Hikâye ve roman yazarı. 25
Ağustos 1943 (Nüfusta 1 Eylül 1943), Beşiktaş / İstanbul doğumlu. Büyük Esma
Sultan İlkokulu, Beşiktaş Ortaokulu ve Lisesi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Türkoloji Bölümü (1970) mezunu.
Yedi yıl klasik Batı müziği
dalında özel keman dersleri alarak Türk ve değişik ülkelerin temsilcilerinden
oluşan A. Kavafyan yönetimindeki İstanbul Amatör Senfoni Orkestrasında ikinci
kemanlarda çaldı, konserlere katıldı. 1970-73 arası Özel Anadolu Lisesi
edebiyat öğretmenliğinin yanı sıra Türk Edebiyatı dergisinin yazı işleri
müdürlüğünü yaptı. Kültür Bakanlığı Halk ve Çocuk Yayınları Komisyonu
üyeliğinde bulundu.
1981-85 yılları arasında eşi Rıfat
İzzet Çokum’la kurdukları Cönk Yayınlarını yönetti. 1990-2001 yılları arasında Türkiye
gazetesinde iki tefrika roman, deneme, inceleme ve gezi yazıları yazdı. Nisan
2003’ten itibaren Halka ve Olaylara Tercüman gazetesine haftada
iki gün yazdı; 2004 yılından itibaren Burç FM’de haftalık “Tanzimat’tan
Günümüze Türk Hikâyesi” adlı bir programda hikâye seslendirip yorumladı. Türk
Edebiyatı Vakfı (kurucu), Türkiye Gazeteciler Cemiyeti üyesidir.
“Bir Eski Sokak Sesi” adlı
ilk hikâyesi, Hisar dergisinde (Şubat, 1972) çıkmıştı.
Aynı yıl Ahmet Nadir Caner’in yönettiği Başkent gazetesinde birkaç şiiri
neşredildi.
Daha sonra Hisar, Töre, Türk Edebiyatı, Kaynaklar, Yeni Düşünce ve Türkiye’de
yazdı. 1976’da Çarmıha Gerilen İsa ve Bir Geminin Getirdikleri
adlı hikâyeleri Almancaya; 1991’de Denizin Dalgaları Saçların adlı
hikâyesi ve 1992’de Bizim Diyar adlı romanı Azerbaycan Türkçesine;
1993’te Güneşin Son Saatleri adlı hikâyesi Özbekçeye; 1994’te Rozalya
Ana adlı hikâyesi Tatarcaya çevrilerek bu dillerde yayımlandı.
Hikâyelerinin bir bölümü diğer Türk Cumhuriyetlerinin Kazan Odları,
Türkistan, Edebiyat ve İnce Sanat, Azerbaycan Gençleri, Azerbaycan Muallimi
gibi dergi ve gazetelerinde yayımlanmıştır.
Makina (1976) adlı
hikâye kitabıyla Türkiye Millî Kültür Vakfı Hikâye Armağanını; ilk romanı olan Zor
ile (1977), Dündar Taşer Roman Armağanı Ödülünü; 1982 Kayseri Sanatçılar
Derneği Hikâye Armağanını, Hilâl Görününce (1984) romanıyla 1984 Türkiye
Millî Kültür Vakfı Jüri Özel Ödülü ve Türkiye Yazarlar Birliği Yılın Romancısı
Ödülünü (1985), Rozalya Ana adlı kitabıyla TYB Yılın Hikâyecisi Ödülünü
(1993), Karaman 723. Türk Dil Bayramı Türkçeyi En İyi Kullanan Yazar-Dil Armağanını
(2000), Hevenk-Kayıp İstanbul kitabıyla anlatı dalında Türkiye
Yazarlar Birliği (2003) Ödülü aldı.
Yazarın ayrıca radyofonik
oyunları ve senaryoları vardır. Bulgaristan’da Türklere yapılan zulmü anlattığı
Yeniden Doğmak ve Beyaz Sessiz Bir Zambak adlı senaryoları
televizyona uyarlandı. Yeniden Doğmak senaryosuyla 1988’de Ankara
Gazeteciler Cemiyetinin Senaryo Armağanını kazandı. Kendisine Ankara
Gazeteciler Cemiyeti tarafından Basın Şeref Belgesi verildi. İlk
kitabıyla insan sevgisi çizgisinde yerini belirleyen Sevinç Çokum, zamanla
insanın iç derinlikleriyle toplum arasındaki ilintileri, tarih perspektifi
içerisinde ulus olmaya özgü değer bağlılıklarını da eserlerine kattı. Ancak Gece
Kuşu Uzun Öter adlı hikâye kitabından sonra ve özellikle Gece Rüzgarları
adlı romanının yazılışında, kendisiyle bir iç hesaplaşmaya girişerek, içtenliği
savunup, ideolojik bağımlılıkları reddederek, insana, zaafları, erdemleri ve
ruh derinlikleri boyutlarında yaklaşmanın, doğru olacağı fikrini benimsedi.
“Sevinç Çokum, hikâyeye
sürellikle çalışan bir kalem; belki yaşıyordur da yazdıklarını, özenti kokan
bazı eğilimleri bir yana okutuyor kendini. Ama gerek yayımladığı dergiler,
gerekse onu konu edinen eleştiriler belli bir açıya sıkıştırabilir imzasını. Daha
geniş, daha özgür bir yazarlığı göze alabilmesini isterdim, İnci Enginün’ün Hisar’da,
Samim Kocagöz’ün Yeditepe’de görünen olumlu eleştirileri yazarlığını iştahlandırmış
olmalıdır. Doğrusu kayıtsız kalamam yazdıklarına, Bölüşmek , hikâyeciliğimize
güzel derinlikler kazandıran kadın kalemlerin yeni bir ürünü olarak değerlidir.”
(Rauf Mutluay)
“Sevinç Çokum, sanki dünyaya
hikâyeci olarak gelmiş bir sanatkâr olarak görünüyor. Sonradan yazdığı
romanları, ‘daha az güçlüdür’, demek istemiyorum, ama üslûpta, derinleşmede,
kendi mizaç ve tercihlerini (pek de lâfa dökmeden) ele verişte, şiiriyetini ve
fantezilerini sindirmekte, hikâyelerini, kendisine daha yakın bulanlar çoktur.
Hem hikayeci, hem romancı olarak doğmuş, demek daha yerinde olacak. Ama,
romanları ile hikâyeleri (aynı değer ve ustalıkla, fakat) ‘ayrı ellerden
çıkmış’ denilebilecek kadar değişiklik taşımaktadır. Çokum da bu yatkınlığını
biliyor olmalı ki, 1976’da ‘Zor’ la romana geçtikten sonra da hikâyeyi
bırakmamıştır. Romanlarıyla birlikte hikâye kitapları da çıkarmıştır ve hikâye
yazmaya devam etmektedir.” (Ahmet Kabaklı)
ESERLERİ:
Hikâye: Eğik
Ağaçlar (1972), Bölüşmek (1974), Makina (1976), Derin Yara
(1984), Onlardan Kalan (1987), Rozalya Ana (1993), Beyaz Bir
Kıyı (1998), Gece Kuşu Uzun Öter (2001), Al Çiçeğin Moru (2010). İlk beş
kitabındaki hikâyeleri yeniden düzenlenerek Ötüken Yayınları tarafından Bir
Eski Sokak Sesi, Evlerinin Önü, Onlardan Kalan adlarıyla yeniden
yayımlandı.
Roman: Zor (1977),
Bizim Diyar (1978), Hilâl Görününce (1984), Ağustos Başağı
(1989), Çırpıntılar (1991), Karanlığa Direnen Yıldız (1996), Deli
Zamanlar (2000), Gülyüzlüm (2003), Gece Rüzgârları (2004),
Tren Burdan Geçmiyor (2007), Arada Kalmış Tebessüm (2010), Lacivert Taşı (2011).
Senaryo: Beyaz
Sessiz Bir Zambak (1987), Yeniden Doğmak (1987), Çırpıntılar (1991).
FIKRA
(Gazete Yazıları): Güzele Bakan Karınca (1997), Vaktini
Bekleyen Tohum (2000).
Anlatı: Hevenk -
Kayıp İstanbul (2003). Eserlerinin yeni basımları ve yeni kitapları Ötüken
Yayınlarınca yayımlandı.
KAYNAKÇA: İnci
Enginün / Bölüşmek-Küçük Mutluluklar (Hisar, Temmuz 1974), İhsan Işık /
Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) –
Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü
Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Ünlü kadınlar
(Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 6, 2013)- Encyclopedia of Turkey’s Famous
People (2013), Ahmet Kabaklı / Sevinç Çokum’un Güneşin Son Saatleri Hikâyesinin
Tahlili (Türk Edebiyatı, Nisan 1992) – Türk Edebiyatı (c. 5, 11. bas. 2002, s.
557), Beşir Ayvazoğlu / Bir Hikâyecinin Doğuşu Üzerine Bir Deneme: Sevinç Çokum
(Defterimde Kırk Sûret, 3.bas., 1999, s. 152-156), Sezai Coşkun /Gece
Rüzgarları-Bir Aydının İşgalden Kurtulma Çabasının Romanı (Türk Edebiyatı,
Haziran 2004), Mehmet Nuri Yardım / Sevinç Çokum (Milat Gazetesi, 29 Ağustos
2018).
SEVİNÇ ÇOKUM
Mehmet Nuri YARDIM
Günümüz
romancılarından Sevinç Çokum ile müştereklerimiz çok. Evvela aynı fakültede
okuduk. İstanbul Üniversitesi’nde Türk Dili ve Edebiyatı’ndan mezun olduk. Aynı
hocaların talebesi olduk. Tabii o bizden evvel başlamıştı. Dolayısıyla bizim
yetişemediğimiz Ali Nihad Tarlan gibi hocalardan da ders aldı. Sonra Türk
Edebiyatı Vakfı’nda Ahmet Kabaklı Hocamızın rahle-i tedrisinden geçtik. Bir
zamanlar yöneticilik yaptığı Türk Edebiyatı dergisinde ben de yazdım. Aynı
gazetelerde çalıştık. Ben 80’li yıllardaki Tercüman’da mesai yaptım. O 2000’li
yıllarda yeniden kurulan Tercüman’ın köşe yazarlarındandı. Türkiye gazetesinde
aynı dönem bulunduk. Ben kültür sanat’ı yönetirken o köşesinde yazdı.
Beşiktaş’ta ben de oturdum.
Ortak
bir yönümüz daha var ki işte o çok mühim. Sevinç Hanımın baba tarafı Tillolu.
Yani bizim Siirt’in önce köyü, sonra ilçesi olan, âlimlerin yurdu, evliyaların
yatağı olan güzel Tillo. Yazarımız Lacivert Taşı romanında Tillo’da yaşayan bir
çerçi ailesini anlatır. Bu ailenin dağılışı Osmanlı’nın gerileme dönemine denk
düşer. Altı sene önce yayımlanan romanda bahsedilen ‘lacivert taşı’ ülkenin
sembolü. Kaybolması, felâketlerin habercisi. Romandaki karakterlerin çoğu
gerçek. Hicret Bey, yazarın öz dedesi. Babası, babaannesi, halaları da
anlatılıyor romanda. Baba, Güneydoğu’daki bir çok insan gibi üç dil bilir.
Arapça, Türkçe ve Kürtçe konuşur. Keşke bütün romancılar doğup büyüdükleri
toprakları anlatsa. Bazı yazarlar yazdı ama ihmal edenler de çok.
Bir
ara Cağaloğlu’nda düzenlediğimiz “Bâbıâli Sohbetleri”ne davet etmiştik. Doğup
büyüdüğü İstanbul’u, ailesini, bilhassa eğitimini tamamladığı Beşiktaş’ı
anlatmıştı. Sanat hayatının ise özünü aktarmıştı bize. Yunus Emre’nin “Bir ben
vardır bende benden içerü” sözünden çok etkilendiğini belirterek hayat görüşünü
dile getirmişti. Edebiyat Fakültesi’nde Mehmet Kaplan ve Ömer Faruk Akün gibi
hocaların kendisine rehberlik ettiklerini anlatmıştı. Kaplan Hocanın,
hikâyelerini Hisar’da yayımlansın diye Mehmet Çınarlı’ya gönderdiğini
biliyordum. Ve yetişme çağında ona tesir eden bir başka usta isim Behçet
Necatigil. Bir çok edebiyatçı gibi şiir de yazmaktadır o sıralar. Ancak
hikâyelerini gören Necatigil, “Şiiri bırakın, hikâye yazın.” der ve onu nesre
yönlendirir. Bu tavsiye, yazarımızın edebiyat yolunu ve ufkunu açacak ve artık “Bir Sevinç Çokum hikâyesi/romanı” oluşmaya
başlayacaktır. İlk hikâye kitabı Eğik Ağaçlar 1972’de yayımlanınca yakın bir
arkadaşı dayısına göstermek ister. Meğer dayısı Tarık Buğra imiş. Buğra,
okuduğu kitapta çok beğendiği bazı hikâyeleri Hisar dergisine yollar ve
yayımlatır.
Sevinç
Çokum’un farklı türlerde kaleme aldığı eserleri çok. Bir kısmını hatırlayalım:
Beyaz Bir Kıyı, Bir Eski Sokak Sesi, Bizim Diyar, Çok Yapraklı İlişkiler, Deli
Zamanlar, Derin Yara, Evlerinin Önü, Gece Kuşu Uzun Öter, Gece Rüzgârları,
Gülyüzlüm, Güzele Bakan Karınca, Karanlığa Direnen Yıldız, Kayıp İstanbul,
Kırmalı Etekler, Makina, Onlardan Kalan, Rozalya Ana, Vaktini Bekleyen Tohum.
Yazarımızın
lütfedip imzaladığı ve bana yolladığı İskele Gazinosu’nu bir solukta okudum.
Hatıra kitaplarını zaten çok severim. Ama usta bir romancının elinden çıkan
hatıraların tadı bir başka oluyor. İskele Gazinosu’nda 1950’li ve 60’lı
yılların İstanbul’u anlatılıyor. Şehir hayatıyla, mahallede yaşanan dostluklarla, komşuluk ilişkileriyle
bütünüyle eski İstanbul. İskele Gazinosu mihver ama modernleşme eğilimleri,
Batılılaşma cereyanları, moda hevesleri, müzik dünyasındaki farklılaşma ve
bütünüyle insanımızın değişimi gözler önüne seriliyor. Kitabın ilk bölümünün
başlığı “Aileden Biri: Radyo”; şöyle anlatılıyor:
“Şimdi
düşünüyorum da misafir odalarında işlemeli örtüsüyle yer alan, aynı zamanda o
oda için mobilya önemindeki radyo meğer hayatımıza neler katmış! Yokluklarda,
savaş sonrası arayışlarımızda, sanata sevdalanışlarımızda hep yol açıcı, esin
verici olmuş. Biz de herkes gibi mutluyduk radyomuzun olduğu yerde uzun ve kısa
dalgalar arasında...” Yazının devamında, “Ben en çok istasyon düğmesini sağa
sola çevirerek o ince ve uzun ibreyi dolaştırmayı ve başka ülkelerde sesler
aramayı severdim.” diyen yazar, insanlarımızın dış dünyayla tek bağını kuran
‘sihirli kutu’ya olan ilgisini ve sevgisini şu satırlarla tamamlıyor: “Radyo
çocukluğuma rastlayan 50’li yıllarda bizim de evimizin baş konuğu olarak daima
sesiyle, mırıltısıyla, uzak uzak gelen şarkılarıyla geç saatlere dek açık
kalır, artık soba geçtiğinde sesi kısılmış parazitlenmiş durumdayken uyumayan
en son kişi tarafından kapatılırdı.”
Bu
yazı biterken şunu öğrendim. Yazarımızın doğum günü bir kaç gün önceydi. Eh bu
yazı da bu anlamlı güne minik bir hediye sayılsın. Sevinç Çokum’un bütün
eserlerinin Kapı Yayınları’ndan çıktığını okurlara hatırlatırım.
KAYNAK:
Mehmet Nuri Yardım / Sevinç Çokum (Milat Gazetesi, 29 Ağustos 2018).