İlk Çocuk Müslüman, Müslümanların 4. Halifesi (D. 600, Mekke / Arabistan – Ö. 661, Kufe / Irak). Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in damadı ve amcası oğlu, Müslümanların dördüncü halifesi ve sahabelerin büyüklerinden olan Hz. Ali, 600 yılında Mekke’de doğdu. 661 yılında Kufe’de şehid edildi. Allah’ın takdirine gösterdiği tam rızadan dolayı kendisine “Mürteza”, çok cesur olmasından dolayı “Kerrar” ve “Allah’ın aslanı” lakapları verilmiştir. Resulullah da Hz. Ali’ye iltifat olarak “Ebu Turab” (Toprağın Babası) demişti. Cennetle müjdelenen on kişiden biri, çocuklardan ilk Müslüman ve Ehl-i Beyt’in birincisidir. Hz. Ali, alimliği ve mücahidliği kişiliğinde en mükemmel biçimde birleştiren büyük bir örnek şahsiyettir.
Doğduğunda annesi kendisine Esed
ve Haydar, babası ise Haydar adını koymuştu. Peygamberimiz, isminin Ali
olmasını istemiş ve böylece adını Ali olarak değişmiştir.
Geniş omuzlu ve pazuları çok
kuvvetliydi. Hızlı yürürdü, hareketlerinde çevikti. Güler yüzlü, sıcak kanlı,
tavırları cana yakındı. Fazlaca öfkelenip kendisini kaybetmezdi. Nazik ve kibar
davranır, zaman zaman şaka yapmaktan hoşlanırdı.
Resulullah’ın Terbiyesinde
Hz. Ali’nin babası ve Peygamber
Efendimizin amcası Ebu Talib’in ailesi kalabalık ve geliri azdı. Bu nedenle
geçim sıkıntısı çekiyordu. O sıralarda Mekke’de kıtlık baş gösterince Hz.
Peygamber, diğer amcası Abbas’a şu teklifte bulundu: “Ey amca, kardeşinin çoluk
çocuğu çok olmakla masrafı da çoktur. Geliri ise azdır. Ona yardımcı olalım,
aile geçimindeki yükünü hafifletelim. Her birimiz bir oğlunu yanımıza alalım.”
Bu teklifi Ebu Talib’de kabul edince, Hz. Ali, beş yaşından itibaren
Peygamberimizin yanında yaşamaya başladı, Resulullah’ın örnek ahlâkı ve
terbiyesiyle yetişti, Peygamberimizden başka hiç kimsenin öğrenemeyeceği kadar
çok değerli bilgiler öğrendi.
Müslüman Oluşu
Henüz on yaşında iken bir gün,
Resulullah (S.A.V) ile Hz. Hatice’nin birlikte namaz kıldığını gördü. Böyle bir
şeye ilk defa rastlıyordu. Namazdan sonra, “Bu nedir?” diye sordu. Peygamber
Efendimiz:
-“Bu yüce Allah’ın dinidir. Seni
bu dine davet ederim. Yüce Allah birdir, ortağı yoktur. Lat ve Uzza putlarını
terk etmeni beklerim.” Cevabını verdi.
Hz. Ali durumu babasına aktarmak
ve görüşünü almak için evden çıktı ama, hemen geri döndü ve şöyle dedi:
-“Allah beni yaratırken babama sormadı. Şimdi, O’nun dinini kabul etmek
için mi ben babama danışacağım ? Şehadet
ederim ki başka hiçbir tanrı yoktur, yalnızca Allah vardır; sen de O’nun
elçisisin.”
Hz. Ali, Müslüman olduktan sonra
da Peygamberimizin yanından ayrılmadı, Hz. Hatice ve Ebu Talib ile birlikte
onun büyük yardımcısı oldu. Medine’ye hicrete kadar, Resulullah’ın İslam’ı
Kureyş halkına tebliği sırasında Hz. Ali hep onunla birlikteydi, bu amaçla
düzenlenen toplantılara birlikte katılırlardı.
Hz. Ali ile Hz. Ebu Zer bu
yıllarda tanıştı. Ebu Zer, Mekke’ye yakın bir köyde oturuyordu. Kardeşini zaman
zaman Mekke’ye gönderir ve olan biteni ondan öğrenirdi. Bir gün kardeşi ona,
Mekke’de bir kişinin çıkıp insanları putları bırakmaya ve bir olan Allah’ a
itaat etmeye çağırdığını buyurdu. Bunun üzerine Ebu Zer kalkıp Mekke’ye gitti.
İlk gün sırrını kimseye açmadı ve Kâbe avlusunda yattı. İkinci gün de aynı
şekilde geçti. Üçüncü gün bir delikanlı gelip onu bir eve götürdü. Durumunu
sordu, o da anlattı. Bunun üzerine Ebu Zer, Hz. Peygamber (S.A.V)’in huzuruna
varıp İslam’ı kabul etti. Kendisine dinini açıklamaması tavsiye edildiği halde
Müslüman olduğunu bütün şehir halkına duyurdu. Müşriklerde öfkelenerek onu
bayıltıncaya kadar dövdüler. Bir gün sonra yine halkın en kalabalık olduğu
yerde Müslüman olduğunu haykırdı. Yine
dayak yedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (S.A.V) kendisine “Şimdi
kabilenin yanına dön, seni çağırdığımızda gelirsin” buyurdu. Ebu Zer’in
Kâbe’nin yanında tanıştığı ve onu peygamber’e götüren genç adam Ebu Talib oğlu
Ali’ydi.
Peygamberliğinin ilk günlerinde
Resulullah (S.A.V) büyük güçlüklerle karşılaşıyordu. Yanında Hz. Ali olduğu
halde, zaman zaman Mekke’nin dışına çıkıyor ve gizlice namaz kılıyordu. O
zamanlar namaz, henüz bütün Müslümanlara emredilmemişti. Peygamberimiz namaz kılarken sık sık müşriklerin saldırısına
uğrar, onun yardımına ise Hz. Ebubekir veya Hz. Ali veya Hz. Hazma koşardı. Hz.
Ali, müşriklerin Müslümanlara ekonomik baskı uyguladığı yıllarda da sürekli
Peygamberimizin hizmetindeydi.
Müşriklerin Müslümanlara
uyguladığı ekonomik boykotun bittiği yıl Hz. Ali ve Peygamberimiz
sevinemediler. O yıl Hz. Ali, babası Ebu Talib’i Resulullah (S.A.V) da hanımı
Hz. Hatice’yi toprağa verdi.
Medine’ye Hicret
Mekke’de müşriklerin Müslümanlara
zulüm ve eziyetleri dayanılmaz dereceye varmış, İslam’ın Mekke’de yayılması
güçleşmişti. Bu nedenle Müslümanlar, Hz. Peygamberin izniyle Medine’ye hicrete
başladılar. Hz. Ali, sonuna kadar Peygamberimizin yanında kaldı. Daha önce
Medine’ye gitmeye teşebbüs etmedi. Hz. Peygamber (S.A.V), Medine’ye hicret
kararını verince, Hz. Ali’yi yanına çağırdı. O’na, kendisinin geceleyin
Mekke’den ayrılacağını ve müşriklerin onu öldürmek için kurdukları tuzağı
bozmak üzere yatağında yatmasını, ertesi gün emanetleri sahiplerine dağıtmasını
tembihledi.
Gerçekten de o gece müşrikler
toplanıp Peygamberimizi öldürmeye karar vermişlerdi. Her müşrik kabilesini
temsilen birer kişi toplanıp
Resulullah’ın evine baskın yapıp onu yatakta iken şehit edeceklerdi. Peygamberimiz
bu planı vahiy aracılığıyla öğrendiği için, yatağına Hz. Ali’nin uzanmasını
buyurmuştu. Amaç, müşrikleri yanıltmak ve şaşırtmaktı. Hz. Ali de hayatını
Allah ve Resulü uğruna tehlikeye atmayı kabullenmişti.
Müşrikler sabaha doğru eve baskın
yaptıklarında, karşılarında Hz. Ali’yi görünce şaşkına döndüler. Çok
öfkelendiler ama, çaresiz geri dönüp Peygamberimizi takibe koyuldular.
Resulullah (S.A.V), Hz.
Ebubekir’le Medine’ye doğru yola çıkarken, Hz. Ali’de kendisine verilen
talimatı yerine getirmeye başladı. Peygamberimize emanet edilmiş eşyaları
sahiplerine teslim etti. Peygamberimizin kızları ve geride kalan Müslüman
kadınları yanına alarak, Peygamberimizin ardından Medine’ye doğru yola çıktı.
Ayaklarının altı şişmiş durumda, Kan-ter içinde Kûba denilen yerde Resulullah
ve Hz. Ebubekir’e ulaştı. Oradan, Peygamberimiz ve diğer sahabeler ile birlikte
Medine’ye geldiğinde Mescid-i Nebevi’nin yapımına yardım etti. Bu mescidi
Medine’ li Müslümanlar (Ensar) ile Mekke’ li Müslümanlar (Muhacirler) elbirliği
ile yaptılar. Mescidin çevresinde Hz. Peygamber’in evi ve başka odalar da
yapılmıştır. Hz. Ali de burada, yine Resulullah’ın yanında kalmaya başladı.
Peygamber Efendimiz (S.A.V),
Medine’ye gelir gelmez ilk İslam devletinin kararlarını uygulamaya başladı.
