Mehmet Fuat Köprülü

Edebiyat Tarihçisi, Devlet Adamı, Siyasetçi

Doğum
Ölüm
28 Haziran, 1966
Eğitim
İstanbul Hukuk Fakültesi

Edebiyat tarihçisi, siyaset ve devlet adamı (D. 1890, İstanbul - Ö. 28 Haziran 1966, İstanbul). Babası, ünlü vezir ailesi Köprülüler soyundan gelen İsmail Faiz Bey; an­nesi, İslimiye ulemasından Arif Hikmet Efendi’nin kızı Hatice Hanım’dır. Ayasofya Merkez Rüştiyesi (Ortaokulu) ve Mercan İdadisi (Lisesi)’nden sonra İstanbul Hukuk Fakültesi’ne devam ettiyse de (1907-09) bitirmedi. Bu yıllarda özel Fransızca dersleri aldı, felsefe ve tarihle yakından ilgilendi, ardından Batı’nın düşünce ve edebiyat anlayışı üzerine yazılar yazdı. 1910’dan sonra İstanbul liselerinde Türkçe ve edebiyat öğretmenliği yaptı. İÜ Edebiyat Fakültesinde Türk edebiya­tı, İla­hiyat Fakültesi’nde dinler tarihi, Mülkiye Mektebi’nde siyasi tarih, Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi)’nde de medeniyet tarihi dersleri okuttu. Henüz yirmi üç yaşında iken (1913) Türk edebiyat tarihi profesörlü­ğüne atandı. Üniversite reformundan sonra Edebiyat Fakültesi Dekanı (1923) oldu. 1924’te Maarif Vekâleti Müsteşarlığı’na atandı. Ayrıca Ankara İlâhiyat Fakültesi ile Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde tarih hocalığı yaptı. Türkiyat Enstitüsü ve “Türkiyat dergisini (1924) kurdu. Türk Tarih Encümeni Başkanlığı’na getirildi (1927) ve 1933’te ordinaryüs profesör oldu.

Fuat Köprülü, 1935’te Kars Milletvekili seçildikten sonra da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi ve Ankara Üniversitesi DTCF’de öğretim üyeliğine devam etti. Emekliye ayrıldıktan (1943) sonra Demokrat Parti (DP)’nin kurucuları arasında yer aldı (1946)  ve DP 1950’de iktidara geldiğinde Adnan Menderes hükümetlerinde 1956’ya kadar Dışişleri ve Devlet bakanlıkları görevlerinde bulundu. 1957 seçimlerinden sonra istifa ettiği DP’yi, 27 Mayıs’tan sonra Yeni Demokrat Parti (1961) adıyla kurmasına izin verildiyse de ilgi görmeyince parti amblemini Adalet Partisi (AP)’ne devrederek politikadan çekildi. 27 Mayıs 1960 ihtilalinde kısa bir süre tutuklu kaldı.

Fuat Köprülü, Fecr-i Ati topluluğu şairleri arasında yer alarak 1908’den itibaren “Mehasin” ve “Servet-i Fünûn”, daha sonra Ziya Gökâlp’ın çıkardığı “Yeni Mecmua”da (1917-18) şiirler ve günün edebî konuları üzerine yazılar yayımladı. Ancak asıl ününü Türkoloji araştırmalarıyla yapmıştır. “Akşam”, “Azerbaycan Yurt Bilgisi”, “Bilgi Mecmuası”, “Büyük Mecmua”, “Dergâh”, “Halka Doğru”, “Hayat”, “İkdam”, “Millî Tetebbular Mecmuası”, “Son Saat”, “Tanin”, “Tasvir-i Efkâr”, “Türk Yurdu”, “Türki­yat Mecmuası”, “Vatan”, “Yeni Mecmua gibi dergi ve gazeteler, yazılarının yayımlandığı başlıca yayın organlarıdır.

1924’te Türkiyat Enstitüsü’nü kurdu. Çıkardığı “Millî Tetebbular Mecmuası” (1915) ve “Türkiyat Mecmuası” (1924), “Türk Hukuk ve İktisat Tarihi Mecmuası” (1931-39) ile Halkevlerinin “Ülkü” (1936-41) dergilerini yönetti. Ahmet Fakih, Şeyyad Hamza, Hoca Dehhanî gibi daha önce haklarında bilgi sahibi olunmayan şair ve yazarları bilim ve edebiyat dünyasına tanıttı. Millî Edebiyat akımına katılarak bu topluluk içerisinde önemli hizmetlerde bulundu. Ziya Gökalp’ın Türk milliyetçiliğinin felsefi temel­lerini kurmak istemesine koşut olarak, millî edebiyat anlayışının sanatsal özelliklerini oluşturacak yazılar yazdı.

Prof. Köprülü, alanında uzman kabul edilerek yurtiçinde ve yurtdışında birçok bilimsel kuruluşun üyeleri arasına alındı ve bu kuruluşların toplantılarına katıldı. 1923’ten itibaren Paris, Bakü, Oxford, Harkov ve Londra’da düzenlenen çeşitli kongrelerde Türkiye temsilcisi olarak bulu­ndu. Türk edebiyatını klâsik tezkirecilik anlayışından ve naif denilebilecek incelemelerin konusu olmaktan çıkardı. Edebiyat incelemesine modern ve bilimsel metotlar kazandırarak, genç yaşta kendisini fikir ve sanat çevrelerine kabul ettirmiş, edebiyat tarihi alanında uluslararası bir üne sahip olmuştu. “Türk Edebiyatı Tarihinde Usûl” adlı incelemesiyle bizde, Batılı anlamda edebiyat tarihçiliğinin temellerini atmış oldu. Yaptığı araştırmalarla unutulmuş birçok değerimiz, modern tarih metotlarıyla edebiyatımıza onun tarafından kazandırıldı. Özellikle Türk edebiyatı tarihi, Türk medeniyeti ve Türk kültür tarihi, edebî eleştiri, dil ve din, Türk sanatı ve müziği, Türk siyasî tarihi konularındaki yazıları günümüz edebiyatı için de değerli kaynaklar oldu. Köprülü, aynı zamanda Türk tarihi, modern hukuk ve iktisat tarihinin de kurucularından sayılır. Ancak şairliği, diğer alanlardaki çalışmalarına göre pek başarılı değildir. Gençlik dönemlerinde yazdığı ve bireysel özellikler taşıyan şiirlerinin bu havası, Millî Edebiyat topluluğuna katıldıktan sonra kayboldu ve şiirlerini kitap olarak yayımlamadı. Çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan yazıları ve kitapları ile Türk edebiyatına 1500’ü aşkın makale ve çok sayıda kitap kazandırdı; kimi makaleleri de kitap oylumundadır.

Ord. Prof. Fuat Köprülü, İstanbul’da Balta Limanı Kemik Hastanesin’de vefat etti ve Sultan Mahmut Türbesi’nin karşısındaki Köprülü Mezarlığı’nda toprağa verildi… 1908-12 yılları arasında Türk Derneği, Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk Ocağı gibi kuru­luşlarda üye olarak bulundu. 1925’te Sovyet Bilimler Akademisi üyeliğine, 1926’da Körösi Csoma Macar Bilim Derneği haberleşme üyeliğine seçildi. 1927’de kendisine Heidelberg Üniversitesi tarafından fahrî felsefe doktorluğu unvanı, 1937’de Atina ve 1938’de Sorbonne üniversiteleri tarafından fahrî doktorluk unvanları verildi. 1959’da Amerikan Tarih Cemiyetinin onur üyeliğine, 1964’te Macar Bilimler Akademisi onur üye­liğine, aynı yıl Londra’da School of Oriental and African Studies haberleşme üyeliğine seçilmişti. Evli ve iki çocuk babasıydı.

