Mutasavvıf, bilim adamı, İstanbul’un manevî fatihi (D.
1372, Şam - Ö. 1459, Göynük / Bolu). Tam adı Muhammed bin Hamza olup bazı
kaynaklarda “Ahmed” olarak da geçmektedir, lakabı Akşeyh’tir. Babası Kurtboğan
Evliyası olarak tanınan Şeyh Hamza-i Şamî önceleri Şam’da otururken, sonraları
gelip Amasya’nın (şimdi Samsun’un) Kavak ilçesine yerleşmişti. Şihâbüddîn
Sühreverdî’nin soyundandır. Bu soy, Hazret-i Ebubekir’e kadar ulaşır. Ak
elbiseler giymesi nedeniyle ona “Akşemseddin” denildiği rivayet edilmektedir.
Küçük yaşta “Kur’ân-ı
Kerîm”i ezberleyip hafız olan Akşemseddin, Kökeni itibariyle medreseli bir
aileden geliyordu; kendisi de birikimini, döneminin ilim çevrelerinden, yani
medreselerden elde etmiştir. Babasının ölümünden sonra öğrenimine Osmancık ve
Amasya’da devam ederek; sarf (dilbilim, biçimbilim, dilbilgisi), nahiv (söz
dizimi), mantık, meânî (anlam), belâgat (güzel konuşma), fıkıh (İslam hukuku),
akâid (hukukî bir sonucu meydana
getirmek üzere karşılıklı iki iradenin birbirine uygun olarak açıklanması),
hikmet (herhangi bir konuda hüküm vermek, yargılamak) okuyarak öğrenimini
tamamladı.
Küçük
yaşlardan itibaren bilime ve sanata karşı ilgi duyan Akşemseddin, dinî
bilimlerin yanı sıra iyi bir tıp öğrenimi de görmüştü. Bilim öğrenimini tamamladıktan
sonra, Osmancık’ta müderris
(hoca) oldu. Üstün zekâsı ve anlayışı, yılmak bilmeyen çalışma gücüyle
kendisini kitaplara adadı. Başta İslamî bilimler olmak üzere tıp, astronomi,
biyoloji
ve matematikte
zamanının ünlülerinden biri oldu. Uzun yıllar Osmanlı
medreselerinde çalışarak yüzlerce öğrenci yetiştirdi. Tıp alanında bulaşıcı
hastalıklar üzerinde de önemli çalışmalar yaptı. Amasya’da
medreselerde eğitim aldıktan sonra büyük üne kavuşmuştu. XV. yüzyılın
en büyük sufilerinden
biri ve çok yönlü bir din bilimleri insanıydı.
Araştırmalarının
sonunda tıp bilimi ile ilgili Türkçe
olarak yazdığı Maddet-ül
Hayat ve Arapça olarak yazdığı Hall-i Müşkilât ile Risalet-ün Nuriyye
adlı tasavvuf
kitapları, en çok bilinen eserleridir. Tıp ile ilgili yine Türkçe
olarak yazdığı Maddet-ül Hayat'ta
geçen “Hastalıkların insanlarda teker
teker peyda olduğunu zannetmek yanlıştır. Hastalıklar insandan insana gözle
görülmeyecek kadar küçük tohumlar vasıtasıyla geçer” cümlesi ile ilk mikrop
teorilerinden birini ortaya koymuş oldu. Tarihte mikroorganizmalardan söz eden
ilk bilim insanı ve mikrobiyolojinin babası sayılmaktadır.
Zamanla Allah aşkının yönlendirilmesiyle, kendini bir
anda tasavvufi arayış içinde buldu. “İlm-i
batın lezzeti dimağından gitmediği için” kâmil bir şeyh bulmak üzere, önce
İran’a, oradan da Maveraünnehir’e giderek oraları dolaştı. Gönlünün istediği
kişilikte bir yol gösterici bulamayınca Anadolu’ya geri döndü. Anadolu’da da arayış
fırtınaları dinmek bilmiyordu. II. Bayezid döneminin kazaskerlerinden İmam Ali
Efendi ona, Ankara’da Kara Medrese’nin eski müderrisi Hacı Bayram-ı Veli’yi
önerdi. Ancak o, önce niyetlendiyse de gitmedi. Çünkü Akşemseddin, onun
dervişleriyle çarşı pazar dolaşıp fukara için zekât toplamasını doğru
bulmuyordu.
Akşemseddin, Zeyniyye Tarikatı’nın kurucusu olan Şeyh
Zeynüddin Ebu Bekir el-Hafi’ye bağlanmak üzere Halep yolculuğuna çıktı.
Halep’te Zeynüddin-i Han ile görüşmek
arzusundaydı. Orada konakladığı ilk gece bir rüya gördü. Rüyasında boynuna bir
zincir takarlar, onu zorla Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli’nin eşiğine bırakırlar.
Bir de bakar ki, zincirin ucundan tutan, Hacı Bayram’dır. Rüyadan etkilenen
Akşemseddin hemen geri döner, İmam Ali Efendi’nin babasına giderek rüyayı
anlatır. O da maneviyat yolundaki nasibinin Hacı Bayram-ı Veli olduğunu söyler.
Birlikte ona giderler. O sırada Hacı Bayram-ı Veli, Çubuk Ovası’nda müridleriyle
birlikte burçak imecesi yapmaktadır. Akşemseddin orada hiç itibar görmez.
Ancak, fazla beklemeden, hemen dervişlerin arasına katılarak onlarla birlikte
çalışmaya başlar. Öğle vakti mola verilir, sofralar kurulur. Teknelerle
yoğurtlar ve buğday çorbası getirilir, sofralara dağıtılır. Hatta köpekler için
de yemek hazırlanır. Kimse, Akşemseddin’e buyur diye herhangi bir iltifat
göstermez. Yemek başlar. Akşemseddin köpeklerin yanına gidip onlarla birlikte
yemeye hazırlanır. Tam elini yemeğe uzatırken, Hacı Bayram-ı Veli ona; “Hay
köse bizi yaktın” diye seslenerek sofrasına davet eder. Hacı Bayram, yapılan
muameleyi ona şöyle açıklar: “Zincire zorla gelen misafirin ağırlanması, böyle
olur.”
Akşemseddin, bu görüşmeden sonra Hacı Bayram’ın
müridi oldu ve ona bağlandı. O’nun yanında sıkı bir riyazet (nefsin terbiyesi)
edindi ve sonra ondan yeterlilik aldı. Asıl ünü de bundan sonra başlayan
Akşemseddin, Hacı Bayram-ı Velî’nin
ölümünden sonra ise onun yerine irşad (doğru yolu gösterme,
uyarma, hak yoluna götürme) makamına geçti (1429). Arkasından Ankara’dan
ayrılarak Beypazarı’na, oradan da İskilip’e bağlı Evlek köyüne ve en sonra
Göynük (Bolu)’e yerleşti. Burada bir mescit ve bir değirmen yaptırarak
dervişlerin talim ve terbiyeleriyle meşgul oldu. Daha sonraki çalışmalarıyla
bir Osmanlı müderrisi, bugünkü adlandırmayla profesörü olmuştu.
Bilim
konulardaki önemli başarılardan sonra tasavvuf konusunda da ağırlığını göstermiş,
daha sonra da II. Murad’ın emir ve isteğiyle Fatih Sultan Mehmed’in hocalığına getirilmişti.
Öte yandan İstanbul’u fethinde Akbıyık Sultan gibi dönemin öteki sufîleriyle
birlikte Akşemseddin de öğrencileriyle kuşatmaya katıldı. Ordunun manevî
gücünün yükselmesine önemli katkılarda bulundu. Ayasofya’da ilk Cuma namazını
da o kıldırdı. Fetihten sonra bir süre İstanbul’da kalarak medreselerde dersler
verdi.
Akşemseddin,
İstanbul’un fethi sırasında büyük yararlılıklar göstermiş, genç Sultan Mehmed’i
teşvik ederek zaferin kazanılmasında önemli katkılarda bulunmuştur. Fethin en
önemli günlerinde Ebu Eyyûb el-Ensarî’nin mezarını bularak ordunun maneviyatını
yükseltmişti. Dünya malına önem vermeyen Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmed’in
büyük saygı ve sevgisini kazanmıştı.
Akşemseddin’in
Fatih Sultan Mehmed ile İstanbul’a girişleri, daha sonra dilden dile ulaşarak ünlü
olacak şöyle bir hikâyeye dönüştü:
Beyaz
atına binmiş, ordusunun önünde yürüyen Fatih Sultan Mehmet, yanında onu
yetiştiren Akşemseddin ile İstanbul’a giriyor. Müslüman Türk Ordusu’nu
karşılayan şehir halkı yol boyunca dizilmiş, ellerindeki çiçek demetlerini
padişaha sunmak istiyor. Ancak halk, beyaz sakalıyla, ağır duruşuyla Akşemseddin’i
padişah sanıp çiçekleri ona sunmaya çalışıyor. Akşemseddin atını geri çekip göz
ucuyla Fatih’i göstererek; “Sultan Mehmed odur, çiçekleri ona veriniz” demek
istiyor. Fatih Sultan Mehmet de çiçeklerle kendisine doğru yürüyenlere hocası
Akşemsedin’i göstererek; “Çiçekleri ona veriniz. Sultan Mehmed benim ama, o
benim hocamdır” diyor ve böylece İstanbul’a ilk olarak Akşemseddin giriyor.
Akşemseddin
fetihten sonra bir süre İstanbul’da kaldıysa da yeniden Göynük’e döndü ve orada
vefat etti. Fatih Sultan Mehmed tarafından 1464 yılında yaptırılmış
olan türbesi
Bolu ilinin, Göynük
ilçesindedir. İlçede her yıl, İstanbul’un
fetih günü olan 29 Mayıs (Mayıs’ın son Pazar günü) tarihinde Akşemseddin’i anma
günleri düzenlenmektedir. İskilip’te de çocuklarından Nurulhuda’nın türbesi ile
diğer yakınlarının mezarları vardır. Evlik köyünde yer alan ve tek bir çivi
çakılmadan yapılan camiyi onun yaptırdığı yazılıdır. Akşemseddin İstanbul’un
manevi fatihi olarak da anılır.
ESERLERİ:
Risâletü’n Nûriye (Aslı Arapça olup, kardeşi Hacı Ali
tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Tasavvufa ve tasavvuf ehline dil uzatanlara
cevap mahiyetindedir), Risale-i Şerh-i
Ahval-i Hacı Bayram-ı Veli, Def’ü
Metain, Risale-i Zikrullah, Hall-i Müşkilât, Mâddetü’l-Hayât, Def’u
Metâinü’s-Sûfiyye, Makâmât-ı Evliyâ (Velilerin Makamları), Maddet-ül-Hayat (Hayatın Maddesi), Nasihatname-i Akşemseddin (Akşemseddin
Nasihatnamesi), Kitab-ül-Tıb (Tıp
Kitabı, Feyzullah Efendi Kütüphânesinde),
Hall-i Müşkülat (Güçlüklerin Halli), Telhîs-i
Metâin (Metinlerin Özeti).
KAYNAKÇA:
Bursalı Mehmed Tahir / Osmanlı Müellifleri (c. I, 1972), Orhan F. Köprülü /
“Akşemseddin” (TDV İslâm Ansiklopedisi, c. II, 1989), Ali İhsan Yurt /
Akşemseddin - Hayatı ve Eserleri (1994), Cevat Alparslan / Akşemseddin
Hazretleri - Hayatı, Eserleri, Şiirleri ve Bolu Erenleri (1998), Hüseyin Algül
- Mustafa Kara / Osmancık’ta Bir Müderris Akşemseddin (2000), Ahmet Özdemir / Hacı
Bayram Veli ve Eşrefoğlu Rumî (2002), İhsan Işık / Ünlü
Devlet Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 1, 2013) - Encyclopedia of
Turkey’s Famous People (2013).