Önce Medine’deki Yahudilerle bir anlaşma imzaladı. Sonra Müslümanların
çoğalması ve güçlenmesi için yapılması gereken faaliyetlere girişti. Bu ilk
dönemde Medine’de meydana gelen çok önemli ve çok güzel bir olay, Mekke’ li ve
Medine’ li Müslümanların ikişer ikişer kardeş ilan edilmesidir. Her muhacir bir
Ensar ile kardeş ilan edilirken, Hz. Peygamber bu vesileyle Hz. Ali’ye olan
sevgisine bir örnek verdi, “Sen benim
dünyada ve ahirette kardeşimsin” diyerek Hz. Ali’yi kendi kardeşi ilan
etti.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in
Medine’ye hicretinden sonra ilk İslam hükümeti kurulmuştu. Müslümanların güçlenip
çoğalmasını Mekke müşrikleri endişe ile izliyorlardı. Bu nedenle Müslümanları
yok etmek için savaş hazırlıklarına başladılar. Bir kervanları Suriye’ye doğru
yola çıkmıştı. Kervanın kazancıyla yeni silahlar alacaklardı. Müslümanlar bunu
haber alınca üç yüz kişilik kuvvetle harekete geçtiler. Müşrikler de buna
karşılık bin kişilik bir ordu gönderdiler. İki ordu Bedir’de kanlı bir savaş
yaptı.
İslam ordusunun bu ilk zaferinde
Hz. Ali büyük kahramanlıklar gösterdi. Aslanlar gibi dövüşerek tek başına yirmi
kadar müşrik öldürdü.
Bedir’de yenilip rezil olan
müşrikler, intikam almak için üç bin kişilik yeni bir orduyla tekrar
saldırdılar. Uhud dağı eteklerinde yapılan savaşta İslam ordusu önceleri çok
üstün durumdaydı. Çünkü Peygamberin söylediklerine uygun hareket etmişlerdi.
Düşman kaçmaya başlamıştı. Ancak okçuların hata ederek Peygamberin emirini
dinlememesi yüzünden Müslümanlar ani bir saldırıya uğradı. Müslümanlar
şaşkınlığa düşünce Peygamberimiz de bir ara yalnız kaldı. O’nu Hz. Ali’yle
birlikte beş-altı Müslüman korudu. Daha sonra İslam ordusu toparlanarak
müşrikleri kovaladı. Kovalama görevi verilenler arasında Hz. Ali de
bulunuyordu. Bu savaşta Hz. Ali ile birlikte düşmanı kovalayanlar Kur’ an’ı
Kerim’de övgüye lâyık bulunmuştur.
Uhud savaşından sonra sıra Beni
Nadir Yahudilerinin cezalandırılmasına gelmişti. Çünkü bu kabile, Uhud
savaşında gizlice müşriklere yardım etmiş ve hatta Peygamberimizi öldürmeye
kalkışmıştı. İslam ordusu Uhud’dan dönünce, Resulullah’ın emriyle, silahlarını
çıkarmadan Beni Nadir Yahudilerini kuşattı. Hz. Ali, Resulullah’ı öldürmeye
kalkışan Gazvel adlı Yahudiyi öldürdü. Kuşatmada bulunan Yahudiler barış
isteyerek Hayber kalesi ve Şam’a göç ettiler.
Bu sırada İranlı Selman Müslüman
olmuştu. Peygamberimiz tarafından sevilip sayılan Selman, aynı zamanda Hz.
Ali’ye yakın dosttu.
Hicretin beşinci yılında Mekke
müşrikleri Medine’ye yeniden ve daha kalabalık bir orduyla saldırdılar. Bu defa
on bin kişilik bir orduyla gelmişlerdi. İranlı Selman’ın önerisiyle Medine’nin
çevresinde hendekler kazıldı. Böylece düşmanın hemen şehre girmesi önlendi.
Müşriklerin bu savaşta en ünlü savaşçısı Abd-i Vüd oğlu Amr idi. Karşılıklı
üçer savaşçının çarpışmasında Hz. Ali, Amr’ı öldürdü. Bu olay müşriklerin
moralini bozdu. Yüce Allah, düşman tarafının üzerine şiddetli fırtınalar
gönderince müşrikler çil yavrusu gibi dağılıp kaçtılar.
Hendek savaşının hemen ardından,
Müslümanlara ihanet etmiş olan Kureyza Yahudilerinin kalesi kuşatıldı. Hz.
Peygamber, İslam sancağını Hz. Ali’ye vererek bu kaleye onu gönderdi. Yahudiler
onbeş yirmi gün sonra teslim olmak zorunda kaldılar. Yahudiler Tevrat’a göre
yargılanmayı kabul ettiler. Tevrat hükümleri gereğince erkekleri öldürüldü,
malları ganimet olarak alındı.
Hz. Peygamber, hicretin altıncı
yılında Mekke’ye giderek Umre yapılacağını bildirdi. Müslümanlar bin dörtyüz
kişilik kuvvet toplayarak, müşriklerle birlikte Müslümanlara karşı savaş
hazırlığına başlayan Hayber Yahudileri üzerine yürüdü. Hayber kalesi, sancağını
Hz. Ali’nin taşıdığı İslam ordusu tarafından fethedildi. Hz. Ali özellikle bu
savaşta bir çok ünlü Yahudi savaşçıyı tek başına öldürerek büyük kahramanlıklar
gösterdi. Müşrikler, Umrenin ancak gelecek yıl yapılmasını kabul ettiler. Hudeybiye’de
yapılan ünlü anlaşmanın kâtipliğini Hz. Ali yaptı.
Hudeybiye antlaşması gereğince
Kureyş müşrikleri ve Müslümanlar birbirleriyle on yıl boyunca savaşmamayı
kararlaştırmıştı. Ancak bu anlaşmayı daha süresi dolmadan müşrikler bozdu ve
İslam ordusu da Medine’den hareket ederek Mekke’yi fethetti
Mekke’yi fethetmek için yola çıkan
İslam ordusunun sancağını da Hz. Ali taşıdı. Mekke’nin fethinden sonra Hz. Ali,
Hevazin kabilesiyle yapılan ünlü Huneyn savaşında, Peygamberimizin yanından hiç
ayrılmadı ve en şiddetli savaşanlar arasında yer aldı. Hz. Ali sadece Tebük
savaşı sırasında Peygamberimizin emri üzerine huzuru sağlamak üzere Medine’de
kalmaya razı oldu.
Hz. Peygamber (S.A.V) hicretin 9
yılında Hz. Ebubekir’i Hac emiri olarak Mekke’ye gönderdi. Hacc zamanı
müşriklere Tevbe suresinin hükümleri bildirilecek, yani müşrikler tevbe etmeye
çağrılacaktı. Daha sonra Hz. Peygamber, Hz. Cebrail’in isteği üzerine Hz.
Ebubekir’in arkasından bu görev için Hz. Ali’yi gönderdi. Hz. Ali de görevini yerine
getirip Medine’ye döndü.
Hicretin 10. yılında Resulullah
(S.AV), Yemenlileri İslam’a davet etmek üzere Hz. Ali’yi Yemen’e gönderdi. Hz.
Ali, bir süre Yemen’de kalıp halka İslamiyeti anlatıp öğretti. Bunun üzerine
Yemenlilerin çoğunluğu Müslümanlığı kabul etti.
Hz. Peygamber Efendimiz (S.AV)
ömrünün son günlerinde hasta iken, Hz. Ali sürekli yanıbaşındaydı. Vefat
ettiğinde mübarek başı Hz. Ali’nin göğsü üzerindeydi.
İlk Üç Halife Döneminde
Hz. Ali’nin hayatında ilk üç
halife dönemi, 25 yıl süren ikinci bir dönemi teşkil eder. Bu dönemde Hz. Ali,
diğer yıllara göre daha sakin bir hayat yaşamıştır.
Hz. Peygamber vefat ettikten sonra
Hz. Ebubekir’in halife seçilmesine itiraz etmedi. Hz. Fatma’nın vefatından
sonra Ebubekir’e biat etti. Aynı şekilde Hz. Ebubekir’den sonra Hz. Ömer ve Hz.
Osman’a da biat etti. İlk üç halife döneminde yönetime müdahale etmediği gibi
savaşlara da asker veya komutan olarak katılmadı. Ancak üç halife de çeşitli
sorunlarla ilgili olarak zaman zaman Hz. Ali’nin görüşlerini sorarlardı. Hz.
Ali de iyi niyetli görüşlerini belirtir ve gördüğü yanlışlıkları düzeltmeye
çalışırdı. Bu görüşleri kabul edilir veya reddedilirdi. Ayrıca Müslümanlardan
bazıları da dini meselelerde Hz. Ali’nin bilgisine başvururlar, o da kendi
görüşünü açıklardı.
İsyancılar Halife Hz. Osman’ı
kuşatma altına aldıklarında Hz. Ali onlara engel olabilmek için çok çaba
gösterdi. Ancak bütün çabalara rağmen Hz. Osman’ın şehid edilmesine engel
olamadı.
HALİFE Hz. ALİ DÖNEMİ
Hz. Ali (R.A), üçüncü halife Hz.
Osman (R.A) asiler tarafından şehid edilince Müslümanların dördüncü halifesi
seçildi. Aslında bu makamda gözü yoktu. “Beni
bırakın, başınızda yönetici değil, aranızda sizden biri olayım” diyerek
isteksizliğini belirttiyse de bu görevi üstlenmek zorunda kaldı. İnsanları
dosdoğru Allah yolunda götürmenin en önemli görev olduğunu da biliyordu. O, her
bakımdan ümmetin önderi olmaya lâyıktı.
Halifeliğe seçilince ilk iş
olarak, İslam’a yeni girenlerin eğitilmesi için Medine’de bir eğitim merkezi
kurdu. Bu eğitim ve kültür merkezinde Arap dili ve edebiyatı, Kur’ an-ı Kerim,
sosyal bilimler, tabii ilimler, İslam fıkhı ve hadis derslerinin verilmesini
sağladı. Medine’yi siyasi çatışma ortamından korumak için hükümet merkezini
Kufe şehrine nakletti.
Halifeliği döneminde ortaya çıkan
fesatçılarla sürekli olarak mücadele etmek zorunda kaldı. Bu nedenle beş yıl
süren halifeliği zamanında barış ve huzur bulamadı. Hükümet yönetiminde
genellikle Hz. Ömer’in yolunu izledi. Memurlarını sık sık denetler, her işin
güven içinde ve doğru olarak yapılmasını isterdi.
İslam devletinin her tarafında
askeri merkezler kurdu. Devlet yönetimine yenilikler getirerek yönetimde yeni
bir iş bölümü, plan ve programını
uyguladı. Maliye ve ordunun yönetimine yeni usuller getirdi.
Zekât toplama memurlarına verdiği
talimatların bir bölümü şöyleydi:
-“Allah korkusuyla gidin ve hiçbir müslümanı korkutmayın. Mallarından
Allah’ın hakkından fazlasını almayın. Deve ve sığırların en iyisini almayın.
Yaşlı, bacağı kırık, hasta ve güçsüz hayvanı da almayın. Getirirken hayvanları
sulayın. Otlaklarda dinlendirin ve otlatın. Biz onları Allah’ın hükmü ve
Resulullah’ın sünnetine göre dağıtacağız.”
Dağıtım konusunda son derece
titizdi. Gelirlerin dağıtılması konusunda Hz. Ömer ve Hz. Osman zamanında terk
edilen Hz. Ebubekir’in uygulamasını benimsedi. Mümkün olduğu kadar gelenlerin
Müslümanlar arasında eşit olarak dağıtılmasına özen gösterdi. Bu noktada çok
titizdi. Hazineye giren paraları hak sahiplerine vermeden yatağına girmezdi.
Halk arasında en ufak bir ayrım gözetmezdi. Mahkemelerden en ufak haksız bir
hükmün çıkmaması için elinden geleni yapardı. Bir seferinde bir Yahudi ile
mahkemelik olmuş ve kadı (hakim) kendisine özel bir yer gösterince reddetmişti.
“Ben burada halife değil, insanlardan
biriyim” demişti. Mahkeme kendisinin aleyhinde karar verdiği halde kararı
saygıyla karşıladı. Bu olaya tanık olan Yahudi de Müslümanlığı kabul etti.
Zor Bir Dönem
Hz. Ali’nin halifeliğe başladığı
yıllar, Medine’de siyasal çalkantıların devam ettiği bir döneme rastlıyordu.
İsyancılar, İslam’dan geri dönen bazı gruplar, kendi görüşlerine uyulması isteğinde
inat edenler hep birlikte fırsat kolluyorlardı. Bu nedenle yeni halifeyi zor
bir dönem bekliyordu.
Hz. Ali, halifeliğe seçildiği gün
halka hitaben yaptığı konuşmada Müslümanlara “sağda ve solda yanlışa götüren yollar bulunduğunu” hatırlattı ve
doğru olan orta yolda yürümelerini öğütledi. Görevine başladıktan sonra bazı
uygulamaları değiştirme yolunu tuttu. Özellikle eski valileri görevden alıp
yerlerine yeni valiler atadı. Fakat bunların arasında Şam Valisi Muaviye, yeni
valiyi geri çevirerek Hz. Ali’ye karşı düşmanca davrandı.
Bu arada Hz. Talha ve Hz. Zübeyr,
Hz. Ali’ye başvurarak, Hz. Osman’ı öldürenlerin yakalanıp öldürülmesini
istediler. Hz. Ali onlara durumun çok kötü olduğunu, önce yönetime yardım
etmeleri gerektiğini, sonra bu isteği yerine getirebileceğini bildirdi. Bazı
sahabeler de Talha ve Zübeyr’in Kufe ve Basra valiliklerine tayin edilmesini,
Muaviye’nin Şam valiliğinden alınmamasını tavsiye ettiler. Hz. Ali, o bölgede
bir takım haksızlıklar yapılacağından endişe ediyordu. Bu nedenle bu istekleri
kabul etmedi.
Medine’de bu gelişmeler olurken
Hz. Ayşe, Umre için gittiği Mekke’de bulunuyordu. Hz. Ali’nin görevden aldığı
Yemen valisi çok miktarda parasıyla Mekke’ye gelmişti. Şam kentinde Muaviye’nin
adamları Hz. Osman’ın ölümünden sorumlu tuttukları Hz. Ali’ye lânetler
yağdırıyordu. Sonunda Hz. Talha ve Hz. Zübeyir de Hz. Ali’den Umre için izin
isteyip Mekke’ye, Hz. Ayşe’nin yanına gittiler.
Cemel Savaşı
Hz. Ayşe ile Hz. Talha, Hz.
Zübeyir ve Hz. Ali’nin görevden aldığı eski Yemen ve Kufe valileri,
taraftarlarıyla birlikte silahlı olarak Basra’ya geldiler. Basra’da Hz. Ali’nin
tayin ettiği yeni valiyi dövdüler. Bu olayı öğrenen Hz. Ali, askerleriyle Basra
önlerine geldi. Niyeti ikiye bölünen Basra halkını barıştırmaktı. Fakat ne
yazık ki burada Hz. Ali’nin emrindeki kuvvetler ile Hz. Ayşe ve taraftarları
arasında savaş oldu. Hz. Ayşe bir deve üzerinde savaştığından bu savaşa Cemel Savaşı denilmiştir. Bu savaşta
yenilgiye uğrayan Hz. Ayşe, Hz. Ali tarafından hürmetle karşılanarak Medine’ye
gönderildi. Hz. Zübeyir son anda Hz. Ali’ye karşı savaşmaktan vazgeçmiş, fakat
geri dönerken kendi adamlarından biri tarafından şehid edilmişti.
Sıffin Savaşı ve Hakem Olayı
Halife Hz. Ali’ye isyan eden Şam
valisi Muaviye, büyük bir ordu hazırlayarak harekete geçti. Hz. Ali de
ordusuyla onu Sıffin’de karşıladı. Burada meydana gelen savaşta Hz. Ali’nin
ordusu galip gelmek üzere iken Muaviye bir hile düşündü. Kendi ordusuna Kur’ an
sayfalarını mızraklarının ucuna takmalarını emretti. Bunun üzerine Hz. Ali’nin
ordusunun büyük bir bölümü savaşmaktan vazgeçerek bu anlaşmazlığın hakemler
tarafından çözümlenmesini istediler.
Hakem olarak seçilen Ebu Musa el
Eş’ari ile Amr ibn-ül As, önce Hz. Ali ve Muaviye’yi görevden alma kararını
verdiler ve halife olarak Abdullah bin Ömer’i seçtiler. Daha sonra hile yaparak
Muaviye’yi halife ilan ettiler. Daha önce hakemlere başvurulmasını isteyenlerin
bir bölümü, bu olayın tesiriyle Hz. Ali’ye de, Muaviye’ye de karşı çıktılar ve
hariciler denilen yeni bir ayrılıkçı grubu oluşturdular. Hz. Ali, Nehrevan’da
Haricilerle savaşmak zorunda kaldı. Bu savaşta bir çok harici öldürüldü. Bir
bölümü pişmanlık duyarak halifeye yeniden bağlandı. Fakat bir bölüm harici, Hz.
Ali’ye karşı çıkmaya devam etti.
Şehadeti
Hz. Ali, Muaviye ile son bir
savaşa hazırlanırken, Nehrevan’da yenilgiye uğrayan Hariciler de yeni bir plan
hazırlıyordu. Bunların ileri gelenleri Mekke’de yaptıkları bir toplantıda
önemli bir karar aldılar. Karara göre Hz. Ali, Muaviye ve hakem olayının
kahramanlarından Amr İbn-ül As öldürülecekti. Hz. Ali’yi öldürmeyi İ. Mülcem
üstlendi.
Kinde kabilesinden olan İ. Mülcem,
Hz. Ali’yi öldürmek üzere Kufe’ye geldi. Kufe’de evinde kaldığı arkadaşlarının
aracılığıyla Katam adlı bir kadınla tanıştı. Babası Nehrevan’da öldürülmüş olan
bu kadın, Hz. Ali’ye karşı kinle doluydu. Bütün arzusu Hz. Ali’den babasının
intikamının alınmasıydı. Bu nedenle İ. Mülcem onunla evlenmek isteyince bu
şartı ileri sürdü. Katam çeyiz olarak üçbin dirhem altın, bir hizmetçi, Hz.
Ali’nin öldürülmesini istedi. İ. Mülcem, bu kadınla evlenebilmek için Hz.
Ali’yi bir an öldürmek üzere harekete geçti. Verdan b. Mücalid ve Şebib bin
Bacure arkadaşlarıyla cinayet planını hazırladı. Üç katil bir sabah vakti
mescide gelip cinayeti işlemek için fırsat kolladılar. Hz. Ali yine insanları
namaza çağırarak mescide geldi. Mescide uyuyanları kaldırdı. Ezan okunduktan
sonra namazı kıldırmaya başladı. Tam ikinci rekâtı kıldırıyordu ki İ. Mülcem
kılıcıyla Halife Hz. Ali’nin başını yardı. Hz. Ali ağır yaralı iken, yakalanıp
getirilen katil için şunları söyledi:
-“Eğer yaşarsam, hakkındaki hükmü ben veririm. Ölürsem Resulullah
(S.A.V)’ ın haksız yere cana kıyana davrandığı gibi davranın”.
İplerin katilin kollarını
kestiğini görünce de “Bu kadar sıkmayın, gevşetin” emrini verdi.
Peygamberimizin damadı, cennetle
müjdelenen on kişiden biri, sahabenin büyüklerinden, İslam’ın önderlerinden,
alim ve mücahid, Müslümanların dördüncü halifesi Hz. Ali, hicri 40, miladi 661
yılında, bu saldırıda aldığı yaradan kurtulamayarak şehid oldu.
O, farklı müsbet karakter
özelliklerinin kendinde toplandığı ender şahsiyetlerden biriydi. Cesurdu, fakat
birçok cesur insan gibi acımasız ve kan dökme heveslisi değildi. Tarihin en
cesur insanlarından biri olduğu halde, aynı zamanda sempatik, cana yakın ve hoş
sohbet adamı idi. O herkesle dosttu. Kalbi yoksullar, sakatlar ve yetimler için
pek yumuşaktı. Onlara son derece iyi davranıyor, nezaket gösteriyordu. Bununla
birlikte düşmanlara karşı son derce sert ve vakurdu.
O, Hz. Peygamber (S.A.V)’in en çok
sevdiği kişi olmasına rağmen yoksul bir insan gibi yaşar, giyinir ve yerdi.
Halife olduktan sonra da giyiminde, özel hayatında, insanlarla ilişkilerinde
aynı güzel ahlâkı koruyabilmişti.
Her alanda, Hz. Peygamber’den
sonra İslam’ın en büyük bilginiydi. Resulullah (S.A.V), Hz. Ali için “Ben ilmin şehriyim,Ali de onun kapısıdır.”
Buyurmuşlardır.
Çok muttaki idi, Allah’tan çok
korkardı. Namazı sonsuz bir huşu içinde kılardı. Kur’ an-ı Kerim ve hadislerde
en fazla övgüyle sözü edilen insan Hz. Ali’dir. Bununla birlikte O’nu sevenler
ve sevmeyenler tarafından hakkında çok sayıda uydurma söz söylenmiştir. Bu
nedenle Hz. Ali hakkında geniş bilgi edinmek için güvenilir kaynakları arayıp
bulmak gereklidir.
Hz. Ali (R.A) Hakkında Birkaç Hadis
“Ben ilmin şehriyim, Ali de kapısıdır.”
“O, Allah ve Resulünü sever,
Allah ve Resulü de onu sever.”
“Ya Ali, sen dünyada ve
âhirette benim kardeşimsin.”
“Münafık olan Ali’yi sevmez;
mümin olan da ona kin duymaz.”
“İhtiyaç sahipleri için sırf kendileriyle meşgul
olacağın bir zaman ve mekan ayır. Hepsiyle beraber otur da seni yaratan
Allah’ın rızasını celbedecek bir tevazu göster. Askerini, yardımcılarını,
muhafızlarını, zabıta memurlarını yanlarında bulundurma ki, söylemek isteyen
çekinmeden derdini söyleyebilsin. Ben, Resulullah’ın (A.S.V.) birkaç defa şöyle
buyurduğunu işittim:
“Zayıfının hakkı kuvvetlisinden rahatça alınamayan
bir millet hiçbir zaman kuvvetlenemez.”
“Mü’minlere merhametli ol. Sakın halkından uzun müddet
saklım durma. Çünkü valilerin halkından saklanması bir nevi sıkıntı olmaktan
başka memleket işlerine vukuflarını azaltır. Bunların perde arkasında
oturmaları, perdenin dışında dönen hadiselere muttali olmalarına mâni olur.
Binaenaleyh nazarlarında hadiselerin büyüğü küçülür, küçüğü büyür. Güzeli
çirkin, çirkini güzel olur; hak bâtıl ile karışır. Vali de nihayet bir
insandır. Hakkın kendisinden gizli kalan işlerini nereden bilecek? Hakkın
üzerinde nişanlar yok ki ona bakarak doğrunun her türlüsünü, yalanın her
türlüsünden ayırmak mümkün olabilsin. Şimdi sen mutlaka ikisinden birisin, ya
hak yolunda gönlü zengin bir adamsın. O halde niçin vâcib olan bir hakkı
ödemekten, yahut kerîmâne bir harekette bulunmaktan çekinip de saklanıyorsun?
Yahut öyle değilsin de cimriliğe müptelâ birisin. Bu ihtimale göre de halk
ihsanından ümidini kestiği gibi, istemekten o kadar çabuk vazgeçer ki! Bununla
beraber halk tarafından sana arzedilecek ihtiyaçların çoğu ya bir zulümden
şikâyeti ya bir muâmelede adâlet talebi gibi senin yardımını istemeyecek
şeylerdir.”
“Düşmanın tarafından sana teklif olunan barışı,
Allah’ın rızâsına uygunsa sakın reddetme. Çünkü barışta, askerine istirahat
sunan endişeden kurtulanlar için selâmet vardır. Fakat barıştan sonra,
düşmanlarından sakın, hem çok sakın! Öyle ya! Belki seni gafil avlamak için
sana yaklaşmak istemiştir. Bu sebeple ihtiyata sarıl, bu hususta iyimserliğe
kapılma.”
KAYNAK: İhsan Işık / Dört
Büyük Halife (1991, Dört Büyük İslam Önderi adıyla, 2010; Almancası Die Vier
Grossen Kalifen In Der Islamischen Religion adıyla 1992).
· Halkını
küçümseyen küçülür.
· İnsanın
sözü aklının terazisidir.
· En
güzel vaiz ölümdür.
· İnsanın
onuru, kanaat sahibi olmasına bağlıdır.
· Eğrinin
gölgesi de eğri olur.
· İnsanların
en kötüsü, kötülüğü herkesin gözü önünde yapandır.
· Azla
yetin, çokla cömertlik göster.
· Şu
üç duygu sevgiyi doğurur: Din, alçak gönüllülük ve cömertlik.
· Gıybetini
dinleyen, gıybet edenlerden biridir.
· En
büyük servet akıldır.
· Düşmanlığın
en büyüğü, düşmanlığı gizli tutmaktır.
KAYNAK: İhsan
Işık / Dört Büyük Halife (1991, Dört Büyük İslam Önderi adıyla, 2010; Almancası
Die Vier Grossen Kalifen In Der Islamischen Religion adıyla 1992).
Hz.
Ali gösterişsiz yaşamayı benimsemişti. Ümmetin halifesinin ümmetin fakiri gibi
yaşaması gerektiğine inanırdı. Bir defasında kendisine, “İnsanlar dünyaya önem
veriyor, onlara hazineden ver ki kendine kazanasın” dediler. O ise, “Siz
benden, İslam’a göre yönettiğim kimselerden zulümden yana yardım alma mı
istiyorsunuz? Allah’a yemin ederim ki, gökte yıldız kaldıkça bunu yapmam.
Vallahi elimde mal bulundukça aralarında eşit olarak dağıtırım. Mal sizinken
benden böyle bir şeyi nasıl beklersiniz?” cevabını vermişti. Kendisini
Kufe kentinde kışın soğuk günlerinde ince giysiler içinde görenler hayret
ederlerdi.
Hz.
Ali, yoksulları gözardı eden ve zenginlerin peşinden koşanları sevmezdi.
Yönetimi zamanında Basra Valisinin yoksulları bırakıp zengin davetlerine katıldığını
duyunca, ona gönderdiği mektupta şunları hatırlatmıştı:
-“Basralı
bir zenginin seni ziyafete çağırdığını ve senin de gittiğini öğrendim. Senin
için çeşitli yemekler seçiliyor ve önüne kocaman kocaman kaplar konuyormuş.
Muhtaçlara sırtını dönüp zenginleri çağıranların davetini kabul edeceğini hiç
düşünmezdim. Aldığın lokmalara bak, kuşkulandıklarını bırak ve meşru olduğuna
iyice kanaat getirdiklerini ye. Eğer isteseydim, saf bal, arı buğday ve ipek
giysiler gibi dünya zevklerine giden yolu seçebilirdim. Fakat Hicaz ve Yemen’
de hiç doymayanlar ve bir ekmeği bile bulamayanlar bile varken, arzularım beni
peşlerinden sürükleyemez. İştahım beni güzel yemekten yemeğe götüremez.
Çevremde aç karınlar ve susuz ciğerler varken doymuş bir mideyle mi yatayım?”
Bizzat
Peygamber Efendimiz’in özel terbiyesiyle yetişen Hz Ali, cihada olduğu gibi
ilim ve ahlâkta da sahabelerin ileri gelenlerindendi. Resulullah’ın vahiy
katipliğini yapmış ve bir çok mektuplarını kaleme almıştı. Kur’ an’ı
ezberlemişti ve ayetlerin nüzul (indiriliş) sebeplerini bilirdi. Aynı zamanda
beşyüzün üzerinde hadis nakletmiştir. İslam hukuku (fıkıh) konusunda son derce
etkin olan Hz. Ali, döneminin en iyi hatiplerindendi. O’nun yaptığı konuşmalar
en duygusuz toplulukları coşturur ve silahlarını kuşanıp savaşa koşmalarına
yeterdi.
Hz.
Ali, zengin değildi ama ikram etmesini çok severdi. Ömrü boyunca yoksulları,
ihtiyaç sahiplerini gözetir, onların dertleriyle yakından ilgilenirdi.
Fakirleri kendi ailesinden üstün tutacak kadar ileri derecede cömertti. Bir
defasında ihtiyaç sahibi bir kişiye yüzüğünü parmağından çıkarıp vermişti. Bir
çok defa da iftar için hazırladığı yemeği, kapıyı çalıp “Allah rızası için bir
şey” isteyen fakir ve yetim kişilere vermeyi tercih etmişti.
KAYNAK: İhsan Işık / Dört Büyük
Halife (1991, Dört Büyük İslam Önderi adıyla, 2010; Almancası Die Vier Grossen
Kalifen In Der Islamischen Religion adıyla 1992).