Emrullah Efendi

Felsefeci, Eğitimci, Siyasetçi

Doğum
Ölüm
14 Ağustos, 1914
Eğitim
Mekteb-i Mülkiye (Siyasal Bilgiler Okulu)

Eğitimci, siyasetçi, felsefeci (D. 1859, Lüleburgaz – Ö. 14 Ağustos 1914, Yeşilköy / İstanbul).  Babası tüccardan Ali Efendi’dir. Lüleburgaz’da tamamladığı ilk ve ortaöğreniminin ardından İstanbul’a gelerek Mekteb-i Mülkiye (Siyasal Bilgiler Okulu)’nin lise ve yüksek kısmını bitirdi. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra Yanya (1882), Selanik (1884) ve Halep Maarif (Eğitim) Müdürlüğü ile lise öğretmenliği yaptı. 1891’de Aydın Maarif Müdürü oldu. Aydın’da görev yapmakta iken siyasi nedenlerle iki arkadaşı ile birlikte İsviçre’ye kaçtı. Fakat birkaç ay sonra İsviçre Hükümeti tarafından İstanbul’a iade edildi (1893). Emrullah Efendi’nin müdürlüğün veznesinden aldığı parayla kaçtıkları iddia edildiğinden tutuklandılar. Avrupa’ya birlikte kaçtığı arkadaşlarından Tevfik Nevzat’ın padişah II. Abdülhamit’e yazdığı ve bağışlanmasını isteyen iki şiirden sonra yurda dönmelerine izin verildi. Emrullah Efendi cezalandırılmayıp Meclis-i Maarif üyeliğine getirildi (1900).

Emrullah Efendi 1896-1900 yılları arasında İkdam gazetesinde makaleler kaleme aldı. Hazırlamakta olduğu “Mu­hi­til-Maâ­rif” (Maarif Ansiklopedisi) adlı ansiklopediye yönelik yazılarını da İkdam’da yayımladı. Ancak bu yazılarda, “Ulûm-ı Li­sa­niy­ye Mu­har­ri­ri” takma adını kullandı. Batı’nın anlaşılması için felsefi kavramların Türkçeleştirilmesine önem verdi. İslam felsefesinin kavramlarıyla Batı felsefesini ifade etmeye çalıştı. Ülkenin ilk genel ansiklopedisi olan “Muhitil- Maarif”in sadece ilk cildini yayımlayabildi (1902).

1900 yılında Meclis-i Maarif üyeliğine getirilen Emrullah Efendi, 1906’da Konya Hukuk Mektebi’nin ilk müdürü olarak görevlendirildi. İkinci Meşrutiyetin ilanından /1908) sonra Mektebi-i Sultani (Galatasaray Lisesi) müdürlüğüne getirildi, ancak bu görevi sadece on gün sürdü. Ardından Maarif Meclisi İlmi Daire Başkanlığı görevine getirildi. Türkçülük Hareketi’nde örgütlenmenin başlangıcını oluşturan Türk Derneği’nin kurucuları ve yöneticileri arasında bulundu. 16 Aralık 1908’de Kırkkilise (Kırklareli) Mebusu olarak Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na girdi.

Meşrutiyet’in ilanından sonra on ay içinde yedi kez Maarif Nazırı değişmiş, ancak hiçbiri görev yapamamıştı. 12 Ocak 1910’da Emrullah Efendi, Maarif Nazırlığı’na getirildi. Aynı yıl Darülfünun (Üniversite) Edebiyat Şubesi’nde ders vermeye başladı. Bakanlığı sırasında yaptığı işler çok eleştirildi, hakkında sık sık istifa dedikodusu çıktı. Sonunda 21 Şubat 1911’de gerçekten istifa ettiyse de aynı yılın Aralık ayında yeniden bu göreve getirildi. 21 Temmuz 1912’de Bakanlar Kurulu’nun istifasına kadar bu görevde kaldı. Divan-ı Harbi Örfi (Sıkıyönetim) tarafından Kasım ayında tutuklanıp Darülfünun olayları nedeniyle sorguya çekildi. 1913 yılında Hikmet-i Nazariye (felsefe) derslerini vermekte olduğu Darülfünun’da Usul-ü Tedris ve Terbiye öğretmenliklerini de üzerine aldı. İlk cildini oluşturduğu ansiklopediyi tamamlamak için uğraştı ama ömrü yetmedi. Daha önce yayımlanmış olan ilk cildi düzeltilerek 1914'te “Yeni Muhitil Maarif” adıyla yayımlandı. 14 Ağustos 1914 günü Yeşilköy’deki evinde yaşamını yitirdi ve Camisi’nin avlusunda toprağa verildi.

İkinci Meşrutiyet döneminde iki kez Maarif Nezareti (Milli Eğitim Bakanlığı) görevine getirilen Emrullah Efendi, yakın geçmiş Türk eğitim hayatının önemli kişilerinden birisidir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde de etkindi. Eğitim tarihinde “Tûba Ağacı Nazariyesi” adlı fikir sistemi ile tanındı. Bu düşünce sistemi, Emrullah Efendi’nin ölümünden sonraki yıllarda siyaset ve kültür hayatının önemli tartışma konularından birisi olmuştur. Şaka amacıyla söylediği “Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim” sözü hâlâ unutulmamıştır.

Emrullah Efendi’ye göre devletin en önemli görevlerinden birisi bilimi korumaktır. Bilim yukarıdan başlar; önce elit bir kadro yetiştirmeli, onlar ilkokul ve ortaokul öğretmenlerini, onlar da çocukları ve gençleri eğitmelidir. Cenneteki tûba ağacının da kökü yukarda olduğu için “Tûba Ağacı Nazariyesi” olarak anılan bu görüş, İttihat ve Terakki Fırkası’nın ideoloğu olan Ziya Gökalp’i de etkilemiş ve partinin eğitim politikasının önemli bir ilkesi olmuştur. Emrullah Efendi’nin görüşlerine katılmayanların başında Türk eğitim tarihinin bir başka önemli kişisi olan devrin Darülmuallim (Öğremen Okulu) Müdürü Mustafa Satı Bey gelir. Satı Bey’e göre, tûba ağacı gibi tepeden kuruluş ve tepeden beslenme Osmanlı’nın sağlıklı bir eğitim sistemi kuramayışının nedenidir. Yüksek öğrenimi güçlendirmek için sadece öğretim elemanlarını değil, öğrencisini de iyi hazırlamalıdır.

Emrullah Efendi’nin bakanlığı sırasında çıkan büyük tartışmalardan birisi dönemin Mekteb-i Sultani Müdürü Tevfik Fikret ile olan tartışmasıdır. 1910 yılı başlarında Emrullah Efendi bir genelge yayınlayarak kasten derslere gelmeyen öğretmenlerin maaşlarından kesinti yapılmasını istemiş, Tevfik Fikret, bu genelgeyi Mekteb-i Sultani’de uygulamayıp istifa etmişti. Yerine Salih Zeki Bey atandı. Atama yazısında “bir şair yerine bir alim” ifadesinin kullanılması, büyük tepki yarattı. Kimi öğretmenler ve öğrenciler okuldan ayrıldılar. Konu, İttihat ve Terakki Fırkası’nda ve Meclis-i Mebusan’da tartışıldı ve basının gündemine oturdu. Emrullah Efendi, bakanlığa bağlı bir okul olan Mekteb-i Sultani’ye bakanlığın genelgelerini uygulamada ayrıcalık tanınamayacağı konusunda ısrarlı oldu ve Tevfik Fikret, kesin olarak okuldan ayrıldı.

Emrullah Efendi’nin Mirat-ı Maarif, Mülkiy, Sırat-ı Müstakim, Yeni Muhitü’l-Maarif, Ümmet, Tanin gibi gazetelerde çoğunluğu eğitim konusunda olmak üzere yazıları yayımlanmıştır.

ESERLERİ:

Muhîtü’l-Maârif (ansiklopedi, 1. cilt, 1902), Yeni Muhîtü’l-Maârif (gen. 2. bas. 1914), Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyetinin Bin Üçyüz Yirmi Yedi Senesi Dördüncü Kongresinde Tanzim Olunan Siyasî Programa Dair İzahnâme (1914).

HAKKINDA: Hilmi Ziya Ülken / Çağdaş Düşünce Tarihi (1966), Mücellidoğlu Ali Çankaya / Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler (c. III, 1968), Dr. Mustafa Ergün / Emrulalh Efendi Hayatı-Görüşleri-Çalışmaları (Ankara Üniversitesi DTCF Dergisi Cilt XXX. Sayı: 1-2, 1979-1982), Ziya Kazıcı / TDV İslâm Ansiklopedisi (c. 11, 1995), Murat Bardakçı / Maarif Nazırı Emrullah Efendi de Hep Uyurdu Ama Çok Büyük Âlimdi (Hürriyet Gazetesi, 01.05.2005).

MAARİF NAZIRI EMRULLAH EFENDİ DE HEP UYURDU AMA ÇOK BÜYÜK ÂLİMDİ

MAARİF NAZIRI EMRULLAH EFENDİ DE HEP UYURDU AMA ÇOK BÜYÜK ÂLİMDİ

 

Murat BARDAKÇI

 

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un hangi toplantıda olursa olsun hemen uykuya dalması ve nádiren uyanık bulunduğu anlarda ‘Ruslar yeni zengin gibiler’ yahut ‘vergisini veren vatandaş yolunmuş tavuğa benzer’ gibi sözler etmesi, bana 20. asrın ilk yıllarının meşhur Maarif Nazırı Emrullah Efendi’yi hatırlattı.

Emrullah Efendi de hemen her toplantıda uyur, uyumadığı zamanlarda da hálá hatırlanan şakalar yapardı. Meselá, şimdilerde ciddi anlamda söylendiğini zannettiğimiz ‘Şu mektepler olmasa maarifi ne güzel idare ederdim’ esprisi, ona ait idi. Ama, Emrullah Efendi’nin Atilla Bey’den küçük bir farkı vardı: Zamanının en büyük álimlerindendi. İşte, iktidar koltuğuna 90 küsur sene arayla oturan siyasilerin yaptıkları esprilerdeki mizah çizgisinin nasıl seyrettiğinin küçük bir örneği...

KÜLTÜR ve Turizm Bakanı Atilla Koç hangi toplantıda olursa olsun hemen tatlı bir uykuya dalıyor, uyanık bulunduğu anlarda söyledikleriyle haber oluyor ve sözleri günler boyu tartışılıyor.

İşe Rus turistlerin ‘sonradan görme’ olduklarını anlatmakla başlayan bakan, önceki gün de ‘vergisini veren vatandaşların yolunmuş tavuğa benzedikleri’ beyanında bulundu, derken konuyu sık sık yaptığı şekerlemelere getirdi ve ‘Bundan böyle gözlerimi dinlendirirken güneş gözlüğü takacağım, dolayısıyla gazeteciler fotoğraflarımı çekemeyecekler’ dedi.

Atilla Koç’un bu uyku düşkünlüğü, bana 20. asrın ilk yıllarının meşhur Maarif Nazırı, yani Milli Eğitim Bakanı Emrullah Efendi’yi hatırlattı.

 

YOLU BİLE ŞAŞIRIRDI

 

Emrullah Efendi de hemen her yerde uyuyup gitmesiyle tanınırdı ama günümüzün politikacılarından bir farkı vardı: O devrin önde gelen álimlerinden ve yenilikçilerinden biri sayılmış, eğitimde modernleşmenin öncüsü olmuştu. Türkiye’de eğitimin o zamanın ölçülerine göre çağdaş bir seviyeye çıkması için elinden geleni yapmıştı ve bütün bu faaliyetinin yanı sıra dalgınlığıyla ve uykuculuğuyla da meşhurdu.

Konuşmaya başladığı anda zamanı ve mekánı unutup gider, kürsüde günün en mühim meselesi hakkında konuşacak olsa konu şiire yahut eski hikáyelere kadar uzanır; yolda rastladığı bir dostuyla sohbete girse, geldiği yolun tersine dönüp yürümeye başlar, katıldığı toplantının uzaması halinde de horul horul uykuya dalardı.

Emrullah Efendi’nin dalgınlığı ve uykuculuğu, zamanının karikatürcüleriyle hiciv şairlerine ilham vermiş, hakkında bol bol yazılıp çizilmişti. Ama günün birinde söylediği bir söz yüzünden ilmi de, dalgınlığı da, uyku merakı da geri plana düşmüş ve adı, günümüze kadar bu sözü sayesinde devam edegelmişti: ‘Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim’ sözü sayesinde...

Maarif Nazırı Emrullah Efendi’nin bir dost meclisinde şaka maksadıyla söylediği bu söz zamanla ‘cehalet eseri’ diye yorumlanır, eğitimde bir problem yaşandığında mutlaka hatırlanır ve alay maksadıyla teláffuz edilir oldu. Dolayısıyla, sözün sahibinin nasıl bir yenilikçi olduğu, Türk eğitim sistemine ne kadar önemli hizmetlerde bulunduğu unutuldu, gitti. Ona göre, Osmanlı İmparatorluğu’nda ilköğretimin yaygınlaşması için en az üç neslin geçmesi gerekiyordu ama yüksek öğrenimin bekleyecek hali kalmamıştı ve 1912’nin 8 Nisanı’nda yayınladığı bir nizamname ile İstanbul Üniversitesi’nde köklü bir değişiklik yaptı. Üniversite’deki fakülte sayısını üçten beşe çıkardı ve ders programlarını yeniden düzenledi. Sonra, liselerde felsefe ile ekonomiyi mecburi ders haline getirdi, bu arada ilkokulların programına da tarih, coğrafya, fen bilgisi, köy ekonomisi ve köy sağlığı derslerini koydurdu.

 

MİZAH EĞRİSİ İNİYOR

 

Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç’un uykuculuğu bana hem Maarif Nazırı Emrullah Efendi’yi hatırlattı, hem de iktidar koltuğuna 90 küsur sene arayla oturan siyasilerin yaptıkları esprilerdeki mizah çizgisinin seyrini göstermek istedim. Meselá ‘Şu mektepler olmasaydı maarifi ne güzel idare ederdim’ gibisinden asırlar boyu unutulmayacak olan şakaların yerini ‘Güneş gözlüğü takarım, uyurken resmimi çekemezsiniz’ ifadesinin almış olmasını...

 

Üniversiteyi adam etmesi için sürgünden çağırılmıştı

 

LÜLEBURGAZ’da 1858’de doğan Emrullah Efendi, Mülkiye’yi bitirdikten sonra imparatorluğun çeşitli viláyetlerinde maarif müdürlüklerinde bulundu. Bir ara siyasi faaliyetleri yüzünde İsviçre’ye sürgüne gitmek zorunda kaldı ama zamanın hükümdarı İkinci Abdülhamid tarafından affedildi ve Maarif Meclisi üyesi yapıldı.

1908’de İkinci Meşrutiyet’in ilánından sonra Kırklareli Milletvekili olan Emrullah Efendi, 1910’da Maarif Nazırlığı’na yani Milli Eğitim Bakanlığı’na getirildi. Bir yıl sonra istifa etti ama 1912’de yeniden aynı makama tayin edildi. Bakanlıktan ayrıldıktan sonra üniversitede ders vermeye başladı ve 1914’te Yeşilköy’deki evinde öldü.

Emrullah Efendi, bakanlığı sırasında birçok tartışmanın kahramanı olmuştu. Meselá Galatasaray Lisesi’nin müdürü olan şair Tevfik Fikret’i derslere kasten gelmeyen öğretmenlerin aylıklarından kesinti yapmadığı için görevden almış, yerine matematik bilgini Salih Zeki Bey’i getirmiş ve tayin yazısında kullandığı ‘şairin yerine álimi getirdim’ ifadesi, o günlerde çok gürültü koparmıştı.

Osmanlı birliğinin geleneklere bağlı kalınarak batılılaşmakla ve bunun yolunun da dinamik eğitimden geçtiğine inanan Emrullah Efendi, ‘Medeniyetçiler’ grubunun önde gelen mensuplarındandı. ‘İlköğretim Kanunu’nu çıkarmış, o zamanki adı ‘Dárülfünun’ olan üniversitede önemli reformlar yapmış, ‘Muhitü’l-Maarif’ adıyla bir ansiklopedi yayınına başlamış ve başta Ziya Gökalp olmak üzere çok sayıda düşünürü büyük ölçüde etkilemişti.

 

Uğur keşki alaturka değil klasik müzik yapsaydı!

 

TÜRK Müziği’nde çello’ yani ‘viyolonsel’ dendiğinde akla tek bir isim gelir: Mesud Cemil...

Alaturkacıların hiddetleneceklerinden eminim ama açık söyleyeceğim: Türkçesi’ne, müzisyenliğine ve bilhassa tanburuna tutku derecesinde hayran olduğum Mesud Bey’in çellosu bana biraz yavan gelir, birkaç çello plağı doldurmuş olan babası Tanburi Cemil Bey’i de bu işte hayli amatör bulurum ve alaturka camianın en başarılı viyolonselcisi, benim için Şerif Muhiddin Targan’dır.

Ama, son 20 yılda yıldızı gittikçe parlayan bir başka çellocu, Uğur Işık, bana göre şimdi bütün bu isimleri geride bıraktı. Fakat seneler önce, daha işin başındayken önemli bir hata etti, sahip olduğu yeteneğiyle ve parlak musiki zevkiyle klasik müzik yapması, yani Batı Müziği çalması gerektiği halde, sanatını çok sevdiği alaturka ile sınırladı.

Uğur’un geçen haftalarda çıkarttığı ‘Cello Unveils Anatolian Spirit’ yani ‘Viyolonsel, Anadolu Ruhunun Örtüsünü Kaldırıyor’ isimli CD’sini dinleyince, klasik çalmış olsaydı nasıl dünya çapında bir isim olacağını hayál ettim. Uğur Işık, CD’sinde son derece temiz ve müzikal bir icranın yanısıra, eski eserlerde várolan ve bugün birçok müzisyen için artık maalesef sır haline gelmiş bulunan melodik ve ritmik incelikleri de aksettiriyor, günümüzde basmakalıp çalınan eserlerin yüzlerindeki örtüyü kaldırıyordu.

Bu CD’yi dinlediğiniz, meselá Eyyubi Mehmed Çelebi’nin ‘Arazbar Peşrevi’ne, Ermeni bestekár Parseğ Ganaçyan’ın ‘Ninni’sine, Kırım Prensi Çoban Giray’ın ‘Rast-ı Sagir Peşrevi’ne kulak verdiğiniz takdirde, Türkiye’de giderek pespayeleşen müzik ortamında birilerinin hálá ciddi ve çok güzel müzik yapmaya inatla devam etmekte olduğunu farkederek şaşıracaksınız.

KAYNAK: Murat Bardakçı / Maarif Nazırı Emrullah Efendi de hep uyurdu ama çok büyük álimdi (hürriyet.com.tr, 01.05.2005).

Yazar: Murat BARDAKÇI
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör