Gül Ayşe Aydemir Yaldız

Yazar, Edebiyatçı

Doğum
01 Aralık, 1951
Eğitim
İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı (Türkoloji) Bölümü
Burç

Yazar, edebiyatçı.1 Aralık 1951, Denizli / Çal-Ortaköy doğumludur. Ankara, Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu; İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu ve İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı (Türkoloji) Bölümünü bitirdikten sonra İvriz Öğretmen Okulunda ve Bandırma Şehit Mehmet Gönenç Lisesinde öğretmenlik yaptı. Balıkesir Üniversitesinde Öğretim Görevlisi olarak çalıştı ve bu kurumdan da emekli oldu.

Başta Türk Dili ve Eğitim Dergisi olmak üzere değişik dergilerde öyküleri, yerel gazetelerde yazıları yayımlandı.

2014 yılında 'Dünyaya Tekrar Gelsem' adında, on yedi öyküden oluşan hikâye kitabı okurlarla buluştu.

2020'de ise 'Omorfo Girit - Güzel Selanik' adıyla bir mübadele romanı yayımlandı.

"Kadın ve Eğitim -  özellikle de kızların eğitimi - benim gözlem ve hayallerimin temel taşıdır." diyen ve seyahat etmeyi çok seven yazar; yurt içi, yurt dışı gezilerini Blog'unda yayımlamak, fotoğraf çekmek ve seramikle uğraşmak keyif aldığı çalışmalarındandır.

Salih Yaldız ile evli olan Gül Ayşe Aydemir Yaldız'ın Hatice Bengü ve Can Emrah adlarında yetişkin iki çocuğu vardır.

"Yazları Erdek'te; kışları da Bandırma'da, yaşam penceresinden bazen huzur ve mutlulukla bazen de acılar ve gözyaşları içinde bakmaya devam ediyorum." diyerek bu konudaki sözlerini bitiriyor.

 

KİTAPLARI:

 

Öykü: Dünyaya Tekrar Gelsem (2014), Yaşsız Kadın (2022).

 

Roman: Omorfo Girit - Güzel Selanik (2020)

 

 

KAYNAK: Kemal Yalçın (Bilgi teyidi, 13.07.2022).

 

 

DÜNYAYA TEKRAR GELSEM'den

"Sorunlar, gerçekler, hayallerim var bu öykülerde. Olmayacak, ütopya cinsinden değil bu hayaller. Ben göremem, çocuklarım da göremeyebilir, ama torunlarım görmeli, özellikle kadın ve eğitim sorunlarını çözmüş güzel bir Türkiye'yi. Hayal ettim, yaşadım, umutlarımı sundum size, o kadar.

 

Farklı olmalı, özgün olmalı; yaşanmalı ya da yaşanması mümkün olmalı, yoksa belli şeyleri anlatmanın pek bir kıymeti harbiyesi yoktur bence. Sıçrama tahtası bulmaktır önemli olan. Oraya çıkıp pozisyonu tespit ederek, mayonun modeline ve rengine kafanı takmadan, yapacağın akrobatik hareketlerin özgünlüğüdür önemli olan. Tüm birikimimi o anki enerjimle birleştirir atlayışımı yaparım ve güzel bir görüntü yaşansın isterim. 'Güzel' göreceli bir kavram, alkışla da sonuçlanır, 'Aaaa!..'larla da... Atlayıp su yüzüne çıktığımda aklım ve yüreğim kol kola hoşnut olmalı, sonra da şöyle bir bakabilmeli etrafa..."

                                                                                                             ( Arka Kapak'tan)

 

 

 

"Babam bir iki öksürüp boğazını temizledikten sonra, Pasensia’nın anlamının, ‘sabır,’ demek olduğunu biliyorsunuz. Dünyanın dört bir tarafına dağıldık. Dünyadaki gücümüzü sayımızla değil yaptıklarımızla, icatlarımızla ve icraatlarımızla ortaya koyduk. Okuyor, duyuyor ve biliyorsunuz siz bunları ve hepimiz iftihar da ediyoruz. Çok acılar çektik, çok da güçlendik. Dayanmayı, direnmeyi, değer elde etmeyi öğrendik. Gördük ki askeri güçleri ancak ekonomik güçle yenebiliriz. Bu tüm dünyada böyle, yüzlerce örneği var. Şimdi buna bir de siyaseti ekledik. Milletler arası bir tanınmışlığımız var artık. İhtiyaç duyulduğunda gidebileceğimiz bir ikinci vatanımız var. Ben babanız olarak, anneniz de bu düşünceme katıldı, akrabalarımızla bir karar aldık onu size de bildirmek istedim. Türkiye bizim öz be öz vatanımız. Asırlardan beri Osmanlı İmparatorluğunda yaşadı atalarımız; çünkü İspanya’dan zorla çıkartıldığımızda bizi onlar kabul ettiler, tabii hayatta kalabilenlerimizi. Yeni Türk Devletinin kuruluş aşamalarında zaman zaman acılar çektik, ama tüm halk farklı farklı acılar çekti sadece biz değil tüm halkımız...

 

Mustafa Kemal; ‘Yahudiler bizim gibidir,’ diyen;  ‘…Türklerle tevhid-i mukadderat etmiş sadık bazı unsurlarımız vardır ki bilhasa Yahudiler, bu millete ve bu vatana sadakatlerini ispat ettiklerinden, şimdiye kadar müreffehen imrar-ı hayat etmişler ve bundan böyle refah ve saadet içinde yaşayacaklardır. (İzmir, 2 Şubat 1923 ) sözlerini söyleyen büyük adam, benim de Atamdır, kurtarıcımdır ve burası da benim öz vatanımdır, sizler için de öyle olmalıdır. Biz Türkiye Musevisiyiz, diğer bir anlatımla Yahudi kökenli Türk vatandaşıyız.' Babamın bu konuşmasını ben hem aklıma hem yüreğime kazıdım hiç çıkmasın diye. Artık kocaman bir kız olmuştum.“

                                                             Toledo - Pasensia  (Sayfa: 133-134)

 

OMORFO GİRİT* - GÜZEL SELÂNİK'ten

"Geçen akşam Ekşi Maya hikayesini anlattı Meryem... "Olamaz, bunu Fatmana'dan başkası beceremez," dedim. Gemide yol boyunca, belli aralıklarla hamur mayalamış durmuş Fatmana. Pişirmek mümkün değil tabii, ama yapacak bir şey yok. Yılmamış ve buraya kadar getirmiş memleket mayasını, "Bizim oraların ekşi mayası hiçbir yerinkine benzemez," diyerek. Hâlâ aynı mayanın devamını kullanıyoruz, diyor gelinleri, ama Fatmana gülüp geçiyor acı acı... Demek ki farklı bir şeyler olmuş. Olsun, o memleket sevgisi, anılara bağlılık kalmış ya yeter, gerisi önemli değil. Birden içim cız etti: Ben de beş altı tane Girit sabunu getirdim, emrihak vaki olduğunda beni onunla yıkasınlar diye.  Yeri gelince, bir başka gün de ben anlatırım, benden önce Emine'me kısmet olduğunu..."                                                                                                                   (Sayfa:45)

 

 

............................

 

 

 

"Sandallarla, kıyıdan uzakta demir atmış gemiye taşıyorlar bizleri. Kocam eşyalarla uğraşırken bana, "Sen çocukları gözden kaçırma yeter, ben geri kalan işleri hallederim," dedi, sanki olacaklar içine doğmuş gibi... Geminin merdivenlerini çıkar çıkmaz sahili gören bir yere doğru gittim çocuklarla, bizden sonraki sandalın gelmesini bekliyorum heyecan içinde.   Birden sarsıldık, demir alan gemi, kapaklarını kapattı; ne oluyor, dememe kalmadan hareket etti.  Çocuklarımla insanları iteleyerek bir o yana, bir bu yana koşuyorum. Koşmak istiyorum; ulaşmak istiyorum kuzularıma, ama koşamıyorum. O kadar kalabalık ki gemi, çarpıyorum iki yana ve ağlayarak bağırıyorum, "Çocuklarım kaldı, hem de iki tane... Nerde benim Ali’m, nerde Kiraz'ım?..  Herkes şaşkın şaşkın bana bakıyor; çocuklu kadınlar evlatlarına sıkı sıkı sarılarak acıyan gözleriyle beni takip ediyorlar.

 

Gemiye, kıyıdan sandallarla geliyorduk. Çok kalabalıktı ve biz sıranın sonlarına kalmıştık. Kayık dolunca başka kimseyi almadılar. Ben çırpınıyorum, "İki çocuk kaldı, onlar benim yavrularım, onları almadan gitmem, ölürüm de gitmem," diye. Kucağımda çocuğumla kendimi denize atmaya kalktım, koca suratlı iri bir adam zor tuttu beni. "Daha on yaşında biri, on iki yaşında diğeri.” diye bağırmaya devam ediyorum. Mahşer günü, dinleyen kim? "Olmaz, kayık devrilir; hepimizin hayatı tehlikeye girer. Diğer grupla, bizden sonraki sandala binerler, gemide buluşursunuz," dediler. İnandım saf saf, ama o an göğsüme bir hançer saplandı, işte şuraya... O gündür bu gündür geçmedi acısı ve benim iki yavrum, kız gibi güzel Girit'in sahilinde kalakaldılar."

                                                  Omorfo Girit - Güzel Selanik'ten ( Sayfa: 36-37)

 

* Omorfo (Yunanca) : Güzel

 

“YAŞSIZ KADIN”

Yaşsız Kadın’daki on dört öyküde de tanıdığınız kadınlar var sanki yöremizde, sokağımızda, yamacımızdalar... Gazeteden mi okumuştum böyle bir olayı ben, diye bir an düşünürsünüz. Kimi zaman, a!.. Bu adli bir olaydı gibime geliyor, dersiniz. Genellikle öykülerimdeki kadın kahramanlar akıllı ve sağduyuludur bazen duyguları ağır basıp hatalar yapsalar da, onlar da insandır. Kadın, özünde çok güçlü bir varlıktır. Onlara, doğdukları andan itibaren erkek çocuklarına verildiği kadar kendilerine güven duygusu verilse, adaletli bir ortamda eğitim ve öğretim görebilseler ülkem bambaşka olurdu. Yalnız kızlar için değil erkek çocukların iyi yetişebilmeleri için de bilinçli ve bilgili annelere ihtiyaç var. Hepimiz için, Türk toplumu için, üzerine basa basa yazıyorum, çok ihtiyacımız var. Hepsinin özünde iyilik ve fedakârlık olan kızlarımız, kadınlarımız: Nalüfer, Çiğdem, Güldaniye, Nazlı, Atike, Naciye, Cemre, Bağdagül... İçimizden biri onlar... Konuların birçoğu gerçek, her öyküde yakalanan gerçekler farklı.  Kurgular da olumlu ve olumsuz yanlarıyla bana ait, diye düşünüyorum.

Devrik cümleyi çok seviyorum. Konuşur gibi yazmak hoşuma gidiyor benim. Herkese göre farklı olabilir, saygı duyarım, ama ben böyle yazınca sohbetler ve anlatımlar daha sıcak oluyormuş gibi geliyor... Kime? Tabii bana, belki size de...

Bir Türk kadını olarak, bulunduğum yere onun sayesinde geldiğimin bilinciyle Büyük Atatürk’ümüzü minnet ve saygıyla anar, O’nun çok sevdiği şair Tevfik Fikret’in sözünü de yazmadan ‘nokta’ koyamayacağımı belirtirim.

 

“KIZLARINI OKUTMAYAN BİR MİLLET, OĞULLARINI MANEVİ ÖKSÜZLÜĞE MAHKÛM ETMİŞ DEMEKTİR; HÜSRANINA AĞLASIN.”

GÜL AYŞE AYDEMİR YALDIZ HAKKINDA

GÜL AYŞE AYDEMİR YALDIZ HAKKINDA

 

Yeni bir  mübadele romanı:

Omorfo Girit  -  Güzel Selanik

 

Kemal YALÇIN

 

  'Mübadele' Türkiye tarihinin çok önemli, tarihsel ve toplumsal olaylarından biridir. Mübadele; basit anlamıyla insan değiş-tokuşudur. Aslında büyük kopuş, büyük hasret demektir. 1912-1924 yılları arasında Yunanistan ve Ege adalarından altı yüz bin kadar Müslüman - Türk mecburi olarak Türkiye’ye gelmişti. Daha sonra Bulgaristan’dan, Makedonya’dan, Balkanlardan, Kafkaslardan Türkiye’ye çok göçmen geldi. Gerçekçi tahminlere göre Türkiye’de her on kişiden birinin kökeninde mübadele ve göç vardır. Yani günümüz Türkiye’sinde on milyon kadar insan mübadildir, göçmendir.

  Türkiye’nin kalkınmasında, gelişmesinde, toplumsal ilerlemesinde mübadillerin ve göçmenlerin olumlu etkileri çok olmuştur. Bu anlamda Mübadiller Türkiye’nin zenginliğidir, mübadele edebiyatı da Türk edebiyatının zenginliğidir.

  Fakat mübadele edebiyatı ancak 1990 sonrasında canlandı, yeşerdi, güzel edebi ürünler verdi, vermeye devam ediyor.

  Gül Ayşe Aydemir Yaldız’ın Omorfo Girit - Güzel Selanik adlı romanı son yıllarda yayımlanan mübadele romanları içinde, estetik seviyesi yüksek, okunması gereken romanlardan biridir.

  Gül Ayşe ile 1968-1973 döneminde İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde öğrenciydik. Ben Felsefe, Gül Ayşe Türkoloji Bölümündeydi.

  Bu tanıtım yazımı; Gül Ayşe sınıf arkadaşım, üniversite arkadaşım olduğu için yazmadım. Omorfo Girit - Güzel Selanik adlı romanının edebi kalitesi, estetik değeri yüksek olduğu için bu yazıyı, severek kaleme aldım. Ayrıca Gül Ayşe ile Omorfo Girit - Güzel Selanik romanı üzerine İnternet üzerinden uzun bir söyleşi yaptık.

Omorfo Girit - Güzel Selanik'in bazı  bölümleri gerçekliğe uygun bir kurgudur. Roman tek bir tarafın, Türk ya da Rumların romanı değildir. Bu roman, hem Türk hem Rum mübadillerin romanıdır

Omorfo Girit - Güzel Selanik’in sayfalarında kışkırtıcı, aşağılayıcı tek bir kelime, tek bir nefret söylemi yoktur. Gül Ayşe taraflı bir yazardır. Gül Ayşe’nin kalemi barıştan, sevgiden, dostluktan, kardeşlikten yanadır.

 

Dil özelliği

 

Yazar Gül Ayşe’nin meslek hayatı başarılı bir Türk Dili ve Edebiyatı öğretmenliği ile geçti. Üniversitede de dersler verdi. Türkçeyi çok titiz kullanıyor. Kitabın içinde dizgi  ve anlatım yanlışları, cümle bozukluğu,  özne-yüklem uyumsuzluğu aradım; bulsam hemen notunu kıracaktım, bulamadım. Yazar Gül Ayşe’nin kaleminden Türkçe berrak bir su gibi akıyor. Deyimler, atasözleri, güzellemeler, doğa anlatımları yerli yerinde; ne fazla ne az... Deyimler anlatılan olaya ve duruma uyuyor. Yapaylık, zorlama, acemilik yok. Bu da romanın estetik değer ölçülerinden iyi not aldığını gösteriyor.

 

Anlatım özelliği 

 

  Yazar Gül Ayşe Aydemir Yaldız Omorfo Girit - Güzel Selanik romanında  olayları birinci şahıs ağzıyla, 'ben anlatıcı' olarak anlatıyor. 'Ben anlatıcı” roman dili zordur. Okuyucuyu sıkma tehlikesi vardır. Okuyucu, “Ben, ben, ben...” Diye başlayan cümlelerden pek hoşlanmaz. Fakat Gül Ayşe zorun üstesinden gelmiş. 'Ben anlatıcı' roman tekniğini başarıyla kullanıyor.

 

Mekân ve zaman bağlantısı

 

 Kurgu romanlarda mekân - zaman bağlantısı ve uyumu çok önemlidir. Girit’i anlatırken Giritli gibi, Selanik’i anlatırken Selanikli gibi anlatmak esastır. İnsan ve yer isimleri, isimlerle gerçek tarih dönemi bağlantısı kurmak için zaman ve mekân bağlantısını kurmak, çok çalışmak ister. Yazar Gül Ayşe, roman öncesi bilgi birikimini doğru ve yeterince yaptığı için okuyucu, kurgunun tamamını gerçek sanıyor ve yazara inanıyor. İşte romanı 'roman' yapan bu mekân ve zaman bağlantısının sağlamlığıdır.

