Akademisyen, İslâm hukukçusu öğretim üyesi.15 Temmuz 1966, Ankara
doğumlu. Aslen Erzincan’ın Refahiye ilçesinin Köçevi köyünden olup, ailesi
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Kemah - Refahiye yöresinde zeamet sahibi olan
Melikşerifoğulları’ndan gelmektedir. Erzincan İli Kültür ve Eğitim Derneği
Başkanı Avukat Bekir Ekinci’nin oğludur. İlkokul, ortaokul ve lise
öğrenimini Ankara’da tamamladı (1983). Arkasından Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’ne girerek 1987 yılında mezun oldu. 1987-88 yıllarında
avukatlık stajını tamamlayıp avukat olduktan sonra Ankara Hukuk Fakültesi’ne
asistan olarak girdi.
Ekrem Buğra Ekinci, 1991 yılında Ankara Üniversitesinde yüksek
lisans yaptı. Doktorasını ise İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde “Tanzimat Devri Osmanlı Hukukunda Kanun
Yolları” başlıklı teziyle 1996 yılında bitirerek “hukuk doktoru” oldu. 1999
yılında doçentliğe, 2005yılında da profesörlüğe yükseldi. 1992-93 yıllarında
bir yıl süreyle Amman’daki Ürdün Üniversitesi’nde bilimsel araştırmalar
yaptı. Arkasından Ankara ve Erzincan Hukuk fakültelerinde görev aldı ve
2000 yılında askerlik görevini yaptı. Daha sonra Marmara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak hukuk tarihi dersleri verdi.
İngilizce ve Arapça bilen Ekrem Buğra Ekinci’nin alanıyla ilgili
araştırmaları ve makaleleri çeşitli bilimsel dergilerde yayınlandı ve yine
alanıyla ilgili olmak üzere çok sayıda kitabı bulunmaktadır.
Tezler:
*Eski Hukukumuzda Vasiyet (Yüksek
Lisans-Selçuk Üniversitesi-1991)
*Tanzimat Sonrası Osmanlı
Hukukunda Kanun Yolları (Doktora-İstanbul Üniversitesi-1996)
Makaleler:
*Machiavelli ve Hukuk Tarihindeki
Yeri, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt:
10, Sayı: 1-3, Yıl: 1996, Sayfa: 213-252;
*İslâm-Osmanlı Hukukunda Vasiyetin
Şekli, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, Haziran 1997,
Sayfa: 229-240;
*İslâm-Osmanlı Hukukunda Vasiyetin
İsbatı, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi-Naci Kınacıoğlu’na Armağan,
Cilt: 1, Sayı: 2, Aralık 1997, Sayfa: 105-120;
*Lübnan’ın Esas Teşkilat
Tarihçesi, Amme İdaresi Dergisi, Cilt: 31, Sayı: 3, Eylül 1998, Sayfa: 17-35;
*Kanun-u Esasî’nin İlânını
Hazırlayan Şartlar, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi-Süleyman
Arslan’a Armağan, Cilt: 6, Sayı: 1-2, Yıl: 1998, Sayfa: 509-554;
*Eski Hukukumuzda Ölüm Hastasının
Tasarrufları, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi S. Sulhi Tekinay’ın
Hatırasına Armağan, İstanbul 1999, Sayfa 189-220;
*İslâm Hukukunda Sigorta ve Fâiz
Hakkında Bir Risâle, (Tercüme), Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, C: IV, S:
1-2, Erzincan 2000, Sayfa: 597-615;
*Mecelle’de Kanun Yolları,
Argumentum-Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi; Ocak-Aralık 2000, Yıl: 9-11,
Sayı: 58, Sayfa: 483-488;
*Tanzimat Devri Osmanlı
Mahkemeleri, Yeni Türkiye, Ocak-Şubat 2000, Sayı: 31, Sayfa: 764-773;
*İslâm Hukukunda Mahkeme
Kararlarının Kontrolü, Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi; Cilt: 9,
Yıl: 2001, Sayı: 1-2, sayfa: 65-158;
*Osmanlı Hukukunda Mahkeme
Kararlarının Kontrolü, Belleten-Türk Tarih Kurumu, Cilt: LXV, Sayı: 244, Aralık
2001, Sayfa: 959-1005;
*Kanun-ı Esasî’yi Hazırlayan
Şartlar, Yeni Türkiye Türkoloji ve Türkiye Tarihi Özel Sayısı, Temmuz-Ağustos
2002, Sayı: 46, Sayfa: 215-219;
*Osmanlı Devletinde Mahkemeler ve
Kadılık Müessesesi Literatürü, Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, Cild:
III, Sayı: 5, 2005, 417-439;
*Eski Hukukumuzda Hile-i
Şer’iyyeye Dair, Atatürk Üniversitesi
Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, Y, 2006, C. X, S. 1-2, s. 3-16;
*Osmanlı Hukukunda Kardeş Katli
Meselesi, Prof. Dr. Fikret Eren’e Armağan, Ankara 2006, s. 1105-1117.
*Osmanlı Hukukunda İzinnâme ile
Nikâh, Türk Hukuk Tarihi Dergisi, S. 2, Y. 2006, s.41-60.
*İslâm Medreseleri Tarihine Bir
Bakış, Rıhle, Y. 4, S.13, Ekim-Aralık 2011, s. 42-50.
*Osmanlı İdaresinde Adem-i
Merkeziyet ve İmtiyazlı Eyâletler, Türk Hukuk Tarihi Araştırmaları, s. 6, y:
2008 (Güz), s. 7-84.
*Osmanlı Padişahları Kiminle ve
Nasıl Evlenirdi? 13.08.2015
*Osmanlı Devleti Bir İslâm Devleti
Değil miydi? 27.08.2015
Başbakanlık Âile Araştırma Kurumu Türk Âile Ansiklopedisi’ne (1990)
yazdığı maddeler:
Nikâh, Talâk, Nafaka, Vesâyet,
Hitan, Hukuk-ı Âile Kararnâmesi, Mecelle ve Âile, Zinâ, Ferâiz.
ESERLERİ
(Araştırma-İnceleme):
Ateş İstidası -
İslâm-Osmanlı Hukukunda Mahkeme Kararlarının Kontrolü
(2001), İslam Hukuku ve Önceki Şeriatlar
(2003), Osmanlı Mahkemeleri (2004), İslam Hukukunda Değişmenin Sınırı
(2005), İslam Hukuku (2006), İslam Hukuku Tarihi (2006), Karakoç Serkiz / Külliyât-ı Kavânîn Fihrist-i Târihî (M.
Âkif Aydın, Mehmet Akman, Fethi Gedikli ve Macit Kenanoğlu ile beraber, 2 Cilt,
2006), Ahmet Cevdet Paşa ve Mecelle (Ahmet
Şimşirgil ile beraber, 2008; 6. Baskı 2015), Osmanlı Hukuku (2008, 4. Baskı 2016), Hukukun
Serüveni
(2011, 2. Baskı 2015), Ama Hangi Osmanlı
(2014,3. Baskı 2015), Osmanlı'nın Çöküşü
(2014), Sürgündeki Hanedan (2015), Osmanlı'ya Kalan Miras (2016), Hayatı ve Hatıralarıyla Seyyid Abdülhakim
Arvasi (2017), Sultan Abdülhamid’in
Son Zevcesi Behice Sultan'la Altı Ay (2017).
KAYNAKÇA: Rıfkı Kaymaz - H.İbrahim
Özdemir / Erzincanlılar Ansiklopedisi (2009), Biyografi (ekrembugraekinci.com,
27.09.2017).
TARİHİ SEVDİREN
ADAM
Prof. Dr. EKREM
BUĞRA EKİNCİ
Yılmaz
Öztuna, kitlelere tarihi sevdirdi. Bizim nesil doğru tarihi onun sayesinde
öğrendi. Yanlış bildiğini de onun sayesinde düzeltti. Bu bakımdan hizmeti
unutulmazdır.
Eski
zaman adamlarından şimdi hiç kalmadı. Eski zaman adamlarını görenler de birer
birer aramızdan ayrılıyor. Bunlardan birisi de Yılmaz Öztuna idi. Kadirşinas
Başvekil Tayyib Bey’in de iştirak ettiği bir merasimle uğurladık. Vefatının,
memleketimizde doğru tanınmasına vesile olduğu Sultan Hamid’in vefat
yıldönümüne denk gelişi, enteresan bir tesadüf olsa gerektir.
Üç ayrı isimle
yazı yazardı
Abdullah
Tahsin Yılmaz Öztuna’yı, daha ilkmektep talebesi iken tanıdım. O zaman Hayat
Tarih Mecmuası’nın editörü, yazarı, herşeyi idi. Her sayıda Yılmaz Öztuna, Tahsin Tunalı,
Abdullah Tunaboylu gibi muhtelif isimlerle farklı muhtevada üç yazı yazardı.
Ayrıca Tarih Postası’nı idare ederdi. O zaman berhayat bulunan İttihatçı
kalıntıları ile inkılâp yobazlarının hakaretâmiz çığırışlarına buradan alayla
karışık cevap verirdi. O zamana göre çok kaliteli basılan mecmua, bir tarih
mecmuası için beklenmeyecek yüzbinlerce tiraja ulaştı ve 1965’ten 1983’e kadar
uzun yaşadı ki, bu iki rekor münhasıran Yılmaz Öztuna’nın muvaffakiyeti idi.
Mektup
yazarak, telefon açarak veya bizzat sorduğum suallere, hep nezâketle cevap
verirdi. Fikriyatımın teşekkülünde rol oynayan birkaç kişiden birisi olmuştur.
Son yıllarda her Perşembe bir otelin salonunda sevenleriyle buluşup, kendi
tabiriyle memleketi ve dünyayı kurtarırlardı. Bu toplantılara fırsat buldukça
ben de iştirak ettim.
Hayırlı işlere
vesile oldu
12
ciltlik Türkiye Tarihi sahasında emsalsiz bir eserdir. Her yaşta insana tarih
şuuru ve bilgisi aşılamış, satış rekorları kırmıştır. Sultan Hamid’in ilk defa
tarafsız anlatıldığı 12. cildi, inkılâp yobazlarını kızdırmış, Türk Tarih
Kurumu âzâlığı geri alınmıştır. Zira o zaman Sultan Hamid’i sevmek, inkılâba
düşman olmak demekti. Ancak kendi tabiriyle bu muvaffakiyeti Süleyman
Demirel’in dikkatini çekerek, milletvekilliğinin önünü açmıştır. Bu esnada
Ayasofya Hünkâr Mahfili’nin ibadete açılışı, Hırka-ı Saadet dairesinde tekrar
Kur’an-ı kerim okunması, 1001 Temel Eser ve hanedanın sürgününün sona ermesi
gibi hayırlı işlere vesile olmuştur.
Eserlerini
herkesin istifadesi için basit ve popüler üslupla yazmış; bu sebeple burnu
büyüklerce istiskal edilmiştir. Vaktiyle ciddi bir mecmuaya ilmî bir yazı
vermiştim. Benden akademik bir şahsiyet olmadığı gerekçesiyle Yılmaz Öztuna’ya
yaptığım atıfları kaldırmamı istediler. Burada orijinal fikri olduğunu
söyleyerek onları ikna edebildim. Bunu kendisine anlattığımda güldü. Kaynakları
dipnot yerine, metin içinde vermenin de ilmî bir usul olduğunu söyledi.
İç
ve dış siyasî hâdiseleri onun kadar kısa, öz, fakat derin analiz edene rastlamadım.
Bu, tarihçiliğinin getirdiği bir avantajdı. Bazen gerçekleri satır aralarına
saklamak zorunda kalır; ne demek istediğini, anlayan anlardı. Gazetenin
politika hassasiyetleriyle tam örtüşen ustaca yazılar kaleme alırdı. Bu bakımdan Türkiye Gazetesi için de, matbuat
hayatı için de büyük bir kayıptır. Bundan dolayı teessür duyuyor; kendisini
minnet ve rahmetle anıyoruz.
Türkçeyi iyi
kullanırdı
Tarih
tahsili görmemiş; fakat kendisini fevkalâde yetiştirmiş (otodidakt) bir
şahsiyet idi. Zekâ ve hâfızasının da elbette bunda büyük yardımı olmuştur.
