyor” dediniz. AKP’ye yakın medyada son dönemde
gerek başkanlık, gerek dış siyasetteki savrulmalara dair uyarı yapan kalemler
“Erdoğan düşmanı” olmakla itham edildiler. Gelinen noktada Ahmet Taşgetiren
bile istenmeyen adam ilan edildi. Gözleminiz ne, kavganın kaynağında ne var?
Altını
çizdiğim çürüme, vicdan konusuyla alakalı. Taşgetiren’i şahsen tanırım duygusal
bir insandır, çok fanatik bir insan değildir. Vicdanı sızlayacak bir insandır.
Etyen Mahçupyan önceden fanatik şekilde Ak Parti’yi savunan mantıkçı bir
yazardı. Ama bu işlerin ne kadar uğraşsan da artık savunacak bir tarafı
olmadığını gören bir insan. Yani gerek duygusal, gerek mantıksal birçok önemli
kişi bunlara isyan etmeye başladı.
Bu durum
AKP/Erdoğan inişe geçmeye başladı teziniz içinde değerlendirilebilir mi?
Evet,
tabii. Liberal yazarlar dışlanmış, tahkir edilmiş durumda. Hilal Kaplan’la
Yıldıray Oğur’un kavga etmesi benim için önemli bir göstergedir. O buzdağının
dalkavukluk etmeye çalışan yazarlar için bile büyük yara aldığını, bir zafiyet
göstermemeye çalışsalar bile önemli bir gedik oluştuğunu gözlemliyorum.
KRİTER HAK,
ADALET DEĞİL, GÜÇ!
7 Şubat’taki son
KHK’larla kamuda ve üniversitelerde yüzlerce kişi yine ihraç edildi. Aralarında
dindar kesimin yakından bildiği isimler de var ancak, dindar muhafazakar
kesimden, bir dönem başkanlığını yaptığınız MAZLUMDER gibi örgütlerden
tepkisizlik sürüyor. Sizin ihracınızda da aynı soruyu sormuştuk, hukuksuzluk
sürdüğü için “İslami camia neden tepkisiz” sorusunu tekrarlamış olalım. Sebep
korku mu, yoksa uygulamalar desteklendiği için mi?
Korku
değil de, belki şöyle; bir kere İslami camialarda şu anlayış var, “ne olursa
olsun CHP’nin yüz yıla yaklaşan hakimiyetleri sonrasında dindarlar bir ivme
yakaladı ve gücü eline geçirdi. Bunu ufak tefek bahanelerle vermeyelim! Evet,
Erdoğan’ın bir takım hataları var, yanlışlar yapılıyor ama biz yüz yıldır
tahkir ediliyorduk, başörtümüzle eziliyorduk, şu anda bir fırsat yakaladık bunu
kolay kolay vermeyelim!” Bu ana kadar dindar, sağ STK’lar sorgulamadan destek
verdiler, toplumdaki bu duygu dolayısıyla bu desteğe devam ediyorlar. MAZLUMDER
de bu noktada büyük bir İslami toplum kesiminin sözcüsü durumunda bir dernek
değil, bir hak derneği…
İşte tam da hak
derneği olması hasebiyle önemli değil mi duruşu, tavrı?
O
saygınlığı var ama zaten hak derneği olduğu için dezavantajlı durumda. Çünkü
hakkı adaleti sağlamaya çalışıyor ama günümüzdeki kriter hak, adalet değil ki,
güç. Siz zaten çok popüler olamıyorsunuz ki. Çünkü popüler kavramlara yönelik
bir politikanız yok. Hak diyorsunuz, adalet diyorsunuz ve bu dil büyük bir
toplumsal kesimin hoşuna gitmiyor şu anda. Bu toplumsal yönelişten dolayı ses
çıkmıyor. Ama tabii bu benim açımdan utanç verici bir tablo. Diğer yandan bir
yerde de vicdan sızıda var, vicdanını buzluğa almış olanlar buzlukta tutuyor
ama o vicdan da öyle sürekli buzlukta tutulacak bir şey değil. Bunlar arttıkça
güven endeksi düşüyor.
İHRAÇ EDİLİNCE
CAMİ DERNEĞİ ÜYESİ BİLE OLAMIYORSUNUZ. DAHA NASIL BİR ÖLÜM OLSUN!
KHK yoluyla
yapılan ihraçların bir sosyal ölüm anlamına geldiğini söylüyorsunuz. Siz de
ihraç edildiniz. Hekimlik yapamamak, pek çok haktan yararlanamamak sizin
hayatınıza nasıl yansıyor?
