Mehmet Zaman Saçlıoğlu

Yazar, Şair

Doğum
Eğitim
Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Tekstil Sanatları Bölümü

Şair ve yazar. 1955, Bursa doğumlu. Cumhuriyet gazetesindeki bazı yazılarında Nahit Zaman adını da kullandı. Ankara Mimar Kemal İlkokulu, TED Ankara Koleji, Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Tekstil Sanatları Bölümü (1977) mezunu. Ege Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde asistanlık (1977-81) yaptı. Yüksek lisansını, “Ege Bölgesi El Basmacılığı” adlı çalışmasıyla aynı üniversitede (1981) tamamladı. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesinde düzenlediği sergi ile “Sanatta Yeterlilik” unvanını aldı ve 1996 yılında profesör oldu. Belçika’da ve Avustralya’da kısa sürelerle konuk öğretim üyesi olarak çalıştı. Öğretim üyeliğini Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tekstil Sanatları Bölümünde sürdürdü.

Şiir ve öyküleri; Yazko Edebiyat, Türk Dili, Broy, Gösteri, Düşün, Varlık, Milliyet Sanat, Atika, Cumhuriyet, Adam Öykü dergi ve gazetelerinde yayımlandı. 1993 Yunus Nadi Yarışmasında yedi öyküyü içeren isimsiz dosyası ile Yayımlanmamış Öykü Ödülünü Vüs’at O. Bener ile paylaştı. Yaz Evi adlı kitabı ile de 1994 Sait Faik Hikâye Armağanını kazandı. 1998 yılında Topaç adlı öyküsüyle Haldun Taner Öykü Birincilik Ödülünü aldı. Mesleği ve edebiyat alanında çeşitli panel, seminer ve sempozyumlara katılarak bildiriler sundu. Öğretim Üyeleri Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası, Öğretim Elemanları Sendikası, PEN Pazarlar Derneği ve Edebiyatçılar Derneği üyesidir.

 “Yer yer bir bilgelik sevgisi metni olarak almak da olası elbette öyküle-rini. Bilgece bir bakışın yansımadığı; hoşgörüyle, sevecenlikle, biraz da alaylamayla kuşatılmadığı savlanamaz çünkü bunların. Ötesinde öykünün penceresinden, çevremizi saran yaşamsal gerçekliğe nasıl bakabileceğimizi gösteriyor bize yazar. Yanı sıra nesnel gerçeklikle eğlenceli oyunlara nasıl girişilebileceğini de... Çünkü yaşamı, olup bitenleri, bizi kuşatmış dış dünyayı çok güzel alaya aldığı görülüyor yazarın. (...) Gerçekten de Saçlıoğlu, şaşırtan bir güzellik sunuyor öykülerinde, yalın söylenip yoğun kılınmış bir öyküleme tekniğiyle. Sonra bunları öykü olarak çıkarırken karşımıza, gizlerle içli dışlılığını da sürdürüyor. Beş Ada’dan sonra Rüzgâr Geri Getirirse’de yeniden giz-lerle kuşatıldığınızı ayrımsıyorsunuz. Işık, gölge, hareket vb. yazarının bu alandaki uzmanlığından gelen bir yetkinlikle öykülere gereç yapılmakla kalmıyor, birer kahramana dönüşerek kişileşiyor. (...) Sonuçta tümü de zekice kotarılmış, her okunuşta, okurunu hazlarla, tatlarla saracak öyküler bunlar... Saçlıoğlu, bütün öykülerinde, yaşamdan yola çıkarak, yani nesnelerden hareketle yapıyor soyutlamasını; önce kurguyu temele alıp bu doğrultuda yapay gereçler üretmeye, aramaya çabalamıyor hiçbir zaman. Yaşanmamışı katmıyor değil, ama yaşanabilirliği olmayanı öyküsüne buyur etmiyor kesinlikle. Soyutlayımdaki bu düzeyi onun, genç öykücüler için ders alınacak bir örnekleme olarak duruyor, benden söyle-mesi.” (M. Sadık Aslankara)

“Yaz Evi’nde sürprizlerle dolu öyküler var. Ben okurken zaman zaman bir Şarlo filmi seyreder gibi gülüp düşündüm; zaman zaman da O’Henry’nin öykülerini hatırladım. Yalan- doğru; sevinç-hüzün; yaşam-ölüm karşıtlıklarının hayatın kendini oluşturduğu derli-toplu, titiz ve satırların birbiri ardına düğüm yeri belli olmadan eklendiği ‘ne güzel öyküler’ dedim kendi kendime...” (Mürşit Balabanlılar)

ESERLERİ:

ŞİİR: Günden Önce (1985), Sarkaç (2002).

ÖYKÜ: Yaz Evi (1994), Beş Ada (1997), Rüzgâr Geri Getirirse (2002).

BİYOGRAFİ: Güneş Umuttan Şimdi Doğar: Türkân Saylan Kitabı (2004).

Ayrıca mesleği ile ilgili kitapları yayımlandı.

HAKKINDA: Neşe Cehiz (Varlık, Temmuz 1995), Muzaffer Uyguner/ (Cumhuriyet Kitap, 18.6.1995), Seçil Büker (Varlık, Nisan 1996), M. Sadık Aslankara / Yaz Evi (Cumhuriyet Kitap, 24.7.1997), TDE Ansiklopedisi (c. 8, 1976-98), Semih Gümüş / Öykünün Bahçesi (1999), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Fethi Naci, (Cumhuriyet Kitap, sayı: 253), Nedret Tanyolaç Öztokat (Adam Öykü, sayı: 18), Mürşit Balabanlılar (Tempo dergisi, sayı: 22).

 

KUŞ EVLERİ


Kuş evleri olmalı evlerin dış duvarları

Kanatlanmalı çocuklar gülüşünce.

Dış evleri kış olsa da duvarın

İç evinde yaz güneşi doğmalı

Kuşları da ısıtır mutluluk.

 

Çocuk odalarını geceye hazırlarken

Düş kanadı koymalı kuş tüyünün altına

Uyuyunca çocuklar perdeleri açmalı

Sokağı da aydınlatır yüzlerdeki ışık.

 

Gündüzleri gülebilen çocuklar

Geceleri kuş anneleriyle uçar

Evlerin duvarları kuş evleri olmalı.

 

 

TOPAÇ


Beyazlar giyinmiş iki adam, kendi çevrelerinde dönüyorlar. Başları yukarıda, gözleri kapalı. Boyunlarının büküklüğü, yazgıyı bilenlerden olduklarını gösteriyor. Kolları iki yana açık, bir elleri yukarı, bir elleri aşağı dönük; alır, veririz der gibi. Uzun etekleri döndükçe yükseliyor. Hem bir hortum gibiler hem anafor. Hem yerden alıp gökyüzüne veriyorlar, hem gökyüzünden alıp yere. Biri gizli dede, biri açık. Yüzyıllardır yatıyorlar, ama yine de dönüyorlar. Çünkü;

“Duruyorum ve koşuyorum; üzengideki ayak gibi

Susuyorum ve söylüyorum; kitaptaki yazı gibi”

demişti kendilerinden dörtyüzyıl önce yaşamış olan, gönül gözüyle görüp sevdikleri pirleri.

“Gören sanır sefadan semâ-ı râh ederim

Döner döner bakarım kûyi yâre âh ederim” 
demişti gizli olanı, neden döndüğünü anlatmak için.

Ben ise dönmeyi ilk kez gördüğümde açık denizde küçük bir teknedeydim. Yolumu yitirmiştim. Gökyüzünün birden karardığını gördüm. Rüzgâr, bilinen bütün adlarıyla esiyordu. Önümde denizin köpürerek bir sütun gibi yükseldiğini gördüm. Aynı anda bir anafor oluştu suyun üstünde. Göğün kara bulutlarının karışarak denizin dibine çekildiğini de gördüm. O zaman balıkların kuş, kuşların balık olduğunu; suyun hava, havanın su olduğunu; ışığın karanlık, karanlığın ışık olduğunu; ölümün yaşam, yaşamın ölüm olduğunu anladım. Rüzgâr bir anda bıraktı suyu, su havayı bir anda bıraktı. Her şey bildiğimiz yerine döndü. Ölüm kendi yerine, yaşam kendi yerine. Ama imgeleri iç içe kaldı. Kendimi bir kıyıda buldum. Ayılırken gördüğüm; bir çocukla bir köpekti. Birkaç kulaç uzağımda, çocuk kendi çevresinde dönerek koşarken, bir merkezin çevresinde daireler çiziyordu. Köpek ise çocuğun çevresinde dönüyordu. Başımı kaldırıp bakınca; deniz suyunun tuzunu bıraktığı düz bir kayanın üzerinde bir topacın döndüğünü gördüm. Çocuk, ara sıra elindeki kalınca iple topaca vuruyor, durmamasını sağlıyordu. Yine kendimden geçmişim. Düşümde duyduğum ses:

“Görenim ve görmeyenim; uykudaki göz gibi

Varım ve yokum; gül suyundaki koku gibi” diyordu.

Uyandığımda, çocukla köpek gitmişlerdi. Kayanın üzerinde iki iz kalmıştı yalnızca. Denizin ve topacın izi. Deniz, gelgitleriyle dikey izler bırakmıştı; topaç, dairesel izler. Hangisinin daha eski olduğu anlaşılamıyordu. Taşın çevresindeki kumlarda ise çocuktan ve köpekten kalan izler vardı. Bir anafor ya da hortum gibi dönerek ayrılmışlardı taşın yanından. Oyunun bitmediğini, çocuğun, topacı eline aldıktan sonra bile dönüşünü durdurmadığını anlamıştım. Köpek de durmamıştı. İzlerin peşinden gidersem kurtulabileceğimi düşündüm önce.  Bunun yerine taşın yanına geri döndüm. Topacın, taşın üstünde bıraktığı izleri bir yazı gibi belleğime yerleştirdim.  Bunu, eve döndüğümde bir kağıda çizeceğim.  İzlerin yaşamın sonsuz hareketinin izleri olduğunu biliyorum. Bu kağıdı ne rüzgâra, ne de yılana kaptırmağa niyetim var. (…)

(Rüzgâr Geri Getirirse, 2002)

 

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör