Siyaset
ve devlet adamı, sadrazam, yazar (D. 19 Şubat 1864, Kahire – Ö. 6 Aralık 1921,
Roma / İtalya). Asıl adı Mehmed Said olup, Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali
Paşa’nın torunu, vezir Halim Paşa’nın oğludur. Küçük yaşta ailesiyle birlikte
İstanbul’a geldi. Özel öğrenim alarak yetişti; Arapça, Farsça, İngilizce ve
Fransızca öğrendi. Kardeşi Abbas Halim ile birlikte İsviçre’de science
politique (siyasî bilimler) dalında yüksek öğrenim gördü. Üniversite öğrenimini
tamamlayınca İstanbul’a döndü ve devlet hizmetine girdi. “Mirmiran” rütbesinde
Şûrâ-yı Devlet (Danıştay,1888) üyeliğine seçildi. 1900 yılında Rumeli
Beylerbeyliği rütbesini aldı. Zararlı yayın ve silâh bulundurmakla suçlanarak
hakkında soruşturma açılınca, ülkeyi terk etti. Önce Avrupa’ya, sonra Mısır’a
gitti. 23 Temmuz 1908’de İkinci Meşrûtiyet îlân edilince, tekrar İstanbul’a
döndüğünde Şûrâ-yı Devlet üyesi olmak istediyse de, kadrosuzluk nedeniyle bu
isteği mümkün olmadı.
Said Halim Paşa,
bunun üzerine İttihat ve Terakki Partisine girerek politikaya atıldı. Bu
partinin adayı olarak belediye seçimlerine katıldı ve Yeniköy Belediye Dairesi
Başkanlığına seçildi. Cemiyet-i Umûmiye-i Belediye İkinci Başkanlığına, daha
sonra da Âyün Meclisi (Sehato) üyeliğine getirildi. Seçildiği Şûrâ-yı Devlet
Başkanlığı görevinden kısa bir süre sonra (1912) ayrıldı. İttihat ve Terakki
Partisi Genel Sekreteri oldu. 1913’te Mahmud Şevket Paşa Hükümetinde Şûrâ-yı
Devlet Başkanı ve üç gün sonra da Hâriciye Nâzırı (Dışişleri Bakanı) oldu.
Sadrâzam Mahmud Şevket Paşa’nın, 11 Haziran 1913’te Divanyolu semtinde
otomobilinin içinde öldürülmesi üzerine Sadâret (Başbakanlık) Kaymakamı oldu.
Ancak İttihat ve Terakki Partisinin, Sultan Reşad’a yaptığı baskı ile 12
Haziran 1913’te Sadrâzam (Başbakan) oldu ve Dışişleri Bakanlığını da kendi
üzerine aldı. Ancak bu görevleri Enver, Talât ve Cemal Paşa’ların istekleri
doğrultusunda yürütmesi söylentilere yolaçtı.
Balkan Savaşı’nın son
yılları ile Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında Sadrazam ve Hariciye Nazırı
olarak, Osmanlı Devletinin Dünya Savaşı’na katılmaması için gösterdiği
gayretler sonuç vermedi. Kendisinin haberi olmadan İttihatçılar tarafından
karar verilerek savaşa girildiğini sonradan öğrendi. Zadrazam’lıktan
ayırılmasına karşın, ısrarlar üzerine istifa etmekten vazgeçti. Fakat
kendisinden habersiz olarak yasalar çıkarıldığını görünce, önce Hariciye
Nazırlığından, 3 Şubat 1917’de de Sadâretten ayrıldı. Mütâreke’de yurtdışına
kaçmayı reddetti. İttihat ve Terakki Partisinin iktidardan düşmesi üzerine ise
savaş suçlusu olarak yargılanmak üzere kendisi müracaat etti ve yargılandı.
