Yazar. 2 Kasım 1952, Hanak / Kars doğumlu. Artvin Öğretmen Okulu'nu ve İstanbul Atatürk Eğitim Fakültesi'nin Türkçe Bölümü'nü bitirdi. İlk ve ortaokullarda görev yaptı. 1984 yılında öğretmenlikten ayrılarak Günaydın gazetesinde çalıştı.1989 yılında Hollanda'ya göç etti. Yazın yaşamını Hollanda’da sürdüren yazar, Hollanda eğitim bakanlığına bağlı temel eğitim okullarında anadili dersleri, Rotterdam Konservatuvarı’nda Türk dili ve edebiyatı dersleri verdi.
Türkiye’de yayınlanan Varlık, Edebiyat Gündemi, Damar, Yaşasın Edebiyat,
Kıyı, Karşı Edebiyat, Dönemeç, Türk Dili Dergisi, Güzel Yazılar, Evrensel
Kültür, Cumhuriyet Kitap, Dünya Kitap gibi edebiyat dergilerinde öyküleri,
tanıtım yazıları ve söyleşileri yayınlandı ve yayınlanmaktadır. İlk öykü kitabı
1981 yılında yayınlanan yazarın, birçok öyküsü Türkiye ve Hollanda’daki
antolojilerde yeralırken, birçok öyküsü de Hollandaca, Lehçe, Azerice ve Arapça
olarak üniversite ve edebiyat dergilerinde yayınlandı.Yazarın Maviydi
Adalet Sarayı adlı romanı Valse Hoop (Sahte Umut) adıyla Hollandaca (3C Yayınevi) ve Farsça, İnanna
adlı romanı Arapça (Al taakwin
Yayınevi-Suriye), Korece (Asia yayınevi) ve Bulgarca (Ednorog yayınevi), İngilizce (Texianer Yayınevi 2020
Almanya), Üçüncü Ölüm adlı romanı Farsça
ve İngilizce, Gölge Kız adlı öyküleri Rusça
olarak yayınlanmıştır. Yazarın, Süper Kurbağa adlı çocuk romanı
oyunlaştırılarak Devlet Tiyatroları ve İstanbul Şehir Tiyatroları
repertuarlarına alınmış, Ankara Şehir Tiyatroları tarafından da sahnelenmiştir.
Yazarın Osmanlı tarihini romanlaştırdığı seri romanların ilki olan Osmanlılar-Trakya Güneşi adlı romanı da
Bulgarca ve İngilizce yayınlandı.
Yazar, Türkiye Yazarlar Sendikası, Hollanda Yazarlar Sendikası, Türkiye
Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye PEN Klubü ve Avrasya Yazarlar Birliği
üyesidir.
Ödüller:
1979 yılında Kültür ve Spor
Bakanlığı Gençlik Öykü Ödülü'nü Çerçi adlı öyküsüyle,
1997 Hollanda NPS Radyo’su Öykü Ödülünü Cennet de Bitti adlı
öyküsüyle,
1994 Şükrü Gümüş Roman Ödülü'nü Maviydi Adalet Sarayı adlı romanıyla ,
1997 Halkevleri Kültür -Sanat Yarışması Roman Ödülü'nü Üçüncü Ölüm adlı romanıyla,
2000 Yılı Orhan Kemal Öykü
Ödülü’nü yayınlanmamış öykü dosyasıyla.
ESERLERİ:
Öykü:
Dargın Değilim Yaşama(1981),
Mengelez (1983-Servet yayınları),
Güneşsiz Dünya (1987-Çağıltı yayınları),
Beyoğlu Çığlıkları(1989 Gerçek Sanat, 2007 Altın Bilek Yayınları),
Gölge Kız (2002 Varlık, 2006 Varlık, 2020 Elfene Dünya Yayıncılık),
Wilma’nın Sandığı (2010 Varlık)
Roman:
Maviydi Adalet Sarayı (Pencere 1994,
Valse Hoop(Sahte Umut) Hollandaca Uitgeverıj 3C 2003-2004, Arnhem) ve sesli kitap olarak Liscus Uitgevrij 2007, Altın Bilek Yayınları
2007, İstanbul.