Fuat Köprülü, Türk tarih araştırmacılığının ve yazıcılığının, Osmanlı Tarihçiliği dışına taşınmasında, yani başka zaman ve mekânlarda devletler kurmuş olan Türk Toplumları’nın tarihlerini de kapsayacak şekilde genişletilmesinde ve eski tarihçiler arasında gelenekselleşmiş olan siyasî ve askerî tarih odaklı yaklaşımın aşılmasında, yani edebiyat tarihi, dil tarihi, sanat tarihi, hukuk tarihi, iktisat tarihi, din tarihi gibi medeniyet tarihinin muhtelif alanlarının mevcudiyetine dikkat çekilmesinde çok önemli bir rol oynamıştır; kısacası tarihçiliğimizin ufkunu genişletmiş ve yeni araştırma alanları açmıştır.” (Remzi Demir - Doğan Atılgan)

“Edebiyat tarihini kendine has metotlarla ele alıp inceleyen Köprülü, sanatçı ve toplum arasındaki ilişkileri başarılı bir şekilde ortaya koyar. Bu sahada inceleme ve tenkitlerde bulunurken aynı zamanda iyi bir edebiyat ta­rihçisi ve iyi bir tenkitçinin vasıflarını bizzat ken­disi ortaya koyar. Tarih sahasındaki çalışmaların­da takip ettiği ilmî metotlarla ve bu tür eserlerde mutlaka gerekli olan hadiselere objektif bakış tar­zıyla, ciddiyeti ve titizliğiyle, güçlü sentez kabili­yetiyle, içteki ve dıştaki hadiselere getirdiği yorumlarla ekol oluşturmuş bir bilim adamıdır.” (Prof. Dr. Şerif Aktaş)

ESERLERİ:

Kıraat-ı Edebiyye (1904), Hayat-ı Fikriyye (1909), Malumat-ı Edebiyye (Şahabettin Süleyman ile, 1915), Yeni Osmanlı Tarihi Edebiyatı (Ş. Süleyman ile, 1916), Turan’ın Kitabı (1916-17), Türk Dilinin Sarf ve Nahvi (1917), Mektep Şiirleri (3 cilt, 1918), Tevfik Fikret ve Ahlâkı (1918), Nasrettin Hoca (50 manzum hikâye, 1918), Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (1919), Türk Edebiyatı Tarihi I (1920), Millî Tarih (1921), Türkiye Tarihi I (1923), Külliyat-ı Fuzuli (1924), Türk Tarîh-i Dînîsi (1925), Azeri Edebiyatına Ait İlk Tetkikler (1926), Millî Edebiyat Cereyanının İlk Mübeşşirleri ve Divan-ı Türkî-i Basit (1928), Onyedinci Asır Saz Şairlerinden Cevheri (1929), XIX. Asır Saz Şairlerinden Erzurumlu Emrah (1929), XVI. Asır Sonuna Kadar Türk Saz Şâirleri (1930), Kayıkçı Kul Mustafa ve Genç Osman Hikâyesi (1930), Türk Tarihinin Ana Hatları (1931), Divan Edebiyatı Antolojisi (1932-34), Anadolu’da Türk Dili ve Edebiyatının Tekâmülüne Bir Bakış (1934), Eski Şairlerimiz-Divan Edebiyatı Antolojisi (1932-34), Fuzuli (1934), Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar (1934), Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi 1 (1935), Les Origines de L’Empire Ottoman (Paris, 1935), Yıldırım Beyazıt’ın Esareti ve İntiharı Hakkında (1937), Orta Zaman Türk Hukuki Müesseseleri (1937-38), Vakıf Müessesesi ve Vakıf Vesikalarının Tarihî Ehemmiyeti (1938), Türk Şairleri, İndeksler ve Sözlükler (1939), Âşık Dertli (1940), Âşık Ömer (1940), Karacaoğlan (1940), İslâm Medeniyeti Tarihi (Barthold’dan, çeviri, 1940), Altınordu’ya Ait Yeni Araştırmalar (1941), Ortazaman Türk-İslâm Feodalizmi (1941), Ali Şir Nevâî (1941), Yeni Farisî’de Türk Unsurları (1942), XIII. Asırda Maraga Rasathanesi Hakkında Bazı Notlar (1942), Uran Kabilesi (1943), Osmanlı İmparatorluğu Etnik Menşei, Meseleleri (1943), Kayı Kabilesi Hakkında Yeni Notlar (1944), Osmanlı Devletinin Kuruluşu (1959), Türk Saz Şairleri Antolojisi (5 cilt: İlk dört cilt 1940, son 1 cilt 1962-64), Demokrasi Yolunda (1964), Edebiyat Araştırmaları (1966), Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri (2002).

KAYNAKÇA: Türk Kültürü / Köp­rülü Özel Sayısı (Eylül 1966), Hilmi Ziya Ülken / Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi (c. 2, 1966), Türkiyat Mecmuası / Köprülü Hâtırası (c. 15, 1969),  Halil Berktay / Cumhuriyet İdeolojisi ve Fuat Köprülü (1983), Dr. Orhan F. Köprülü / Fuad Köprülü (1987), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005),  İbnülemin Mahmud Kemal İnal / Son Asır Türk Şairleri (c. I, 1999), Ömer Faruk Akün / TDV İslâm Ansiklopedisi (c. 28, 2003), Şerif Aktaş / Mehmed Fuad Köprülü / Büyük Türk Klâsikleri (c.12, 2004), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, 2007) - Ünlü Bilim Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 2, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Remzi Demir - Doğan Atılgan / Elli Portre (2008).60

 

FUAD KÖPRÜLÜ HAYATI, ŞAHSİYETİ VE ÇALIŞMA SİSTEMİ

Hayatı: XX. yüzyılda Türkiye'nin sosyal ilimler alanında yetiştir­diği en büyük ilini adamlarından biri olan M.Fuad Köprülü, 4 Aralık 1890'da İstanbul'da bir yüzü Sultan Mahmud Türbesi'ne, diğer yüzü Divanyolu caddesine bakan ve o zamanlar Hâlid Efendi Konağı diye bilinen kârgir evde dünyaya geldi. Bugün aynı yerde Köşe Han adını taşıyan bina bulunmaktadır. Baba tarafından onuncu göbekte nesebi Köprülü Mehmed Paşa'ya varan F.Köprülü, Tanzimat devri ricalin­den Beylikçi Köprülü-zâde Afif Bey'in oğlu olan ve bundan yüzyıl ka­dar önce Bükreş sefirliğinde bulunan Ahmed Ziya Bey'in torunudur. Köprülü'nün babası Faiz Bey, Ahmed Ziya Bey'in üç oğlundan biri olup, Beyoğlu 2. Ağır Ceza Mahkemesi başkâtipliğinden emekliye ay­rılmış, bir süre de İstanbul Belediye Meclisi üyeliğinde bulunmuştur. Köprülü' nün annesi Hatice Hanını ise, İslimye eşrafından Arif Hikmet Efendi'nin kızıdır.

Daha ilkokul sıralarından başlayarak okumaya ve araştırmağa karşı büyük bir alâka duyan, oyuna iltifaî etmeyen Fuad Köprülü, önce Ayasofya Merkez Rüştiyesi (ortaokul)'nde okumuş, ilk yazısı ise, sa­yın Tansel'in tespitine göre, 1905'te henüz 15 yaşında Mercan İdadi­si (lise)'nde öğrenci iken Musavver Terakki'de yayımlanmıştır. Mer­can İdadî'sini parlak bir şekilde bitiren genç Köprülü, 1907-1909 yıl­lan arasında o zamanki Mekteb-i Hukuk (Hukuk Fakültesi)'a devam etmiş ise de, çok sonraları Hikmet Feridun Es'e verdiği bir beyanatın­da açıkça ifade ettiği üzere, buradaki hocaları çok zayıf bulması, diğer yandan tutmak istediği yol bakımından bu tahsilin pek yararlı olma­yacağı kanaatine vardığı için hukuku, bitirmeden buradan ayrılmış­tır. Daha liseyi bitirdiği sıralarda Farsça'yı oldukça iyi, Arapçayı da okuduğu kitapları anlayacak kadar öğrenmişti. Bu arada Prof. Anjel'den aldığı özel dersler sayesinde Fransızcasını da ilerleten genç Köp­rülü, babasının küçük kütüphanesindeki edebi ve tarihî eserleri, Evli­ya Çelebi'nin Seyahatnamesi de dahil olmak üzere, tekrar tekrar oku­yarak edebî ve tarihî kültürünü iyice ilerletmişti. O, 1908 yılından yâ­ni 11. Meşrûtiyet'in ilânından itibaren, çok genç bir yaşta memleketin fikir hayatına girmişti. Nitekim 1908 aralık ayında kurulan Türk Der­neği ile 1911 ağustosunda faaliyete geçen Türk Yurdu Cemiyeti üye­leri arasında bulunan Fuad Köprülü, Türk Ocağının hars (kültür) heyetinde de görev almıştı.

Millî ve vatanî şiirleri, edebiyat, sosyoloji ve tenkid yazıları, Mehâsin, Servet i Fünun mecmualarıyla Tanin gazetesinde muntaza­man yayımlanmaya başlamıştı. Köprülü, bu yıllarda, Fransızca'dan birtakım tercümeler de yapmıştır. Bunlar arasında Henri Becq'in Pa­ris Kadını (İstanbul 1910) adını taşıyan 3 perdelik komedisi ile Gustave Le Bon'un, Ruh-i Siyaset ve Müdafâa-i İçtimaiye(İstanbul 1911), yine aynı yazarın Ruh ül-Cemaât(İstanbul 191l)birkaç forması Sadreddin Celâl ile müştereken-isimli eserlerini yayımlamıştır. Hayatının bu devresinde onun, edebiyat yanında özellikle felsefe ve sosyoloji ile de yakından ilgilendiği görülür. F. Köprülü'nün bu edebi ve fikrî ter­cümelerine Driault'dan dilimize çevirdiği Selim i Sâlis ve Napolyon (İstanbul 1913)'u da eklemek gerekir.

1910-1913 yılları atasında, o, edebî ve fikrî yazılan yanında Mer­can, Kabataş, Galatasaray ve İstanbul liselerinde de Türkçe ve edebi­yat hocalıklarında bulunmuştur. 1913'te ünlü Fransız edebiyat tarih­çisi Gustave Lanson'un ana fikirlerinden yararlanıp, kendi şahsî görüş ve fikirleriyle mezcederek yayımladığı Türk Edebiyatı Tarihin­de Usul (Bilgi Mecmuası, 1913, I, s. 3-52) adlı makalesini Köprülü'nün ilk ilmî yazısı olarak kabul edebiliriz. O, bu makalesinde Türk edebiyatı tarihinin Avrupa ilim metodlarıyla fakat kendi millî bünyemize uygun bir şekilde nasıl incelenebileceğini göstermeye çalışıyor ve ileride yapacağı çalışmanın esaslarını tespit ediyordu, Hâlid Ziya (Uşaklıgil)'in, başka bit vazifeye tayini üzerine, istifasıyla boşalan İstan­bul Darülfünun'u Türk Edebiyatı Tarihi müderrisliğine (profesörlüğü­ne) 20 Aralık 1913'te tâyini, bit bakıma onun şâir ve ediplikten âlim­liğe doğru adım atması demekti. Aile çevresinden duyduğuma göre, 23 yaşını henüz bitiren bu genç insanın böyle bir göreve getirilmesi ilim ve fikir çevrelerinde bir hayli çalkantılara sebep olmuştu. Bu yeni görevine başlamasıyla birlikte artık tamamiyle bir ilim adamı sıfatıyla çalışmalarını sürdüren Köprülü; 1914'te kurulan Türk Bilgi Derneği'nin genel sekreterliğini yüklendiği gibi, 1915'te Ali Emiri Efendi"nin başkanlığında kurulan Asâr-ı İslâmiye ve Millîye Tedkik Encümeni'nde de yine genel sekreterliğe getirilmişti. 1915'te Millî Tetebbular Mecmuası'nın müdürlüğünü üzerine alan genç müderris. bu mecmua­da yayımladığı Türk Edebiyatında Âşık Tarzının Menşe ve Tekâ­mülü Hakkında Bir Tecrübe (MT, l, 1915, s. 5-46) adını taşıyan uzun makalesiyle edebiyat mefhumunun çerçevesini genişleterek, o zama­na kadar edebiyatın dışında bırakılan, halbuki Türk halkının büyük bir bölümüne âit olan duygu ve düşüncelerin de, edebiyat araştırmaları­nın içine alınması gerçeğini ortaya koymuş oluyordu. Aynı yıl zarfın­da yine Millî Tetebbular'da yayımlanan Tütk Edebiyatı'nın menşei (MT II, 1915,s. 5-78) adlı uzun araştırmasıyla Türk Edebiyatını oluş­turan kavramın, iptidâi devirlerindeki yaşayış, düşünüş ve inanışları­nın derinliklerine nüfuz ederek, ileride yazmayı tasarladığı Türk ede­biyatı tarihinin temeline yeni bir harç koymuş oluyordu.

Fuad Köprülü'ye, milletlerarası alanda ün sağlayan büyük monog­rafisi 1918'dc yazılıp, 1919'da yayımlanan Türk Edebiyatı'nda İlk Mutasavvıflar adlı eseri oldu. Onun, Ahmet Yesevî ile Yunus Emre' yi birbirine bağlayan Anadolu'nun kökünün Olta Asya'da olduğunu gösteren ve tamamiyle Avrupai bir anlayışla yazılmış olan bu eseri, Prof. J.H. Mordtmann, Prof. Cl.Huart, Prof. Gyula Nemeth gibi Avrupalı ilim adamları tarafından büyük takdirle karşılanırken, Türkiye'de o sıralarda hâkim olan zihniyet bunun kıymetini takdirden çok uzaktı.

Köprülü, 1920 ve 1921'de ileride kalın bir cilt halinde yayımlaya­cağı Türk Edebiyatı Tarihi'nin I ve2. fasiküllerini neşretmiş, böyle­ce Türk Edebiyatı tarihi'nin, eski çağlardan başlayarak, bütün Türk dünyasını içine alan çok geniş bir coğrafî çerçeve içinde bir bütün ola­rak mütalâa edilmesi gerektiğini açıkça göstermişti. 1922'de ise Ana­dolu'da İslâmiyet (Edebiyat Fakültesi Mecmuası, 1922) adlı büyük makalesi ile Türk din tarihinin kurucusu olma yolunu da tutmuştu. Zi­ya Gökalp'in çevresinde yetişen, onun fikirlerini, ilmî esaslar koyarak yaşatmak imkânını hazırlayan Fuad Köprülü'nün bu gayretleri daha 1923'te bizzat Gökalp tarafından da takdir edilmişti. O, genç müder­ris hakkındaki görüşlerini "Köprülü-zâde Fuad Bey Türkiyat sahasın­da büyük bir mütebahhir ve âlim oldu. İlmî eserleriyle Türkçülüğü tenvir etti''(Türkçülüğün Esasları, Ankara 1339, s.l 9) şeklinde ifade etmişti.

1923'te Edebiyat Fakültesi Reisliğine (dekanlığına) seçilen Köprü­lü, aynı yıl küçük, fakat derli toplu bir eser olan ve Türk dünyasını bir bütün halinde ele alan Türkiye Tarihi'ni neşretmişti. Bu eser Ata­türk'ün büyük taktirini kazanmış, Atatürk eski haillerle ve kendi el yazısıyla bunu özel bir mektup yazmak sureliyle Köprülü'ye bildirmişti (Bu mektubun fotokopisi için bk. Dr. Orhan F. Köprülü, Türk Klasik­leri, İstanbul 1974, cilt VII, vesikalar kısmı) Aynı yıl Paris'te topla­nan "Dinler Tarihi Kongresi"ne memleketimiz adına, Prof. Fuad Köprülü, Bektaşiliğin Menşeleri ve Eski Türklerde Sihri bir anane: Yağmur Taşı tebliği ile katılmıştı.

I924'le Gazi Mustafa Kemal'in arzusu üzerine, Maarif vekili Vâsıf Çınar Bey'in zamanında maarif vekâleti müsteşarlığına getirilmişti. 8 ay süren bu müsteşarlığı sırasında, bu vekâletin teşkilâtında Köprülü'nün teklifiyle köklü değişiklikler yapılmış olup, bu yenilikler ayrı bir araştırma konusudur. Daha sonra tekrar Edebiyat Fakültesi'ndeki va­zifesine dönen Köprülü, aynı yıl sonlarında bakanlar kurulu kararıyla kurulan " Türkiyat Enstitüsü"nün müdürlüğüne getirilmişti. Cumhuri­yetin ilânından sadece bir yıl sonra Atatürk'ün emir ve direkt illeriyle böyle bir müessesenin oluşturulması ve bu enstitüye ve İstanbul Üniversitesi'nin giriş kapısının sağında bulunan ve şimdi "Profesörler Evi" olarak kullanılan binanın tahsis edilmesi, büyük kurtarıcının, daha o tarihten başlayarak, Türk tarihi ve dili tetkiklerine verdiği önemi gös­termesi bakımından fevkalâde önemlidir. Merhum Vâsıf Çınar, maarif vekili sıfâtiyle 1924 yılı sonlarında, yani Köprülü'nün müsteşarlıktan ayrılmasından hemen sonra, eski müsteşarına çok dikkate değer bir mektup göndermişti. Kendi el yazısıyla yazılmış bu mektupta Vâsıf Çı­nar, Atatürk'ün İ925'te İstanbul'da ilk milletlerarası Türkoloji kong­resinin toplanmasını istediğini ve bu işe Köprülü'nün memur edildiği­ni, Atatürk'ün de, toplanması tasarlanan bu kongrenin fahrî başkan­lığını deruhte ettiğini, gerekli her türlü yardıma vekâletin hazır oldu­ğunu bildiriyordu (Bu hususta fazla bilgi almak için bk. Dr. Orhan F. Köprülü, İlk Milletlerarası Türkoloji Kongresi Teşebbüsü, 1. Mil­letlerarası Türkoloji Kongresi, İstanbul 15. 20. X-1973, I. Türk Tarihi, İstanbul 1979, 1, 185-188.)

Ne yazık ki Atatürk'ün bütün arzusuna ve Köprülü'nün zemin yok­lamalarına rağmen, o sıralarda ülkemizde böyle bir kongreyi yürütebi­lecek bir kadroya sahip olunamaması yüzünden, böyle milletlerarası bir toplantı gerçekleşememişti. Atatürk'ün bu ulvî gayesi, ancak cum­huriyetin 50. yıldönümünde (1973) İstanbul'da toplanan kongre ile yerine getirilmişti.

Yaptığı ilmî çalışmalarla Türkiye dışında her geçen gün itibar kaza­nan Fuad Köprülü, 1925'te Rus İlimler Akademisi'nin iki yüzüncü yı­lını kutlama merasimine memleketimiz adına katılmıştı. Yurt dışında­ki ilmî çevrelerce takdirle karşılanan Köprülü, aynı yıl, W. BarthoId, Kraçkovsky ve Oldenburg, gibî en ünlü Rus âlimlerinin müşterek teklifleri ile, Sovyet İlimler Akademisi'nin muhabir üyeliğine seçilmişti. Bu Rus ilim adamları daha o zaman, Türkiye'de bir "Köprülü Mekte­bi"nden söz edilebileceğini ileri sürmüşlerdi.

Fuad Köprülü, 1926'da Türk Edebiyatı Tarihi'ni kalın bir cilt ha­linde yayımlayarak, yalnız uzmanları için değil, Türk tarihi ve kültü­rüyle ilgili olan bütün aydınlar için de baş vurabilecekleri bir ana eser meydana getirmiş oluyordu.. O, böylece Osmanlı edebiyatının dar çer­çevesini yırtarak, edebiyat tarihi alanında yeni bir ufuk açıyordu. 1926'da Baku'daki Türkiyat kongresine katılan ve burada büyük bir itibar gören Fuad Köprülü'ye bir yıl sonra ilme yaptığı hizmetlerden dolayı 1927'de Almanya'nın ünlü Heildelberg Üniversitesi tarafından fahrî felsefe doktorluğu payesi verilmişti.

1931 'de yayımladığı Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesse­selerine Tesiri Hakkındaki Bâzı Mülâhazalar (Türk Hukuk ve İk­tisat Tarihi Mecmuası, I, (65-313) adını taşıyan monografisinde, Osmanlı müesseselerinin, o zamana kadar Avrupa'da bilindiğinin ve iddia edildiğinin aksine olarak, Bizans'tan değil, tabiî bir şekilde Bü­yük Selçuklular, Anadolu Selçukluları gibi İslâm devletleri zincirinden alındığı tezini savunarak, Avrupa ilim âleminde de büyük akisler uyandırmıştı.

