Öykü
yazarı. 8 Ocak 1970, İstanbul doğumlu. Tam adı Sami Başar Başarır. İstanbul
Erkek Lisesi (1987), Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü (1992)
mezunu. Yüksek öğrenimini, iletişim alanında, burslu olarak gittiği Londra City
Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde yaptı (1996-97).
Bir
süre “32. Gün” adlı haber programında yapımcı olarak çalıştı (1995-96).
1999’dan bu yana CNN Türk TV kanalında program koordinatörüdür. Öyküleri ve
yazıları 1988’den itibaren In Vivo (yayın kurulu üyesi), Gösteri, Düşler, Nar,
İstanbul (genel yayın yönetmeni) vd. dergilerde yayımlandı. Getirin O Günleri
Yakalım Bu Öyküleri ile 2004 Sait Faik Armağanını aldı. Yazılarında öykü
türünün kendini yenilemesi gerektiğini savundu.
Başar Başarır
İçin Ne Dediler?
Bu
öyküler için “modern çağın cam ve metalle inşa edilmiş dünyasında biteviye
tüketilen o keskin ve soğuk hayatların tam da bu dünyaya tezat yaratacak
şekilde şiirsel, yumuşak ve müzikli bir dille anlatılması diyebilirim ilk
ağızda. İçerik ile dil/biçem arasındaki bu etkileyici çelişkiyi kurmak için
yazar dil üzerinde bir hayli uğraşmış. Kısa sürede okuru kavrayan, yoğun ve
etkili bir dili var Başarır’ın. Bunun için geleneksel halk hikâyelerinin
kalıplarından, deyimlerden, efsane ve destanların gerçeküstü anlatımından
alabildiğine yararlanmış. Başarır malzemesine saygı duyan bir yazar. Daha da
ötesi, bir Türkçe âşığı.” (Handan İnci)
ESERLERİ (Öykü):
Kent
Kitabı (1992),
Eski
Şehrin Ayazı (1996),
Nedir
Hayat? (2000),
Getirin
O Günleri Yakalım Bu Öyküleri (2003),
Çıktığınız
Hevesle İniniz (2004),
Teklifinizle
İlgilenmiyorum (2013),
Bize
Umut Gerek (2014),
Havaalanında
Satılmayan Kitaplar (ilk 3 kitabı birlikte, 2015),
Sibop
(2017).
Düzenboz,
Bozuk
Para 1 Lira Yıllar Sonra Geri Dönen Sevgili,
KAYNAKÇA:
Süreyya Evren / Genç Şairler ve Yazarlar Kitabı (1995), Başar Başarır / Nedir
Hayat? (2000), TBE Ansiklopedisi (c.1, 2001), Murat Erol / Heceöykü
(Aralık-Ocak 2004), Handan İnci / Başar Başarır-Getirin O Günleri Yakalım Bu
Öyküleri (Varlık Kitap, Temmuz 2004),
Cem Kuleli / Şimdi de ‘Öykü Bitiyor mu?’ Tartışması (Zaman, 19.9.2004),
İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi (2006,2007), Başar Başarır kitapları (kidega.com, idefix.com,
kitapyurdu.com, 30012021).
Hiç
şikâyet etme. Bunu kendin istedin.
Herkes
unutup, defterden sildikten sonra bile Hasan’la mektuplaşan bir sendin. Yazdın,
yazsın diye bekledin. Anlattıklarına hep mim koydun. Yaptıklarına gıpta,
söylediklerine mütemadiyen hayret ettin.
Yıllar
önce limandan bir yük gemisine binip kaybolmuştu aranızdan. Sizler korunaklı
hayatlarınızla ay başından ay başına yaşarken, Hasan maceralı denizlere karışıp
gitmişti. Neden sonra haberi geldiğinde okyanus kıyısındaydı. Bir deniz
fenerine bekçi olmuştu. Lacivert enginlere bakan yeşil tepelerin avucunda beyaz
bir kuledeydi, rüya gibi. Gece gündüz çalışıp duruyordu şavkını önünde diz
çöken suların üstüne. Işıl ışıl ışıktı Hasan, ona baktıkça gözlerin
kamaşıyordu. Müthiş bir adamdı. Müthiş bir resim.
Bu
resme dahil olmak hiç aklından geçmiyordu oysa senin. Sadece oturduğun yerden
övünüyordun onu tanımış olmakla, Hasan duvardaki bir kaptanlık beratıydı sanki
paşa dedenden yadigâr. Rahatça avunabilirdin onunla. Bir ayrıcalık, serüvenlere
kapıyı açan en sağlam pasaportun.
Kaldığı fenere karadan yol olmadığı için, ayda bir uğrayıp su ve erzak getiren
küçük şileplerle, balıkçı postalarıyla haber gönderebiliyordu sana. Yine de
deniz kokan bu zarflar eline ulaştığında yüzlerinde pul koyacak, damga vuracak
yer kalmamış oluyordu. Bu kadar büyük deniz, bu kadar uzaktı Hasan.
Oturduğu fenerde ayda bir sana da selam çakıyordu. Sen de aynı yoldan geri
gönderiyordun bu imtiyaz yüklü selamı. Yaşadığınız kentte hayatın ne tekdüze,
ne sıkıcı, ne berbat olduğunu; Hasan’ın o uzaklarda hiç ama hiçbir şey
kaçırmadığını, yeniden moda olmuş leopar desenli bikinilerin lanetini,
piyasalara hâkim olan belirsizlik cinnetini anlatıyordun. Tenis-eskrim-dağcılık
kulübünde züppelikler vardı sadece, kötü giden evlilikler, aşktan kalmayan
eser... Sizin çakılıp kaldığınız bu kentte olmamak için ne çok nedeni vardı, ne
denli haklıydı Hasan. Ne güzel yoktu. O hiç yoktu.
Oysa
her akşam iş çıkışı limana hâkim o terasa kurulup deli gibi ve ne de güzel
içiyordunuz yarabbi! Kosterler, şilepler, transatlantikler girip çıkarken
limana siz de dalga dalga açılıyordunuz rakı şişesindeki ummana. Şarkı söyleyip
bol bol, keder bahsiyle ağlaşıyordunuz.
Genellikle
böyle saatlerde düşüyordu Hasan masaya... Bir ses... En yakını sen olduğundan
hemen yanı başına kuruluyordu. Baş tacı gibi... Artık sadece o vardı masada,
bir de sen... Durgun, dingin bir tonla olacakları anlatıyordu, gelecekleri,
gidecekleri. Ve olmayacakları... Ağzınız açık dinliyordunuz. Hayret
ediyordunuz. Hasan’dı o gaipten seslenen ağız, açık denizlerin bilge kâşifi
Hasan. Büyük Hasan, dev Hasan. Arkadaşlarsa, bunlar mı, bunlar sadece arkadaş!
“Bu
mektubu alır almaz hemen yola çık.”
İtaat
etmekten başka çare bırakmayan çizgisiz bir dosya kâğıdı çıkmıştı tuz kokulu
zarftan bu kez. Hemen işinden izin al. Çantanı sırtla. Marsilya’da aktar.
Sonrasını Kaptan Marko anlatacak sana.
Sakın
sallanma. Fazla yük alma.
Tereddüt
değil itaat ettin. Ananın elini öptün. Hayalindeki sevgiliye okunur, okunmaz el
yazısı bir not. Doğup büyüdüğün kentin akşamüstü cıvıltısına bir son bakış.
Fırladın.
Üç
numaralı koster sırtladı yükünü, iskele arkanda, iskele alabanda!
Hiç
beklediğin gibi değildi yol ve yolculuk. Dalgalarla boğuşurken için dışına
çıktı, martıların çirkin yüzünü, korkunç çığlıklarını öğrendin. Dokuz ayrı
renkte batan güneş canını sıktı. Gemici romlarıyla mideni bozdun. Kazıklı
hummanın korkusuyla, tıkanan dar tekne helalarının kokusuyla tanıştın.
Kaptan
Marko’ya gösterdiğin fener kartpostalı seni okyanus kıyısındaki o döküntü
balıkçı köyüne getirdi. Aylık erzak postasına yetişmiştin. Kimse bir şey
söylemedi. Yüzüne bile bakmadılar. Seni de bir yük, bir bidon su gibi attılar
tekneye. Dalgalara karıştın. Fener nihayet ufukta.
Ne var ki sen bu son menzile doğru yola çıkışta başka bir adamdın artık.