Evet,
insanlar bu kararnamelerle adeta bir sosyal ölüme çekilmeye çalışılıyor. Suçun
bile belli değilken, yargılamadan pat bir kararnameyle seni kapının önüne
koyuyor. Vatandaşın gözünde seni terörist olarak lanse ediyor. İnsanlara işin
esasını anlatmak için baya bir uğraşmak gerekiyor. Çevremdeki insanlar “Hocam
seni tanıyoruz, ne yaptığını biliyoruz” diyor, yine birçok Ak Partili
şaşırıyor, “yanlışlık olmuştur hocam, düzeltilir” söylemine sığınıyor. Yani
öyle bir durum ki, pasaportunuza el konuyor. Ben uzman bir doktorum özel
hastanelerde çalışayım desem, birçok özel hastane KHK’lı olanı almakta tereddüt
ediyor. 16 yıl çalıştığım poliklinikte muayene olamadım. Benzer hadiseler açığa
alınma döneminde bile başlamıştı, ihraç kararı yokken. Mahallemdeki cami
derneğinin yönetim kurulu üyesi olmuştum, dernekler müdürü daha açığa
alındığımda –ki, aslında mahkum olanda bir dernek üyesi olabilir-, “açığa
alındınız sizi yönetim kurulunda onaylayamam” dedi. Yani mahallesindeki cami
derneği üyesi bile olamayan bir insan pozisyonuna düşüyorsunuz. Daha nasıl bir
ölüm olsun? Veya çocuğunuzun okulunda okul aile birliği üyesi olamayan,
sakıncalı görünen bir insansınız. Çocuğunuz etkileniyor, “baba seçildiğin halde
neden engelleniyorsun” diyor. Gel de 12 yaşında bir çocuğa anlat. Oradaki
insanlara anlat. İtiraz edemezsin, “uygulama doğrudur” deniyor. Böyle bir
devlet mantığı var.
Kocaeli
Valisine ve Cumhurbaşkanı’na ihraçlarla ilgili bir mektup yazmıştınız, nasıl
sonuçlandı?
Yapılan
usulsüzlüğü anlatan, “yaptığınız işler yanlış, sizi hakka, adalete davet ediyorum”
dediğim mektup sonrasında Kocaeli Valisi hakaret ettiğim gerekçesiyle hakkımda
suç duyurusunda bulunmuş. Valiliğin şikayeti üzerine karakola, sonrasında da
savcılığa gittim. Bir süredir yerel medyadaki birtakım ırkçı yazarlar
tarafından tahkire uğruyorum, hedef gösteriliyorum, edilmedik küfür
bırakmadılar gidip onlar hakkında suç duyurusunda bulunuyorsun, benim hakkımda
iki günde cereyan eden yargısal mekanizmalar, onlar hakkında nedense olmuyor.
Savcı diyor ki “Şikayetinize ancak beş altı ayda bakılır.” Böyle bir hukuk
devleti olabilir mi?
Yargıya
başvurdunuz mu?
Evet,
Bölge İdare Mahkemesi’ne ve Anayasa Mahkemesi’ne başvurdum ama tabi bunlar
umutsuz çırpınışlar. Biliyorsunuz AYM, başvuruları OHAL komisyonuna gönderecek.
Onlar zaten daha incelemeye bile girmedi. Oradan çıkacak incelemeden de zaten
umutlu değiliz. Yani şu anda umutsuz bir süreç var ama süreç içinde konunun
baya bir uzmanı olduk. Araştırdıkça insan kahroluyor. Ne kadar anti demokratik
bir dayatma içinde olduğumuz, ne kadar keyfi ne kadar siyasetçi ve bürokrat
keyfiliği içinde olduğumuzu görüyoruz. İnanılmaz bir durum. 100 bin kişiyi
atıyorsunuz, 107 bin kişi daha açıkta bekliyor, 41 bin kişi tutuklu…
cezaevlerinden büyük feryatlar yükseliyor. Çok büyük bir yara var, büyük acılar
yaşanıyor. Ama şu anda toplumun önemli bir kesimi bu acılara duyarsız. Elindeki
avucundaki son paralar da bitmiş olan, takatinin son noktasına gelmiş, çoluk
çocuk sahibi insanlar var. Anne, baba, arkadaş desteği ile idare edenler
açısından da bu idareler sonuna gelmiş bulunuyor. Felaket büyüyor ama kimsenin
gördüğü yok. Korku da var tabi, insanlarla birebir konuştuğumuz zaman “bu böyle
gitmez” diyor ama “gel sesini çıkar” dediğinde, işimden atılırım vb gibi
endişelerle kimse yok ortada.
KAYNAK:
Ömer Faruk Gergerlioğlu: Anti Erdoğancılık kazandırmıyor (Röportaj: Serpil
İlgün, evrensel.net, 20 Şubat 2017).