İstanbul Dârülfunûn'u Atatürk tarafından, Malche'ın raporuna da­yanılarak yapılan bir reformla 1933'te İstanbul Üniversitesi haline dö­nüştürüldüğü sırada, Köprülü de bu reformun gerçekleştirilmesinde ve tat­bikinde üzerine düşen rolü oynamış, yeni kurulan üniversitede Ord.Prof. unvanı ile edebiyat fakültesi dekanlığına getirilmişti. F.Köprülü 1934'te Paris'teki Sorbonne Üniversitesi'nin dâveti üzerine, bu üniversitede Fransızca olarak verdiği üç konferansla Fransız ilim çevrelerinin dik­katini üzerinde toplamıştı. O, Osmanlı Devleti'nin nasıl kurulduğunu, yeni ilmî esaslara göre inceleyen bu üç konferansı ile Gibbons'un tezi­ni kökünden çürütmüş ve yeni Türk görüşünü, Avrupa ilim âlemine kabul ettirmeyi geniş ölçüde başarmıştı. Nitekim bu üç konferans kısa bir süre sonra Les Orgines de L'Empire Ottoman (Paris 1935) adıy­la bir kitap halinde basılmıştı.

1934 yılı yazı sonlarında memleketimizi temsilen yanında, dokto­ra yaptırdığı ilk talebesi Doç.Dr. Ali Nihat Tarlan da olduğu halde İran'a gönderilerek Firdevsî'nin İOOO. doğum yılını kutlama törenine katıl­mıştı. Atatürk'ün, bir grup ilim ve fikir adamını kendi yakın çevresin­de ve T.B.M. Meclisi'nin çatısı altında toplamak istemesinin bir sonu­cu olarak Köprülü de o zamana kadar siyasetle uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı halde, 1935'te yapılan bir ara seçimi ile Kars'tan millet­vekili seçilmişti.

O, daha önceki hocalık hayalında asli görevine ilâveten, ilahiyat fakültesinde' Türk Dini Tarihi (1924), İstanbul Mülkiye Mektebi'nde siyâsî tarih (1923-1929), Sanayi i Nefise Mektebi'nde de medeniyet tarihi (1926-1929) dersleri de vermişti. Köprülü, hayatının bu yeni döneminde ise, bazılarının sandığının aksine olarak, ilmi ve fikri çalış­malarını aksatmamıştı. Zira o, Atatürk'ün desteği ve arzusu ile İs­tanbul Üniversitesi'ndeki Türk Edebiyat Tarihi kürsüsünü korumakla kalmamış, buna ilâveten yeni bir kuruluş olan Ankara Dil-Tarilı ve Coğ­rafya Fakültesi'nde Orta zaman Türk Tarihi ve Siyasal Bilgiler Okulu'nda da Türk müesseseler tarihi kürsülerinin başına geçmişti. Yani kısaca söylemek gerekirse Köprülü, milletvekilliği ile bitlikte üç ayrı kürsüyü aynı zamanda yüklenmişti.

Köprülü, böylece yalnız edebiyatçı ve edebiyat tarihçisi değil, doğ­rudan doğruya tarihçi yetiştirmek, ayrıca ileride idare mekanizmasın­da yer alacak gençlere de yeni bir görüş ile Türk müeseselerinin tari­hin anlatmak imkânına kavuşmuş oluyordu. Köprülü'nün o sıralarda Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'ndeki birçok öğrencisi arasında bulu­nan Prof. Dr. Osman Turan, Prof. Dr. Mehmet Köymen, Prof. Dr. Halil İnalcık, Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Prof.Dr. Bahaettin Öğel, Prof. Dr. Neşet Çağatay, Prof.Dr. Şerif Baştav, Prof.Dr. Tayyib Gökbilgin gibi kimseler daha sonraki yıllarda Türk Tarihi'nin çeşitli devreleriyle uğ­raşan en ünlü isimler olmuşlar ve pek çok da talebe yetiştirmişlerdir. Şimdi onların öğrencileri dahi çeşitli üniversitelerimizde profesör ve do­çent olarak vazife görmektedirler.

Başka bir şekilde açıklamak gerekirse Köprülü'nün çeşitli tarihi meselelere ışık tutan, yalnız birtakım problemleri çözmekle iktifa etmeyip, yeni birtakım problemleri ortaya atan makaleleri daha çok bu ve bun­dan sonraki devrede kaleme alınmıştır.

Köprülü'nün bu dönemde yazdığı belli başlı yazılar, Vakıflar Der­gisi, Belleten, Türkiyat Mecmuası, Revue International des étu­des balkaniques, Körösi Csomo Archivum, Türk Hukuk Tarihi Der­gisi gibi dergilerde çıkmıştır. Bunlardan Belleten'de yayımlanan "Yıl­dırım Beyazıd'ın Esareti ve İntiharı Hakkında" (1. 591-603); "Or­ta Zaman Türk İslâm feodalizmi" (V. 319-334) "Altınordu'ya ait Yeni Araştırmalar" (V. 397-431); "Anadolu Selçukluları Tarihi­nin Yerli Kaynakları" (VII. 379-552); "Osmanlı İmparatorluğu'nun Etnik Menşei Meseleleri" (VII. 219-313) gibi bir çok araştır­ması, yeni görüşler ileri süren âdeta bir monografi mahiyetinde makalelerdir.

İlme yaptığı katkıları dolayısıyla, yabancı çevrelerde yakından ta­kip edilen Köprülü'ye, 1937'de Atina Üniversitesi, 1939'da ise Sorbonne Üniversitesi tarafından fahrî doktorluk payesi verilmiştir. 1941 ders yılına kadar İstanbul ve Ankara'daki kürsü faaliyetlerini bir ara­da yürüten Prof. F. Köprülü, 1941 yılı sonlarına doğru, milletvekilliği ile üniversite hocalığının bir arada bağdaşamayacağı şeklinde, alman bir karar üzerine, zamanın şartlarını göz önünde tutarak diğer bir çok arkadaşı gibi milletvekilliğini tercih ile kürsülerini bırakmak zorunda kalmıştı.

Köprülü'nün 1935 yılından itibaren başlayan siyâsî hayatı, bir aralık Mecliste Maarif komisyonu başkanlığı yapmasına rağmen, şeklî bir milletvekilliğinden ileri gitmemişti. 1943 şubatında ise Cumhuriyet Halk Partisi grubunda yaptığı uzun bir konuşmada, Türkiye'nin o sıralarda Almanya aleyhine harbe girmesinin memleketin yüksek çıkarları ba­kımından son derece mahzurlu olacağı fikrini savunmuş ve Bayar da dahil olmak üzere, diğer bazı arkadaşlarıyla birlikte böyle bir kararın alınmasını önlemişti. 1945'te ise diğer 6 kişiyle birlikte bütçeye red oyu kullanmış, 2. Dünya Savaşı'nın sona ermesi üzerine diğer üç ar­kadaşı ile birlikte verdiği artık C.H. Partisi içinde de, Anayasanın ru­huna uygun olarak daha demokratik bir düzene geçilmesini öngören "Dörtlü Takrir" 12 Haziran 1945'te 7 saatlik bir müzakereden sonra reddedilmişti. 1945 yazı sonlarında Vatan Gazetesi'nde yayımladığı bazı yazılarla tek partili siyasi hayata ağır hücumlarda bulunmuş, daha sonra kendisine Menderes de katılmıştı. Uzunca süren bir mücadele neticesinde "Dörtlü Takrir"de imzalan bulunan dört kişi 7 Ocak 1946'da Demokrat Parti'yi kurmuşlardı. Köprülü 1946 temmuzunda yapılan milletvekili seçimlerinde Demokrat Parti listesinden İstanbul milletvekili seçilmişti.

Encyclopédie de l'Islam'ın üç dilde birden yapılan birinci baskı­sına La Littérature Turque Othamanlı (Leiden 1931, IV. 988-1010) ve diğer 10 küçük madde ile tek Türk ilim adamı olarak katılan F. Köp­rülü, bu ansiklopedi. 1940'tan itibaren Dr. Adnan Adıvar'ın başkan­lığında İslâm Ansiklopedisi adıyla tercüme, telif ve tadil suretiyle Türk­çe olarak yayımlanmaya başlayınca, epeyce dağdağalı bir siyasi ha­yatın içinde bulunmasına rağmen, çok yoğun bir şekilde bu işin de içi­ne girmişti. O, yalnız fikri ve ilmî bakımdan Adıvar'a yardımcı olmak­la kalmamış 1941-1950 arasında bir tanesi sehven imzasız çıkmış olan telif 71 madde ile Ansiklopedi'ye katılmıştı. Bu maddeler arasında Azerî Edebiyatı (II, 118-151); Çağatay Edebiyatı (III, 270-323) ile Fıkıh (IV,608-622) âdeta birer monografi mahiyetinde ve tamamiyle orijinal makalelerdir. Daha açık belirtmek gerekirse Azeri ve Çağatay mad­deleri Köprülü'nün yedi sekiz cilt halinde yazmağı tasarladığı büyük Türk Edebiyat Tarihi'nin Azeri ve Çağatay edebiyatlarına ayırmayı ta­sarladığı iki cildin bir bakıma kısaltılmışı olarak kabul edilebilir.

14 Mayıs 1950'de dört kurucusundan biri olduğu Demokrat Par­ti'nin iktidara gelmesi üzerine ilmî çalışmalarına, okumanın dışında, ara vermek zorunda kalan Fuad Köprülü, Dış İşleri Bakanı sıfatıyla Türkiye'nin NATO'ya girmesi için-zira 1949'da Türkiye'nin müraca­atı reddedilmişti-var gücüyle çalışmış, Kore Harbi'ne, Birleşmiş Mil­letler safında, hem de bir tugay kuvvetinde, katılmak hususunda çok erken vermiş olduğu karar, Türk Tugayının Kunuri destanım kazan­ması ve kesif siyasî çalışmalar sayesinde 1952'de Kuzey Atlantik Paktı'na katılmamızı sağlamıştı. Daha sonra, dışişleri bakanı olarak, Ata­türk'ün Balkan politikasını canlandırmak ve Balkan Paktı 'nin ihyası için büyük gayret sarfetmiş ve buna -3 devlet arasında da olsa- kısmen muvaffak olmuştu. 1955'teki 5 ay kadar süren bir fasıla hâriç beş buçuk yıldan fazla bir süre, 1956 yazı başlarına kadar dışişleri ba­kanlığını yürütmüştü. İkinci defaki dışişleri bakanlığı sırasında 1956 başlarında Paris'te bulunduğu sırada Sorbonne Üniversitesi'nde Sel­çuklu Tarihi hakkında bir konferans da vermişti. Demokrat Parti hü­kümetinin iç politikadaki bazı kararlarını tasvip etmediği için 1956 yazı başlarında dışişleri bakanlığından, istifa etmiş 1957'de de eski parti­sinden ayrılarak siyâsî hayattan çekilmişti.

1958-1959 ders yılını Amerika'da Harvard Üniversitesi'nin dâvetlisi olarak bu üniversitenin Cambridge'deki araştırma merkezinde, daimî surette çalışarak geçiren F.Köprülü, bu arada çeşitli şehirlerde konferanslar da vermişti. Columbia Üniversitesi'nin Near Eastern Enstütüsü'nün sadece hocalarına verdiği ve benim de hazır bulunduğum bir konferansta Orta-zaman tarihinin çözüm bekleyen çeşitli mesele­lerinden söz etmişti. Fransızca olarak yapılan bu konuşma, bir öğre­tim üyesi tarafından İngilizceye tercüme edilmiş, ileri sürdüğü görüş­ler, öğretim üyeleri tarafından büyük bir ilgi ile takip edilmişti.

1959 yazı ortalarında Türkiye'ye dönen Köprülü, yeniden ilmî ça­lışmalarına başlamışken, 1960 İhtilâli'ni takiben, aynı yılın sonların­da, 1955'teki 6-7 Eylül hâdiseleri sırasında dışişleri bakanı bulunduğu bahanesiyle tevkif edilmiş, ilk duruşmasında o sırada Dışişleri Ba­kanı olmadığı Resmî Gazete ile ispat olunmasına rağmen, kesin beraatına kadar dört ay süre ile Yassı Ada'da tutuklu kalmıştı.

Buradan tahliyesinden sonra ise, günlük meşgalesi olan kitap oku­ma ve not almaya devam etmişti. Bu devrede o. yeni bir eser yazmak cihetine gitmemiş, sayın Tansel'in de yardımı ile eski kitaplarının ye­ni baskılarıyla uğraşmayı ve onlarda bazı değişiklikler yapmayı tercih etmişti. Tarih Kurumu'nda yaptığı böyle bir çalışmadan dönerken 15 Ekim 1965'te, Atatürk Bulvarı'ndan Küçük Esat'a giden yolun başın­da geçirdiği bir trafik kazası sonunda sol femur kemiği kırılmıştı. Bu kırık yüzünden, uzun bir süte yatakla kalması, başka birtakım ihtilâtlar doğurmuştu. 1966 haziranı başlarında Ankara'dan İstanbul'a getirilen Fuad Köprülü, hastalığının artması üzerine, İstanbul Balta Li­manı Kemik Hastanesi’ne kaldırılmış ve 28 Haziran 1966'da öğle­den önce burada vefat etmişti. Birkaç gün sonra Beyazıd Camii'nde kı­lınan cenaze namazını müteakip İstanbul Üniversitesi Merkez binası­nın avlusunda yapılan bir merasimden sonra naaşı eller üzerinde taşı­narak Sultan Mahmud Türbesi karşısındaki Köprülü mezarlığına defn edilmişti.

Mezar taşındaki manzum tarih, eski talebesi ve dostu Prof.Dr. Ali Nihat Tarlan tarafından düşürülmüştür. Ne yazık ki bu kitabede, hakk edilirken meydana gelmiş bazı yanlışlıklar vardır.

F.Köprülü'ye yukarıda saydıklarımızın dışında, 1947'de Amerikan Şark Cemiyeti'nin şeref üyeliği, 1959'da Amerikan Tarih Cemiyeti'nin şeref üyeliği payeleri tevcih edildiği gibi, 1964'te de London School of Oriental and African Studies'in muhabir üyeliği verilmiştir. Yine 1964 yılı sonlarında Macar İlimler Akademisi'nin şeref azâlığı tevcih etliği Köprülü şerefine, Ankara'daki Macar Sefareti'nde bir de kabul resmi tertip olunmuştu. 1956'da Karaşi Üniversitesi tarafından daha ziya­de siyasî bir jest olarak verilen fahrî hukuk doktorluğu payesini de he­saba katacak olursak Köprülü'nün 4 fahri doktorluk ile 8 muhabir ve­ya şeref üyeliğini uhdesinde bulundurduğu görülür. Yalnız Sovyetler Birliği, Rusya'nın Kars ve Ardahan'ı istemesi üzerine, Rusya ve ko­münizm aleyhinde yazdığı yazılardan dolayı 1948'de F.Köprülü'yü, Sovyet İlimler Akademisinden çıkarmıştır. 1950'de dışişleri bakanlı­ğına gelişinden sonra, Ruslar Ankara'daki sefirleri vasıtasıyla, tekrar Akademiye seçmek istediklerini kendisine bildirmişlerse de, Köprülü, nazikâne bir şekilde bu isteği reddetmiştir.

Köprülü'nün 6 yıla yakın yürüttüğü siyâsî görevi dolayısıyla başta Fransa, Almanya, Arjantin ve Yugoslavya olmak üzere yabancı dev­letlerden alınmış 8 tane nişanı bulunuyordu.

Şahsiyeti ve Çalışma sistemi: Yorulmak bilmeyen bir çalışma gücüne, tenkidi bir zekâya, ihatalı bir terkip kuvvetine sahip olan Fu- ad Köprülü, Allah vergisi olan büyük bir seziş kabiliyetine de mâlikti. İşle bütün bu vasıfların bir araya gelmesidir ki, Köprülü'yü nâdir ye­tişebilen ilim adamlarından biri yapmıştır. O edebiyat tarihi araştır­malarına başladığı sırada, önündeki saha çok geniş ve o nispette de bakirdi. Köprülü, herhangi bir konuya el attığı zaman tutunacağı bir dal bulamıyor, bundan dolayı yapacağı her işin ameleliği, kalfalığı ve nihayet ustalığı da kendisine kalıyordu.

Köprülü'nün uzun bir hazırlık devresinden sonra yazmaya başla­dığı Türk Edebiyatı Taıihi'ni bir bakıma tamamlamadan yarını bırak­mış olması, işin künhüne vâkıf olmayanlar tarafından başka türlü de­ğerlendirilebilir. Hattâ bir bakıma onun konudan konuya atladığı dü­şünülebilir. Ancak işin içyüzü bu dış görünüşten tamamiyle farklıdır. Köprülü, ele aldığı bir konunun, biraz daha derinine indiği zaman, o hususu gereği gibi anlayabilmek için başka birtakım şeyleri de bilme­nin şart olduğu kanaatine varmış, bu defa çalışmasını o alanlara da yaymak mecburiyeti ile karşı karşıya kalmıştır. Bütün bu çalışmaları sonunda, Köprülü kafasında çok geniş bir plân yapmış ve bu plânın gereği olarak, ayrı ayrı yüzlerce hattâ belki de bini aşan büyüklü, kü­çüklü mevzuda çalışmalarını sürdürebilmek için, kafasındaki geniş plâna göre son derece tutarlı bir not sistemi kurmuştur. İlk bakışta birbirin­den çok ayrı gibi "görünen konular ve çeşitli notlar, aslında bit bütü­nün küçük küçük parçalarından yâni bir Türk medeniyeti tarihinin ken­disinden başka bir şey değildir. Birçok kimse için, Köprülü Türk ede­biyatı tarihinin esaslarını kurmuş bir edebiyat tarihçisidir. Ama onun çeşitli eser ve makaleleri gözden geçirilirse açıkça görülür ki edebiyat tarihçiliği Köprülü'nün sadece bir cephesidir. Zira Köprülü, din tarihi ile de uğraşmış, meselâ Anadolu'da İslâmiyet misalinde görüldüğü gibi bunu da bitirmemişti. Diğer taraftan O, yalnız orta-çağ tarihi ile değil Lutfı Paşa ve Osmanlı Devleti’nin kuruluşu gibi araştırmaların­da görüldüğü gibi Osmanlı tarihi ile de meşgul olmuştur. Türk Hukuk Tarihinin en çetrefil meseleleri üzerinde çok kalem oynatmış, iktisat tarihi hakkında veya vakıf müessesesi üzerinde de derin araştırmalar yapmıştır.

Onun, İslâm Ansiklopedisi'ne yazdığı çeşitli maddelerini dikkat­le gözden geçirenler, kendisinin ne kadar değişik sahalarda ve ne ka­dar salâhiyetle kalem kullandığını görerek hayrete düşecekler, Köprü­lü'nün bütün bu yazılarında, ayrıntılara fazla iltifat etmeksizin, hep esas noktalara temas etmeye çalıştığını fark edeceklerdir.

Köprülü'nün yukarıda kısaca belirtmeye çalıştığımız vasıflarına ilâ­veten, en üstün tarafını teşkil eden bir özelliği de çok çabuk okuyabilmesiydi. O bir kitabı eline aldıktan kısa bir süre sonra bunun bir kompilasyon mahsûlü mü yoksa orijinal bir araştırma mı olduğunu kolayca anlar ve elindeki kitap ve makale bu değerlendirmeye göre mua­mele görürdü. Meşgul olduğu konuların bibliyografik bilgisine çok sağ- f lam şekilde hâkimdi. Talebelerine ve bütün araştırmacılara da, her­hangi bir konuda evvelce yapılmış çalışmaların ne olduğunun bilin­mesinin ilk şart olduğunu bıkmadan, usanmadan tekrarlardı. Meşgul bulunduğu konularla çok uzaktan alâkası olan kitap ve makaleleri, Av­rupa, İran ve Mısır'dan getirttiği katalogları inceleyerek gayet dikkatli bir şekilde, kılı kırk yararcasına gözden geçirir, kenarda, köşede unu­tulmuş bir şeyin kalmamasına çok dikkat ederdi. Okumaya, değer bul­duğu bir kitabı incelerken, küçük kâğıtlara yüzlerce not alır, dinlenme zamanlarında bu notları gerekli dosyalarına ve bu dosyaların içindeki irili ufaklı zarflara muntazam bir şekilde yerleştirirdi. Değişik devre­lere ait Farsça yazma ve basma divanları, çeşitli bakımlardan çok dik­katle tarar, eğer not almaya vakti yoksa, önemli gördüğü hususları okuduğu kitabın iç kabına kurşun kalemle yazar, daha sonra vakit bul­dukça işaretli sayfadaki bilgiyi, bir veya azamî iki satırla küçük kâğıt­lara geçirir, bunu yaptıktan sonra da kitabın kabındaki yazının yanma bir çarpı işareti koyardı. Hangi kitabı gözden geçirirse geçirsin yalnız belli konular hakkında değil, değişik konular veya meseleler hakkında da not almaktan geri kalmazdı.

Yukarıda Köprülü çalışmaktan bıkmaz ve yorulmazdı dedim. As­lında yorulurdu ama, bunu fark eder etmez, okuduğu veya üzerinde çalıştığı mevzuu değiştirir bir başkasına geçerdi onun için, konuyu de­ğiştirmek en iyi dinlenme tarzı idi.

Bir çok ilim adamımız ve Köprülü'nün yazdıklarının künhüne vâkıf olanlar, onun Türkiye'de bir ilim dili kurduğunda ve bu ilim dilini, ko­layca okuttuğunda da söz birliği ederler. Bu husus yakınları ve takdir- kârları tarafından zaman zaman kendisine hatırlatıldığında, "benim kadar yazan, benim kadar yazar" derdi. Avrupalı Türkologlar, onun

yazılarında büyük bir mantık sistemi bulunduğunu çeşitli kitap ve ma­kalelerinde açıkça belirtmişlerdir. Bunlardan biri, Köprülü için, o, sanki Fransızca düşünüp Türkçe yazıyor demekten kendini alamamıştır.

Köprülü'nün çalışmalarında dikkati çeken hususlardan birisi de za­man zaman eski yazdıklarını düzeltmekten kaçınmamasıdır. Meselâ ilk mutasavvıflarda verdiği birtakım hükümleri sonradan değiştir­miş ve bunu açıkça ifade etmekten de çekinmemiştir. Anadolu Beylik­leri hakkında daha önce yazdıkları için de bu böyle olmuştur. Bundan dolayıdır ki, talebelerine kesin hükümlerden kaçının, daima bir açık- kapı bırakın, sonra mahcup olursunuz demekten geri kalmamıştır. Eski ve kıymetli öğrencilerinden şâir Orhan Şaik Gökyay, Köprülü için ya­pılan bir anma gününde, bunu gayet açık bir şekilde belirtmiştir, (Bir öğrencisinin dilinden M.Fuad Köprülü, Türk Dili, sayı 421, 1987, s.55.)

İlmî tenkit yazıları alanında da bir bakıma öncülük yapmış, Türki­yat Mecmuası, Belleten gibi yayın organlarında bu hususta güzel ör­nekler vermişse de, küçük istisnaları dışında bu sahada kendisini ta­kip edenlerin sayısı çok sınırlı kalmış, bu da kalitesiz yayınların art­masında âmil olmuştur. Köprülü'nün diğer bir özelliği de, kendisinin doğrudan doğruya öğrencisi olmayan kimselere de hocalık yapabilme- sidir. O, yazdığı kitap ve makalelerinde okuyanlara kendi görüşlerini ve vardığı neticeleri benimsetmekten çok, o sonuçlara nasıl bir metodla vardığının yollarını göstermeye gayret etmiş, hemen bütün araş­tırmalarında problem çözmenin yanında yeni meseleler ortaya koya­rak, araştırıcılara üzerinde çalışılması gereken yeni konulan göstermiştir. Meselâ, Köprülü'ye göre, Osmanlı maliye sisteminde, Tanzimat dev­rine kadar mahallî alışkanlıklara çok riayet eden bir maliye sistemi ta­kip edildiği için, Osmanlı devri vergilerinin menşeini araştıracakların bu hususu göz önünde tutmaları gerekmektedir. Yine Köprülü'ye gö­re, Selçuklu ordusunun esas kuvvetini teşkil eden askerî mukataaların menşei meselesi de meçhul kalmış olup, bunun Partlar'dan beri mevcut İran feodalizminden mi ileri geldiği veya Türklerde İslâmiyet- ten önce de böyle bir müessesenin bulunup bulunmadığı uzun incele­melere muhtaçtır. Yine ona göre, Anadolu'nun iskân tarihi de çok mü­him ve karışık meselelerden biri olup, göçebe Türk aşiretlerinin yer­leştirilmesi meselesi ve bu aşiretlerin gerek Selçuklulara, gerek Osman­lılara çıkarttıkları zorluklar üzerinde de ehemmiyetle durulması icap eder (bk. Bizans Müesseselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri,

İstanbul 1981 - Yayımlayan Dr. Orhan F.Köprülü, Önsöz, VI).

İşte bu yukarıda verdiğimiz bir kaç örnekte olduğu gibi yol göster­mesinden dolayıdır ki, öğrencisi olmadıkları halde Prof. Adnan Erzi, Prof. Ali Sevim, Prof. Faruk Sümer ve daha gençlerden Yılmaz Öztuna, Prof.Kemal Özergin, Prof. Mehmed Çavuşoğlu gibi kimseler, ken­dilerini Köprülü'nün talebesi olarak görmüşler ve bu hususu her yerde açıklamaktan geri kalmamışlardır.

Köprülü'nün edebiyat tarihi ve filoloji sahasında yetiştirdiği öğren­cileri arasında, hepsi aynı sınıftan olmak üzere Prof.Banguoğlu, Prof. Boratav, Orhan Şaik Gökyay, merhum N.Atsız, merhum N.S. Banarlı ve merhum Ziya Karamuk'u sayabiliriz. Çeşitli devrelerdeki talebeleri arasında bulunan Abdülbaki Gölpınarlı, Rıfkı Melûl Meriç, Fevziye A.Tansel, Prof. M.Mansuroğlu, Prof. Mehmet Kaplan, Prof. A.Ateş, Prof. Şükrü Elçin, Prof. A.Karahan çalıştıkları sahalarda isim yapmış olup, "Köprülü mektebi”nin önde gelen mensuplarıdır.

Köprülü, adam çalıştırmakta ve ekip çalışması yapmakta da büyük başarı göstermiştir. Türkiyat Mecmuası ile Türkiyat Enstitüsü'nün neşriyatı hususunda, şimdi hepsi rahmetli olan Abdülkadir İnan, Prof. Ragıp Hulusi Özden, Prof. Rahmeti Arat, diyanet işleri eski başkanla­rından Prof. Şerafeddin Yaltkaya, Kilisli Muallim Rifat, Prof. Ahmed Caferoğlu, eski asistanlarından Prof. Akdes Nimet Kınat ve Kıvameddin Bey'in dil bilgilerinden ve çeşitli sahalardaki hususiyetlerinden ya­rarlanmıştır. İşte başta Köprülü olmak üzere bu ekip Türkiyat Eııstitü- sü'nti, Türkoloji tetkiklerinin en mühim bir merkezi haline getirmişti. Ne yazık ki bugün bu müessese, at alıklarla çıkarabildiği Türkiyat Mec­muası ve yıllık olarak tertiplediği kongreler dışında kayda değer bir yayını faaliyetinde bulunamamaktadır, (bk. Orhan Şaik Gökyay, ayın makale, s.53).

F. Köprülü ilmî tenkide örnek olabilecek birçok makalesini Türki­yat Mecmuası'nın çeşitli sayılarında yayımlamıştır. Türk Tarih Kurumu'nun kurulmasından önce Türk Tarih Encümeni'nin başkanlığını da yapmış, daha sonra Türk Tarih Kurumu üyeliğine seçilen Köprülü ölünceye kadar bu kurumun üyesi olarak kalmıştır. Milletvekili seçil­dikten sonra Ankara'da yayımlanan Ülkü Mecmuası'nın müdürlüğünü de üzerine alan (1936-1941) Köprülü, uzun yıllar bu mecmuanın ilmî ve edebî bir mecmua olmasında büyük bir gayret göstermiştir.

Köprülü'nün çok iyi toplanmış ve nâdir eserlerden oluşan özel kü­tüphanesi, vefatından bir süre sonra Yapı Kredi Bankası tarafından satın alınmıştır. Köprülü'nün kitapları Hamdullah Suphi, Cavid Baysun ve diğer bazı kimselerin kitaplarıyla birlikte Yapı Kredi Bankası'nın Çemberlitaş şubesi arkasında kurulmuş olan Yapı Kredi Kütüphanesinde bulunmaktadır. Ancak Haziran 1987 başında mevcut olan bu kü­tüphane aynı yıl sonlarında yıkılmıştır.

 

 

HAKKINDA: Dr. Orhan F. Köprülü / Fuad Köprülü (s. 1-14, 1987)

 

 

 

Yazar: Prof. Dr. M. ORHAN OKAY

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör