Mimar (D. 1888, İstanbul - Ö. 26 Temmuz 1982, İstanbul),
Cumhuriyet’in ilk yıllarında “Birinci Ulusal Mimarlık Akımı” doğrultusundaki yapıtlarıyla
tanındı. Babasının arkadaşı olan İstanbul’daki Müze-i Hümayun Müdürü Osman
Hamdi Bey’in özendirmesi ile küçük yaşlarda resim yapmaya başlamıştı. Ortaöğrenimi
sırasında da resim dersleri aldığı öğretmeni Hoca Ali Rıza Bey’in önerisiyle
mimarlığa yönelerek 1908’de Sanayi-i Nefise Mektebi (Güzel Sanatlar Akademisi,
daha sonra Mimar Sinan Üniversitesi)’ne girdi.
Babasını 14 yaşındayken yitiren Arif Hikmet, zorluklarla geçen gençlik yıllarında bir yandan
değişik işler yaparak ailesinin geçimini sağlamaya çalışıyor, öte yandan da
öğrenimine devam ediyordu. Sanayi-i Nefise Mektebi’nde öğretmeni olan G.
Mongeri’nin yapmakta olduğu Beyoğlu’ndaki St. Antoine Kilisesi’nin yapımında
çalışmaya başladı. Fotoğrafçılık ve minare onaranlarında alem yaldızlayıcılığı
gibi işler yaptı. Üçüncu sınıftayken, Birindi Dünya Savaşı (1914-18)’nın
başlaması üzerine 1914 yılında yedek subay olarak askere alındı ve Kafkas
Cephesi’ne gönderildi. Cephedeyken, Avusturya’dan getirtilen subaylarla birlikte
Türk ordusundaki ilk kayakçı birliklerinin kurulmasında çalıştı.
Arif Hikmet Bey, savaş
yıllarında dört yıl süren askerlik görevinin sonunda Erzurum’da çalışma
olanakları aramış, bugün ayakta olmayan Erzurum İttihat ve Terakki Kulübü binasını
yapmış, fakat uygulama şansı sınırlı olduğundan İstanbul’a döndü. Ama o yıllarda
İstanbul işgal altındaydı. Bu yüzden mimarlığı bir yana bırakarak bir süre
gazetelerde foto muhabirliği yaptı, bir de resim ve fotoğraf atölyesi açtı. Ne
var ki, her gün yeni bir olayla çalkanan İstanbul’da işgal kuvvetleri tarafından
mimlenmişti. Bunun üzerine arkadaşı olan Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın
yardımıyla Ankara’ya gitti ve Evkaf Vekâleti Heyeti Fenniyesi’nde mimar olarak
çalışmaya başladı (1922). Bu görevde uzun süre kalmayan Arif Hikmet, bağımsız
çalışmayı denedi. O yılların Ankara’sında mimarlık eylemi çok güç koşullar
altında sürdürülüyordu, yapı malzemesi sınırlıydı. Bu gereksinimi karşılamak
düşüncesiyle Akköprü semtinde bir briket, karo-mozaik ve künk imalâthanesi
kurdu.
Ankara’da, “Emaneti
Mübareke” denilen ve bir camide saklanan değerli eşyalar için bir yapı
gerekince kimi mimarlara öneri yapılmış, sonunda Arif Hikmet’in projesi
beğenilmişti. Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan bu yapı, bir süre Atatürk’ün
geçici mezarı olarak da kullanılan Etnografya Müzesi’ydi. Bu yapının ardından,
Milli Eğitim Bakanlığı olarak düşünülen, daha sonra Dışişleri Bakanlığı olarak
kullanılan, bugün de Gümrük ve Tekel Bakanlığı’na devredilen binanın yapımına
başlayan Arif Hikmet, zor koşullar altında ve eldeki olanaklarla bu eseri de
tamamladı.
KAYNAKÇA:
Suut Kemal Yetin / Türk Mimarisi (1970), Türkiye Ansiklopedisi (c.3, s.956,
1974), Metin Sözen / Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı (1984), Büyük Larousse
Ansiklopedisi (c. 12, syf: 7027-7028, 1986), Ana Britanica Ansiklopedisi (c.
13, syf: 565, 1987), M. Kadri Atabaş / Türk Mimarları (2000), İhsan Işık / Ünlü Sanatçılar (Türkiye Ünlüleri
Ansiklopedisi, C. 5, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).