İslam bilgini, müftü (D. 6 Haziran 1929,
Hazro / Diyarbakır - Ö. 1995, Diyarbakır). Medrese kökenli büyük alimlerinden olan
Haydar Hatipoğlu, Diyarbakır milletvekillerinden Ömer Vehbi Hatipoğlu ile ilahiyatçı-yazar
Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu'nun babalarıdır. Aile kökleri Medine’ye kadar
uzanmakta ve soy kökleri anne tarafından Hz. Muhammed’e (sav), baba tarafından
Hz. Ömer’e (r.a.) dayandığı için aileye Ömerî de denilmektedir. Yedinci dedesi
Molla Osman’ın, Şafii Fıkhının önemli kaynaklarından El Envar’a 1697 yılında yazdığı şerhe verdiği “Kümesra” adı nedeniyle, mensup olduğu aile 'Kümesra Ailesi' olarak
da bilinmektedir.
Haydar Hatipoğlu,
ilkokulu bitirdikten sonra dini ilimler sahasında ilk eğitimini babası Molla
Nuri’den aldı. Babasından gördüğü Kur’an ve Arapça derslerinden sonra yörenin
ünlü alimlerinin ders verdiği medreselere giderek 21 yaşına kadar bu
medreselerde okuyarak, günümüzün akademi mezunlarına verilen diploma karşılığı
olan icazetnamesini almıştır. 1942’de başlayan ve 1951 yılına kadar süren on
yıllık süreçte, Osmanlı dönemi resmi medrese müderrislerinden olan Abdülfettah
Yazıcı ve Said Yargıcı gibi alimlerden Arapça, Tefsir, Fıkıh, Akaid, Mantık,
Beyan, Vazı, Münazara, Belağat, Bedii ve Hadis dersleri alan Hatipoğlu,
medresede taliplik aşamasına geçtikten sonra kendisi de Diyarbakır ve Hazro’da
öğrenciler yetiştirmeye başladı.
1954 yılında
girdiği mütfü-vaizlik imtihanını kazanarak Diyarbakır’da vaizlik görevine
başladı. Bu dönemde Diyarbakır Fatih Paşa Camii’nde imamlık, o yıl yeni açılan Diyarbakır
İmam Hatip Lisesi’nde de Arapça öğretmenliği görevlerini de üstlendi.
Babası Molla Nuri
de kendisi gibi tebliğ ve irşad hizmetinde bulunmuş yörenin önemli ilim
adamlarındandır. Uzun yıllar Hazro Ulu Camii’nin imam hatipliğini yaptıktan
sonra 1955 yılında Hazro müftüsü iken vefat edince, aynı yıl içinde yerine
Haydar Hatipoğlu müftü olarak atandı.
1955 yılında
Hazro Müftülüğü görevine atanan Haydar Hatipoğlu, askerliğini 1956-1958 yılları
arasında Manisa’da yaptıktan sonra 1963 yılında Siirt Müftülüğüne atandı; burada
dışarıdan İmam Hatip Lisesini bitirerek lise diplomasını aldı.
1963-1971 yılları
arasında Siirt, 1971- 1978 yılları arasında Uşak, 1978-1980 yılları arasında
Afyon Müftülüğü görevlerinde bulunan Haydar Hatipoğlu, 1980 yılı Aralık
ayında İzmir Müftülüğü görevine getirildi. İzmir’de 7 yıl süreyle görev yapan
Hatipoğlu, 1987 yılında bu görevinden emekli olarak Ankara’ya yerleşti.
Emekli olduğu
süreçte ilmi çalışmalarını devam ettiren Hatipoğlu, 1990 yılında Din İşleri Yüksek
Kurulu Üyeliğine atandı. Kurul üyeliği yaptığı 1995 yılında görevli olarak
Hacca giden Haydar Hatipoğlu, burada geçirdiği kalp krizi sonucunda 23 Mayıs
1995 tarihinde Medine Havaalanında hayata gözlerini kapadı ve Cennet-ül Baki
denilen sahabe mezarlığına defnedildi.
Evli ve beş çocuk
babası olan Haydar Hatipoğlu, verdiği vaazlar ve yaptığı irşad hizmetlerinin
yanı sıra, İslam dünyasında da kaynak eser olarak okutulan önemli eserlere de imza
atmıştır.
Haydar
Hatipoğlu'nun yazdığı eserler arasında en önemlisi Sünen-i İbn-i Mace (Tercüme ve Şerhi) olup, 10 ciltlik bu eserde
4341 hadîs bulunmaktadır. Bu hadislerden 3002 adedi Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i
Müslim, Ebû Dâvûd, Nesâî ve Tirmizî diye bilinen hadis kitaplarında yer
almıştır.
