Gazeteci-yazar. 1949, Düziçi (Haruniye) / Adana doğumlu. Fatma Pakize (Aksay) Hanım ile Ali Bey'in oğlu olarak dünyaya geldi. 1949 yılında Osmaniye'nin Düziçi ilçesine bağlı Haruniye'de Ali Bey ve Fatma Pakize Hanım'ın çocuğu olarak doğdu. Anne tarafından Fettahoğulları’nın Müftüler kolundan, baba tarafından Seyithanoğulları’nın Hatipler kolundandır. Anne tarafından Adanalı, baba tarafından K. Maraşlıdır.
K. Maraş'ta başlayan İmam-Hatip öğrenimini 1969 yılında tamamlayarak Konya İmam Hatip Lisesinden mezun oldu. Güzel Sanatlar Akademisine girmek için resim dersleri alan Dilipak, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arap ve Fars Filolojisi bölümüne girdi. Burada 2 sene okumasının ardından İstanbul Ticari İlimler Akademisi Gazetecilik Halkla İlişkiler Yüksek Okulundan 1980 yılında mezun oldu.
Çalışma ve Yazı Hayatı
1961 yılında, katıldığı bir kompozisyon yarışmasında dereceye girdi ve mahalli gazetede yazıları yayınlandı.. 1963 yılında Yeni İstanbul gazetesi, gençlik sayfasında ilk yazısı çıktı. 1964 yılında kısa süreli Düziçi'nde Kasırga isimli bir kartela gazete çıkarttı. Aynı yıl Semazen’lik yaptı. 1968'de judo antrenörü oldu. 1969'da, DSİ 6. Bölge Müdürlüğünde Arazi Elektirifikasyonu Kontrolörü olarak çalışma hayatına başladı. 12 Mart 1971 darbesi ile, Afyonda MNP Gençlik Teşkilatını kurdu ve burada yayınladığı bir bildiri sebebi ile, Milli Nizam Davasında mahkum oldu ve Yargıtay sürecinde İstanbul’a gitti. 1974 affı ile cezaevine girmekten kurtuldu.
1972'de Fetih Yayınevi'ni ve Her-Tür Yayın Dağıtım Şirketi'ni kurdu, 1973'te Yeni Sanat Dergisi Yayın Kurulunda yer aldı. Aynı yıl MTTB Sinema Kulübü üyesi oldu. Ardından, Burak Film Kurucu Ortakları arasında yer aldı ve milli sinema tartışmalarına katıldı. 1977'de Adım Dergisi Genel Yayın Müdürü, 1988-1990'da Dış Politika Dergisi Yayın Yönetmeni, 1972-1993'te Milli Gazete yazarı, 1978-93'te Hicret Dergisi Genel Yayın Müdürü, Seriyye Dergisi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü, 1994'te Cıngar mizah dergisinde yazar. 1993'ten itibaren Akit gazetesi, 1990'dan itibaren haftalık Cuma dergisinde yazar, 1996-1997'de Haftalık Selam gazetesi, 1996'da günlük Yeni Şafak gazetesi, aylık Görüş (Almanya), aylık Pir dergisi veGazete gazetesinde yazarlık yaptı.
Halen Yeni Akit gazetesinde yazarlık, Akit Tv’de Tv programı ve Sebilürreşad dergisinde yazarlık yapmaktadır. Asiye Dilipak ile evli ve Ahsen Büşra Dilipak, Ahmet Taha Dilipak, Ali Osman Dilipak, Fatıma Zehra Dilipak adlarında 4 çocuk babasıdır.
Dilipak, söz ve yazılarından dolayı bu güne kadar 500 yıldan daha fazla mahkûmiyet talebi ile yargılandı ve hiç mahkûm olmadı. 28 Şubat döneminde bir günde 5 defa, haftada 5 gün mahkemeye çıktığı oldu. Asliye Ceza, Sulh Ceza, Ağır Ceza, DGM ve Askeri Ceza Mahkemelerinde yargılandı.
Uzun yıllar İslamcı
dergi ve gazetlerde aktüel ve düşünce yazıları yayımlayan, aynı doğrultuda
kitapları olan Dilipak, çeşitli insan hakları aktivitlerine katıldı. Karşıt
görüşleri savunan Şanar Yurdatapan’la “Kırmızı ile
Yeşil - Yeşil ile Kırmızı”,
“Kırmızı-Yeşil Anılar”, “Ortak Payda
Kırmızı-Yeşil Denemeler “adlarıyla ortak kitaplar çıkararak,
aydınlar arasında diyaloğun kurulmasına öncülük etti.
Abdurrahman
Dilipak, 1 Eylül 2022 günü yayımladığı ŞİMDİ VEDA VAKTİDİR başlıklı
yazısıyla Yeni Akit gazetesindeki 30 yıl
süren köşe yazarlığını noktalamıştır.
“Kırmızı ile Yeşil - Yeşil ile Kırmızı” kitabının
önsözünde şu görüş paylaşılıyordu:
“- Görüşlerinin hiçbirine katılımıyorum.
- Ben de senin!
- Ama bunları açıklama özgürlüğünü savunmak için her zaman
yanında olacağım.
- Ben de senin!”
Ödülleri:
Gazeteciler ve
Yazarlar Vakfı Hoşgörü Ödülü (1996), Kombassan Hoşgörü Ödülü (1997), Human
Right Watch Hellman Hammlett Uluslararası İnsan Hakları Ödülü (1998).
Üyelikleri:
Düziçi Milliyetçi
Gençler Derneği (Kurucu Üye), Mazlum-Der İnsan Hakları Ve Mazlumlar İçin
Dayanışma Derneği, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Basın Konseyi, Dış Basın
Derneği, Kudüs Derneği (Kurucu Üye), Türkiye Engelliler Vakfı (İkinci
Başkanlık), Acıbadem Faikbey Camii (Yönetim Kurulu Üyesi),İslami Çevre Hareketi
Maltepe Çevre Kültürü Grubu, İHH İnsani Yardım Vakfı / Rabia Platformu, Başbakanlık
İnsan Hakları Danışma Meclisi Üyesi.
Danışmanlıkları
ve Yönetim Kurulu Üyelikleri:
MSP Genel Merkezi
(Danışmanlık)
MTTB Sinema
Kulübü / Akın Grub Üyesi, Milli Haber Ajansı (Genel Müdürlük), Panel Dergisi
(Yayın Yönetmeni), Yeni Zemin Dergisi (Yayın Kurulu Üyeliği), İnsan Hakları ve
Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (Genel Başkan Yardımcılığı), Kudüs ve Filistin
Halkıyla Dayanışma Derneği (Kurucu Üyelik), Risale, Emre, Esra, İşaret, İnkılab,
Beyan, Kayıt yayınevleri (Yayın Danışmanlığı).
Sözcülükleri:
Rabia Platformu
Sözcüsü, Savaşa ve İşgale Hayır Platformu sözcüsü, Mavi Marmara sözcüsü, Akil
Adamlar Heyeti Üyesi /Doğu Anadolu, Düşünce Suçuna Karşı Girişim Üyesi, Yeşil-Kırmızı
Diyaloğu, Kudüs Platformu Sözcüsü, Ulustan Ümmete Platformu Üyesi.
Tv Programları:
Ateşten Gömlek
(Kanal 7, 1993-94), Haber Yorum (Kanal D, 1994-95), 2x2 (Kanal 6 - Haber ve
tartışma programı, 1994), Analiz (Kanal 6 - Haber ve tartışma programı, 1994), Beyin
Fırtınası (Haber Tartışma Programı, Kanal 6 - 1995-96), Tartışa Tartışa (Haber
programı, NTV, 1995-97), Siyaset Gündemi (Akit Tv), Derin Gerçekler (Akit Tv).
ESERLERİ:
Deneme-İnceleme: Orta Afrika
Dosyası (1985), Terörizm, Terörist Kim? (1986, Farsça, Bismi Terör?, Muavenetül Ferhengi,
1988), Türkiye Nereye Gidiyor (1987), Bir
Başka Açıdan Kadın (1987), Bir Başka Açıdan Kemalizm (2 cilt 1988), Savaş
Barış İktidar (1988), Evet Vahdet
Ama Nasıl (1988), Körfez Savaşı (1988), İnönü Dönemi (1989), Gizli
CIA Belgeleri (1989), Bu Din Benim Dinim Değil (1990), Laik
Demokratik Cumhuriyet İlkelerine Bağlı Kalacağıma (3. bas 1990), İslâm Cemaatine Doğru (1990), İhtilaller
Dönemi (1991), Laisizm (1991), Yaşasın Şeriat (1992), Sorular
Sorunlar ve Cevaplar (1992), Cumhuriyetin Şeref Kitabı (1993), Anayasa ve Demokrasi (1997),
Beyin Fırtınası: Demokrasi ve
Batılılaşma (1997), Yağmalanan Ülke Türkiye,
Cumhuriyete Giden Yol 1919-1923, Uzakdoğu’ da Bir Filistin: Moro, Çocuğumuza Ne
İsim Verelim, Rıza Nur’un Hayat ve Hatıratı (Yay. haz. 3 cilt), Kırmızı
ile Yeşil - Yeşil ile Kırmızı (Şanar Yurdatapan ile, 2002), Kırmızı-Yeşil
Anılar (Şanar Yurdatapan ile, 2003), Ortak Payda Kırmızı-Yeşil
Denemeler (Şanar Yurdatapan ile, 2004), Din Adına Siyaset (Hulusi
Şentürk ile, 2006), Menderes Dönemi, Sorular, Sorunlar ve Cevaplar,
Laiklik Teokrasi Bizantinizm, Niçin Şeriata Karşılar, Karşıtlar Yanyana,
Opposities: Side by side (George Braziller-USA, by Sanar Yurdatapan,
Author, Editor; Abdurrahman Dilipak, Author, Editor; Isfendiyar Eralp, Author;
Aaron Aji, Author), CIA Belgelerinde
Türkiye (Notlandıran), İnsanlığın
Tarihi, Şişli Terakki Davaları, İslamiyet ve Barış Tartışması, Derviş Nikalaus (Belgesel, Metin editörü,
Digiturk), Çanakkale Geçildi, Ansiklopedik
İsim Sözlüğü (Ortak çalışma, Asiye Dilipak ve Nevin Meriç ile).
Mizah: Anya Manya
Kumpanya (1988), Dam Üstüne Saksağan (1993).
Çocuk Kitabı: Mehtike
(1982, Almancaya tercüme, Şehnaz Günaçtı, 1993),
Arayış (1982), Yaşamak Güzel Şey (1982), Filistin’de Bir Çocuk
(1982), Coğrafi Keşiflerin İçyüzü (1983), İslâm Savaşçıları (1983),
Gündoğarken (1983), Kıp Kıp (1985), Güneyin Gelini (1985,
1990), İslamın Şartı (1990), Çamaşırcının Kızı
(1986), Sevgi Yolu (1990), Arayış
(1990).
Yayına
Hazırladıkları: Havf Fıkhı, Gençlerle Yarınları Düşünmek, Dine Göre
Kıyamet, Namazın Kozmografyası, Mikro Çenko (Bilim kurgu roman), Dünyanın
Kalbine Yolculuk, Caminin Manevi Mimarisi, Dünyanın Sıfır Noktası (Belgesel
kitap).
KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye
Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) -
Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi
(2006, 2009) - Ünlü Fikir ve Kültür Adamları
(Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Fomous
People (2013), Cem Erciyes / Yeşil ile Kırmızı (Radikal Kitap, 15.10.2002), Arzu Akbaş / İslamcı ressam kapış
kapış (Hürriyet, 7 Mayıs 2001), Şanar Yurdatapan
-Abdurrahman Dilipak / Kırmızı-Yeşil (Kitap Rehberi, Kasım 2002), Bilgi teyidi
(Haziran 2017),
Daha
önce de yazdım, bu iktidar belediye üzerinden geldi, belediyelerle gidebilir.
Şu
alçak, hain, lanet olası rüşvetçilerden yakanızı bir an önce kurtarın nasıl
kurtaracaksanız. Bunlar herkesi haraca bağlıyor. İhalelere hile
karıştırıyorlar, imar işlerinde bu işler çok fazla. İli, ilçesi yok.
Bu
işe vakfı, camiyi de karıştırıyorlar. Cami avlusunda rüşvet pazarlığı yapıyor
bu ahlaksızlar.
Açık
söylüyorum, bunları ihbar edelim. Direnelim, teslim olmayalım.
İhale
şartnamesini adrese teslim hazırlıyorlar. Yine kazanacak olursanız ihaleyi
iptal ediyor.. Rakamları o kadar şişiriyorlar ki, normal bir teklif zaten çok
düşük diye eleniyor. Araya başka naylon şirketleri sokuyorlar.
Minareyi
çalan kılıfını hazırlamış. İhaleyi almak için KİK, İdare Mahkemesi, kim
uğraşacak. İdareyle inatlaşmayalım diyor birileri.. İhaleyi alsan ne olacak, bu
defa bir eksiklik bulup ödemeyecek.
Bu
işi yapanların adı, Ahmet, Mehmet, Ali, Hasan, Hüseyin! Namaz da kılıyorlar,
hacca da gidiyorlar.
“Vay
o namaz kılanların haline ki”, diye “din günü”nü hatırlatmak gerek bu adamlara!
Müslümanların
yüz karası bu adamlar.
Hani
o “Şeytan sizi Allah’la aldatmasın” diye bir ayet var ya, bunlar da cami ile
vakıfla aldatıyorlar!
O
kadar arsız ve yüzsüzler ki, “nasıl yaparsınız bunu” derseniz, biz
milletvekilinin oğlundan da aldık” diyorlar.
Rüşveti
alan da, haksız bir kazanç için rüşvet teklif eden de mel’undur.
Bu
bir memleket meselesi haline geldi. O haram lokma sadece yiyeni ve ailesinin
dünya ve ahiretini mahvetmiyor, ahiretini de mahvediyor. Bir de memleket elden
gidiyor bu aşağılık heriflerin yüzünden..
Elbette
namuslu siyasetçiler ve bürokratlar da var. Ama öte yandan bu hainler de var.
Bunlara dokunmayınca, bunlar daha da şirretleşiyor, mafyalaşıyor, milleti haraca bağlamaya kalkıyorlar..
Bakın
paralel devlet böyle oluşuyor.
Savcıları,
Emniyeti, İstihbaratı göreve çağırmak gerek.
Seçim yaşlaştıkça bu işler daha da artıyor. Biri yapınca öteki de
yapıyor, çeteleşiyor.. Bu kötü gidişe bir dur demek gerek.
Öyle
kötü örnekler var ki, 3 kuruşluk işi 10 kuruşa yapıyorlar, aradaki farkı
paylaşıyorlar. Siyasetçi, bürokrat, işadamı herkes bu şeytani halkaya
katılıyor.
CHP’liler
yer yapmaz takımından. Dalan sonrası yer-yapar takımı çıktı. Bir de ne yer ne
yapar tipler var. Bir başkası yemez, yedirir, yapar gibi yapar yapmaz. Bize
yemez yapar adam lazım.
Şunu
itiraf edelim, halkın belli kesimi yer-yapar tipleri seviyor. Haksız kazanç
elde edecek, ötekine de payını verecek. Hayır, herkes hakkına razı olacak.
Bir
yolsuzluk, rüşvet olayı karşısında partiyi uyaralım, gerekirse yargıya gidelim.
Kavga gürültü yok. Ama bu alçaklara pabuç bırakmayalım. Bunlar yarın devleti de
satarlar, kendilerine makam ve servet vadedenlere memleketi de satarlar.
FETÖ’den, PKK’dan ne farkı var bunların.
Siyasi
partiler bilmiyor mu şehirlerinde dönen dolapları. Bilmiyorlarsa niye orada
oturuyorlar, biliyorsa niye susuyorlar. Dilsiz şeytan olmaktan ne farkı var
bunun..
Kol
kırılıp yen içinde kalınca, o kollar kangren oluyor, o kollar çolak oluyor.
Şeytan
aslında bu şekilde hem o rüşvetçileri düşürüyor tuzağına, hem de onlar
üzerinden ahaliye zulmediyor. Onlar da şeytanın tetikçiliğini üslenmiş birer
haramzadeye dönüşüyor.
Ne
demişler: Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste. Haksız kazançlar, o kazanç
sahiplerine hayır getirmez. Allah belalarını verir, hastane kapısında mı
sürünürler, ailesinden mi çıkar acısı bilmem ama, aldıkları bedduanın bu
dünyada olmasa da ahirette ağır bir bedeli olur..
Bunu
o rüşvetçilere söylüyorum. O rezil, aşağılık adamlara. Küçük menfaatleri uğruna
davalarını satan, partilerini, ülkesini ve milletini zora sokan hainlere Allah
ve resulü lanet etmektedir.
Allah
(cc), bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Aranızda birbirinizin mallarını haksız
yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile, günaha girerek
yemek için onları yetkililere (rüşvet olarak) vermeyin.” Peygamberim
aleyhissalatu vesselam da, “Rüşveti alan da, veren de cehennemdedir”
buyurmaktadır. Yine başka bir hadis-i şerifte de, her zaman insanların
affedilmesi için dua eden Yüce Peygamberimizin rüşvetin toplumda meydana
getirdiği büyük hasar sebebiyle, rüşvet alanı ve rüşvet vereni ve bu ikisi
arasında aracılık yapanı lanetlemektedir.
Sadece
FETÖ ve PKK ile mücadele yetmez. AK Parti bugün iktidar partisidir. AK
Partililer partilerine sahip çıksınlar. Bu pislikleri partilerinden
uzaklaştırsınlar, meydanı bu hainlere ve zalimlere bırakmasınlar.
Bu
işi yapanların yaptıkları yanlarına kâr kalmamalı. Duruma göre, gerekiyorsa
hapse girmeli. Bunların görevden uzaklaştırılmaları yetmez. Bu suçları tespit
edenlerin geçmişten bugüne haksız olarak edindikleri malları da tıpkı
FETÖ’cülerin mallarına el konmalı ki, alemi ibret bir ceza olsun ve başkaları
bir daha bu işe cür’et ve cesaret edemesinler. Başkalarının üzerindeki mal
varlıklarını da araştırmalı. Bu işi yaparken kimlerle bu haltı yedikleri ortaya
çıkartılıp, münferiden ve müştereken cezalandırılmalı.
Tekrar
söylüyorum, AK Parti bu konuda daha kirli değil. Bu iktidar döneminde çok daha
fazla hizmet yapılıyor. Refah katsayısı yükseldi. En gelişmiş 20 ülke arasında
yer alan bir Türkiye’den söz ediyoruz. Böyle olunca bu işler daha görünür
oluyor. Tabi, bu arada daha transparan bir Türkiye var. Siyasi anlamda, hukuk anlamında
da daha gelişmiş bir Türkiye söz konusu. Teknolojinin, sosyal medyanın bu
konudaki etkisini de hesaba katmak gerek. Bazen bazı konuların abartılma ve
negatif bir propaganda malzemesi olabileceğini de bir kenara not edelim. Öte
yandan; dini hassasiyeti yüksek bir iktidar döneminde bunların oluyor olması da
ayrı bir konu.
Allah’ım,
zalimlere fırsat verme, bu zalimler topluluğuna, ihanet çetelerine karşı bize
güç ve kuvvet ver. Bizim ellerimizle zalimleri cezalandır ve mazlumlara yardım
et. Yaptığı yanlışlardan vazgeçecek olanların, pişmanlıkla tevbe edecek
olanların günahlarını ört ve onları bağışla. Görevini hakkıyla yapan
kardeşlerimizi koru ve onlara sabır ver, onları iki dünyada da onurlandır. Bizi
nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Selam ve dua ile.
KAYNAK:
Abduurahman Dilipak / Rüşvetçilerden Nasıl Kurtulacağız? (yeniakit.com.tr,
05.08.2017).
27
Mayıs’ta Diyarbekir’de Çınar ilçesinde idim. İftar öncesi Diyarbekir’in
fethinin 1380. yıldönümünü kutladık. Diyarbekir, eski adı ile Amed, miladi 27
Mayıs 639 yılında fethedildi. Bu fethin 1380. yılındayız ve bu fethin komutanı
İyaz b. Ganm idi. 1071 Anadolu’nun fethinin, Malazgirt’in 948. yılı.
İstanbul’un 29 Mayıs 1453’deki fethinin 566. yılındayız. Anadolu’da
Müslümanların 3 fethi var. İlki, Hz. Ömer’in emri ile İyaz b. Ganm
komutasındaki Diyarbekir, 2’ncisi Alparslan’ın önderliğindeki Malazgirt ve
3’üncüsü Fatih’in önderliğindeki İstanbul. Allah hepsinden razı olsun.
Bir
yandan çağ açıp, çağ kapattık diyoruz, bir yandan 3 fethin yaşandığı bir
coğrafyada genç nesiller fethin ne olduğunu, ne anlama geldiğini bile bilmiyor.
Bu toprağın tarihinden bile haberdar değiliz. İşin daha da vahim yanı, sadece
fetih şuuruna, idrakine düşman olanlar değil, fethi sahiplenenler,
savunduklarını zannedenler de bu idrake sahip değiller. Sahih bir bilgiye sahip
olmayınca, sahiplendikleri tarih değil, efsaneleştirilen mefahirden başka bir
şey değildir.
Sadece
cahili değil, okumuşu, ya da yöneticisi ya da yönetime aday kadroların hali de
bir felaket.
Seven
niye sevdiğini, düşmanlık eden niye düşmanlık ettiğinin farkında değil. Sadece
dostlarını bilmiyor değiller. Düşmanlıkları da gerçeklerle temellendirilmiş bir
düşmanlık değil.
Mesela
bizimkiler, fetih diyince hep, silah, ordular, savaş akla geliyor. Öyle anlatıyorlar.
Akıllara gelen “Mekke’nin fethi”, ya da Hz. Ömer zamanındaki “Kudüs’ün fethi”
değil. Hiç kan dökmeden, ordular hareket etmeden, silah kullanmadan da
gerçekleştirilebilir. İslam tarihinin en büyük iki fethi bu şekilde
gerçekleştirilmiştir. Biri Hz. Peygamberin önderliğindeki, ilk kıblemizin
kapılarının Müslümanlara açıldığı Mekke’nin fethi, ötekisi Hz. Ömer’in
önderliğinde ilk kıblemiz olan Kudüs’ün fethi!
Devlet,
İstanbul’un fethini ve Malazgirt’i sahipleniyor da, aslında Anadolu’nun
fethindeki ilk kapı olan Diyarbekir’in fethi konusunda neden bu kadar ilgisiz.
Anadolu’nun yurt edinmesinde, uygarlık sacayağının tepesinde Diyarbekir vardır.
Anadolu’nun fethinin emrini veren kişi Hz. Ömer’dir.
Eyüp
Sultan Hazretleri’nin vefatının 1450 yılındayız. 4 Mayıs 672’de vefat etti.
Yani Diyarbekir’in 639’daki fethinden 33 sene sonradır, Eba Eyyüb el Ensari’nin
İstanbul’a gelişi..
Diyarbakır’ın
fethi Anadolu’nun fethine açılan ilk kapıdır. Diyarbakır, Anadolu’nun
İslamlaşma kapısıdır, onun için Amed’in fethini kutlarken bunu bir şehrin fethi
gibi düşünmeyin. Amed’in fethi çok daha fazlasıdır.
Kerbela
1 Ekim 680’de oldu. Eba Eyyüb el Ensari’nin vefatından 8 yıl, Amed’in fethinden
41 yıl sonra.. Kerbela’dan canını kurtaran sahabeler, 639’da Amed’i fetheden
sahabelerin misafirleri oldular. Ve onların açtığı yoldan Anadolu’nun manevi
fethi gerçekleşti. Anadolu İslamlaştı.
Bugün
“Tek Vatan”an söz ediyoruz da, bu toprağın çocukları “Vatan”, “Yurt”,
“Memleket”, “Ülke” ne demek bunların anlamını, farkını bile bilmezler. Mesela
“Vatan yapmak” bir fiil olarak kullanılır, ne anlama gelir kim bilir ki! O
zaman işte birileri gelir, “Selahaddin’in çocukları”nı “Haçlı ordusuna asker”
yapmak için plan yapar. Sonra da birbirimize gireriz. CHP ilk günden bugüne
hangi davanın davacısı idi. PKK, HDP, neyin nesi idi. Daha ötesi, sağ-sol
dedikleriniz soğuk savaşta kimin tetikçisi olmuşlardı. Aynı ülkenin çocuklarını
birbirine kırdırdılar ve hâlâ kırdırmaya devam ediyorlar.
Önce
din, ahlakımızı kaybettik. Sonra da tarih idrakini! İşte gelinen nokta burası.
Amed’in
fethi sadece Anadolu’nun fethi de değil, İslam’ın Balkanlar’a, Kafkaslara
açılan kapısıdır. Bugünkü Azerbaycan, Tacikistan, Kazakistan, Türkmenistan ve
Özbekistan hepsi bu kutlu önderlerin ayak izlerinde yürüdüler.
Asıl
fetih kılıç ile değil ilim ile gerçekleşti. Hazreti Ömer döneminde buraya ilk
gelen sahabeler kılıçlarını kuşanıp, kafir kellesi kesmeye gelmediler, hak dini
tebliğ edip kardeş olmaya geldiler. Buna engel olmak için karşılarına çıkan
halk değildi, Bizans’ın askerleri idi. İlk gelen sahabeler cehennem çukurunun
kenarındaki insanları cehenneme odun yapmak için değil, cehennem ateşinin
kenarından tutup onları cennete kazanmak için geldiler. Asıl fetih, büyük
fetih, insanı dirilten fetih budur.
Biz
bugün şehidlerin arkasından matem tutuyoruz. Şehidlik bizim inancımızda
ölümsüzlüktür. Ama halimiz meydanda. Amed batının doğusu, doğunun da
batısındaki yerdir. Tarihin kavşak noktalarından biridir. Doğu ile batının
buluştuğu yerdir.. Zerzavan kalesi, Batının en uç noktası idi.
Bugün
başınıza gelen felaketlerin asıl sebebi bu hakikatleri anlamada ve Müslümanca
çözüm üretmedeki karşılaştığımız zorluklardır.
Zerzevan’ı
kim biliyor. Göbeklitepe’yi herkes duydu. Urfa’da iki düzine Göbeklitepe var
daha keşfedilmeyi bekleyen!. Göbekli tepenin 25 km doğusunda Hz. Adem’in
yaşadığı köy var; Edene köyü (Kadim Adn köyü). Kim biliyor. Zerzevan’ı da
yakında duyacaksınız, çünkü Güneş Tanrısı Mithras mabedi bulundu. Mithrasçılar
da İlluminati’nin ilham kaynağı olan bir topluluk. 7’li sistemin Bahome’ye ait
gizemi burada gizliymiş. Zerzevan kazısını yöneten Doç. Dr. Aytaç Coşkun’u
ziyaret ettim, epey konuştuk. Mabed’deki sigıllar ilginç. Güneş, ateş, ışık,
savaş, adalet ve inancın simgesi olan semboller var. Mithras bunu temsil ediyor
aslında. “Adalet” dedikse Mithras’ın adaleti tabii.
Orada
kozmik bir enerji alanından söz ediliyor. Mithras inancı, Satanizm, Mecusilik
ve Ezdi’likle de ilgili Güneş, Ateş, Şeytanla ilgili seremonilerin yapıldığı,
ritüellerin uygulandığı bir mekan. Boğa kanı içilerek yapılan bir ayinleri var.
Burada Pers de var, Batı Roma da Mezopotamya da var, Kuzey etkisi de. Tabii o
zamanki Diyarbakır bugünkü Urfa ve Mardin’i içine alan bir coğrafya.
MÖ
3000’lerde Asur’lar yaşamış. 605’de Nebukadnezar mabedi yıkınca, kıyamet
alametlerinden birinin ilgili olduğu Süleyman mabedindeki kutsal emanet
sandığını kaçıran tapınağın muhafızlarının sandığı bu kalenin olduğu yere
getirdiği iddiaları da var, ama ne kadar ciddiye alınması gerek bilmiyorum.
Anadolu’nun
yeniden fethi ve keşfi gerekiyor. Hz. Adem’den beri meskun olan bir coğrafyada
yaşıyoruz. Hz. Nuh da buradaydı. Hz. İbrahim de. Geriye ne kaldı ki.
Anadolu’nun tarihi yazılmadan insanlığın tarihi yazılamaz. Ama bizde tarih
seçmeli ders. Bizde Bizans konusunda doğru düzgün bir araştırma merkezi bile
yok. Roma’yı da bilmiyoruz, Helen’i de, bilmediğimizi de bilmiyoruz. Urfa’daki
Arkeoloji müzesi hangi aklın eseri bilinmez. Viranşehir Eyyüb Nebi’deki
utancımız fethin idrakindeki geriliğimizin bir ifadesi olarak orada durup
duruyor. Aya Yorgo, Aya Sotri, Aya Ayani’yi bilen var mı? Ya da orası neden
Saman Dağı (Eski Simon Dağı). Niye Musa dağı değil. “Ahir dağı”, nasıl AHIR
dağı oldu. Gavur dağını, kim “Nur dağı” yaptı. Niçin, nasıl! Gavur gölü
unutuldu gitti. Oradaki “Gavur” tanımı nereden geliyordu. Santa Claus’u seven
niye sevdiğini kızan niye kızdığını bilmiyor. Hani “Şehre iki adam gelmişti,
bir de 3’ncüsü vardı” “bir adam dağdan koşarak şehre inmişti” Kur’an
coğrafyasından söz ediyorum. Şehir olarak nereden söz ediyorum, kimdi onlar!
Neyse
Cumhurbaşkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK, Kültür Bakanlığı ve Gençlik Spor
Bakanlığı yetkilerine saygı ile arz edilir. Selâm ve dua ile.
KAYNAK:
Abdurrahman Dilipak / Doğunun batısı, batının doğusu (yeniakit.com.tr, 23
Haziran 2019).
ŞİMDİ VEDA
VAKTİDİR
ABDURRAHMAN
DİLİPAK
Kader,
Rızık ve Ecel.. İşte geldik gidiyoruz.
30
yıl önce idi. Bir sabah Mustafa beyden aldığım telefonla akit’e gelmiştim..
30
yıl sonra, Akit Tv’deki Bülent Deniz’le birlikte sunduğumuz “Derin Gerçekler”
programının benim eleştirilerime izleyicilerden olumsuz tepkiler geldiği ve
yanlış anlamalara sebeb olduğu gerekçesi
ile bu şartlarda televizyonda haftada
bir yayınlanan programın devam etmesinin mümkün olmadığı haberinin verildiği
bir telefon sonucu akittv’den ayrılıyorum..
Gazetede
yazıların devam etmesi konusunda da, aynı görüş, uslub ve ifadelerin yazımda da
olduğu bunun aynı şekilde sorun oluşturabileceği için ve kalemle ekran arasında
benim açımdan bir fark olmadığından, gazetenin bu yönde bir talebi olmadığı
halde, kendim, yazılarımı sonlandırma kararı aldım.
73’de
Milli Gazete, 93 Akit Media, dünden bugüne 20+30 yıl = yarım asırlık bir
serüven...
Ayaktayım
ve yürümeye devam ediyorum. Kulağı olanlara söyleyecek sözlerim var daha. Sözü
olanlara verecek kulağım var. Hak namına halk için ne yapabileceksem
buralardayım. Dünya iki kapılı bir handır.. Ben zaten ömrümün son baharında bir
faniyim. Dileğim Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmaktır.. Dolu dolu
bir hayat yaşadım. Yaşadığım zamanın şahidi oldum. elhamdülillah. Hak yolunda
birlikte olduğum kardeşlerimden Allah razı olsun.
Hakkın
ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olmaya çalıştım.
Ben Rabbimden razıyım, yeter ki Rabbim benden razı olsun.
Bugüne
kadar Akit Medya grubunda birlikte çalıştığım kardeşlerim, yazar arkadaşlarım
ve siz okurlarımdan helallik diliyorum. Sürç-i lisan ettimse affola. Kime
haksız bir şekilde, zerre-i miktar zarar verdimse, Allah’tan bağışlanma ve o
kişilerden özür diliyorum. Ben abd-i aciz bir kulum ve kusursuz insan da olmaz,
biliyorum.
Allah
bizleri rızasının tecellisinin vesilesi kılsın. Bizlerin eli ile zalimleri
cezalandırsın ve mazlumlara yardım etsin.(Amin)
Allaha
ısmarladık. Selam ve dua ile.
KAYNAK:
Abdurrahman Dilipak / Şimdi veda vaktidir (yeniakit.com.tr, 01 Eylül 2022).