Gazeteci-yazar. 1949, Düziçi (Haruniye) / Adana doğumlu. Fatma Pakize (Aksay) Hanım ile Ali Bey'in oğlu olarak dünyaya geldi. 1949 yılında Osmaniye'nin Düziçi ilçesine bağlı Haruniye'de Ali Bey ve Fatma Pakize Hanım'ın çocuğu olarak doğdu. Anne tarafından Fettahoğulları’nın Müftüler kolundan, baba tarafından Seyithanoğulları’nın Hatipler kolundandır. Anne tarafından Adanalı, baba tarafından K. Maraşlıdır.
K. Maraş'ta başlayan İmam-Hatip öğrenimini 1969 yılında tamamlayarak Konya İmam Hatip Lisesinden mezun oldu. Güzel Sanatlar Akademisine girmek için resim dersleri alan Dilipak, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Filolojisi bölümüne girdi. Burada 2 sene okumasının ardından İstanbul Ticari İlimler Akademisi Gazetecilik Halkla İlişkiler Yüksek Okulundan 1980 yılında mezun oldu.
Çalışma ve Yazı Hayatı
1961 yılında, katıldığı bir kompozisyon yarışmasında dereceye girdi ve mahalli gazetede yazıları yayınlandı.. 1963 yılında Yeni İstanbul gazetesi, gençlik sayfasında ilk yazısı çıktı. 1964 yılında kısa süreli Düziçi'nde Kasırga isimli bir kartela gazete çıkarttı. Aynı yıl Semazen’lik yaptı. 1968'de judo antrenörü oldu. 1969'da, DSİ 6. Bölge Müdürlüğünde Arazi Elektirifikasyonu Kontrolörü olarak çalışma hayatına başladı. 12 Mart 1971 darbesi ile, Afyonda MNP Gençlik Teşkilatını kurdu ve burada yayınladığı bir bildiri sebebi ile, Milli Nizam Davasında mahkum oldu ve Yargıtay sürecinde İstanbul’a gitti. 1974 affı ile cezaevine girmekten kurtuldu.
1972'de Fetih Yayınevi'ni ve Her-Tür Yayın Dağıtım Şirketi'ni kurdu, 1973'te Yeni Sanat Dergisi Yayın Kurulunda yer aldı. Aynı yıl MTTB Sinema Kulübü üyesi oldu. Ardından, Burak Film Kurucu Ortakları arasında yer aldı ve milli sinema tartışmalarına katıldı. 1977'de Adım Dergisi Genel Yayın Müdürü, 1988-1990'da Dış Politika Dergisi Yayın Yönetmeni, 1972-1993'te Milli Gazete yazarı, 1978-93'te Hicret Dergisi Genel Yayın Müdürü, Seriyye Dergisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü, 1994'te Cıngar mizah dergisinde yazar. 1993'ten itibaren Akit gazetesi, 1990'dan itibaren haftalık Cuma dergisinde yazar, 1996-1997'de Haftalık Selam gazetesi, 1996'da günlük Yeni Şafak gazetesi, aylık Görüş (Almanya), aylık Pir dergisi veGazete gazetesinde yazarlık yaptı.
Halen Yeni Akit gazetesinde yazarlık, Akit Tv’de Tv programı ve Sebilürreşad dergisinde yazarlık yapmaktadır. Asiye Dilipak ile evli ve Ahsen Büşra Dilipak, Ahmet Taha Dilipak, Ali Osman Dilipak, Fatıma Zehra Dilipak adlarında 4 çocuk babasıdır.
Dilipak, söz ve yazılarından dolayı bu güne kadar 500 yıldan daha fazla mahkûmiyet talebi ile yargılandı ve hiç mahkûm olmadı. 28 Şubat döneminde bir günde 5 defa, haftada 5 gün mahkemeye çıktığı oldu. Asliye Ceza, Sulh Ceza, Ağır Ceza, DGM ve Askeri Ceza Mahkemelerinde yargılandı.
Uzun yıllar İslamcı
dergi ve gazetlerde aktüel ve düşünce yazıları yayımlayan, aynı doğrultuda
kitapları olan Dilipak, çeşitli insan hakları aktivitlerine katıldı. Karşıt
görüşleri savunan Şanar Yurdatapan’la “Kırmızı ile
Yeşil - Yeşil ile Kırmızı”,
“Kırmızı-Yeşil Anılar”, “Ortak Payda
Kırmızı-Yeşil Denemeler “adlarıyla ortak kitaplar çıkararak,
aydınlar arasında diyaloğun kurulmasına öncülük etti.
“Kırmızı ile Yeşil - Yeşil ile Kırmızı” kitabının
önsözünde şu görüş paylaşılıyordu:
“- Görüşlerinin hiçbirine katılımıyorum.
- Ben de senin!
- Ama bunları açıklama özgürlüğünü savunmak için her zaman
yanında olacağım.
- Ben de senin!”
Ödülleri:
Gazeteciler ve
Yazarlar Vakfı Hoşgörü Ödülü (1996), Kombassan Hoşgörü Ödülü (1997), Human
Right Watch Hellman Hammlett Uluslararası İnsan Hakları Ödülü (1998).
Üyelikleri:
Düziçi Milliyetçi
Gençler Derneği (Kurucu Üye), Mazlum-Der İnsan Hakları Ve Mazlumlar İçin
Dayanışma Derneği, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi, Dış Basın
Derneği, Kudüs Derneği (Kurucu Üye), Türkiye Engelliler Vakfı (İkinci
Başkanlık), Acıbadem Faikbey Camii (Yönetim Kurulu Üyesi),İslami Çevre Hareketi
Maltepe Çevre Kültürü Grubu, İHH İnsani Yardım Vakfı / Rabia Platformu, Başbakanlık
İnsan Hakları Danışma Meclisi Üyesi.
Danışmanlıkları
ve Yönetim Kurulu Üyelikleri:
MSP Genel Merkezi
(Danışmanlık)
MTTB Sinema
Kulübü / Akın Grub Üyesi, Milli Haber Ajansı (Genel Müdürlük), Panel Dergisi
(Yayın Yönetmeni), Yeni Zemin Dergisi (Yayın Kurulu Üyeliği), İnsan Hakları ve
Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (Genel Başkan Yardımcılığı), Kudüs ve Filistin
Halkıyla Dayanışma Derneği (Kurucu Üyelik), Risale, Emre, Esra, İşaret, İnkılab,
Beyan, Kayıt yayınevleri (Yayın Danışmanlığı).
Sözcülükleri:
Rabia Platformu
Sözcüsü, Savaşa ve İşgale Hayır Platformu sözcüsü, Mavi Marmara sözcüsü, Akil
Adamlar Heyeti Üyesi /Doğu Anadolu, Düşünce Suçuna Karşı Girişim Üyesi, Yeşil-Kırmızı
Diyaloğu, Kudüs Platformu Sözcüsü, Ulustan Ümmete Platformu Üyesi.
Tv Programları:
Ateşten Gömlek
(Kanal 7, 1993-94), Haber Yorum (Kanal D, 1994-95), 2x2 (Kanal 6 - Haber ve
tartışma programı, 1994), Analiz (Kanal 6 - Haber ve tartışma programı, 1994), Beyin
Fırtınası (Haber Tartışma Programı, Kanal 6 - 1995-96), Tartışa Tartışa (Haber
programı, NTV, 1995-97), Siyaset Gündemi (Akit Tv), Derin Gerçekler (Akit Tv).
ESERLERİ:
Deneme-İnceleme: Orta Afrika
Dosyası (1985), Terörizm, Terörist Kim? (1986, Farsça, Bismi Terör?, Muavenetül Ferhengi,
1988), Türkiye Nereye Gidiyor (1987), Bir
Başka Açıdan Kadın (1987), Bir Başka Açıdan Kemalizm (2 cilt 1988), Savaş
Barış İktidar (1988), Evet Vahdet
Ama Nasıl (1988), Körfez Savaşı (1988), İnönü Dönemi (1989), Gizli
CIA Belgeleri (1989), Bu Din Benim Dinim Değil (1990), Laik
Demokratik Cumhuriyet İlkelerine Bağlı Kalacağıma (3. bas 1990), İslâm Cemaatine Doğru (1990), İhtilaller
Dönemi (1991), Laisizm (1991), Yaşasın Şeriat (1992), Sorular
Sorunlar ve Cevaplar (1992), Cumhuriyetin Şeref Kitabı (1993), Anayasa ve Demokrasi (1997),
Beyin Fırtınası: Demokrasi ve
Batılılaşma (1997), Yağmalanan Ülke Türkiye,
Cumhuriyete Giden Yol 1919-1923, Uzakdoğu’ da Bir Filistin: Moro, Çocuğumuza Ne
İsim Verelim, Rıza Nur’un Hayat ve Hatıratı (Yay. haz. 3 cilt), Kırmızı
ile Yeşil - Yeşil ile Kırmızı (Şanar Yurdatapan ile, 2002), Kırmızı-Yeşil
Anılar (Şanar Yurdatapan ile, 2003), Ortak Payda Kırmızı-Yeşil
Denemeler (Şanar Yurdatapan ile, 2004), Din Adına Siyaset (Hulusi
Şentürk ile, 2006), Menderes Dönemi, Sorular, Sorunlar ve Cevaplar,
Laiklik Teokrasi Bizantinizm, Niçin Şeriata Karşılar, Karşıtlar Yanyana,
Opposities: Side by side (George Braziller-USA, by Sanar Yurdatapan,
Author, Editor; Abdurrahman Dilipak, Author, Editor; Isfendiyar Eralp, Author;
Aaron Aji, Author), CIA Belgelerinde
Türkiye (Notlandıran), İnsanlığın
Tarihi, Şişli Terakki Davaları, İslamiyet ve Barış Tartışması, Derviş Nikalaus (Belgesel, Metin editörü,
Digiturk), Çanakkale Geçildi, Ansiklopedik
İsim Sözlüğü (Ortak çalışma, Asiye Dilipak ve Nevin Meriç ile).
Mizah: Anya Manya
Kumpanya (1988), Dam Üstüne Saksağan (1993).
Çocuk Kitabı: Mehtike
(1982, Almancaya tercüme, Şehnaz Günaçtı, 1993),
Arayış (1982), Yaşamak Güzel Şey (1982), Filistin’de Bir Çocuk
(1982), Coğrafi Keşiflerin İçyüzü (1983), İslâm Savaşçıları (1983),
Gündoğarken (1983), Kıp Kıp (1985), Güneyin Gelini (1985,
1990), İslamın Şartı (1990), Çamaşırcının Kızı
(1986), Sevgi Yolu (1990), Arayış
(1990).
Yayına
Hazırladıkları: Havf Fıkhı, Gençlerle Yarınları Düşünmek, Dine Göre
Kıyamet, Namazın Kozmografyası, Mikro Çenko (Bilim kurgu roman), Dünyanın
Kalbine Yolculuk, Caminin Manevi Mimarisi, Dünyanın Sıfır Noktası (Belgesel
kitap).
KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye
Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) -
Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi
(2006, 2009) - Ünlü Fikir ve Kültür Adamları
(Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Fomous
People (2013), Cem Erciyes / Yeşil ile Kırmızı (Radikal Kitap, 15.10.2002), Arzu Akbaş / İslamcı ressam kapış
kapış (Hürriyet, 7 Mayıs 2001), Şanar Yurdatapan
-Abdurrahman Dilipak / Kırmızı-Yeşil (Kitap Rehberi, Kasım 2002), Bilgi teyidi
(Haziran 2017).
Hiçbir uygarlık, insanlığa bu kadar pahalıya
malolmadı! Biz ahir zaman peygamberinin ümmetiyiz. Kıyamet fitnesi
denen şey belki de böyle bir şeydi. Bu uygarlık kıyameti hak etmiyor, aynı
zamanda inşa ediyor! Bu uygarlığın adı; Batı uygarlığı!
Bush ve Blairin
demokrasi, özgürlük dedikleri şey, Haçlı diktatoryasına boyun eğmek,
demokrasi onlar için makyaj malzemesidir. Karşımızda melek
maskeli bir şeytan duruyor. Onların zenginlikleri bizim yoksulluğumuz
kadar büyük. Onların serveti bizden çaldıklarından oluşuyor...
Batı uygarlığı
dedikleri soygun düzeni, dört büyük ırktan Kızılderilileri
katletti. Siyah ırkı köleleştirdi. Afrikadan köle ihracında
kullandıkları Liman şehrinin adını Liberya koydular. Yani özgürlükler
ülkesi ya da özgürlüklere açılan kapı! Batının özgürlükten anladığı
işte bu!
Lumumbayı
ben öldürmedim. Cesedini asit kazanına atıp eriten de ben değildim. Tüm Asya
halklarını köleleştiren de ben değilim. Engizisyonları da ben kurmadım..
Onlar bizi “şeytanın çocukları” olarak
görüyorlar. Luther böyle söylüyor.
Çevrenize baktığınızda gördüğünüz, aç, cahil, üstü
başı pasaklı , çöp tenekelerinde yemek için ekmek artığı arayan çocuklar,
aslında Batının refah ve mutluluğunun harcını karıştırıyorlar.
Batı uygarlığının arkasında, bu zenginliğin ve
ihtişamın arkasında Kızıldeirli kanı, siyah insanın gözyaşı ve sarı ırkın
çalınan alınterleri var. ABD kıtasına Colomb’un varmasının
ardından beş yüz yıl geçti. Kaldı ki, (Colomb bu
yolculuğuna çıkmadan sarayın desteğini almak için İstanbul’a geldiğinde İstanbul’da
kızıldeirli gelin vardı). Batı köleciliktan daha yeni vazgeçti. Bu arada
dört büyük ırktan birini (kızılderilileri) yokettiler, birini (Kara
derilileri) köleleştirdiler. Sarı ırkı, Çini, Hindistanı
sömürdüler.. Batının refah ve mutluluğunun arkasındaki sır bu: Yağma ve sömürü.
Luis Masignon
gerçeği bütün çıplaklığı ile haykırır: “ Onların herşeylerini tahrip ettik.
Felsefeleri, dinleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir
boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için uygun bir hale geldiler. Bu gerçeği
haykıran tek Masignon değil, Jean Paul Sartre da benzer şeyler söylemiyor mu:
Bizim istismarcılar olduğumuzu biliyorsunuz.. Bizim önce altın ve madenlere el
attığımızı, sonra da yeni kıtaların petrolünü eski ülkelere taşıdığımızı
biliyorsunuz. Bunun muhteşem sonuçlarına şahit olarak saraylarımız,
katedrallerimiz ve büyük sanayi şehirlerimiz yeter..”
“Bir damla kan, bir damla patrol” diyen İngiliz
devlet adamının Churchill olduğunu bilirsiniz. Hindistanda
dokuma ustalarının sağ ellerinin kimler tarafından ve niçin kesildiğini de.
Batıdan tanıklar gösteriyorum size. Hepsi de tanınmış
ve saygın isimler. Fransız sömürge bakanı Albert Sarrut; “Gerçeği gizlemeye
ne gerek var. Sömürgecilik ilk uygarlık hareketi değildi. Çıkarların yön
verdiği bir zor hareketi idi.” Aynı gerçek daha şimdiden Irak için
dile getirilmedi mi? Guantanamo da ya da Ebu Gureyb’de yaşananlar
da bize aynı şeyi anlatmıyor mu?
Montaigne
diyor ki “Bunca şehir dibinden yıkılıyor. Bunca milletin kökü kurutuluyor.
Milyonlarca insan kılıçtan geçiriliyor. Dünyanın en zengin ve en güzel
ülkesinin altı üstüne getiriliyor. Niçin! İnciler, biberler alıp satacağız
diye. Aşağılık birer makine zaferi bunlar.”
Son yüzyılda insanlığa üç dünya savaşı armağan
ettiler, dördüncüsünün de fünyesini patlatmaya çalışıyorlar. 1. sinde
Osmanlı imparatorluğu yıkıldı. 2. sinde bölgeyi kendi aralarında
paylaştılar. Aynı toprağın çocuklarının arasına hayali sınırlar çizdiler.
Kendileri ile işbirliği yapıp halkına ihanet eden aşiretlerin çocuklarına
iktidar verdiler. Ve onlar için halkın inanç, tarih ve kültür değerlerine
yabancı düzenler icad ettiler.. Şimdi BOP diye, yeniden bu sınırları
değiştirmek, iktidarları ve rejimleri gözden geçirmek istiyorlar. 3. sü
adına soğuk savaş dedikleri bir dünya savaşı idi. Kontrollü bunalım
stratejisi adını verdikleri savaş sonucu aynı vatanın evlatlarını birbirine
kırdırdılar. Onların kanları ve gözyaşları üzerine birileri kendilerine iktidar
ve servet üretti. Şimdi sıra, tarihin sonunu getirecek bir medeniyetler
savaşında.
Batılılar son yüzyılda havayı, suyu ve toprağı
kirlettiler. Son yüzyıl, insanlık tarihinin en dramatik dönemlerinden
biri idi.
ABD
terörizme karşı savaşıyormuş! En büyük terörist kendisi aslında... Nemrudun
gözünde Hz. İbrahim, Firavunun gözünde Hz. Musa, Yahudilerin
gözünde Hz. İsa, Romalıların gözünde İseviler, Kureyşli Müşriklerin
gözünde Hz. Muhammed birer teröristti.. Sahi, siz, mesela Bolu Beyi’nden
yana mısınız, yoksa Köroğlu’ndan yana mı? Köroğlu’ndan yana
olanlar çoğunluktadır bu toplumda. Bolu Beyi devleti, otoriteyi, Köroğlu
ise terörü temsil eder. Bu tercihi bizden dolayı siz de potansiyel terörist
sayılabilirsiniz.
Batı işte bu... Demokrasi ve insan hakları
onlar için birer makyaj malzemesi. Kapitalizm, faşizm, komünizm, siyonizm
Batı değerler sisteminin ürettiği ideolojilerdi ve işte insanlığı getirdikleri
nokta burası. “Özgürlük” dedikleri şey şeytana kulluktan başka neydi ki!
İnsanı insani değerlerden soyutlayarak şeytanlaştırdılar ahlakla birlikte
aileyi de yok ettiler. İnsan nesli bu gün gerçekten de ciddi bir tehdit
altında.
Böyle bir dünya sürdürülemez.. Dünya gelirinin yarısı Amerika’nın.
1,5 milyarlık İslam dünyasının geliri Almanyanın yarısı
kadar. Hayır bu adil ve sürdürülebilir bir durum değil.. Dünya nufusunun yarısı
iki ülkede yaşıyor ve sahip oldukları toprak 170 milyonluk Rusya’nın
sahip olduğu toprağın yarısı kadar bile değil. Hayır bu sürdürülemez. Dünyadaki
dört büyük ırktan biri olan kara derililer açlık, salgın hastalıklar ve iç
savaş, AIDS yüzünden yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Böyle bir
dünya sürdürülemez. Ve hâlâ hava, su, toprak kirletilmeye devam ediyor.
Selam ve dua ile.
Gülen’i anlamak kolay değil. O
hiçbir şey ya da her şey. Gülerce onu Hitler’e benzetiyor. Bana göre Saul’e,
namı diğer Pavlus’a benziyor.
Onu anlamak için Mehdi-Mesih olayını iyi bilmek gerek.
Yine Gülen’i anlamak için 2 kilit isim: Fuat Doğu ve Yaşar Tunagür.. Bir de 3’üncüsü var Kasım Gülek.. CHP Genel Sekreteri. Gülen’in CHP ile ilişkileri çok eskilere dayanır.. Biraz da Sabatay Sevi’ye benzer sanki. Ecevit’le başlamaz Gülen’in CHP ile ilişkisi.. Ecevit; eğer tek kişilik şefaat yetkisi verilse onu, onun lehine kullanacağı tek kişidir.. Ecevit sonrası da Gülen’in CHP ile ilişkisi hiç kopmamıştır. Baykal ya da Kılıçdaroğlu dönemi fark etmez.
Gülen’i anlamak çok da kolay değil. Nerede başlayıp, nerede bittiğini kestirmek zor.
Biraz şizofren, biraz megaloman, egosantrik, sinsi biri. Kendini 1. Adam gibi göstermeye çalışan bir figüran.. Son projesinde “Kainat İmamı” rolü oynayan aktör, aslında o bu projenin bir taşeronundan başka bir şey değil..
Aile bağları derin. Hem anne, hem baba tarafından incelenmeye değer.. Biraz Kafkasya, biraz Balkanlar.. Erzurum, Diyarbakır, İskenderun, Edirne, Tekirdağ, İzmir, Ankara, İstanbul, Pensilvanya.. Bakalım, bundan sonra nere..
İskenderun’da askerde iken Askeri İstihbarat personeli imiş. Görevi telefon dinleme.. Komutanı Fuat Doğu. Fuat Doğu MİT müsteşarı olunca o da MİT’e geçiyor.. Gülen Fuat Doğu’nun cenazesini kıldıran adam. Gülen’in CIA ile ilişkisinde de Doğu’nun kilit bir rol oynaması gerekir..
Gülen’in ilginç bir nüfuz kabiliyeti var. Tevazu elbisesi altında saklanan bir kibri, hilm elbisesi altında sakladığı bir zalim yanı da var. Takıyyeci bir karakter.. Kahinliğe meraklı.
Ama artık deşifre oldu. Suçüstü oldu, yapacak fazla bir şeyi yok, ama yine de son kez şansını denemek isteyecek.. Çılgınca, tehlikeli.. Rakipleri, dostları ve kendi başını belaya sokacak tehlikeli şeyler yapabilir..
Mesela Erdoğan’a zarar verecek olursa, Erdoğan’ın başına bir şey gelecek olursa, bunun bedelini hem kendisi, hem ona destek veren efendileri ve hem de yakın çevresi çok ağır şekilde öderler. Bir daha rahat yüzü görmezler. Bunu biliyor olmaları gerek.. Sanki biraz da ondan korkuyorlar.
FETÖ şimdi zaman kazanmaya çalışıyor. İçerideki dostları da tabanı korku ve umutla bir arada tutmaya çalışıyor.. Bir kısım aşağılık adamlar, güya kendilerini sureti haktan göstermek için, eskiden kendileri ile birlikte olup daha sonra ayrılan ya da kendileri için tehdit oluşturan kişileri iftira, kumpas kurarak FETÖ’cülükle suçlayarak ihraç ettirip, işi sulandırmak istiyorlar.. Bu şekilde birilerini de korkutup kendi yanlarına çekmeye çalışıyorlar.. Geçen gün Kastamonu, Merzifon, Amasya’da idim, STK temsilcilerinden bazı akademisyen ve bürokratların başına gelen son derece ilginç olayların hikayelerini dinledim.. Sadece orada değil, memleketin birçok yerinde benzer hikayeler anlatılıyor, mesajlar, mektuplar alıyorum..
Bu adamlar hâlâ oralara nasıl getiriliyor, orada nasıl duruyorlar..
Kesinlikle bu adamlar tesbit edilip görevden uzaklaştırılmalı. Bunların kurbanlarına iade-i itibar yapılmalı. Bu adamlar hem FETÖ’den, hem de başkalarını FETÖ’cü olmadıkları halde FETÖ’cülükle suçladıkları için ağırlaştırılmış bir şekilde cezalandırılmalı. Bu adamları o göreve getirenler, arkasındaki siyasi kişiler ve üst bürokratlar da aynı şekilde takibe alınarak, gereği yapılmalı.. Bu rezil adamların arkalarında hâlâ bazı bakanların, milletvekillerinin, işadamlarının, parti yöneticilerinin olduğu söyleniyor..
Bu adamlar FETÖ’nün gizli gücü. FETÖ içeriden ve dışarıdan bazı kişi, grub ve örgütlerden her anlamda ciddi destekler alıyor. Bu adamın içimizdeki ajanları şimdi kendilerini başka kimlikler ve aidiyetlerle tanıtıyorlar.. Yeni başka sivil örgütler kuruyorlar.. Yakın çevrelerini, tehdit ve şantajla yakınlarında tutuyorlar.. Bunların esoterik bir yanı var. Yakın çevreleri çarpılmaktan korkuyor. Yabancı istihbarat örgütlerinin ellerindeki arşivlerde kendileri aleyhine dosyalar bulunmasından korkuyorlar. Bu çevrelerin adamları tarafından başlarına iş açılmasından korkuyorlar.. Bunların bir kısmı medyum. Biyonik robot, hipnozla mankurtlaştırılmış. Bir kısmı İslam diye böyle bir dine iman etmişler.. Buradan ayrılırlarsa dinden çıkmış olacaklarını, dünya ve ahirette zelil olacaklarını düşünüyorlar..
Tabii bu arada bir yandan, bu işlerle hiçbir alakası olmayan, ya da bir şekilde birlikte bulunmuş veya daha önce beraberken bugün ayrılmış olanları, aileleri bu çevrelerle ileri derecede ilişkisi olan kripto tipler de olsa, aile içinde buna/bunlara karşı çıkanlar olabileceğini hesaba katarak bir politika geliştirmek gerek.. Bunu yaparken, dönmediği halde dönmüş taklidi yapan takıyyecilere ya da kendini feda ederken yakın çevresini kurtarmaya çalışanlara da dikkat etmek gerek tabii. Bunu söylemek kolay da, yapmanın o kadar kolay olmadığını da bilmek gerek.
Bu işleri yaparken yanlışlıklar da olacak, bu kaçınılmaz. Hatta bazı ihanetler de.. Buna karşı öfkeli tepkiler yerine sabırlı bir direnç gerekiyor. Bu işler, bugünden yarına, hemen düzelmeyecek.. Bu işin daha siyasi ayağı tam çözülmedi. Bir gün sıra ona da gelecek. En azından konjonktürel olarak daha biraz zaman gerek.
Referanduma kadar bir şey olmayacak. Referandumdan sonra da işler hemen düzelmeyecek. Belki seçimleri beklemek gerekebilir. Ama referanduma katılım yüksek olursa, Evet’e destek de %60’ın üzerinde gerçekleşirse, FETÖ ve PKK ile mücadele de hız kazanacaktır.
Selâm ve dua ile.
KAYNAK: (yeniakit.com.tr, 21.03.2017).
Daha
önce de yazdım, bu iktidar belediye üzerinden geldi, belediyelerle gidebilir.
Şu
alçak, hain, lanet olası rüşvetçilerden yakanızı bir an önce kurtarın nasıl
kurtaracaksanız. Bunlar herkesi haraca bağlıyor. İhalelere hile
karıştırıyorlar, imar işlerinde bu işler çok fazla. İli, ilçesi yok.
Bu
işe vakfı, camiyi de karıştırıyorlar. Cami avlusunda rüşvet pazarlığı yapıyor
bu ahlaksızlar.
Açık
söylüyorum, bunları ihbar edelim. Direnelim, teslim olmayalım.
İhale
şartnamesini adrese teslim hazırlıyorlar. Yine kazanacak olursanız ihaleyi
iptal ediyor.. Rakamları o kadar şişiriyorlar ki, normal bir teklif zaten çok
düşük diye eleniyor. Araya başka naylon şirketleri sokuyorlar.
Minareyi
çalan kılıfını hazırlamış. İhaleyi almak için KİK, İdare Mahkemesi, kim
uğraşacak. İdareyle inatlaşmayalım diyor birileri.. İhaleyi alsan ne olacak, bu
defa bir eksiklik bulup ödemeyecek.
Bu
işi yapanların adı, Ahmet, Mehmet, Ali, Hasan, Hüseyin! Namaz da kılıyorlar,
hacca da gidiyorlar.
“Vay
o namaz kılanların haline ki”, diye “din günü”nü hatırlatmak gerek bu adamlara!
Müslümanların
yüz karası bu adamlar.
Hani
o “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” diye bir ayet var ya, bunlar da cami ile
vakıfla aldatıyorlar!
O
kadar arsız ve yüzsüzler ki, “nasıl yaparsınız bunu” derseniz, biz
milletvekilinin oğlundan da aldık” diyorlar.
Rüşveti
alan da, haksız bir kazanç için rüşvet teklif eden de mel’undur.
Bu
bir memleket meselesi haline geldi. O haram lokma sadece yiyeni ve ailesinin
dünya ve ahiretini mahvetmiyor, ahiretini de mahvediyor. Bir de memleket elden
gidiyor bu aşağılık heriflerin yüzünden..
Elbette
namuslu siyasetçiler ve bürokratlar da var. Ama öte yandan bu hainler de var.
Bunlara dokunmayınca, bunlar daha da şirretleşiyor, mafyalaşıyor, milleti haraca bağlamaya kalkıyorlar..
Bakın
paralel devlet böyle oluşuyor.
Savcıları,
Emniyeti, İstihbaratı göreve çağırmak gerek.
Seçim yaşlaştıkça bu işler daha da artıyor. Biri yapınca öteki de
yapıyor, çeteleşiyor.. Bu kötü gidişe bir dur demek gerek.
Öyle
kötü örnekler var ki, 3 kuruşluk işi 10 kuruşa yapıyorlar, aradaki farkı
paylaşıyorlar. Siyasetçi, bürokrat, işadamı herkes bu şeytani halkaya
katılıyor.
CHP’liler
yer yapmaz takımından. Dalan sonrası yer-yapar takımı çıktı. Bir de ne yer ne
yapar tipler var. Bir başkası yemez, yedirir, yapar gibi yapar yapmaz. Bize
yemez yapar adam lazım.
Şunu
itiraf edelim, halkın belli kesimi yer-yapar tipleri seviyor. Haksız kazanç
elde edecek, ötekine de payını verecek. Hayır, herkes hakkına razı olacak.
Bir
yolsuzluk, rüşvet olayı karşısında partiyi uyaralım, gerekirse yargıya gidelim.
Kavga gürültü yok. Ama bu alçaklara pabuç bırakmayalım. Bunlar yarın devleti de
satarlar, kendilerine makam ve servet vadedenlere memleketi de satarlar.
FETÖ’den, PKK’dan ne farkı var bunların.
Siyasi
partiler bilmiyor mu şehirlerinde dönen dolapları. Bilmiyorlarsa niye orada
oturuyorlar, biliyorsa niye susuyorlar. Dilsiz şeytan olmaktan ne farkı var
bunun..
Kol
kırılıp yen içinde kalınca, o kollar kangren oluyor, o kollar çolak oluyor.
Şeytan
aslında bu şekilde hem o rüşvetçileri düşürüyor tuzağına, hem de onlar
üzerinden ahaliye zulmediyor. Onlar da şeytanın tetikçiliğini üslenmiş birer
haramzadeye dönüşüyor.
Ne
demişler: Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste. Haksız kazançlar, o kazanç
sahiplerine hayır getirmez. Allah belalarını verir, hastane kapısında mı
sürünürler, ailesinden mi çıkar acısı bilmem ama, aldıkları bedduanın bu
dünyada olmasa da ahirette ağır bir bedeli olur..
Bunu
o rüşvetçilere söylüyorum. O rezil, aşağılık adamlara. Küçük menfaatleri uğruna
davalarını satan, partilerini, ülkesini ve milletini zora sokan hainlere Allah
ve resulü lanet etmektedir.
Allah
(cc), bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Aranızda birbirinizin mallarını haksız
yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile, günaha girerek
yemek için onları yetkililere (rüşvet olarak) vermeyin.” Peygamberim
aleyhissalatu vesselam da, “Rüşveti alan da, veren de cehennemdedir”
buyurmaktadır. Yine başka bir hadis-i şerifte de, her zaman insanların
affedilmesi için dua eden Yüce Peygamberimizin rüşvetin toplumda meydana
getirdiği büyük hasar sebebiyle, rüşvet alanı ve rüşvet vereni ve bu ikisi
arasında aracılık yapanı lanetlemektedir.
Sadece
FETÖ ve PKK ile mücadele yetmez. AK Parti bugün iktidar partisidir. AK
Partililer partilerine sahip çıksınlar. Bu pislikleri partilerinden
uzaklaştırsınlar, meydanı bu hainlere ve zalimlere bırakmasınlar.
Bu
işi yapanların yaptıkları yanlarına kâr kalmamalı. Duruma göre, gerekiyorsa
hapse girmeli. Bunların görevden uzaklaştırılmaları yetmez. Bu suçları tespit
edenlerin geçmişten bugüne haksız olarak edindikleri malları da tıpkı
FETÖ’cülerin mallarına el konmalı ki, alemi ibret bir ceza olsun ve başkaları
bir daha bu işe cür’et ve cesaret edemesinler. Başkalarının üzerindeki mal
varlıklarını da araştırmalı. Bu işi yaparken kimlerle bu haltı yedikleri ortaya
çıkartılıp, münferiden ve müştereken cezalandırılmalı.
Tekrar
söylüyorum, AK Parti bu konuda daha kirli değil. Bu iktidar döneminde çok daha
fazla hizmet yapılıyor. Refah katsayısı yükseldi. En gelişmiş 20 ülke arasında
yer alan bir Türkiye’den söz ediyoruz. Böyle olunca bu işler daha görünür
oluyor. Tabi, bu arada daha transparan bir Türkiye var. Siyasi anlamda, hukuk anlamında
da daha gelişmiş bir Türkiye söz konusu. Teknolojinin, sosyal medyanın bu
konudaki etkisini de hesaba katmak gerek. Bazen bazı konuların abartılma ve
negatif bir propaganda malzemesi olabileceğini de bir kenara not edelim. Öte
yandan; dini hassasiyeti yüksek bir iktidar döneminde bunların oluyor olması da
ayrı bir konu.
Allah’ım,
zalimlere fırsat verme, bu zalimler topluluğuna, ihanet çetelerine karşı bize
güç ve kuvvet ver. Bizim ellerimizle zalimleri cezalandır ve mazlumlara yardım
et. Yaptığı yanlışlardan vazgeçecek olanların, pişmanlıkla tevbe edecek
olanların günahlarını ört ve onları bağışla. Görevini hakkıyla yapan
kardeşlerimizi koru ve onlara sabır ver, onları iki dünyada da onurlandır. Bizi
nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Selam ve dua ile.
KAYNAK:
Abduurahman Dilipak / Rüşvetçilerden Nasıl Kurtulacağız? (yeniakit.com.tr,
05.08.2017).
27
Mayıs’ta Diyarbekir’de Çınar ilçesinde idim. İftar öncesi Diyarbekir’in
fethinin 1380. yıldönümünü kutladık. Diyarbekir, eski adı ile Amed, miladi 27
Mayıs 639 yılında fethedildi. Bu fethin 1380. yılındayız ve bu fethin komutanı
İyaz b. Ganm idi. 1071 Anadolu’nun fethinin, Malazgirt’in 948. yılı.
İstanbul’un 29 Mayıs 1453’deki fethinin 566. yılındayız. Anadolu’da
Müslümanların 3 fethi var. İlki, Hz. Ömer’in emri ile İyaz b. Ganm
komutasındaki Diyarbekir, 2’ncisi Alparslan’ın önderliğindeki Malazgirt ve
3’üncüsü Fatih’in önderliğindeki İstanbul. Allah hepsinden razı olsun.
Bir
yandan çağ açıp, çağ kapattık diyoruz, bir yandan 3 fethin yaşandığı bir
coğrafyada genç nesiller fethin ne olduğunu, ne anlama geldiğini bile bilmiyor.
Bu toprağın tarihinden bile haberdar değiliz. İşin daha da vahim yanı, sadece
fetih şuuruna, idrakine düşman olanlar değil, fethi sahiplenenler,
savunduklarını zannedenler de bu idrake sahip değiller. Sahih bir bilgiye sahip
olmayınca, sahiplendikleri tarih değil, efsaneleştirilen mefahirden başka bir
şey değildir.
Sadece
cahili değil, okumuşu, ya da yöneticisi ya da yönetime aday kadroların hali de
bir felaket.
Seven
niye sevdiğini, düşmanlık eden niye düşmanlık ettiğinin farkında değil. Sadece
dostlarını bilmiyor değiller. Düşmanlıkları da gerçeklerle temellendirilmiş bir
düşmanlık değil.
Mesela
bizimkiler, fetih diyince hep, silah, ordular, savaş akla geliyor. Öyle anlatıyorlar.
Akıllara gelen “Mekke’nin fethi”, ya da Hz. Ömer zamanındaki “Kudüs’ün fethi”
değil. Hiç kan dökmeden, ordular hareket etmeden, silah kullanmadan da
gerçekleştirilebilir. İslam tarihinin en büyük iki fethi bu şekilde
gerçekleştirilmiştir. Biri Hz. Peygamberin önderliğindeki, ilk kıblemizin
kapılarının Müslümanlara açıldığı Mekke’nin fethi, ötekisi Hz. Ömer’in
önderliğinde ilk kıblemiz olan Kudüs’ün fethi!
Devlet,
İstanbul’un fethini ve Malazgirt’i sahipleniyor da, aslında Anadolu’nun
fethindeki ilk kapı olan Diyarbekir’in fethi konusunda neden bu kadar ilgisiz.
Anadolu’nun yurt edinmesinde, uygarlık sacayağının tepesinde Diyarbekir vardır.
Anadolu’nun fethinin emrini veren kişi Hz. Ömer’dir.
Eyüp
Sultan Hazretleri’nin vefatının 1450 yılındayız. 4 Mayıs 672’de vefat etti.
Yani Diyarbekir’in 639’daki fethinden 33 sene sonradır, Eba Eyyüb el Ensari’nin
İstanbul’a gelişi..
Diyarbakır’ın
fethi Anadolu’nun fethine açılan ilk kapıdır. Diyarbakır, Anadolu’nun
İslamlaşma kapısıdır, onun için Amed’in fethini kutlarken bunu bir şehrin fethi
gibi düşünmeyin. Amed’in fethi çok daha fazlasıdır.
Kerbela
1 Ekim 680’de oldu. Eba Eyyüb el Ensari’nin vefatından 8 yıl, Amed’in fethinden
41 yıl sonra.. Kerbela’dan canını kurtaran sahabeler, 639’da Amed’i fetheden
sahabelerin misafirleri oldular. Ve onların açtığı yoldan Anadolu’nun manevi
fethi gerçekleşti. Anadolu İslamlaştı.
Bugün
“Tek Vatan”an söz ediyoruz da, bu toprağın çocukları “Vatan”, “Yurt”,
“Memleket”, “Ülke” ne demek bunların anlamını, farkını bile bilmezler. Mesela
“Vatan yapmak” bir fiil olarak kullanılır, ne anlama gelir kim bilir ki! O
zaman işte birileri gelir, “Selahaddin’in çocukları”nı “Haçlı ordusuna asker”
yapmak için plan yapar. Sonra da birbirimize gireriz. CHP ilk günden bugüne
hangi davanın davacısı idi. PKK, HDP, neyin nesi idi. Daha ötesi, sağ-sol
dedikleriniz soğuk savaşta kimin tetikçisi olmuşlardı. Aynı ülkenin çocuklarını
birbirine kırdırdılar ve hâlâ kırdırmaya devam ediyorlar.
Önce
din, ahlakımızı kaybettik. Sonra da tarih idrakini! İşte gelinen nokta burası.
Amed’in
fethi sadece Anadolu’nun fethi de değil, İslam’ın Balkanlar’a, Kafkaslara
açılan kapısıdır. Bugünkü Azerbaycan, Tacikistan, Kazakistan, Türkmenistan ve
Özbekistan hepsi bu kutlu önderlerin ayak izlerinde yürüdüler.
Asıl
fetih kılıç ile değil ilim ile gerçekleşti. Hazreti Ömer döneminde buraya ilk
gelen sahabeler kılıçlarını kuşanıp, kafir kellesi kesmeye gelmediler, hak dini
tebliğ edip kardeş olmaya geldiler. Buna engel olmak için karşılarına çıkan
halk değildi, Bizans’ın askerleri idi. İlk gelen sahabeler cehennem çukurunun
kenarındaki insanları cehenneme odun yapmak için değil, cehennem ateşinin
kenarından tutup onları cennete kazanmak için geldiler. Asıl fetih, büyük
fetih, insanı dirilten fetih budur.
Biz
bugün şehidlerin arkasından matem tutuyoruz. Şehidlik bizim inancımızda
ölümsüzlüktür. Ama halimiz meydanda. Amed batının doğusu, doğunun da
batısındaki yerdir. Tarihin kavşak noktalarından biridir. Doğu ile batının
buluştuğu yerdir.. Zerzavan kalesi, Batının en uç noktası idi.
Bugün
başınıza gelen felaketlerin asıl sebebi bu hakikatleri anlamada ve Müslümanca
çözüm üretmedeki karşılaştığımız zorluklardır.
Zerzevan’ı
kim biliyor. Göbeklitepe’yi herkes duydu. Urfa’da iki düzine Göbeklitepe var
daha keşfedilmeyi bekleyen!. Göbekli tepenin 25 km doğusunda Hz. Adem’in
yaşadığı köy var; Edene köyü (Kadim Adn köyü). Kim biliyor. Zerzevan’ı da
yakında duyacaksınız, çünkü Güneş Tanrısı Mithras mabedi bulundu. Mithrasçılar
da İlluminati’nin ilham kaynağı olan bir topluluk. 7’li sistemin Bahome’ye ait
gizemi burada gizliymiş. Zerzevan kazısını yöneten Doç. Dr. Aytaç Coşkun’u
ziyaret ettim, epey konuştuk. Mabed’deki sigıllar ilginç. Güneş, ateş, ışık,
savaş, adalet ve inancın simgesi olan semboller var. Mithras bunu temsil ediyor
aslında. “Adalet” dedikse Mithras’ın adaleti tabii.
Orada
kozmik bir enerji alanından söz ediliyor. Mithras inancı, Satanizm, Mecusilik
ve Ezdi’likle de ilgili Güneş, Ateş, Şeytanla ilgili seremonilerin yapıldığı,
ritüellerin uygulandığı bir mekan. Boğa kanı içilerek yapılan bir ayinleri var.
Burada Pers de var, Batı Roma da Mezopotamya da var, Kuzey etkisi de. Tabii o
zamanki Diyarbakır bugünkü Urfa ve Mardin’i içine alan bir coğrafya.
MÖ
3000’lerde Asur’lar yaşamış. 605’de Nebukadnezar mabedi yıkınca, kıyamet
alametlerinden birinin ilgili olduğu Süleyman mabedindeki kutsal emanet
sandığını kaçıran tapınağın muhafızlarının sandığı bu kalenin olduğu yere
getirdiği iddiaları da var, ama ne kadar ciddiye alınması gerek bilmiyorum.
Anadolu’nun
yeniden fethi ve keşfi gerekiyor. Hz. Adem’den beri meskun olan bir coğrafyada
yaşıyoruz. Hz. Nuh da buradaydı. Hz. İbrahim de. Geriye ne kaldı ki.
Anadolu’nun tarihi yazılmadan insanlığın tarihi yazılamaz. Ama bizde tarih
seçmeli ders. Bizde Bizans konusunda doğru düzgün bir araştırma merkezi bile
yok. Roma’yı da bilmiyoruz, Helen’i de, bilmediğimizi de bilmiyoruz. Urfa’daki
Arkeoloji müzesi hangi aklın eseri bilinmez. Viranşehir Eyyüb Nebi’deki
utancımız fethin idrakindeki geriliğimizin bir ifadesi olarak orada durup
duruyor. Aya Yorgo, Aya Sotri, Aya Ayani’yi bilen var mı? Ya da orası neden
Saman Dağı (Eski Simon Dağı). Niye Musa dağı değil. “Ahir dağı”, nasıl AHIR
dağı oldu. Gavur dağını, kim “Nur dağı” yaptı. Niçin, nasıl! Gavur gölü
unutuldu gitti. Oradaki “Gavur” tanımı nereden geliyordu. Santa Claus’u seven
niye sevdiğini kızan niye kızdığını bilmiyor. Hani “Şehre iki adam gelmişti,
bir de 3’ncüsü vardı” “bir adam dağdan koşarak şehre inmişti” Kur’an
coğrafyasından söz ediyorum. Şehir olarak nereden söz ediyorum, kimdi onlar!
Neyse
Cumhurbaşkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK, Kültür Bakanlığı ve Gençlik Spor
Bakanlığı yetkilerine saygı ile arz edilir. Selâm ve dua ile.
KAYNAK:
Abdurrahman Dilipak / Doğunun batısı, batının doğusu (yeniakit.com.tr, 23
Haziran 2019).
Birileri
başardı. Bir zamanlar “komünizm geliyor” derlerdi, gelmedi.. “İrtica geliyor”
dediler, o da gelmedi. Ama, biz “mürtedin hükmü”nü tartışırken irtitad
gerçekleşti.
“Sünnet
düğününde dansöz oynatan adam”a benziyor bu iş. Artık ramazanda genelevi
kapatan patron ve patroniçeler de yok. Kurban keserek genelev açan belediye
başkanlarımız var!
Bakın
bu araştırma sonuçlarına göre, Amentü bazında bir sorgulama sonucu olarak
memlekette Müslüman oranı bugün için %55 civarında.
Siz
FETÖ’yü tek “Amerikano İslam”ın misyoner örgütü mü sanıyorsunuz. Birçok çatı
altında varlıklarını sürdürüyorlar. Kalkancı’dan ders almadık, Adnani’lerden
ders almadık, F. Gülen’den ders almadık, “Anti Kapitalist İslam” diye
etiketlenenlerden ders almadık. Sırada daha bir sürü radikal, ılımlı “İslamcı”
örgüt var. Yaşar Nuri’nin “İslam”ını da çok sevmiştik, Zekeriya Beyaz’ın da! Ve
daha birçoğu hâlâ aramızda ümmeti ifsat etmeye devam ediyor. Kimi NLP, Kimi
psikolojik danışmanlık, Kimi Transandal Meditasyon, kimi sağlıklı yaşam, kimi
mutluluk, kimi başarı arayışı ile bunların ağına düşüyor.
Bakın
birileri bize bakıp, gönlü İslam’a ısınmıyor ve aksine bizden uzaklaşıyorsa,
biz de, “el Emin” miyiz ona bakalım,
kendi Müslümanlığımızı bir gözden geçirelim.
İmam-Hatip’lerde
namaz kılan öğrenci oranı ne? İlahiyatlar da ne? Öğrencileri bırakın öğretim
üyelerinde durum ne?
Biz
böyleyiz de, sağcı, milliyetçi, solcularımızın durumu ne, liberallerin hali ne?
Söyleyeyim, al birini vur ötekine. Birilerimiz de umudunu Mehdi’ye, Mesih’in
gelişine bağlamış. Herkes bir kurtarıcı bekliyor aslında. Kiminin Mehdi’si
Devlet, “Üst akıl”, “Ak sakallılar”.. Şeytanın insanları oyalamak için bir sürü
yalanı var. Görünmeyen bu tür yapıların hemen tamamı ya derin devlet dedikleri
siyasi çetelerin örgütleridir, ya da kendilerini derin devlet diye pazarlayan
siyasi mafyadır bunlar.. Topluma İlah’lık ve Rab’lik dayatmak için kendi
kendilerini kutsayan seküler çetelerden söz ediyorsunuz demektir. Veya
istihbarat örgütlerinin toplumu manipüle etmek için uydurduğu yapılardır.
FETÖ’yü, BÇG’yi, Kalkancı’yı, PKK’yı örgütleyen Şeytani akıl; “üst akıl” ya da
ak sakallılar diye bir şey de örgütler. Yetkisini halktan almayan, halka hesap
vermeyen, istişare ve şûra ile hükmetmeyen hiçbir yapı ya da kişi veya
toplulukta hayır yoktur! Derin devlet dediğiniz “iyi niyet”le bir şey
örgütlense bile kısa zamanda “derin çete”ye dönüşür. Unutmayalım ki, cehennemin
yolları iyi niyet taşları ile döşelidir ve dikkat edin Şeytan sizi Allah’la ya
da kulağınıza hoş gelen söylerle, hayali kişilik ve kuruluşlarla aldatmasın!
Sizin kurtuluş kapısı olarak gördüğünüzün, sizin zannettiğiniz “Derin devlet”,
korkup kaçtıklarınızdan sığınmak için yer aradığınızda, Şeytanın ve/veya ve
onun işbirlikçilerinin sizin sığınmak için önünüze kurduğu tuzaktır.
Benden
söylemesi. Dikkat edelim. Melek maskeli Şeytanlar aramızda dolaşıyor.
Selâm
ve dua ile.
KAYNAK:
İrtica değil irtidat (yeniakit.com.tr, 22.10.2019).
Sayın
Recep Tayyib Erdoğan,
Öncelikle
son tartışmalar ışığında yaşananlardan dolayı üzgün olduğumu ifade etmek
isterim. Zaman zaman yaptığım çıkışların, eleştirilerimin bazı kimseleri
rahatsız ettiğinin farkındayım.
Dünya,
bölge, ülkemizin gündemi içinde benim, mevcut uygulamalara karşı aykırı kabul
edilecek birçok görüşüm var ve bunların hayata geçirilmesi konusunda aktif
sorumluluk üstlenen bir eylem adamıyım. Bu hep böyle oldu. Fikirlerimin
rahatsız ettiği kesimlerden tepkiler de alıyordum ancak açıkçası böylesine
büyük, organize ve topyekûn bir tepki ile karşı karşıya kalacağımı
düşünmemiştim.
Sözkonusu
yazıma kastetmediğim bir mana yüklenerek, AK Parti içinden bir tepki aldım. Ve
sizin son konuşmanızla bu konu ülke gündemine oturdu.
Tartışma,
yazım yayınlandıktan 3 gün sonra bir “işaret fişeği” ile başladı, akşam üzeri
troller harekete geçti. Ardından Genel Sekreter ve Kadın Kollarının açıklaması
ile işler bu noktaya geldi.
Bu
arada özel kaleminiz aracılığı ile size olayla ilgili yazılı bilgi notu
gönderdim, yazıdaki maksadım ve eleştirimin hedefinde kim olduğunu açıkladım.
Size ulaştı mı bilmiyorum. Hiçbir geri dönüş olmadı. Aradaki dostluk, 50 yıllık
mücadele ve dava arkadaşlığının hatırına en azından bir geri dönüş beklerdim.
Benim
kastım belli. Başkaları bu ifadeleri zorlama bir yorumla amacından saptırarak,
bu ifadeler üzerinden şahsıma iftira ettiler. Ve Media’daki birtakım isimler bu
yanlış yorumu, benim açıklama ve ifadelerimi dikkate almaksızın hemen
sahiplendiler. Topyekûn bir karalama, linç kampanyasına maruz kaldım
Kastımı
Akit Tv, “Derin Gerçekler”de net bir şekilde ifade ettim. İlka Haber’in
videosu, benim Youtube sayfamda duruyor. Yeni Akit internet sitesinde,
Habervakti internet sitesinde, BNC haber sitesinde konu ile alakalı
röportajlarım var. Ama tüm bu açıklamalarıma rağmen Sosyal Media’da saldırılar
devam etti. Bazı troller tarafından, anama, bacıma, karıma, kızıma küfürler
edildi. Değişik kesimlerden insanlar yangına körükle gidercesine saldırıya
geçtiler.
81
ilde dava açma kimin fikridir, bu nasıl bir şey bilmiyorum. Bunu hukukla,
adaletle açıklamak mümkün değil. Böyle bir uygulama daha önce kime yapıldı ki,
bana da layık görülüyor. Bu fikri ilk aşamada örgütleyen organize edenler
kimlerdir ve bununla aslında neyi amaçlamaktadırlar?
Yazımda
yoğun eleştiri ve saldırılara uğramama sebeb olan ifade 3 kelimeden oluşuyor.
Kastım çok açık ve net: LGBT+. Bu ifade yerine “Fahişe ve onların türevleri”
ifadesini kullandım. Yazının bir bütün olarak anlaşılması gerek. Yarım asırdır
her gün yazıyor, basına beyanat veriyor, seminer ve konferanslara katılıyorum.
Bugün beni tanıyan, çizgimi bilen insanlar kimseye küfür, hakaret etmeyeceğimi,
iftira atmayacağımı bilir. Konu ile ilgili açıklamalarım ve bugüne kadar
sergilediğim duruş gözardı edilerek ve ifadelerim çarpıtılarak bugün böyle bir
lince tabi tutuluyorum. Ben 28 Şubat dahil bize birçok zulmü reva gören o günkü
muarızlarıma bile hakaret etmemişken, bugün böyle bir ithama muhatap olmak hem
düşündürücü hem de üzücü olmuştur. Elhamdülillah benim dostlarım, insanlık davası
uğruna mücadelemde beni tanıyan insanlar, beni anlamışlardır. Şu an aksi
düşüncede olanlar da kısa bir tekrar göz geçirme ile anlayacaklarından eminim.
Lütfen
son iki videomu izleyin ve lütfen bu noktaya nasıl gelindi bir araştırın. O
zaman bu fitne ateşini körükleyenler kimler bunu görmek zor değil. Bu olay
sadece bana değil, size ve sizin şahsınızda AK Parti’ye kurulan bir komplodur.
Ben
düşmanımın bile hakkını savunmayı kendime şiar edinen biriyim elhamdülillah.
Bir topluluğa düşmanlığım bile beni onlar hakkında adaletsizliğe sevk etmemeli.
Bir kadına iffetsizlik isnadının İslam’daki hükmünü bilirim ve haddi aşmaktan
Allah’a sığınırım. Bu konudaki hassasiyetimi ve dilime hakimiyetimi beni
tanıyan herkes bilir! Keşke hep birlikte iftiranın hükmünü aynı hassasiyetle
bilsek ve ona göre davransak. Tekrar ediyorum yazımdaki, “Fahişe ve onların
türevleri” ifadesini LGBT yerine kullandım. Koç, Sabancı, Eczacıbaşı bunlara
destek verirken bizim, onların deyimi ile “Yeşil Sermaye” ne yapıyor sorusu
soruldu.
Siz
Ömerleri çağırmıştınız, ben Ömer gibi davranmaya çalıştım, beni dava edenler
bana Ömer’in davrandığı gibi davranmadılar. Siz LGBT’liler hakkında benden daha
ağır ithamlarda bulundunuz, ben LGBT yerine o kelimeyi kullandığım için sizin
teşkilatınızdaki bazı kimseler tarafından hakaret ve iftiraya uğradım ve alnıma
bir kez daha, gazetemize açılan 312 General davasını hatırlatan biçimde 81 kez
“Sanık” etiketi yapıştırıldı.
Peki
ben “Fahişe ve onların türevleri” yerine “Fuhşiyatı destekleyenleri himaye eden
sözleşmeler” desem, ya da doğrudan LGBT yazsam ne olacaktı!. Bu kutsal
metinlerde Fahşa, Fuhuş, Fahişe, Fuhşiyat şeklinde tanımlanan kelime yerine
LGBT yazınca, sözleşmeye göre, “Dezavantajlı grub” olarak tanımlanan “Pozitif
ayırımcılığa tabi” bir topluluktan söz etmiş olmayacak mı idim!. Buna o zaman
kim itiraz edebilirdi?. Kastım apaçık ortada iken, beni bu şekilde suçlayanlar
o zaman bu çerçevede nerede durmuş oluyorlar!. Lütfen bunu arkadaşlarınızla
tekrar istişare edin. Bu tartışmanın kimseye faydası yok.
Dosta
bazan acı söyler. Bir arkadaşımız, Eba Müslim Horasani’nin başına gelenler
üzerinden yorumlamaya çalışmış yaşananları. Hz. Ömer der ki, “Eğer bir kişi,
ben hata yaparsam ve bana hakikatı söyleyip, yanlışımı düzeltmeyecekse benden
uzak dursun, çünki onda hayır yoktur demektir. Ve eğer o kişi görevini yapar ve
beni uyarır, fakat ben uyarıyı dikkate almazsam, o kişi benden uzak dursun,
çünkü bende hayır yoktur.” Ben böyle bir dost arıyorum ve böyle bir dost olmaya
çalışıyorum. Aradığımız Ömer’lerin kişiliği böyle bir kişilikti çünkü! O,
Allah’ın rızasının tecellisi olmayı dileyen biri idi ve Allah’ın yardımının
kendine ulaşmasını engelleyen kişi, söz ve işlerden uzaklaşıyordu. Çünkü
sonuçta, kuyudaki Yusuf’u Mısır’a sultan eden Allah’ın zorlaştırdığından daha
zor ve kolaylaştırdığından daha kolay bir iş yoktur!
“Milli
İrade” yurttaşın iradesidir. Siyaset bir vekalet müessesesidir. Millet
siyasetçinin veli-i nimetidir. Millet ise, inancı, tarihi, geleneği ile aile
içinde, fıtrat üzere, ruhen, ahlaken, aklen tekamül ederek “kişilik” kazanan
“şahıs”lardan oluşur. Ben bu “bireyleşme”ye karşı, istişare, şûra, hakemlik,
nasihatla nefsinin heva ve heveslerine karşı insani bir uyanış için mücadele
ederken, birileri, sözlerimi çarpıtarak bu işi bu noktaya getirdi.
Eğer
dava açılacaksa, açılır. Ancak bir gazeteciye bu şekilde açılan bir dava,
ülkemizde basın hürriyeti ve hukuk açısından herhalde çok da olumlu bir görüntü
oluşturmayacaktır.
Her
şeye rağmen, hepimizin inancı şu değil mi? Nasıl olsa her şeyi gören, duyan,
aklımızdan ve kalbimizden geçirdiklerimizi bilen, kapalı kapılar arkasında
konuştuklarımız kendine sır olmayan, hüküm sahibi ve her şeyin hesabını elbet
bir gün mutlaka soracak olan bir Allah var! Hüküm Allah’ındır. Amenna ve
saddakna!
İman
ettim ki, bu dünyada yaptığımız ve yapmamız gerekirken yapmadığımız,
söylediğimiz ve söylememiz gerekirken söylemediğimiz her şeyden hesaba
çekileceğiz ve bu dünyada bu işlerin sonunda ya kendi cennetimize kendi
sırtımızda tuğla, ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun taşıyacağız.
Tek
bir gerçek var: İmtihan oluyoruz. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi
gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. İbrahim Hakkı hazretlerinin
dediği gibi “Hak şerleri hayreyler, sen sanma ki gayreler, görelim Mevlam
neyler, neylerse güzel eyler.”
Selâm
ve dua ile.
KAYNAK:
Abdurrahman Dilipak / Açık Mektup (yeniakit.com.tr, 16.08.2020).