Üçüncü Ölüm (Halkevleri yayını 1997, Pencere
Yayınları 1998, Altın Bilek Yayınları
2007),
İnanna (Varlık Yayınları, 2006, Arapça (Al
taakwin Yayınevi-Suriye,2007, Bulgarca Ednorog Yayınevi 2010 Sofya, Korece Asia Yayınevi 2011-2014 Seul,
İngilizce Texianer Yayınevi 2020 Almanya),
Osmanlılar 1/Trakya Güneşi (İstanbul 2011 ALFA, Bulgarca Ednerog yayınevi
2014-Sofya, İngilizce Texianer Yayınevi 2020 Almanya)
Osmanlılar 2/ Tuna’dan Fırat’a ( İstanbul 2019, Elfene Dünya Yayıncılık)
Osmanlılar 3/ Kılıç ve Kırbaç (İstanbul 2019, Elfene Dünya Yayıncılık)
Osmanlılar 4/ Konstantiniyye’nin Zincirleri (İstanbul 2020, Elfene Dünya
Yayıncılık)
Anı:
Yarımağız Anılar (1996 Pencere).
Masal:
Şakacı Masallar (2006 Morpa Yayınları 10 kitaplık seri).
Çocuk Öyküsü:
Tipi (1982 Esin yayınları, 2000-20004,2006 Ceylan Yayınları),
Buluta Binen Uçak (Esin Yayınları 1983),
Çocuk Romanı:
Süper Kurbağa/Roman (1984 Esin yayınları,1996 Ortadoğu Ferlag-Almanya, 2000
Engin Yayınları, 2004 Morpa Yayınları-Işığın Gizemi olarak),
Ressamlar Mahallesi’nin Çocukları (Çıkacak 2011 Morpa Yayınları)
Yazarla İletişim:
email: [email protected]
KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (2000), TBE Ansiklopedisi (c. II, 2001), Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yıllıkları, anafilya.net, Gölge Kız / Murat Tuncel (Cumhuriyet Kitap, 25.4.2002), Deniz Yalvaç / Murat Tuncel’le söyleşi (Varlık, Mayıs 2002), İsmet Kağıtçı / Gölge Kız-Sennur Sezer / Gölge Kızın Göç Hikâyeleri (murattuncel.com), Özel Twitter ve Facebook sayfaları.
Saatlerdir baktığı noktadan bakışlarını
ayırdiği zaman da eli avucumun içindeydi. Uzun süredir ne yüzüme bakıyordu, ne
de elimi bırakıyordu. Eli soğuktu, ama parmak uçlarından bir şeylerin yüreğime
doğru aktığını hissettim. O delice his kanıma karıştığı zaman parmak uçlarını
okşamaya başladım. Bir yandan parmak uçlarını okşuyor, bir yandan da yüzüne
bakıyordum. Yüzünde hiçbir değişiklik yoktu. O körpe yüz yerli yerinde
duruyordu. Geçen yıllar hiçbir şey
götürmemişti. Sadece bakışları biraz donuklaşmıştı. Dayanılmaz bir duyguyla
avucumun içindeki elini dudaklarıma yaklaştırdım. Tam dudağımı tenine değdireceğim sıra, etlerinin
dudaklarıma yapışıp kalacağını düşündüm.
Dudağıma yaklaştırdığım elini hızla geriye ittim. Ama elini bırakmadım. Elini bırakırsam bir daha tutamayacağımı
biliyordum. Ben böyle gel-gitlerimin içindeyken saatlerdir hareketsiz duran
dudakları ilk kez kıpırdadı.
-Evi beğendin mi?
Elini
bırakmadan, bahçedeki deniz üzümlerine baktım. Çürümüş gibi duruyorlardı, ama
bir tanesi bile dalından düşmemişti. Belki de düşmek için bizim altlarından
geçmemizi bekliyorlardı. Dönüp iki katlı evin büyükçe salonuna baktığımda, bana
biraz daha yaklaşmış olduğunu gördüm. Biraz önce soğuk olan eli de ısınmaya başlamıştı.
-Evi
beğendin mi, diye sordu ikinci kez.
-Güzel,
dedim sadece.
Bakışlarımız buluştuğunda, dudakları hiçbir anlam veremediğim bir
gülümsemeyle gülümsüyordu. Bir an kahkaha atacakmış gibi oldu. Heyecanla beklemeye başladım. Kahkaha atarsa
yine bembeyaz bir mum olacak diye düşündüm. Ama dudaklarına yayılan kahkaha,
geldiği gibi hızla dişlerinin arasında kayboldu. Bakışları da yine elini tutmadan önce baktığı noktada
sabitleşip kaldı. İçimden “ARTIK SON” diye geçiriyordum ki, avucumun içindeki
parmakları isterik isterik kıpırdadı. Bunca yıldan sonra yüreğime ateş
dolacağına, kahkahayla gülmek geldi içimden. Ama kendimi tuttum gülmedim. Çünkü sesimi duyar
duymaz sırça köşkler gibi sihri bozulup,
parça parça olacağını biliyordum. Ben ses etmemek için dudaklarımı ısırırken, aniden ayağa kalktı.
Evden hiç ayrılmamış gibi merdivene doğru yürümeye başladı. Daha iki adım
atmıştı ki, geri döndü, bir ölünün ruhuna seslenmesi gibi bana:
-Haydi
kalk evi gezelim, dedi ve dönüp salonun ötebaşındaki merdivene doğru yürüdü.
Arkasından
yürümesem kolu omzundan ayrılacak eli elimde kalacak diye düşündüm. O korkuyla
da hızlı adımlarla arkasından yürüdüm. Salonun karanlığına doğru ilerlerken
benim korkum büyüyordu. Fakat o, yıllar
önce ilk buluştuğumuzdaki gibi sevinçle hoplayıp zıplayarak yürüyordu. Dağınık
ve küf kokan eşyaların arasından yürüyüp, uzunca salonu bir baştan bir başa
geçtik. İkinci kata çıkan merdivenlerin daha üçüncü basamağındayken geri dönüp,
çıktığımız merdivenleri hızla inmeye başladı. İnerken elimi de bıraktı. Ben
yeni bir oyun oynuyor sanarak arkasından merdivenleri inmeye başladım. Benim
arkasından yürüdüğümü fark edince durdu. Başını hafifçe döndürüp omzunun
üzerinden bana bakarak:
-Sen
gelme, merdivende dur, dedi.
(Murat Tuncel-Gölge kız/Varlık yayınları)
Gölge kızın göç hikayeleri &Sennur Sezer
· Murat tuncel, 1952 doğumlu bir yazarimiz. Kars-hanak doğumlu. Istanbul
atatürk eğitim fakültesi türkçe bölümü mezunu. 1984 yilinda öğretmenliği
birakip gazetelerde, yayinevlerinde çalişmak zorunda kaldi. 1989’da hollanda’ya
göçtü. Şimdi orada türk dili ve eğitim dersleri verip, yazmayi sürdürüyor.
Kitaplari arasinda çocuk kitaplari (tullu kurbağa), roman (üç ölüm) ve öykü
kitaplari; ödülleri arasinda hollanda nps radyo 5 1997 türkçe redaksi öykü
ödülü, orhan kemal öykü ödülü de var. Murat tuncel’in yeni kitabi gölge kiz,
varlik yayinlari arasinda basildi. Bu kitap için yazarinin sunumu şöyle: “bu
öyküleri anadolu’dan çok uzaktaki bir başka anadolu’da yazdim. Öyküleri
okuduktan sonra çok şeye şaşiracak ve kendinize çok soru soracaksiniz.”