Said
Halim Paşa, İstanbul’un işgalinden sonra 10 Mart 1919’da tevkif edildi. 22
Mayıs’ta İngilizler tarafından, öteki siyasî mahkûmlarla birlikte Malta adasına
sürüldü. Burada da iki yıl kadar kaldıktan sonra 29 Nisan 1921’de serbest
bırakıldı. Ancak İstanbul’a kabul edilmediği için Roma’ya gitti. Roma’daki
evinin önünde bir Ermeni komitacı tarafından vurularak öldürüldü. Cenazesi
İstanbul’a getirilerek, 30 Aralık 1921’de
Sultan Mahmud Türbesinin bahçesinde toprağa verildi. Çeşitli nişanlarla
ödüllendirilmişti.
Uzun
makaleler halinde Fransızca olarak kaleme aldığı ve hepsi tefekkür eseri olan
sekiz kitabı vardır. Ayrıca anılarının bir bölümü ile birkaç mektubu
bilinmektedir. Kitapları, yerli ve yabancı araştırmacılar tarafından, İslâmcı
fikir akımının temel eserleri olarak kabul edilmiş bulunmaktadır. Eserleri
sonraki yollarda yeniden düzenlenerek, 2003 yılında da Bütün Eserleri adıyla tek cilt olarak N. Ahmet Özalp tarafından
hazırlanarak yayımlandı.
Sadrazam
Halim Paşa, bir düşünür olarak oldukça önemli bir isimdir. İmparatorluğun çöküş
nedenleri üzerinde kafa yormuş, bu sebeplerin İslam dünyasının geri kalış
nedenleriyle ortak noktalarını isabetle belirlemiş ve hatta yeni bir silkiniş
için yapılması gerekenlere ilişkin çok değerli görüşler ve öneriler ortaya
koyabilmiştir.
İslam
kültürü ve medeniyeti ile Batı kültürü ve medeniyetinin ikisini de iyi bilen ve
tahlil edebilen ender aydınlarımızdan biri olan Sadrazam Halim Paşa, o dönemde
abartılı bir biçimde kendini gösteren Batıcı anlayışların peşine takılmadan,
kendisi yeni gözlemlerde bulunma ve yeni fikirler üretebilme başarısını
göstermiştir. Geri kalmışlıktan kurtulabilmek için Batı dünyasını taklit
etmenin bir fayda getiremeyeceğini, kendi kimliğimiz ve kültürümüzü koruyarak
ileriye gitmenin ve çağı yakalamanın mümkün olduğunu söylemiş; o dönemde ve
sonraki dönemlerde işin kolaycılığına kaçan aydınların Batıcı yönelişlerine
büyük bir sorun olarak işaret etmiştir.
Said Halim,
döneminin batıcı aydınlarını eleştirerek batı teknolojisini almak için sosyal
yapımızı değiştirmenin ve Batıdan kanun kopyalayıp uygulamanın yanlış olduğunu;
bunların yerine milli planda ve İslam dünyası bağlamında sosyal dayanışma,
sosyal evrim, ekonomik evrim kavramlarını önemsemek gerektiğini söylemiştir.
Said Halim Paşa’nın, önemli sorunlarımız arasında aydın-halk ikilemine işaret
etmesi ayrıca önemlidir.
Said Halim
Paşa’nın eserlerinde sık sık altını çizdiği Müslümanlığın içinin doldurulması,
“Müslümanların yeniden Müslümanlaşması” hususu, onun Said Nursi ve Sezai
Karakoç’la en belirgin ortak söylemleridir diyebiliriz. Halim Paşa, Türkiye
için, bugün bile yararlanabilecek yeni bir siyasal sistem önermiştir.
Kendisine özgüveni sağlam, önemli bir
Müslüman fikir adamı olarak, hem kendi dönemi için hem gelecek zamanlar için
parlak fikirler üretmiş olan Sadrazam Halim Paşa, devlet adamı olarak aynı
başarıyı gösteremedi. İmparatorluğun en kötü zamanında sadrazam olmuştu ve ne
yazık ki çevresine aklı başında ve vizyon sahibi devlet adamları yerine
hayalci, sorumsuz, entrikacı, batı hayranı ve ırkçı bir İttihatçı paşalar grubu
vardı. “Birinci Cihan Savaşı” onun sadrazamlığı döneminde patlak vermişti. Said Halim Paşa, Türkiye'nin bu savaşa girmesine taraftar
olmadığı halde İttihatçıların türlü entrikalarına engel olacak kudret ve iradeyi gösteremedi. İttihatçı
paşaların oldu bittiye getirerek ülkeyi Almanların safında savaşa sokmalarına
engel olamadı. Tarihçiler
kabine toplantılarının bile ona haber vermeden yapıldığını, önemli kararlar
alındığını, bu kararlardan
Sadrazama olarak sonradan haberi olduğunu yazmışlardır. Halim Paşa, bu
yüzdendir ki bu dışlanmaya daha fazla dayanamayarak, nihayet 13 Şubat 1917’de istifa etmiştir.