İstanbul’da doğup büyümüş; eski devir adamlarıyla beraber olma şansını
yakalamıştır. İlim ve edebiyat meclislerine iştirak etmiştir. Bu da şahsiyeti
üzerinde mühim tesirler icra etmiştir. Türkçeyi iyi bilir, güzel kullanırdı.
Uydurukçaya itibar etmezdi. Aynı hassasiyeti imlâda da gösterirdi. Meselâ
kelimenin sonunun kaf olduğunu belli etmek için telakkıy yazardı. Hoşsohbeti,
engin kültürü ve biraz ince alayla süslü şakacılığı kayda değerdir.
İlk
eserini 15 yaşında neşretmiş, boyunca ciddi eserleri olan bir tarihçiydi. Kim
ne derse desin, bunlar büyük boşlukları doldurmuştur. Kuru nakilci değil,
tahlilci ve izahçı idi. Son padişahların niçin bizzat sefere çıkmadığını,
Sultan Hamid devrinde donanmanın niçin Haliç’e çekildiği gibi hususları güzel
izah ederdi. Mukayeseler, istatistikî bilgiler ile yazılarını renklendirirdi.
Bir
yazısında, vaktiyle neşredilen Ankara Savaşı kitabında Yıldırım Sultan
Bayezid’in intihar ettiği tezini savunduğunu, zaman içindeki araştırmalarıyla
kanaatinin değiştiği, o eserin artık basılması mevzubahis olmadığı için, bu
yanlışı burada tashih ettiğini yazmıştı. Hatadan dönme faziletini, değme ilim
adamlarında görmek mümkün değildir.
Hezarfen idi
Dedeleri
Tuna’da yıllarca sancakbeyilik yapmış, 93 Harbi münasebetiyle İstanbul’a
göçmüştür. Dedesi, Sultan Hamid’in şeyhülislâmı Cemaleddin Efendi’ye mensuptu.
Annesi ise uzun yıllar Suriye Vâliliği yapmış Azmzâdelerdendir. Ubeydullah Ahrar halifelerinden olup, Sultan
II. Bayezid’in İstanbul’u imar için Türkistan’dan getirttiği, Nakkaştepe’ye
ismini veren Baba Nakkaş’ın soyundandır.
Padişahlara
ve hanedana samimi bir hürmeti vardı. Bu da sadece dinî veya millî hamiyetinden
değil, monarşist oluşundan geliyordu. Birçok eserinde meşrutî monarşiyi
insanlar için daha faydalı gördüğünü açıkça ifade ederdi. Eskilerin hezarfen
dediği türden bir şahsiyetti. Tarihten siyasete, musikiden ilm-i nesebe kadar
geniş bilgisi vardı. Bizde bir benzeri olmayan, Devletler ve Hanedanlar adlı
beş ciltlik eseri, ilm-i nesepteki maharetini göstermeye ve nasıl bir ilim
adamı olduğunu anlatmaya kâfidir. Türk musikisi üstadı Hüseyin Sadeddin Arel
ile beraberliğini vesikaya dökerek, ilk defa bir Türk Musikisi Ansiklopedisi
meydana getirmiştir. İlahi besteleri vardır.
Başta
Reşid Paşa olmak üzere Tanzimat bürokratlarının, sevaplarından fazla hatalarını
görmezden gelişi, bunlara gösterdiği hüsnü zannı meselâ Sokullu Mehmed Paşa’dan
esirgemesi tenkit olunmuştur. Ona göre Tanzimat ricâli, muhteşem Osmanlı
kültürünün yetiştirdiği son mükemmel idarecilerdi. Yine de merhum İsmail Hami
Danişmend gibi ırkçılık saikiyle devşirme takıntısı yoktu. Nihal Atsız’ın din
dışı milliyetçiliğini tenkit eder, Yahya Kemal tarzı bir fikir yapısına sahip
olduğunu söylerdi. Mevlevî muhibbiydi. Hanefî-Mâtüridî mezhebine mensubiyetin
Türk tarihinde oynadığı müspet rolü vurgular; Vehhabîlik modasına karşı
çıkardı.
KAYNAK:
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci / Tarihi Sevdiren Adam (ekrembugraekinci.com, 15
Şubat 2012 Çarşamba).