Akademisyen, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi, Profesör,
Şair ve yazar. 27 Haziran 1963, Elazığ doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini Elazığ’da
tamamladı (1979). İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi (1985) mezunu. Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesinde yüksek lisans
programlarını tamamladı (1986-88). Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler
Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünde anayasa hukuku araştırma görevlisi oldu
(1986). Ocak 1989 yılından itibaren İngiltere’de London School of Economies and
Political Services’te doktora çalışmasını sürdürdü, 1993 yılında tamamladı..
Yurda dönüşünden sonra ODTÜ’de görev yapan Prof. Dr. Necati Polat, 2006
yılından bu yana ODTÜ İktisadi ne İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası
İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi olarak çalışmalarını sürdürmektedir.
Prof. Dr. Necati Polat, edebiyat çalışmalarına öğrencilik yıllarında
başladı. Elazığ’da Sıla (üç sayı), İstanbul’da Tin Yazıtları dergilerini
çıkardı. Tin Yazıtları’nın çıkan tek sayısı sıkıyönetimce toplatıldı
(1981). Aylık Dergi’de (1979-83) şiirlerinin yanı sıra Azmi
Yırcalı ve A. Ulvi Seliçi imzalarıyla eleştiriler yazdı. Yeni Devir gazetesinde
(1979-81) edebiyat ve sinema, Zaman gazetesinde (1986-87) kültür-sanat,
politika, magazin yazıları çıktı. 1984 yılında Millî Gazete’de kültür
sanat sayfasını yönetti. Şiir ve yazıları ayrıca Gergedan (1987-88), Argos
(1988), Defter (1988), Albatros (1988) dergilerinde yer aldı.
ESERLERİ:
Şiir: Kalender (1987), İyilik (Kalender’den
seçmeler ve yeni şiirler, 1989).
Deneme-İnceleme: Ahlâk
Siyaset Şiddet (1999).
KAYNAK: TDE Ansiklopedisi (c. 7, 1976-98), İhsan Işık /
Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) -
Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi
(2006, gen. 2. bas. 2007), TBE Ansiklopedisi (c.2, 2001). Prof. Dr. Necati
Polat (avesis.metu.edu.tr, 21.02.2021).
neydi
şu şiir, niçindi?
şiiri
düşünürüm hep. kişi yaşamının bu ayrılmaz etkesi, bu tanrısal ergiyi nasıl olur
da düşünmem, usuma getirmem ki... sahi, neydi şu şiir, niçindi? şu her ergenin
ozanlaştığı, iyi günlerinde şiir’leştiği insanımızın, kötü günlerinde gene dizelerle
anlattığı derdini, kıtlıkta da kıranda da, barışta da savaşta da sürekli
tuttuğu, kullandığı bu ‘şey’ neydi, ne olabilirdi? şiirin yaşamımıza, oradaki
inceliklere, ta ‘ümmet’ olma ironimize değin yerleştiği, sığındığı bir topraktayız.
gerçekten,
neydi gizi şu şiirin?
günümüze
değin tanımları da yapılmamış değil bu türün, çokça denebilecek biçimde
tanımlar, anlamalar getirilmiş hatta, kendine, kendi ozanlık serüvenine göre
birşeyler söylemiş her ozan, ciltler tutulmuş bu konuda ustaların
söylediklerinden, betikler derlenmiş, ve, 'şiirin tanımı yapılamaz' diye bir
savda da bulunulmuş yine bu sıralar, ‘şiir şiirdir' denip, kestirilip atılmış
ötesi, hani haksız da değillermiş yaptıklarında, ne yapsalar ne etseler bir
şeyin önüne geçmeyeceğini, sonuçta ‘bu, bu çağın düşüncesidir’ denip
üzerlerinde durulmayacağını da biliyorlarmış, ve yine bu ara karşılaştırmalar
yoluyla biryerlere varmayı denemiş kimileri de. karşılaştırmalar yapmışlar
şiirle, ölçmelerde bulunmuşlar, ‘şu suysa şu da şudur' demeye götürmüşler işi.