“Said Halim Paşa içtimai şartların önemini
belirtmesine karşın aydınların ve tecrübelilerin dışında liderlerin toplum
sorunlarının halledilmesinde önemli sorumluluklar taşıdığı düşüncesindedir. Bu
nedenle de, değişik dönem liderlerini sadece içtimai şartların bir unsuru
olarak değerlendirmemiş, onların işlevleri konusunda da genellemeler
yapılabileceğini göstermiştir. Çıkardığı sonuçlardan bağımsız olarak Said
Halim Paşa’nın son dönem tarihini yorumlama açısından bazı önemli saptamaları
olduğunu kabul etmek gerekmektedir.” (Prof.
Kurtuluş Kayalı)
ESERLERİ:
İNCELEME-ARAŞTIRMA: İslâm’da Teşkilat-ı Siyasiyye (Aslı
Fransızca olan eseri Mehmet Akif Türkçeye çevirdi, Sebilürreşad
dergisinde tefrika edildi, 1911); Buhranlarımız
(1919, eser önce Sebilürreşad dergisinde
tefrika edilen şu 7 bölümden oluşmuştur: Meşrutiyet, Mukallitlerimiz, Buhran-ı
Fikrîmiz, Buhran-ı İçtimaîmiz, Taassub, İnhitat-ı İslâm Hakkında Bir Tecrübe-i
Kalemiyye, İslâmlaşmak. Bu eser, M. Ertuğrul Düzdağ tarafından
sadeleştirilerek, Buhranlarımız adıyla “Tercüman 1001 Temel Eser”
dizisinden, ayrıca Ahmet Özalp tarafından sadeleştirilerek Toplumsal Çözülme
adıyla, 1983), Bütün
Eserleri (Haz: N. Ahmet Özalp, 2003).
KAYNAKÇA:
İbrahim Alaeddin Gövsa / Türk Meşhurları (1946), İdris Küçükömer / Düzenin Yabancılaşması-Batılılaşma (1969),
Tarık Zafer Tunaya / İslâmcılık Cereyanı-Meşrutiyetin Siyasî Hayatı Boyunca Gelişmesi ve
Bugüne Bıraktığı Meseleler (1962), İbnülemin
Mahmut Kemal / Son Sadrazamlar (IV, 1982),
Kurtuluş Kayalı / “Said Halim Paşa”
(Tanzimat’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi, 1985), İsmail Kara / Türkiye’de İslâmcılık Düşüncesi Metinler – Kişiler (c. 1, s. 73-158, 1986),
İhsan Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of
Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve
Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Fikir ve Kültür
Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 3, 2013) - Encyclopedia of
Turkey’s Famous People (2013), TYB Akademi – Said Halim Paşa (Yıl: 1, sayı: 3,
Eylül 2011).
İslâm hukukunun egemenliği ilkesinin
sonuçları esaslı bir önem taşımaktadır. Çünkü bunlar, kendini mevcut diğer
toplumlardan çok açık bir şekilde ayıran yeni temeller üzerine kurulmuş ve büsbütün
yeni bir toplum oluşturmuştur.
İslâm'ın toplumsal yapı üzerinde
gerçekleştirdiği iş, kelimelerin en doğal anlam ve ruhuyla adalet ve özgürlük
temellerine dayalı bir toplumsal düzen kurmuş olmasından ibarettir. Öyle bir
toplumsal düzen ki, sınıf ve parti rekabetleri kesin biçimde sürülüp çıkarılmış, özgürlüğe ve eşitliğe karşı
hiçbir tepki yükselmemiş, bunun neticesi olarak insani dayanışmayı en gerçek ve
samimi bir şekilde tanımış, bu dayanışma bir kavimden diğer kavme kol atarak,
aralarında o eşi görülmemiş “İslâm kardeşliğini tesis etmiş, dünyanın değişik
bölgelerinde, çeşitli kıtalarında yaşayan muhtelif ırklara mensup dörtyüz milyona
yakın bütün bir dünyayı büyük bir İslâm ailesi halinde birleştirmiştir.
İslâm, bundan başka, İslâm kavimlerini öyle
ortak ve sabit bir idealle donatmıştır ki, bu ideal onların sürekli evrimini
öngörmekte, emretmektedir. Bu sayededir ki, binüçyüz yıldan fazla bir zamandan
beri, bütün İslâm kavimleri, gerek güçlü ve üstün dönemlerinde, gerek çöküş
zamanlarında, Şeriat'ın emir ve öğütlerine uygun hareket etmekten, ona
canla-başla hizmet etmekten başka bir amaç beslemediler. Kendi esenliklerini
yalnız ondan beklediler ve bu esenliğin gerçekleşmesini, yalnız onun yüksek
gerçeklerine boyun eğmeye bağlı gördüler.
İslâm'ın toplumsal yapı üzerindeki
fiili etkileri, devlete o zamana kadar görülmemiş öyle bir mevki ve nüfuz
kazandırdı ki, bu mevki ve nüfuz devletin hem korku verici (heybetli), hem
sevimli, hem de saygın görülmesini sağladı.
Evet, devlet kendini sevdirdi. Çünkü
o, Şeriat'a hizmet etmek, ona saygı gösterilmesini sağlamak amacıyla, yine Şeriat'tan
doğmuştu. Çünkü, bu şekilde, hiç söz götürmeyecek öyle bir yasallık, meşruiyet
kazanmış bulunuyordu ki, bu yasallık, kendini her türlü gasb ve tahakküm
kuşkularının üstünde tutuyordu. Korku verici ve saygın olmasına gelince; bu da
her türlü yanlış ve eksiklikten arınmış olan kutsal kaynağından aldığı külli
kudretten; bir de, kendisinin ahlaki ve toplumsal gerçeklerin ilkesi
olmasından ileri geliyordu.
Hatta, kendi adına yapılan bütün
yolsuzluklar, ne onun gözlerdeki mevkiini, ne de ruhlara vermiş olduğu güveni
kesinlikle sarsamadı.
İslâm kavimleri şu kanıyı her zaman
muhafaza etmişlerdir: Gerek adaletsizlik, gerçek zorbalık ve baskıcılık
bunların ne devletlerinde, ne yasalarında ve ne de kurumlarındadır. Fakat
bunlar, yalnızca kudreti ellerine geçirerek yasa adına hareket ettiklerini
iddia eden kişilerden kaynaklanmaktadır.
Bu nedenle Müslümanlar, Şeriat
tarafından tesis edilen devletin yasallığına (meşruiyet) karşı ne itiraz etmeyi,
ne de hangi şekilde olursa olsun, devleti yıkmayı düşünmedikleri gibi, yapılan
adaletsizliklere, yolsuzluklara son vermek için de işleri, devleti temsile ve
yasaları uygulamaya en ehil kabul ettikleri ellere tevdi etmekten başka yol
aramamışlardır.
O halde, Şeriat'ın egemenliği ilkesi
denilen bu mutlak gerçek, olaylarla öyle kesin ve görkemli bir şekilde kurulmuş
bulunuyor; bu ilke, öyle bir toplumsal düzen oluşturuyor ki, insana bireysel ve
toplumsal planda gerçek bir mutluluk temin etmek için mümkün olan şartların
tümünü ihtiva ediyor. Öyle bir toplumsal düzen ki, o zamana kadar insanın
kararları önüne dikilip onu tam bir özgürlük içinde evrimden, gelişmekten
alıkoyan binlerce engel, şaşırtıcı bir biçimde devrilip gidiyor. Öyle bir
toplumsal düzen ki, az bir zaman içinde ve hiç yoktan hayret verici bir uygarlık
oluşturarak yüzyıllarca insanlığı bilimin, hikmetin ve adaletin bereketli
nurlarıyla aydınlatıyor ve onu ahlaki, toplumsal ve maddi bakımdan benzeri
görülmemiş bir mutluluk içinde yaşatıyor.
(İslâm ve Batı Toplumlarında Siyasal
Kurumlar, 1987)
Mehmed Said Halim Paşa eski Mısır Valisi
Mehmed Ali Paşa’nın torunu ve Halîm Paşa’nın oğludur. 1863’te Kahire’de doğdu.
Özel hocalardan Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca eğitimi gördü. İsviçre’de
üniversite düzeyinde siyasi ilimler okuduktan sonra İstanbul’a geldi ve 1888’de
Şura-yı Devlet Azalığına tayin edildi. Jön Türk hareketiyle ilişki kurarak
onlara maddi yardımda bulundu. Bu bağlantı yüzünden önce Mısır’a oradan da Avrupa’ya
gitmek zorunda kaldı. II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine ülkeye dönerek .Meclis-i
Âyan’a girdi. 1912 Temmuzunda İttihad ve Terakki Cemiyeti umumî kâtibi oldu.
1913 Haziranı’nda da sadrazamlığa tayin edildi. Sadrazamlığı sırasında
Hariciye nazırlığını da uhdesinde bulunduran Said Halim Paşa 1915’te bu görevi
Şura-yı Devlet Reisi Halil Bey’e (Menteşe) devretti. 1917 Şubatı’nda
sadrazamlıktan azledildi. Mütareke
döneminde ise Malta’ya sürüldü. Oradan ayrıldıktan sonra Roma’ya yerleşti ve
bir Ermeni tedhişçinin suikasti neticesi 6 Aralık 1921’de öldü.
Said Halim Paşanın yaşantısı siyasi i
hareketlerle bağlantısının esnek olduğunu göstermektedir. Birkaç kişinin
yazdığına göre üst düzeyde siyasetle uğraşmış, gündelik siyasal gelişmeleri
teferruat olarak görmüştür. Devlet adamlığı tecrübesi ve olaylara belli bir
perspektiften bakabilme yeteneği onu döneminin diğer düşünürlerinden önemli
ölçüde ayırmıştır. Devlet adamlığı tecrübesi olaylara tümüyle soyut bir şekilde
bakmasını ve sadece pragmatik hal çareleri aramasını önlemiştir. Siyasal yaşantısı
ve soyutlama gücü bazı somut sorunlarda taraf tutmamasına yol açmıştır. Temel
sorunu İslâm ve Batı sorunudur. Sosyal şartların belirleyiciliğini kabul
etmesi çoğu konuya anlamlı yanıtlar getirmesi sonucunu doğurmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun
sorunları üzerinde dururken bazı hususlarda hassas davranmıştır. Batı ve
İslâm konularını esas alması Osmanlı toplumunun somut sorunlarını ve genelde
İslâm dünyasının karşı karşıya kaldığı sorunları çözmek amacıyladır.
Osmanlı
toplumunun sorunlarını çözümlemeye çalışırken bazı genellemeler yapmıştır. Bu
genellemelerinde tarihsel ve toplumsal konular sürekli olarak gündemde
olmuştur. Anayasa konusunu değerlendirirken siyasi gelişmelere nasıl baktığı
da ortaya çıkmaktadır. 1969’da bir yazarın altını çizdiği “Sultan Hamid
yaşamasaydı bile çağdaşları bir Sultan Hamid yaratırlardı” şeklinde
özetlenebilecek düşüncesini daha geniş bir bağlamda yorumlamak denenmelidir.
Said Halim Paşa İttihat ve Terakki’ye ilişkin olarak da benzeri bir
değerlendirme yapmaktadır. Said Halim Paşa’nın düşüncelerini açıklığa
kavuşturmak için sözü edilen nitelemesinin ayrıntılı olarak bilinmesi
gerekmektedir: “Bir idare yalnız bir adamın veya bir partinin değil, bütün bir
neslin eseridir. Sultan Hamid kendi adıyla yâdedilen ‘İdare-i Hamidiye’nin tek
âmili ve kurucusu değildi. Belki bu idarenin mühim âmillerindendi, fakat Sultan
Hamid dünyaya gelmemiş olsaydı, muasırları başka bir Sultan Hamid’in meydana
gelmesine sebep olacakardı... İdâre-i Hamidiye’den dolayı yalnız Sultan Hamid
değil, muasırları da itham ve mesuliyet altında oldukları gibi, meşrutiyet
idaresinden dolayı da en fazla itham ve mesuliyet altında bulunanlar İttihat
ve Terakki değil, bugünkü nesildir. Çünkü her iki idare sırasında da
muasırları en tabiî dönemini aşan siyasal gelişmeleri açıklamakta bile
ipuçları sunabilecek bir yorum yapmıştır.
Yakın
dönem tarihini değerlendirirken zorunlulukların siyaset ve devlet adamlarının
davranışlarını bütünüyle belirlediği şeklindeki kolaycı bir anlayışa da
yönelmemiş her devrin en önemli sorumlularının en çok yetkiyi taşıyanlar
olduğunu öne sürmüştür. İçtimai şartların yanında yöneticilere ve aydınlara
önemli görevler yüklemiştir. En fazla sorumlu olanlardan bahsederken “en aydın
ve en tecrübeli geçinenler” nitelemesini kullanmıştır. Bu düşüncesini daha iyi
anlamak için sonraki tarih kesitinde de etkinliğini sürdüren bir anlayışın
üzerinde durmak yararlıdır: “Tarih ile sabittir ki, en ileri milletler, istek
ve düşünceleri liderleri tarafından en güzel anlaşılan ve yerine getirilen
milletlerdir.” Demek ki, Said Halim Paşa içtimai şartların önemini belirtmesine
karşın aydınların ve tecrübelilerin dışında liderlerin toplum sorunlarının
halledilmesinde önemli sorumluluklar taşıdığı düşüncesindedir. Bu nedenle de,
değişik dönem liderlerini sadece içtimai şartların bir unsuru olarak
değerlendirmemiş, onların işlevleri konusunda da genellemeler yapılabileceğini
göstermiştir. Çıkardığı sonuçlardan bağımsız olarak Said Halim Paşa’nın son
dönem tarihini yorumlama açısından bazı önemli saptamaları olduğunu kabul
etmek gerekmektedir. Hele İslamcı yazarların son dönemdeki yeni görünümlü çoğu
düşüncelerinin vaktiyle Said Halim Paşa tarafından telaffuz edilmiş olması da
ilginçtir.
İçtimai şartların bir sonucu olarak gördüğü değişime her yeniliğin
olumlu olarak nitelenemeyeceğini belirterek yaklaşan Said Halim Paşa anayasa
konusunda da eleştirel bir açıdan değerlendirme yapmıştır. Ancak mutlakiyet
idaresinin olumsuzluğu üzerinde dururken anayasaların amaçlanan değişiklikleri
gerçekleştirememesini ülke şartlarının kavranılamamasına bağlamıştır.
Meşrutiyet idaresinin somut olumsuzluklarına karşın Osmanlı toplumunun artık
mutlakiyet idaresine dönemeyeceğine, dönmemesi gerektiğine işaret etmiş,
meşrutiyet idaresinin ülke şartları çerçevesinde vazgeçilemez bir idare tarzı
olduğunu savunmuştur. Zaten II. Meşrutiyetin ilânını Osmanlı toplumunun
öğünülecek vakaları arasında görmüştür. Anayasa üzerinde düşüncelerini açıklarken
Türkiye’de gerçekleştirilmeye çalışılan değişikliklerin siyasal düzeyde de
eleştirisini yapmıştır. Son dönemde Batı sorununun kapsayıcı bir biçimde
kendisini gösterdiğini, diğer toplum sorunlarını ikinci plana ittiğini öne sürmüştür.
Batı’nın ve Batılılaşmak eğiliminin gündeme gelmesiyle İslâmi kurumlar
üzerinde en yıkıcı tesirlerin saptanabileceğini belirtmiştir. Nitekim uzun süre
İslamcıların en önemli konusu Batı ve Batılılaşma olmuştur.
(TCT Ansiklopedisi, 1985)