· Türkiyelilerin göçtükleri avrupa ülkelerine taşidiklari anadolu’yu anlatip
irdeliyor tuncel. Bu öyküler, alişilmiş kalin çizgili, “özlem, yabancilik,
uygarliğa şaşma, gittiği toplumu yadirgama” diye özetlenebilecek göçmen/misafir
işçi öykülerine benzemiyor. Kimi zaman birakilan topraklarda yaşananlari kimi
zaman göç edilen ülkedeki acilari, eğretilemelerle simgelerle anlatiyor:
· “tüm cesaretimi toplayip anneme doğru bakarken, bedenime oturan, kirmali,
bir yani mavi, bir yani kirmizi çiçekli sari pazen entarimin eteğine bastim.
Entarimin eteğine basar basmaz yere yuvarlandim. Neye uğradiğimi anlamadan da
birinin beni yeraltina çektiğini fark ettim. Korktum, paniğe kapildim. Çok
çirkin bir sesle bağirdim, “anneee!” (...) Toprağa daha fazla gömülmemek için
yakinimdaki büyükçe taşa tutundum. Biraz önce annemin oturup dereye taş attiği
yerden bir toz bulutu kalkti. Yolu izleyerek bana doğru yaklaşti. Kollarimin
tüm gücüyle kocaman taşa tutunurken, toz girmesin diye gözlerimi yumdum. Öyle
taşa sarilmiş ve gözlerim yumuk beklerken bileğime bir şey değdi. (...)
Siçrayip ayağa kalktim. Kanli bileğimi yukari kaldirirak köye doğru koşmaya
başladim.”
· Bu küçük kizin yaşandiğinin ne olduğunu aşaği yukari kestirebilirsiniz.
Annesi; küçük kizin kesik bileğini tutup kani durdurmaya çalişirken kizinin
şansli olduğunu söyler. Çünkü bahar kuşunu görmüştür. Kolunu gagalayan bahar
kuşudur. Artik kizi da güzel dişlere sahip olacaktir.
· Bahar kuşu öyküsü benzer eğretilemelerle sürüp gidir. Kitaba adini veren
gölge kiz öyküsündeyse kendini öldürmüş bir genç kizin dirilere görünerek sevgi
arayişi anlatilir. Genç kizin kendini öldürüşünün nedeni aile içi tacizdir.
· Gölge kiz’da on öykü yer aliyor: bahar kuşu, gölge kiz, siğirciğin ölümü,
cennet de bitti, çilli tinike ile çakir ismail, şükriye kireç, önemli mektup,
suskun korkular, gözbebeğim, son öykü.
· Bu öyküler kimileri 1980’den sonra yaşanan yurtdişi göçlerin nedenlerini,
kimileri bu göç biçimlerini işliyor. Göçten sonra yaşananlar da öykülere
dağilmiş.
· Daha önce evrensel kültür dergisinde de yayimlanmiş olan siğirciğin ölümü,
avrupa’ya kaçak gidiş biçimlerinden birini anlatiyor, “koca tankerin bir bölümü
saclarla ayrilip silindir şeklinde küçücük bir odaya dönüştürülmüştü. Silindir
biçimindeki bu odaya ancak dört kişi siğardi, ama biz on iki kişiydik. Sadece o
kari koca ayak ucumuzda yatiyorlardi. On kişi sirt sirta, göğüs göğüse
yatiyorduk.”
· Öykünün geçtiği bu mekanin açiklamasina gelmeden önce okur boğulma
duygusunu yaşiyor. Çünkü anlatici bu sikişiklikta bir kriz geçiriyor:
· “bir ara sanki birileri iki eliyle kuvvetlice boğazimi sikti. Ciğerlerim
patlayacakmiş gibi oldu. Ölümü daha yakinimda hissettim. Korktum. O korkuyla da
yanimda yatan arkadaşin kolunu bütün gücümle siktim. Cani aciyan arkadaş
siçrayarak uyandi. Uyanir uyanmaz da suratima kuvvetlice vurdu. Vurduktan sonra
bağirdi: ‘n’apiyorsun hayvan herif?’. Sesimin çiktiği kadar ben de bağirdim:
‘boğuluyorum’ arkadaş dizlerinin üstünde doğrulup önce bana bakti, durumumun
kötü olduğunu anlayinca şoför mahalli ile aramizdaki bölmeyi iki kez
yumrukladi. Aramizdaki parola buydu.”
· Hollanda, almanya, fransa ya da ingiltere, italya. Durumu yaşadiği
topraklardan daha iyi diye bilinen, parasi bereketli sayilan ülkeler.
Oralardaki kaçak işçilik. Bu işçiliğin sürekli şantajla para sizdiran
aracilari... Göçmen işçiliğin traji-komik yanlarindan biri. Yabanci topraklarda
yaşamaya başladiktan sonraki tasalar, aşklar, yeni çocuklar. Madalyonun
görülmeyen, görülmek istenmeyen yönü. Murat tuncel, bütün bunlari kimi zaman
gülmeceyle, kimi zaman hüzünle aktarmiş. Öykülerin başina koyduğu atasözünün
öykülerin bu yanini özetlediğini, kitabi bitirince anliyorsunuz. Atasözü
hangisi mi, ben ilk kez rastladim: “kebap kokusuna gittim, baktim eşek
dağliyorlar”. Türkiyeli insanin, emekçiyle, tüm yaşadiğinin özeti bu mu
dersiniz?
· Nisan 2021
ÜYELERİMİZİN YAYINLARI
Murat Tuncel'in İnanna Adlı Romanı Koreceye Çevrildi
9 Eylül 2011, Cuma
Romanın çeviri ve basım aşaması 2007 yılının sonuna
doğru başladı. 2008 başlarında Asia Yayınevi'nce proje olarak benimsendi. TEDA
projesi kapsamında desteklendi. Koreceye Prof. Eunkyung OH tarafından çevrildi.
Koreceye daha önce Osmanlı dönemiyle ilgili herhangi bir edebiyat yapıtı
çevrilmediği için yayınevinin görevlendirdiği özel bir ekipçe deyimler ve dönem
üzerine bir çalışma yapılarak çeviri tamamlandı ve ve romanın karakterine
yakışır bir çeviriyle 2011 Ağustos ayında Koreli okuyucularla buluştu. İnanna
daha önce Arapça, Bulgarca da yayımlanmıştı. Hollandaca yayımı içinse
çalışmalar daha sürüyor.
Sümer tanrıçası İnanna’dan adını alan roman, Osmanlı
devletinin yeniliğe açılımı sayılan 1800’lü yıların ilk yarısındaki zaman
diliminde gelişen bazı olaylara göndermeler yaparken bir aşk sürgünü olan Cemil
Bey’in “ben” olma mücadelesini, yaşama tutunma arayışını, olayların geçtiği
sosyal çevreyi ve o çevre insanının yaşamını etkileyen kültürel mozayiği konu
edinmiştir. O dönemde Dersaadet’te bir yandan batı dünyasına yüzü dönük
yenilikler planlanırken, bir yandan da devlet içindeki düzenin yenilenmesinin
çabası vardı. İçteki bu yenilenme çalışmaları öncelikle yeniçeri ocağının
reorganizasyonunu öngörüyordu, ama beyliklerin durumu da pek iç açıcı değildi.
O nedenle bir taraftan yeniçeri ocaklarıyla uğraşan padişah, öte yandan da bir
fermanla o zamanlar ayanların elinde oyuncak olan beylik düzenlerinin zamana
uygun hale getirilmesini istiyordu. Durum böyle olunca güçlü beylikler,
güçsüzleri topraklarına katarak kalıcı olmaya çalışıyor, çevresindeki küçük
beylikleri anlaşmalarla ya da zorla egemenlikleri altına alıyorlardı. Küçük
beylikler de varlıklarını korumanın mücadelesini veriyorlardı. Dönem beylik
düzenleri için çok kritik bir dönemdi. Küçük ya da büyük tüm beylikler bu
mücadelenin içindeydiler ve özellikle beyler kendi düzenini sürdürmek için
kimseye acımıyor, beyliği içinde de güçünü korumak için her türlü entrikaya
başvuruyorlardı. Bu durum bir anlamda beyliklerin kendi düzenlerini yürütmek için
bir zorunluluktu. Böyle bir zorunluluk nedeniyle Beyreoğlu Yarosman Bey, oğlu
Cemil’in komşu Ermeni beyinin kızına aşık olmasına töreler adına karşı çıkar ve
beylik meclisinden oğlunun sürgün edilmesini ister. Beylik meclisinin
toplandığı zaman, romanın başladığı zamandır.
Cemil Bey iki eşi ve adamlarıyla yurt edinmek için
yola çıkarken, romanımızın ikinci kahramanı Bilal’in yaşamı anlatılmaya
başlanır. Bilal doğu devşirmesi yaşlı bir yeniçeri ve devşirmelerle yeniçeri
figürlerinin öteki yüzlerini anlatan eski bir zağarcıdır. Cemil Bey, Bağdat ve
İstanbulmedreselerinde öğrenim görmüş, Paris’te bilgisini artırmıştır ama
yaşamın karşısında “ben”ini bulamamış bir karakterdir. Bilal ise
“kim”ini bilen fakat kimliğini arayan bir tiptir romanda. Yazar, bu iki ayrı
yaşam insanını İnanna’da ustalıkla biraraya getirerek okuyucusuna sunmuştur.
İnanna adlı romanımız işte bu
iki kahramanın yaşamındaki arayışların ayrıntılarını veren, yazarına göre “Bütün
tarihlerin aşkın gizli tohumunu sakladığı bir coğrafyada gecen ve tarihe
sosyolojiyi konuk ederek felsefi açıdan tarihi genişleten” bir roman olarak
tanımlanırken, Varlık Yayınları editörü Filiz Nayır Deniztekin’e göre de, “Bir
yanda, küçük yaşta anasının kucağından koparılıp ocaklarda yetiştirilen bir
devşirmenin öyküsü... öte yanda, bir Ermeni beyinin kızını ikinci eş olarak
almak istediği için babası tarafından sürülen bir bey oğlunun serüvenleri...
"Küçük Bey" ile, çevresinde dönen entrikalara karşı kendini savunmayı
öğrenen "Doğu devşirmesi" Bilal'in kimlik ve aşk arayışlarını,
söylencelerle besleyen” bir romandır.
Yayınevi : Varlık Yayınları
Basım tar. : Ağustos 2006/İstanbul
Sayfa : 440
Zerrin Oktay Yazdı : Sahte Umutlar
Anasayfa » Köşe Yazıları » Zerrin Oktay Yazdı : Sahte Umutlar
22.03.2021
Bunu herkes anlayamaz. Yalnızca
içindeki gurbetle tanışmış olanlar bilir, hem de iyi bilirler. Bir kez
kendimizi evimizde gibi hissetmeye görelim, ülkenin tüm yüzölçümü, sınırlar,
hatta sınırların ötesi de evimiz, yurdumuz gibi gelmez artık.
Nereye gidersek gidelim, o yabancılık, o ötekilik hep
bizimle gelir. O duygu kendini gölgemize ekler de hiç ayrılmaz yanımızdan.
İnsan gölgesinden ne zaman kurtulabiliyor ki? Ancak karanlıkta bu mümkün
oluyor. Çoğu yazar da tam bu sebeple, kalemi elinde hazır, yazmak için hep
karanlığı bekler. Güneşin, evrenin, bastığımız zeminin gerçek olduğunu biliriz.
Ne ki güneş bile ışığını doğrudan yansıtmaz bize. Üstelik bunun tek sorumlusu
ozon tabakası da değildir, sistemlerin kalın duvarları da etkiler bize
yolladığı ışığını ve yaşamlarımız, algılarımız, umutlarımız sahteleşir. Gerçek
renklerimizi ve sözcüklerimizi bir tek karanlığın içinde buluruz.
Bir yazar tanıyorum, adı Murat Tuncel. Bugüne kadar
sayısını bilemediğim kadar çok kitabını okudum. O büyük bir yazar. Kendisiyle
ne zaman karşılaşsam, Dustin Hoffman’ı sevgiyle anarak içimden hemen “Küçük Dev
Adam” derim. Bir zamanlar büyük usta Rahmaninov’un elinin heykelini görmüştüm.
Öyle görkemli, öyle büyüktü ki piyanonun tuşları ona ister istemez boyun eğiyor
olmalıydılar. Murat Tuncel’in kalemi de işte tıpkı öyle boyun eğiyor,
sözcükleri ölesiye bağlılıkla akıp sıralanıyor olmalı kâğıdın üstüne.
Murat Tuncel
bir öğretmen, bir baba, bir eş, bir gazeteci, bir yazar ve inanılmaz bir roman
ustasıdır. Romanları sayısız dünya diline çevrilmiş, kitapları gezegenin farklı
yerlerinde, farklı ülkelerin kitapçı ve okur raflarında yerlerini bulmuştur.
Her ne kadar kendisi de kitapları gibi bir dünya gezgini olmasa bile, o sonuçta
bir gurbetçidir. Gurbetin tanımını ondan daha iyi yapabilecek biri var
mıdır?
Hollanda’da
yayınlanan Kara Zambak dergisinde şair Ali Şerik’in Murat Tuncel ile yaptığı
söyleşiden öğrendiğime göre Sahte Umutlar (Valse Hoop) Hollanda’da üç baskı
yapmış. Birinci baskısını okuyan bir grup Hollandalı okuyucu, iki meclisteki
senatör ve milletvekili sayısı kadar kitap satın alarak meclise götürüp hediye
etmişler. Hediye ederken de milletvekilleri ve senatörlere; “Bu kitabı
okursanız hem yabancılara bakış açınızın değişeceğine, hem de yabancılar
yasasını değiştireceğinize inanıyoruz.“ diye dileklerini dile getirmişler.
Romanın çok
sayıda kahramanı var ve hepsi de çalışmak için Hollanda’nın belli bir kentinde
bir araya gelmiş olan Türklerden oluşuyor. Aynı kente, birbirlerinden farklı
zamanlarda gelmiş ve bir araya toplanmışlar. Dolayısıyla kimilerinin unutmaya
çalıştıkları yıllar kimileri için yeni başlamış. Ortak sorunları oturum
almaktan ziyade, o oturumu alabilmek için yıllarca beklemek zorunda
kalmalarıdır. Elbette o süreci atlatabilmek için kaçak çalışmanın, dolayısıyla
en düşük ücrete en ağır, en pis işleri yapmanın ve asla itiraz edememenin
yarattığı ruhsal çöküşlere de sürükleniyorlar. İtiraz edemezler çünkü
alacakları yanıtı çok iyi biliyorlar: “Yarın artık gelme.”
Bu yanıt aç
kalmakla, kirasını ödeyemeyecekleri için tuttukları odalarından atılmakla,
sokağa düşmekle, tutuklanıp derdest edilerek Türkiye’ye geri gönderilmekle eş
anlamlı neredeyse. O nedenle istenen her işi yapıyorlar. İlk zamanlar, oturum
almanın bu kadar uzun süreceğini bilemedikleri için ve umutları taptaze,
sıcacık olduğundan sessiz kalıyorlar. Daha sonra da sessiz kaldıkları onca
yılın, katlandıkları onca sıkıntının hatırına sessiz kalmaya devam ediyorlar.
Oturum bekleyişleri devam ederken suçlu olmamalarına karşın, hepsi de birer
suçlu gibi herkese ve her yere mesafeli durmaya çalışıyor. Çoğu, parası
yetmediği için tek başına bir odada kalamıyor, o nedenle odalarını
tanımadıkları insanlarla paylaşıyorlar. Özel günlerde, tenha saatlerde
sokaklardan uzak durmaya özen gösteriyorlar. Polis kontrolüne yakalanırlarsa
yine Türkiye’ye gönderileceklerini biliyorlar. Yaşamları, sabah erken kalkmak,
işe gitmek, çalışmak, eve dönmek, uyumaktan ibaret. Oturum beklemek,
polislerden kaçmak / kaçınmak ve bir gece olsun huzur içinde uyuyamamak da işin
cabası. Gerek odalarını paylaştıkları insanlarla aralarında gelişen
dostluklardan, gerekse çoğunlukla çalıştıkları bahçe işlerinde ellerine geçen
üç beş kuruştan aldıkları cesaretle, ara sıra Türklerin işlettiği bir lokantaya
ya da kafeye gidebiliyorlar. Elbette ikinci çayı sipariş ederken ceplerindeki
kuruşların yetip yetmeyeceğini iyi hesaplamaları gerekiyor.
Okur,
yazarın kaleminden, tıpkı sevgi gibi korkunun da insanları birbirlerine sıkı
sıkıya bağlayan bir güç olduğunu öğreniyor. Murat Tuncel yalnızca Türklerin
Türklerle olan ilişkilerine değinmemiş. Hollandalı insanların Türklere bakış
açılarını da ustaca kâğıda aktarmış. Özellikle de Hollanda polisinin genel
olarak önyargılı yaklaşımlarını çok iyi betimlemiş. Öyle ki okura,
ötekileştirmenin, ayrımcılığın sonunun ırkçılığa vardığını kemiklerine kadar
hissettiriyor.
Kaleme aldığı her kahramanı için ayrı bölümler açmış.
Öyle ki okurken her birini yakından tanımakla kalmıyor okur, aynı zamanda
kendini birbirinden farklı kısa öykülerin içinde hissediyor. Sonra da aslında
aynı kentte, aynı sorunları yaşayan kişilerin birbirleriyle kaynaşmalarına ve
bu kez ortak öykülerde buluşmalarına tanık oluyor.
Kaç Murat Tuncel var? Birini destansı tarihi
romanlarından tanıyorum. Diğer Murat Tuncel’le henüz tanışmasam da bir fikrim
var diyebilirim. O, eminim ki masalsı bir dille çocuklar için yazan, kurgulayan
aynı kalemin ta kendisidir. Bir de işte Sahte Umutlar gibi kent yaşamlarını
anlattığı gerçekçi romanları var ki o Murat Tuncel’i herkes mutlaka tanımalı.
Beyoğlu’nun Çığlıkları’nı okurken de aynı hislere kapılmıştım ama Sahte
Umutlar, hislerimde yanılmadığımın kanıtı oldu.
Ray Bradbury’nin yazdığı Fahrenheit 451 ya da George
Orwell’in yazdığı 1984 gibi romanların dünya çapında olağanüstü beğeni aldığını
biliyoruz. Ülkemizde de okuma oranı o kadar düşük olmasına karşın, sözünü
ettiğim bu iki romanı, kitapseverler arasında neredeyse okumayan yoktur. Sahte
Umutlar bilimkurgu değil, günümüz gerçeklerini anlatıyor ama sözünü ettiğim
bilimkurgu romanlarıyla aynı tadı veriyor. O nedenle, özellikle belirttiğim bu
iki yabancı romanı beğenen okurların, Hollandaca ve Farsçaya da çevrilmiş olan
Sahte Umutlar’ı mutlaka okumalarını öneririm.
Bu kitabını da bir solukta okudum ve bir solukta içim
kanadı, kurudu, taş oldu. Ötekileştirilmenin de ötekileşmenin de izlerini en
derinlere kazıyıp bıraktı. Ellerin dert görmesin güzel insan, sen hep
yazmalısın.
Zerrin Oktay