Haydar Hatipoğlu,
1976 yılında Uşak’ta yazmaya başladığı bu çalışmayı, 1981 yılında İzmir Müftüsü
iken tamamlamıştı. Daha sonra Arapça’ya da tercüme edilen 10 ciltlik bu önemli
kaynak kitaptan sonra Hatipoğlu, İslam alimleri arasında tanınan ve bilinen bir
şahsiyet olmuştur.
O, dünyayı yaşanılıp geçilecek bir
merhale olarak görüyordu. Dünya malı için insanları incitmeyi, kendini heder
etmeyi boş bir çaba olarak kabul ediyordu. Dünyanın kendilerini esir almasına
fırsat vermeden, ama kimseye de muhtaç olmadan hayatlarını sürdürmeye gayret
ediyordu. Şöhreti ateş olarak görüyor ve kendini yakmasına izin vermek
istemiyordu. O yüzden çok para, yüksek makam gibi şeylerin peşinde koşmadı.
Onun gibi âlimler, yaşadıkları dönemin pozitivist eğilimlerini, dine karşı bir
reaksiyon olarak algıladıkları için, dini korumayı kendilerine görev
edinmişlerdi.
BAŞLICA ESERLERİ:
Ölümden Sonraki Hayat (1958 yılında kaleme almıştır), Nereye Gidiyoruz (1972), Sünen-i İbn-i Mace (Tercüme ve Şerhi,
1983), Ashabtan Öğütler, Şafi İlmihali (1986), İslam Hukuku Tarihi (Tercüme), Süleyman Ateş Ateşle Oynuyor – Reddiye
(1990).
KAYNAKÇA:
Oğullarından Ömer Vehbi Hatipoğlu ve M. Nihat Hatipoğlu'ndan alınan bilgiler
(2012), İhsan Işık / Diyarbakır Ansiklopedisi (2013) -
Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2018).
23 Mayıs 1995 gece yarısı biz
kendisini Esenboğa havaalanına getirecek uçağı beklerken Medinetü'r-resul'den
telefon eden diş hekimi kardeşim Fatih, titrek sesiyle şöyle dedi: "Biz
Aşık'ı Maşuk'a, Resulullah'a teslim ettik. Cennetü'l Baki'de misafir
edeceğiz."
Ben o anda elimizden neyin gittiğini çok iyi biliyordum. 1987'de Mısır'a geldiğinde -bir anlamda kendisini deneyen- Ezher Ulemasının: "Sizin gibi bir alimin Türkiye'de olabileceğini tahmin edemezdik", dedikleri Haydar Hatipoğlu hocamın, babamın gittiğini anladım. Hadis, tefsir, fıkıh, feraiz, bedii, meani, beyan velhasılı bütün dini sahalarda hüccet olan bir alimin toprağa gideceğini biliyordum.
O hep Medineliydi. O hep Ravzay-ı Mutahhara'nın oralardaydı. Yatarken, yemek yerken, kürsüdeyken, kitap okurken hep Ravza'daydı. Allah da şahittir ki Hz Muhammed(s.a.s.) adını kullandığı her seferinde boğazı düğümlenirdi. Efendimizin adını rahat kullanamaz mutlaka ağlardı. Gece yarıları kalkar (teheccüt namazı) Resulullah'a aşkını ilan eden kasideler okurdu. Sabahları seccadesine elimi sürdüğümde secde yeri hala ıslak olurdu. O'nu hep şöyle hatırlayacağım: kitap odasında önüne birkaç kitabı açmış notlar alıyor, kitap üzerinde veya herhangi bir münasebetle Resulullah'ın adını andığında dudakları büzülüp sakalından aşağı yaşlar boşalıyor, gördüğü kim olursa olsun yüzüne tebessüm ediyor, seccadenin üzerinde sarığını sarıyor, evden çıkmadan duha namazı kılıyor. Kur'an okuduğunda bazı ayetleri dönüp-dönüp okuyor ve yüksek sesle ağlıyor, alacağı her kararda istihareye yatıyor, Kur'an ve sünnet uğruna canını feda etmekten zerre kadar çekinmiyor ve en zor şartlarda Kur'an ve Sünnetin, yani ehl-i sünnet akidesinin bir fedaisi gibi hep öne çıkıyor. Allah sana, zerreler adedince rahmet eylesin.
Cennetmekân babam, seni hatırlıyorum! İbn-i Mace'yi şerhediyordun. Resulullah'ın vefatı bölümünü bir ayda bitirebilmiştin. "Resulullah'ın eli yana düştü.." diyordun sonra ağlıyordun. Bir saat sürüyordu ağlaman. "Git, bugün daha yazamayız" diyordun. Katibin olan ben ve kardeşim kalkıyorduk. İkinci gün oturuyorduk. "Ve Resulullah'ın ateşi yükseldi." diyordun, sonra yine hüngür-hüngür ağlıyordun. Sanki o an oradaymışsın gibi. Resulullah'ın vefatını nasıl yazdığımızı bir Allah, bir sen, ben ve kardeşim biliriz."