galiba en ussal söylemleri de onlar yapmışlar yine, valéry, bunlardan biri
nitekim, ozan, 'düzyazı yürüyüşse, şiir de danstır’ der. ona göre şöyle
eliayağı düzgün, aksamasız bir gidişse düzyazı, hoplamış zıplamış durumudur
bunun şiir de. istenilse, pekala aynı şeyler de anlatılabilir düzyazı ve
şiirle: böyle demeye gelir bu. yaygın bir görüşe göre oysa, düzyazıya
çevrilebilen, düzyazım olanaklarıyla anlatılabilen birşey neyse, şiir, o
olmayandır, bir yeni dünya ozanı, poe, 'şiir güzelliğin uyum yoluyla
yaratılmasıdır' der. onun tek yargıcısı da beğenidir, poe’ya göre, hunt'ı
anımsattı bana bu. o, 'şiir güzelliğin soluk alışıdır’ diyordu, aynı noktada
dylan thomas'ınkiyse oldukça öznel, ‘şiir’ der d. thomas, 'beni güldüren,
ağlatan ya da şaşırtan, ayak tırnaklarıma değin ürperten, bizi bunu ya da şunu
yapma ya da hiçbirşey yapmama isteğine götüren şeydir', thomas'ınki öte dursun,
bizden abdülhak hamid’inki de öyle, o da nitekim, 'ağlamaktan ne anlaşılıyorsa
bence şiirden de o anlaşılmalıdır' der. 'her şiir güzel, her güzel şiirdir'
sözüyse, ser¬veti fünun yazınının arka plandaki ozanlarından ismail safa'ya aittir.
necip fazıl kısakürek, şiiri ‘saltık gerçekliği arama işi’ olarak tanımlıyor.
oldukça esnek, ‘şiir ısrarlı bir telkindir' diyor, behçet necatigil'se. ve
bitirmiyor, ‘ama tekin olmayabilir (de)' diyor, 'bazı telkinler gibi', derken
ozan ilhan berk, tersine, şiiri 'üstünü başını yırtmış' bir 'çocuk' olarak
betimliyor, günümüzde şiir üzerine düşünen ozanlardan biri, ismet özel’se, dil
aracılığıyle dilin anlatım olanaklarının aşılması çizgisinde, imgenin düşünsel
bir temelle değerlendiği yazı olarak anlatıyor şiiri, anıyorum bunu da, anıyorum
anmasına ya, montaigne'nin pek değer verdiğim bir sözünü de- anımsatmayı
gerekli görüyorum, 'iyi şiir' diyor montaigne, 'kuralların ve usun
ötesindedir’.
ama
bence, anlatımın erişilmez yanıyle de bir bütünlük sağlaya bilmeliydi şiir,
tanrısal olana açılan bir soluğu da bulunmalıydı birliğinde. bu yüzden de, daha
çok onu bir 'farz eylem’ gibi görme eğilimi gelişti bende, üzerimize farz olan
kimi şeyleri niçin yapıyorsak, şiiri de o amaca koşut bir birim olarak
yapmalıydık, verilen tanrısal bir yetenekti- ozanlara şiir, ve başka şeylerde
olduğu gibi bu şeyde de yaşamın açımlanışı noktasında bir 'erek' belirmeliydi.
yaşama sürecinde yaptığı birçokşeyin ve bunlar üzerinde gelişen ’niçin’n
bilincindedir kişi, sonra herşey, şiirin de içinden bir parça olarak koparılıp
alınamayacağı bir teklikti bence, tümü de bunların, bir 'rıza' doğrultusunda,
yaratıcı’nın onayı için kullanılabilirdi ancak, üzerimize 'kulluk farzı' olan
edimlerden birini alalım, namazı, aynı zamanda İslam öğretisine girmenin de
önkoşullarından biridir bu. kişi bu edimi, namazı, önce yaratıcı olan allah'ın
kulluk borcundan doğan 'rıza’sı, ve sonraysa kendi 'nefs’i için yapar, yerine
getirir, yani kişi temelde hem allah, hem de kendisi için yapar bu işi. şiiri
de bu bağlamdan ayıramayız, kişi niçin yazar şiiri, kendisi için elbet, ama
kulluk borcu olan 'rıza’yı kazanma bilincini de genelinde taşıyarak.
claudel'i
anımsıyorum bu noktada, o şiirin dua ile birleştiğini, bense şiirin doğrudan
‘dua’ olduğunu söylüyorum.
KAYNAK:
Necati
Polat / Şiirin A.B.C.'si (Aylık Dergi, Temmuz Ağustos Eylül 1982,s. 20).