Şimdi bu anlattıklarımı yazarın kendi anlatımlarıyla tamamlamak istiyorum.  Ben sordum, Yazar Gül Ayşe Yaldız cevapladı.

 

 

Yazar: Kemal YALÇIN

GÜL AYŞE AYDEMİR YALDIZ İLE OMORFO GİRİT - GÜZEL SELANİK ROMANI ÜZERİNE SÖYLEŞİ

GÜL AYŞE AYDEMİR YALDIZ İLE

OMORFO GİRİT - GÜZEL SELANİK ROMANI ÜZERİNE SÖYLEŞİ

 

 

  Söyleşi: Kemal Yalçın:

 

  Sevgili Sınıf Arkadaşım Gül Ayşe, Çapa Yüksek Öğretmen 1968 - 1969 Ders Yılı, Hazırlık Edebiyat sınıfında sen benim önümdeki sırada oturuyordun. Dün gibi, bugün gibi... Aradan elli iki yıl geçti. Çok şükür sağ salim söyleşi yapıyoruz. Çok güzel bir duygu bu! Bu kitabı yazma düşüncesi aklına nereden geldi? Nasıl oluştu? Bu soruyla başlayalım.

 

  Gül Ayşe Aydemir Yaldız:

 

  Böyle güzel bir söyleşi için bana zaman ayırdığın, romanımı dikkatle okuduğun için sana çok teşekkür ederim Kemal! Edebi türlerden Öykü (Hikâye) benim kişilik yapıma daha uygun geliyordu. Aceleci bir insanım. "Örgü örmeyi çok sevmeme rağmen, daha zor olan dikiş dikmeyi neden tercih ediyorum?" Diye kendi kendime sorduğumda; "Kalıp çıkarıp dikmek hemen sonuç veren bir işlemdir de ondan," sonucuna varmıştım. Okuldan akşamüzeri gelir kalıp çıkarıp kumaşı keser yemek sonrası geç vakte kadar diker bitirir, ütüler asardım ve sabaha karşı da uyurdum. En önemlisi, ertesi gün elbisemi giyip derse giderdim keyifle. Örgüde - ne kadar hızlı örerseniz örün - bu kadar çabuk sonuç almak mümkün değildi. Ben bütün gücümle çalışıp kısa zamanda sonuca ulaşmayı seven bir yapıya sahibim Kemal.

 

Sevgili Gül Ayşe, öyküden romana geçişin nasıl oldu?

 

  İlk öykü kitabım 'Dünyaya Tekrar Gelsem'in içinde uzunca bir öykü vardı: 'Toledo Pasensia, bir Musevî ailenin öyküsüydü Bu ikinci öykü kitabımda da uzun bir öykü olmasını istedim. Yazmaya başladım. Bir türlü, teknik olarak da kurgu olarak da bildiğim öykü türüyle uyuşmuyor, yani öykü tekniğine uymuyor. Yazdıklarım ve kurguladıklarım beni dinlemiyor, romana doğru akıp gidiyordu. Birden ilk kitabımla ilgili söyleşide gazeteci arkadaşım Önder Balıkçı'nın  söyledikleri aklıma geldi. "Gül Ayşe Hanım, kitabınızdaki en uzun öykü bana bundan sonraki eserinizin roman olacağını söylüyor, ne dersiniz?" Demişti. "Ben öyküyü daha çok seviyorum, ama belli olmaz yarınların ne fısıldayacağı," deyip gülümsemiştim. Evet, bu kitabım roman olma yolundaydı.

 

Romanının baş kahramanı “Mehmet Ali” gerçek mi, sen mi yarattın?

 

  Belki on yıldır, belki de çocukluğuma uzanan yıllardan beri, şimdi 'Mehmet Ali'   adını verdiğim roman karakteri hep aklımdaydı ve ben onu tanıyordum. İki yıl hazırlık dönemi sürdü. Ayrıntıcı olmak, bazen iyi bazen de çok dertli bir insan yapıyor kişiyi. Bizim Kapıdağ köyleri; Yunanistan ve Bulgaristan göçmeni ağırlıklıdır. İlk kitabımda da “Soydaş” isimli, yakın zaman göçlerinden belgesele yakın bir kurguda öyküm vardı.

Sunuş'ta belirttiğim gibi, kırk beş yıldır göçmen bir ailenin gelini olarak onlarla ve köydekilerle çok şey paylaştığımı düşünüyorum. Araştırmalarım sırasında Kapıdağ ve çevresinde mübadillerin de olduğunu öğrendim. Derneklerinin toplantılarına gittim, notlar aldım; davet edilen akademisyenleri dinleyip sorular sordum, doyurucu cevaplar aldım.

 

Gül Ayşe, romanda kurguladığın kişileri ya da olayların gerekliğini, doğruluğunu nasıl sağlıyorsun?

 Romanda kurgulanan olayların ve kişilerin gerçeğe uyup uymadığın denetlemek için tarihi dikkatle okuyorum. Okumak yetmez, romanda anlattığım mekanları gidip görüyorum.

Örneğin İzmir'in işgalinden sonraki Kurtuluş Savaşına kadar olan dönemi tekrar tekrar okudum, özellikle Ege'de olanları... Babamın görevi dolayısıyla bu savaşların olduğu yerlerde, bu öyküleri çok dinlemiştim.

 

Babanızın mesleği ne idi?

Babam kamuda çalışıyordu.

 

Anneme misafir gelen yaşlı kadınlar savaş zamanını anlatıyorlardı ve benim ilgimi çekiyordu, masal gibi geliyordu bana, bazen korkuyordum da. Sonraki yıllarda beni etkileyen olayları anneme sorduğumda rahmetli çok hayret etmiş ve "Nasıl hatırlıyorsun bunları, sen o zamanlar çok küçüktün daha," deyip o olayları bana uzun uzun anlatmıştı. Başka başka yerlerde anlatılan ve ilk gençlik çağlarımda beni çok etkileyen savaş anılarını da kurguladım, farklı isimlerle onları canlandırmaya çalıştım. İsimleri özellikle ve dikkatle seçtim.

 

  Kitabın hazırlık ve yazma süreci kaç yıl sürdü?  

 

  Hazırlık, yaklaşık iki yıl, yazma dönemim de beş ay sürdü. Aslında kırk yıldır Mehmet Ali karakteri aklımda vardı da nasıl yazacağımı bilemiyordum, çünkü çok hassas bir konuydu.

 

  Nasıl yazıyorsun Gül Ayşe? Evde mi, otelde mi, tek başına mı?

 

  Evde ve tek başıma çalışma odamda yazıyorum Sevgili Kemal. Uzun süre doğum sancısı çeken hamile kadınlar gibi dolanırım evin içinde, hatta bazen bir hafta... Dışarı da çıkarım, fakat kafamda hep aynı konu. O dönemde arkadaşlarla öylesine konuşurum dağdan tepeden. Aklımda, "Orası öyle mi olmalı, böyle mi; yoksa o tarihten önce mi olmuştu o acı olay? Aman yazdıklarım tarihe ters düşmesin," diyerek farklı bir psikolojiyle baş ağrıları çekerim, tatlı bir ağrı... Ağrının da tatlısı olur mu, deme! Gerçekten, ben yaşıyorum bunu. Sonra oturur, gece gündüz demeden yazarım, ta ki bitirinceye kadar. Sonunda doğum yapmış kadının rahatlığına ererim. Tabii bu öykü türü için geçerli, romanda daha uzun bir süreyi kapsıyor yazmak. Tekrar tekrar kontroller, düzeltmeler... Bazen öyle yorgun düşüyorum ki, "Bu son elden geçirme," diyorum. Öğle mi oluyor? Hayır...

 

  Birinci kitabı ne zaman yayınladın?

 

  “Dünyaya Tekrar Gelsem” adlı kitabımı 2014 yılında yayımladım.

 

  Yazmaya neden geç başladın?

 

  Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Tembellik mi desem acaba?

  Türkiye'de Kadın - Erkek; Eşit Haklar... konusunda çok söyleyeceklerim vardı. Bunların büyük bir kısmını üçüncü kitabımdaki öykülerde işledim, yazdım ve bir nebze de olsa rahatladım, bir olumsuzluk olmazsa baharda yayımlanacak. Eşim Salih’in özel sektörde olması, çok yoğun çalışması ve sık seyahat etmesi, benim durumumu da oldukça etkiliyordu.

Hafta içi, otuzun altına düşmeyen ders saatleri, hafta sonunda kompozisyon ve edebiyat yazılı sınav kağıtlarının okunması ve değerlendirilmesi benim asli görevimdi. Altı yaş arayla iki çocuğumun bakımı, eğitim ve öğrenimlerinin takibi de bana aitti. Hakkını yemeyeyim, okul paralarını eşim ödüyordu. Şaka, şaka tabii, evde olduğu zamanlarda çok yardımcıdır, hakkını yemeyeyim. Onun yüzünü o kadar az görüyorduk ki, kızım kendince bir çocuk bestesi yaparak babasına orguyla çalmış ve bizi ağlatmıştı, yani o kadar...

  Edebiyat öğretmenisiniz, hiç hata yapmadan yazmalısınız. Mükemmeliyetçilik hiç güzel bir özellik değil; bunu övgü değil, tamamen yergi ve rahatsızlık veren bir duygu olarak değerlendiriyorum inan Sevgili Arkadaşım!..  Yerel gazetelerde yazılarım, Türk Dili ve Eğitim Dergilerinde öykülerim çıkıyordu ve bana yetiyordu o yoğun dönemimde.

  Meslekten emekli oldum yaşamdan değil, düşüncesiyle otuz altı yıl devlet ve özel sektörde çalıştıktan sonra, biriktirdiklerimi rahat rahat kitaba dökmeye geldi sıra. Bu konuda, Keşke...lerimin, bir anne olarak az olduğunu düşünüyor, İyi ki...lerimle   rahatlıyor,  mutlu oluyor ve geleceğe bakıyorum umutla...

 

   Sevgili Gül Ayşe mübadele konusu seni neden ilgilendiriyor? Senin hayatında mübadillik var mı?

  Hayır Kemal, benim soyumda mübadillik yok, ama ben anne tarafından Yörük'üm. Atalarım yazın yaylaya, kışın ovaya göçerlermiş. Göçerlik, yerinde duramama sanırım anne tarafımdan bana geçmiş. Çocukluğumda da, yapı olarak, yerinde duramayan hareketli bir çocuktum. Gezmeyi, oldum olası çok severim. Gezilerime mutlaka hazırlanarak araştırıp bilgi toplayarak giderim. Mübadillerle ilgili romanımı yazarken Girit'e gittik eşimle, iki kez de Selanik'e...  Kısaca görsel yanı ağır basan, araştırmayı seven ve zorluklar karşısında asla pes etmeyen bir yapım var. Öğrenmek... Öğrenmek... Benim açlığım bu: Bilgi açlığı...

  Yatılı okulda tatmışım ayrılığı ve başka ayrılıklar da olduğunu öğrenmişim. Tarihsel olaylar ve özellikle Cumhuriyet tarihimiz beni çok etkiledi düşünce yapımı geliştirip zenginleştirdi.

  Göçler, göçmenler; mübadele ve mübadiller konusu ilgimi çekiyordu. Bu yöre, bu acıları yaşayan insanları barındırmış ve hâlâ da barındırmaya devam ediyordu. Alt yapı hazır bir kıvılcım gerekliydi...

 

Gül Ayşe seni mübadele konusunu yazmaya yönelten Eşin Salih mi oldu?

 

Hayır, sen beni mübadele konusunu yazmaya heveslendirdin!

 

Nasıl oldu bu Gül Ayşe?

 

 Çok ilginç bir olay bu, anlatayım; sanırım 1999 yılında bir gece Uğur Dündar'ın “Arena” programında, Denizli'den Yunanistan’a götürülen bir 'Emanet Çeyiz' konusunu ve açıklamaları üzüntü içinde izledim ve 'Emanet Çeyiz' adlı romanın yazarını gördüm. Aaa! Bu bizim Çapalı Kemal değil mi? Hemşehrim Kemal!.. Sorulara verdiğin cevaplar bana ilginç geldi. Ve üstelik konuşan yazar, yirmi altı yıldan beri hiç görmediğim İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu, 1968 - 69 dönemi Hazırlık Lisesinden sınıf arkadaşım Kemal Yalçın'ın ta kendisiydi! İnan Kemal o an, sen benim gözlerimi yaşarttın, seninle gurur duydum. Sen beni mübadele konusunu yazmam için yüreklendirdin, “Haydi Gül Ayşe, başla artık yazmaya!” dedin.

 

Çok teşekkür ederim! Seni mübadele konusunda bir roman yazmaya şevklendirip yüreklendirdiysem ne mutlu bana!  Fakat Salih’in de çok etkisi olduğu açık değil mi?

 

 Evet, Eşim Salih’in de bu konuda çok olumlu etkileri oldu. O,1904 yılından itibaren bu acıları çekmiş göçmen bir aileden geliyordu. Öykülerimi ve romanımı yazarken belli aralıklarla yazdıklarımı ona okur, fikrini alırım iyi ve objektif bir eleştirmendir. Bizim nesil tamam der, x ve y kuşağından kızımla oğluma gönderirim yazdıklarımı. Onların düşüncelerini de öğrenip değerlendirdikten sonra  kitaplar tamamlanır ve yayımlanır.

Kırk beş yıldır Bandırma ve Erdek'te yaşıyoruz. Mübadillerin  ve  göçmenlerin yoğun oldukları bu bölgeyi çok seviyoruz. Zorunlu göçü yaşayan öğrencilerim oldu doksanlı yıllarda. Hep karşılaştırıyorlardı unutamadıkları diyarlardaki yaşamları ile Türkiye'dekini: "Bizim memlekette..." Diye başlayan cümlelerle... Derste, Yahya Kemal'in 'Açık Deniz' isimli şiirini okurken birlikte ağlamıştık. Hasretlik, on bir yaşında ailemden ayrılıp yatılı okula gittiğimde, sorgusuz sualsiz girip oturmuştu benim yüreğime... Özlem çekenlerle yaren olmuştum artık. İşte bu yüzden onları, az da olsa, anlayabildiğimi, sanıyorum.

 

  İkinci kitabın dili daha akıcı, daha sıcak bunun sebebi nedir?       

 

Konuşur gibi yazmayı seviyorum. Aslında öykülerimde de aynı anlatım şeklini kullanıyorum, ama orada öyküden öyküye geçişte her şey değişiyor. Romandaki devamlılık, baştan sona akış, daha bir sıcaklık yaratıyor, diye düşünüyorum. Biraz da kalem gelişiyor diyeceğim, fakat devir değişti bilgisayarın tuşlarında keramet de olmaz ki... Her şey değişiyor; önemli olan bu değişimin ileriye, güzelliğe doğru olması.

 

  Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olmak senin için - yazmak için - faydalı oluyor mu?        

  Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak belli bir alt yapım var. Kültürel birikim ve gözlem, hadi biraz da yetenek, diyelim ve harmanlayalım...

  Öykü ve romanın teknik özelliklerinin farklı olduğunu ve her birinin niteliklerini, örneklerle derste anlatan hocamız Sevgili Prof. Dr. Mehmet Kaplan'ı burada saygı ve rahmetle anmadan geçemeyeceğim. Konuyu bitirip sorular bölümüne geçtiğinde bir arkadaşımız, "Tamam Hocam, 'Fransız Alain'in dediği gibi yazarak düşününüz, ' diyorsunuz, fakat ben üzerinde düşünecek ya da yazacak konu bulamıyorum," deyince, "Gerçekten konu bulamıyorsanız gençler, adliyelere gidin, gizli oturum olmayan davalara dinleyici olarak girin; bakın oralardan ne ilginç konulardan, ne değişik hikâyeler çıkar," demişti. Edebi türlerdeki yazma teknikleriyle ilgili çok şey öğrendik hocamızdan. Sağlam temelin üzerine yılların birikimlerini de koyarak bina inşa etmek biraz daha kolay oluyor.

 

   Türkiye’de mübadiller yeterince tanınıyor mu?

 

Bölgelere göre değişiyor. Bu konuda yazılan kitapların tanıtımı arttıkça, sosyal medyada konu daha çok yer aldıkça, sinemalarda ve tiyatro sahnelerinde bu konu işlendikçe daha çok bilinecek ve tanınacaktır, diye düşünüyorum.

 

  Kitabın ismi “Omorfo Girit, Güzel Selanik” Neden Girit Omorfo oluyor da Selanik Güzel oluyor?

 

  Çünkü Giritlilerin bir toplantısında konuşan arkadaşlar hep “Omorfo Girit” diyorlardı. Ben de sordum, "Neden böyle söylüyorsunuz?" diye. "Bizim oradan gelenler - anneannem, büyük teyzem - hep böyle derlerdi: 'Omorfo' güzel, kız gibi güzel demekmiş," diye cevaplamıştı. Ben de 'Güzel Girit - Güzel Selanik' yerine, onların söyleyişiyle 'Omorfo Girit - Güzel Selanik' adının ilginç olup romanıma daha çok yakışacağını düşündüm.

 

Çok teşekkür ederim Sevgili Çapalı Sınıf Arkadaşım Gül Ayşe! Seninle gurur duydum. Eline, yüreğine sağlık! Kalemin baharlansın ve çiçeklensin!

 

Ben de sana çok teşekkür ederim Sevgili Arkadaşım Kemal! Bu söyleşi ile beni mutlu ettin. Sağ olasın!

 

Bochum, 12 Aralık 2020                               

Kemal Yalçın

 

Yazar: Söyleşi: Kemal Yalçın:

OMORFO GİRİT - GÜZEL SELANİK *

OMORFO GİRİT  -  GÜZEL SELANİK *

                                                     

Ü. Gülsüm BÜLBÜL                                                                                                                              

                        

Bu sayıda Gül Ayşe Aydemir Yaldız’ın “Omorfo Girit Güzel Selanik” başlıklı romanını tanıtmaya çalışacağım. Bu romanın alt başlığını (Bir Mübadele Romanı) olarak tanımlamış yazar. Mübadele sözcüğü bize hemen 1923 Türk- Yunan nüfus mübadelesini anımsatır. Roman; din Türk-Rum köken esası temel alınarak zorunlu göçe tabi tutulan insanların yürek sızlatan hikayelerinden birini anlatır.

                                                                                                   

 

Gül Ayşe Aydemir Yaldız

 

Egeli, yörük kızı, göçmen gelini. Denizli, Çal/Ortaköy doğumlu. Hasanoğlan Atatürk Öğretmen Okulu, İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu. Çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Balıkesir Üniversitesinde Öğretim Görevlisi olarak çalıştı ve oradan emekli oldu. Türk Dili Dergisi ve Eğitim Dergisi gibi farklı dergilerde öyküleri, yerel gazetelerde yazıları yayımlandı. 2014 yılında ‘Dünyaya Tekrar Gelsem’ başlıklı öykü kitabı çıktı. ‘Kadınların ve özellikle kız çocuklarının eğitimi, benim gözlem ve hayallerimin temel taşıdır.’ Diyerek yazmaya devam etmektedir. İki çocuk annesi olan Yaldız, seramikle uğraşır. Çok güzel yemekler yapar. Seyahat eder, fotoğraf çeker ve gezi yazıları yazar.

Gül Ayşe Aydemir Yaldız’ın Omorfo Girit- Güzel Selanik romanını kısaca özetleyecek olursak; Roman kahramanı Mehmet Ali’nin dünyaya gelişi, ailesi, askerliği, köy eğitmenliği, zorunlu göç, gidenler, kalanlar, aile sırları, ayrılıklar, özlemler, ölümler ve bu süreçte yaşanan diğer insanlık halleri.

 Güzel Selanik’e uzanan coğrafyada gel-git yaşayan insanlar. 1921 yılından 1958 yılına kadar Türk Yunan ilişkileri ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nde çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak için yapılan inkılaplar. Millet Mektepleri, Köy Enstitüleri, tarım, ulaşım, ticaret ve topyekûn kalkınma için yapılan çalışmalar.

Aydemir Yaldız, bu romanında hem Türkiye’den gidenlerin hem de Yunanistan’dan gelenlerin yaşamından kesitleri dile getirmiş. Omorfo Girit-Güzel Selanik iki devlet, iki halk arasındaki yıllarca süren düşmanlığın bitmesi, dostluk, kardeşlik, yardımlaşma ve bir arada mutlulukla yaşanabileceğini anlatan bir roman. Kin, nefret, kötücül duyguları pekiştirmeden, sevgi, dostluk ve kardeşlikle yaşayabilme örneğidir bu kitap. 

Ülkemiz bulunduğu coğrafi konum itibariyle sürekli göç alan ve göç veren topraklar olarak tarihi bir öneme sahiptir. Araştırmacı yazarlar bu toplumsal ve bireysel göç hikayelerini zamana yayarak işleyecek ve insani dramların tekrar tekrar yaşanmaması için de çok önemli katkıları olacaktır. Ülkemiz içinde yaşadığımız yüzyılın başından beri Afganistan, Pakistan, Suriye, Irak ve Afrika ülkelerinden göç almakta olup toplumsal ve bireysel etkileşmeleri bu tema altında anlatacak yazarların olacağı ve edebiyatın kendi diliyle anlatacağı kaçınılmaz bir olgudur.

Gül Ayşe Aydemir Yaldız’ın romanı akıcı, arı-duru bir dille yazılmış. Okurun elinden bırakmadan, merak duygusunu sürekli diri tutarak ilerler ve güzel bir sonuçla zihinlerde hoş bir tat bırakır. Romanı bir yana koyan okur, düşünmeye başlar. Neleri mi? Neden savaş? Keşke olmasaydı? Tesadüf mü, kader mi? Ön yargılardan nasıl kurtulabiliriz? Tekerrür şart mı? Elbette bu sorular çoğaltılabilir. Bu soruları sordurabilmek de yazarın başarısını göstermektedir.

Yazar Gül Ayşe Aydemir Yaldız romanın kurgusunu gerçek olaylardan çıkarak, yaşayan mübadillerden dinledikleri, tarihi okumaları ve bu konuda karşı taraftan yazılan belgeleri de inceleyerek oluşturmuş. Roman kahramanlarının yaşı; dört nesil her iki ülkede yaşayanlarda da bir hataya meydan vermemek için tarihler gözetilerek kişilikler oluşturulmuş. Dünya tarihi ve kişisel tarih uyumu konusunda yazar özel bir hassasiyet göstermiştir.

Bunun yanında özenle işlenen bir başka durum da roman kahramanlarının isimleridir. Şöyle ki; Mehmet Ali; İslamiyet’i getiren peygamber Hz. Muhammed ve manevi oğlu gibi gördüğü Hz. Ali. Mariya; Meryem, Hz. İsa’nın annesi. Halil Efe; Sadık, samimi, dost ve Allah’ın doksan dokuz adından biri. İfakat; İyileşme, hastalıktan kurtulma, onma. Adonis; güçlü, yiğit, cesur. Gülnar; Nar çiçeği, sevinç saçan güzel. Baki; kalıcı, sonsuz. Romandaki diğer kişilerin isimleri de anlamları düşünülerek verilmiş.

Omorfo Girit- Güzel Selanik romanı okurda sahicilik duygusu uyandırır. Bunun nedeni kurgunun temelinin gerçekliğe dayanması olduğu gibi yazarın anlatımının yıllara ve yörelere göre kullandığı dil, gelenekler ve toplumsal yaşama uygun betimlemeler ve kullanılan objeler. Örneğin; ‘Ninem zayıftı ve bir kolu çiçek hastalığından dolayı eğriydi. Onu kullanamazdı.’(Sayfa13) ‘En samimi arkadaşım Narissa’nın işlemeli ve Makedon yıldızlı tepsisi var’. (Sayfa 20) ‘Kapıdağ’ın mor soğanı’ (Sayfa 119)‘..ütünün kömürü..tahta sandalyeler’ (Sayfa 132) ‘..’siyah körüklü çanta, kumaş mendil, kese kağıdı..’(sayfa158-165) Roman 1921-1955 yılları arasında geçtiğini düşünürsek yukardaki örneklerin ne kadar doğru ve yerinde olduğunu görürüz. Atasözleri, deyimler ve bazı sözcükler de yörenin diline göre anlatımı güçlendirir. Örneğin; “Göçmenler çok çalışkan olur”. “Muştu”, “Geçmiş öksüzü”, “Balık şekeri,” Tüfeng”, “Dumanları doğru çıksın”, “Ana yarısı’ gibi.

Kurgunun can alıcı ve merak duygusunu kamçılayan savaş sırasında bir Yunan askerinin baskın sırasında köydeki bir eve girişi, yeni gelin ve kız kardeşiyle yaşananlar, buna bağlı olarak özel tasarım yüzüğü ve asker künyesinin koparak orada kalması, aile sırrı ve düğümün çözümü. Kişiliklerin psikolojik durumları da incelikle işlenir metinde. Yazar Gül Ayşe Aydemir Yaldız yaşanan en acı ve gaddarca olayı, abartmadan, suçlamadan, yargılamadan, nezih bir dille okurun iç sesine bırakır.

Yazar belki de bu romanın devamını yazacaktır. Çünkü doğurgan bir konu içeriği vardır. Şöyle ki; Asiye ananın ve Girit’te kalan kızlarının öyküsü, Cemile ananın kimseye anlatmadığı ama içten içe dağlanan kişisel, eşi, kız kardeşi, kayınbabası ve kayınannesi ile o dönemde yaşananlar. Mehmet Ali’nin sadece ilk aşkı İfakat’ın onu reddetmesi dışında köydeki söylentiler, geveze zihnin bunu hissedip belki de bilinç altının onu başka bir köyde eğitmen olarak yaşamaya yönlendirmesi. Öykü Ana’nın biriktirdiği öyküler.

Mübadele, zorunlu göç veya gönüllü göç insan ruhunda derin kesiler açar. Ait olamamak, hasret, ayrılık, özlem, yalnızlık ve hayatta kalma çabası insanı yorar. Yaşananları yazmak ve paylaşmak sorunları çözemese de farkındalığı artırır ve paylaşıldıkça iyileşmeye götürür.        

Teşekkürler Gül Ayşe Aydemir Yaldız. Edebiyat da bunun için değil midir?

 

 

*Gül Ayşe Aydemir Yaldız, Omorfo Güzel Selanik, Ceren Yayıncılık, İstanbul, 2020

Yazarla yapılan söyleşi: https://www.kemalyalcin.com/edebiyat/kitap-tanitimi/omorfo-girit-guzel-selanik-gul-ayse-aydemir-yaldizin-mubadele-romani/

                                                                                                               Ü. Gülsüm Bülbül                                                                                                                              

                                                                                                                     1 Şubat 2020

      ( Deliler Teknesi, Mayıs -  Haziran, 2021, Sayı: 87 )       

 


Yazar: Ü. Gülsüm BÜLBÜL

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör