Şair ve
yazar, çevirmen (D. 1926, İstanbul – Ö. 2013, İstanbul). 20.-21. Yüzyıl Türk
şairlerinin en önemli isimlerindendir.
Erenköy 38.
İlkokulu, Kadıköy 1. Ortaokulu, Haydarpaşa Lisesi (1942), İstanbul Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü (1948) mezunu. 1951 yılında
Merkez Bankasının İstanbul Şubesinde başlayan memurluk yaşamını 1955’ten
itibaren Maliye Enstitüsünde bir yıl daha sürdürdü. 1956 yılından itibaren
İzmir’deki çeşitli şirket ve fabrikalarda çevirmen olarak çalışıp emekliye
ayrıldı. Emekli olduğu 1974 yılından itibaren hayatını ve çalışmalarını
İstanbul’da sürdürdü. Tüm zamanını şiirlerine ve Almancadan yaptığı çevirilere
ayırdı. Kültür Üniversitesi’nde şiir dersleri verdi.
Rahatsızlığından
dolayı 1 Haziran'da, Kartal Sanatçılar Huzurevi'nden alınarak Kayışdağı
Darülaceze'deki yoğun bakım bölümüne yatırılan Umran, durumunun gittikçe
ağırlaşması üzerine 25 Haziran'da Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları Hastanesi'ne
kaldırıldı. 4 Temmuz'da sağlık durumu iyileşen Umran, hastaneden taburcu
edilerek yeniden Kayışdağı Darülaceze'ye götürüldü. Ancak Umran, 07 Ağustos
2013 sabahı Darülaceze'de hayatını kaybetti. Umran'ın cenazesi aynı gün ikindi
namazını müteakip Zincirlikuyu Mezarlığı'ndaki mescitte kılınan cenaze
namazının ardından, Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi.
İlk şiiri
1943’te Yedigün dergisinde yayımlandı. İlk kitabı Meşaleler’de (1949) şiire Ahmet
Haşim hayranlığıyla başladığı görülse de bu kitabındaki şiirlerinde ‘nesne
şiiri’nin, yani özgün yanının ilk örneklerini verdi. Bir tür eşya sembolizmini
geliştirerek, Necatigil’in deyişiyle “eşyanın
metafiziğini araştırarak” aynı
zamanda trajik ben’in ızdırabını yansıtan bir şair olarak görüldü. Küçük
eşyalardan yola çıkarak yaptığı soyutlamalarla ördüğü şiirlerinden oluşan Leke (1970) adlı kitabıyla tanındı.
Edebiyat çevrelerinde ‘eşyanın
şairi’ olarak anıldı.
Bir süre ‘Yedigün Şairleri’ arasında anılan Umran, çok sayıda
dergide yazdı. Aynı ay birkaç dergide birden ürün verdiği sık sık görüldü. Çok
yazmasına karşılık titiz bir şair olmayı korudu. Şiir ve çevirilerinin
yayımlandığı başlıca dergiler: Yedigün (ilk şiiri, 1943, sayı: 536), Hisar, Beş Sanat, Varlık, Türk
Dili, Güney, Yeditepe, Soyut, Büyük Doğu, Diriliş, Türk Edebiyatı, Sözcükler,
Sedir, Tan, Gösteri, Gergadan, Mavera, Aylık Dergi, Millî Kültür, Yaba / Öykü. İnceleme yazıları Yeni Devir, Tercüman, Türkiye gazetelerinde yer aldı. Almancadan
çevirdiği kitapların büyük bölümü Hind felsefesi ve ruhçuluk üzerinedir.
Wilhelm Weischedel’den İnsan
Gelişimin Devridaimi adlı
çevirisi nedeniyle kendisini 1994 yılı Türkiye Yazarlar Birliği Çeviri verildi.
Şiirlerinin bir bölümü ders kitaplarında yer aldı.
Sedat Umran İçin Ne Dediler?
“Sedat
Umran’ın en belirgin yanı bir nesne ozanı oluşudur. Nesne şiirlerinde durağan
değil devinimli görüntüler çizmekte; nesnelerde kendisinin ve insanın
içdünyasını ortaya çıkarmaktadır. (...) Bilinçaltının kaotik
güçlerini kozmik güçlere çeviren bir ozandır. Sedat Umran’ın yeni’yi aradığı ve
bulduğu alanlardır bunlar. Özetle tin yapısının yazdırdığı bir şiirdir
onunkisi. Ahmet Haşim’le Necip Fazıl’ın bir bileşkesidir Sedat Umran’ın şiirleri.
Ama onların el atmadığı konulara el atarak Türk şiirini birkaç adım ileriye
götürmüştür.” (Osman Serhat Erkekli)
***
“Metafizik:
Din kaynaklı bir dünya görüşü yoktur Umran’ın. Tanrıtanımaz bir düzene kafa
tutan, negasyonlu bir dil kullanmamıştır, Umran’ın şiirlerinde din ve dini
oluşturan imgelerden söz etmek mümkün değildir. İmgeler aracılığıyla bir inanç,
bir yaşama biçimi sunmak gibi bir görevi de yoktur Umran’ın. Ne İsmet Özel gibi
‘rahma çağdaş terimler’le yaklaşır, ne de Sezai Karakoç gibi ‘Bütün çiçeklerle
donanıp / Bütün insanlarla ölen’, sonuçta ebedî ülkeye yönelen bir ruh hali
çizer. Eşya onda gizlidir ve o şairse o gizi açığa çıkarmalıdır. Gizin peşinden
gitmek söz konusu değildir. Umran doğanın her gün yeniden doğuşu ve her yeni
doğuşta insana yeni bir şeyler verişi karşısında görkemli bir coşku yaşar.
‘Çocuk ve Deniz’ adlı şiir buna verilecek tipik bir örnektir. ‘Çocuklar
sırtlarında kurşun işlemez gömleği düşlerin’ diyerek kendi evreninden çıkıp
çocuğun evrenine giren Umran, ölüm ile ölümsüzlük arasında bir çıkış bularak
bütün yaşananları bir coşkuya çevirir.” (Müslüm Yücel)
ESERLERİ:
Şiir: Meşaleler (1949), Leke (1970), Gittin Taş Atarak Denizlerime (1990), Kara Işıldak (1993), Parmak Uçlarımdaki Yangın (1995), Sedat Umran’dan Seçmeler (1995), Aynada Gün Doğumu (1995), Akşam Şiirleri (1998), Altın Eşik (1999), Kırık Ayna (aşk
şiirlerinden seçmeler, 2000),
Sonsuzluk Atı (toplu
şiirleri, 2000), Kış Bayramı (2002).
Deneme-İnceleme: Şiirde
Metafizik Gerçek (1995), Büyük Alman Şairleri (2003).
Antoloji: Şaheserler
Antolojisi (Hasan Akay
ile, 1994), İnsan Gelişiminin Devr-i
Daimi (1996), Şaheser Çocuk Şiirleri Antolojisi (Hasan Akay ile, 1995), Ünlü Şairlerin En Güzel Aşk Şiirleri (1999).
Çeviri: Epigramlar (Angelus Silesisus’tan, 1972), Hinduizm Nihilananda (1978), Büyük Kurtuluş Suzuki / Zen Budizme Giriş (1980), Zen Yolu / Yayla Okulu Atma Sanatında Zen (Eugen Herriyel’den, 1980), Yeni Sınıf (Djilas’tan, 1982), Roman Kuramı (Lukacs’tan, 1985), Hint Felsefesi (Heinrich Zimmer’den, 1988), Edebiyat ve İhtilal (Jürgen Rahle’dan, 1989), İnsan Gelişimin Devridaimi (Wilhelm Weischedel’den, 1994), Felsefe’nin Küçük Okulu (Karl Jaspers’ten, 1995), 20. Yüzyıl Büyük Alman Şairleri Antolojisi (1995), Diyaloglar (Giardono
Bruno’dan, 1997), Aforizmalar (Nietzsche’den, 1999), Almanca Manzum Çevirileriyle Ünlü Türk
Şairleri (Almancaya çev,
2003).
KAYNAKÇA: Ahmet İnam / Üç Kitap-Leke (Soyut dergisi,
Temmuz 1970), Abdullah Ö. Hacıtahiroğlu / Sedat Umran’ın Son Eseri: Leke (Hisar
Dergisi, Eylül 1977), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye
Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007, 2009) -
Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye
Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Fomous People
(2013), Beşir Ayvazoğlu / Bütün Ömrünü Şiire Adayan Adam: Sedat
Umran (Defterimde Kırk Sûret, 3. bas., 1999, s. 68-72), Osman Serhat Erkekli /
Günümüz Türk Şiiri ve Sedat Umran Üzerine Notlar (Yaba Edebiyat, Ocak-Şubat
2000), Müslüm Yücel / Virgül (sayı: 44, Ekim 2001), Hüseyin Akın / Söyleşi
(Yedi İklim, Ekim 2004), Şair Sedat Umran vefat etti - Türk şiirinin önde gelen
isimlerinden Sedat Umran, bu sabah İstanbul'da vefat etti (haber7.com, 07
Ağustos 2013), Türkiye Yazarlar
Birliği / Türkiye Kültür Sanat Yıllığı (2014).
BAHAR
Bahar yakasında
sarı papatya
yeşil giysisiyle
göründü işte
coşkunun köpüklü
şarabını içmiş de
geliyor karşıdan
yalpalıya yalpalıya...
YAZ
Yaz elinde
faraşı, kocaman süpürgesi
süpürüyor
sevincin birikmiş tozlarını
toprakta
kısalıyor ve uzuyor gölgesi
ben kendinden
daha çok severim pozlarını
GÜZ
Yoluyor ağaçların
saçlarını
altın tarağıyla
tarayarak güz
ışıktan çemberi
kırılan gündüz
çeviriyor hüzün
topaçlarını
KIŞ
Kış kartvizitini
atarak gitti
soğuğun
aralığından
giderken bir ara
çaktı kibriti
ufku aydınlattı
bin gümüş şamdan
GÖÇ
SEDAT UMRAN
Gözlerin yanıp sönen iki deniz feneri
Karanlığın içinden bana umut muştular
Düşlerim avucumdan kaçırdığım kuştular
Yıllar boyu bekledim dönerler diye geri
Onlar sende bir sıcak yuvaya kavuştular
Ayırd edemem artık öz varlığımı senden
Çıkamıyorum beni kuşattığın ülkenden
Bütün düşüncelerim çoktan sana uçtular
OSMAN SERHAT ERKEKLİ
Sedat Umran'ın bir sözü vardır, beğenirim: Çiçekler bahçıvanla iğreti bir
dostluk kurarlar, ama yüreklerinin gizini bir ozana açarlar. Kadınlar
erkeklerle iğreti bir dostluk kurdular, ama görülüyor ki yüreklerinin gizini
bir ozana, Sedat Umran'a açmışlar. Aşk şiirlerinden yapılmış son seçme, Kırık
Ayna okunulunca anlaşılıyor bu.
Sedat Umran 1926 doğumlu, ilk aşk şiirini 1976'da, kendisinin kısaca ''Gül''
adını verdiği bir büyük insan için yazdı. Bu Soyut'un Ağustos 1976 sayısında
yayımlanan Gül'e Şiirler ana başlığı altında altı bölümlük bir uzun şiirdi. O
insanı ben Sedat Umran'dan önce tanımış; bu tanışıklık bana ''Gülgûn ile
Nergis'' adlı yapıtımı yaratma olanağı vermişti. ''Ayrıldık ayrılıklarla sevdim
/ Başkasını sevdin başkasıyla sevdim seni'' dizelerimdeki ''başkası'' ne mutlu
bana ki Sedat Umran gibi büyük bir insan, büyük bir dost olmuştur.
Tatlı bir anı
O günlerden tatlı bir anı: Kadıköy'de bir lokantada (Sümerbank mağazasının
yanında sulu ev yemekleri yapan iyi bir lokantaydı.) Sedat Umran, Cemal Süreya
ve ben tesadüfen karşılaşıyoruz. Sedat Umran'ın yanında Şadi Usal, benim
yanımda o günlerin harika çocuğu Ali Tıraş var. Cemal Süreya içkili ve yalnız,
''Sedat Bey, diyor,'' siz, Osman'ın elinden sevgilisini almışsınız.'' Sedat
Umran ayağa kalkıyor, heyecandan olacak, uzun bacakları üzerinde bir leylek
gibi hafifçe sallanarak yanıtlıyor: Öpmedim bile...
Sedat Umran ve Cemal Süreya ile ilgili bir ikinci anım daha var: Seksenlerde
bir akşam, İlker Akçay'ın da olduğu bir masada, Kadıköy Panorama
Kıraathanesi'nde Cemal Süreya en beğendiğim şairin kim olduğunu sorunca Leke
şairi Sedat Umran yanıtını vermiştim. O günlerde yazdığı ''Hiçbir Semtte'' adlı
şiirinde tutmuş ''Leke kuşağı nasıl bilmez seni'' diye serzenişini bildirmişti.
Aynı gün pardösüsünü de beğenmediğimi söylemiş, ''Gücümüz ancak buna yetti''
demişti.
Cemal Süreya artık yok, Sedat Umran bugün 74 yaşında, Goethe'nin 19 yaşında
bir kız için Marianbadh Elejisini yazdığı yaşta. Bugünlerde son şiirlerinden
oluşan Altın Eşik yayımlandı ve son olarak aşk şiirlerinden yapılmış bir seçme
Kırık Ayna adıyla kitaplaştı. Biz Kırık Ayna'dan İkili Anlaşmalar, Geyik, Sevi,
Onu Değişmek İsteği, İçimdeki Konuk, Gittin, Bayramlık Giysi, Kuğunun Ölümü,
Son Karşılaşmamız, Sendeki Ben, Gül'e Şiirler başlıklı şiirleri beğendik.
Okurların beğeneceği başka şiirler de olacaktır elbet. Okurlara bir tek dize
veriyorum ipucu olarak ve geriye okumaları kalıyor bu değerli kitabı: Fıskiye
havuzu için değil benim için ağlar.
Kırık Ayna / Sedat Umran / Yaba Yayınları / Nisan 2000
'Kozamı kendim ördüm'
OSMAN SERHAT ERKEKLİ
-Şiirinizi besleyen kaynaklardan biri olarak Alman şiiri hakkında neler
söyleyebilirsiniz? Siz yeterince Avrupa dillerine çevrilseydiniz günümüz
Avrupa'sında nasıl karşılanırdı şiiriniz? Günümüzde önemli bir Avrupalı şair
var mı?
-Alman şiirinde dünya ününe ulaşmış birkaç şair var. Bunların en önemlisi
kuşkusuz Faust eseriyle ve lirik işiriyle bilinen Johann Wolfgang Von
Goethe'dir. Bir eleştirmene göre değil, ona erişmek, onunla yarışmak bile
delilik sayılmalıdır. Goethe'den sonra gelen şairler arasında Friedrich
Hölder'in (geç keşfedilen bir şair), Eduard Möricke (çağınde çok az takdir
edildi), Nicolaus Lenau, Heinrich Heine, Josef von Eichendorf, Clemens
Brentano, genç yaşta ölen Novalis (Friedrich Hardenberg), Ludwig Hölty ve Ch.
Günther gibi lirik şairler var. Tiyatro alanında Heinrich von Kleist (31
yaşında intihar eden trajik bir kişilik), Friedrich Hebbel-Grabbe, Georg
Büchner, Franz Grillparzer gibi büyük tiyatro yazarları ve Thomas Mann, Herman
Hesse, Franz Kafka, Thomas Bernard, Adalbert Stifter gibi romancılar ve
Siegfried Lenz gbi öykücüler isim yapmışlardır. Yine şiire dönersek, Paul Celan
gerçeküstücülüğün, Karl Krolow; modern şiirin Alman Edebiyatındaki önemli
temsilcileridir. Daha eskilerden Theodor Daubler, Alfred Mombert, yirminci
yüzyılın ilk yarısının en büyük şairi Rainer Maria Rilke, Stefan George, G.
Benn, Ernst Stadler, August Stramm (kendine özgü olan dünya şiirinde bir
itilimle şiirini her türlü süsten arıtan bir şair), 31 yaşında Birinci Dünya
Savaşı'nın korkunç sahnelerinden etkilenerek canına kıyan Georg Trakl
üzerlerinde ısrarla durduğum değerlerdir. Bütün bunların şiirimin oluşumunda
katkıları olduğu söylenebilir.
Şiirlerimin bir Avrupa diline çevrilmesi durumunda nasıl karşılanacağı
üzerine bir beyanda bulunmam mümkün değildir. Kuşkusuz Türk şiirine özgü yanım
ve kendi duyarlığımla ve kendi imgelerimle ördüğüm bu şiirlerin erek
anlatımındaki, gerekse konularındaik yenilikle yalnız bir ada oluşturduğu
farkedilebilir.
-Bir süre Yedigün Şairleri arasında anıldınız. Bu topluluğun 1940'larda yeni
şiire karşı durmaları kendi zararlarına mı olmuştur? Sizin Ahmet Haşim ve Necip
Fazıl çizgisinden geldiğinizi biliyorum. Ama sizin Birinci ve İkinci Yeni'ye
bakışınız nasıl? Sizinle aynı dönemden sayılabilecek şairlerden Fazıl Hüsnü ve
özellikle, İkinci Yeni'nin ortak söyleşinden kurtulamayan Sezai Karakoç
hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Yedigün Şairleri topluluğu arasında görünmem, o dönemde Yedigün dergisinin
şiire yeni başlayanları ciddi olarak teşvik etmesindendir. İbrahim Alâaddin
Gövsa, Nihad Sami Banarlı, Faruk Nafız Çamlıbel o sütunu yönetenlerdir. Ama ben
o dergi ile yetinmeyerek eskiye karşı çıkan ve yeni şiiri savunan bazı
dergilere de şiirler verdim. (Beş Sanat, Varlık gibi) Sonra Soyut dergisinde
elliden fazla şiirim yayımlandı, o dergideki Bataklık, Balya, Prizma, Çığlık,
Yarı Geceden Görüntüler, Kıl, Otel, Lokanta, Mahkeme, Dalgakıran, Yarasaların
Hıncı, Deniz Saati, Çocuk ve Deniz şiirini ana hatlarıyla belirtmeleri
bakımından önemli denemelerdir.
Ben ne Birinci Yeni'nin ne de İkinci Yeni'nin dümen suyunda gittim. Benim
şiirdeki pozisyonum bağımsızlıklara dahil olmuştur. Tıpkı Celâl SIlay gibi
şiirimin kozasını kendi ipliklerimle ördüm. Bunu o zaman Meş'aleler dolayısıyla
yayımlattığı bir eleştirisinde Hikmet Dizdaroğlu'da vurgulamıştır.
-İlk kitabınız Meş'aleler'de bugünkü şiirinizin ipuçları var. Ama en çok
yankı uyandıran Leke adlı eserinizde neyi başardınız da bu denli ilgi gördü?
Paylaşılan bir yargıya göre özellikle de Necatigil'in sözüyle eşyanın
metafiziğini araştırmak; bir eşya sembolizmi gerçekleştirmek ve yeni bir şiir
dili kurmak konusunda siz ne düşünüyorsunuz? Leke'de yalnızca eşya yani nesne
şiirleri değil trajik ben şiirleri diye adlandırılan şiirler var. Bu konuda ne
düşünüyorsunuz?
-İlk kitabım Meş'aleler ile eskiden tam anlamıyla kurtulduğum söylenemez. O
şiirlerde hece ölçüsünü kullandım. Ama Soba, Mangal, Kargalar gelecekteki yeni
şiirimin ipuçlarını vermeleri bakımından üzerinde durulmaya değer. Beşir
Ayvazoğlu'nun dediği gibi asıl kimliğimi ben Leke adlı 20 yılda meydana
getirdiğim şiirler toplamında gösterdim. O kitabımda bugün de benimdir
diyebileceğim çok şiirim var. 20 yılda yazılmış 168 şiir adımı tanıtan ve
özgünlüğü inkâr edilemez olan eserimdi.
Dergah Ansiklopedisi, Leke maddesinde Mustafa Kutlu'nun imzasıyla o
kitabımın modern şiirimize getirdiği yeniliği ve trajik ben çerçevesinde
dolanan ona göre daha başarılı şiirlerimden oluşan bölümüyle kendime özgü bir
şiir yarattığım belirtilmiştir. Daha sonraları genç kuşağın değerli
şairlerinden Ari Ay da, Kara Işıldak'ın yayımlanması vesilesiyle yazdığı bir
eleştiride ''tek başına bir ekol'' olduğunu ileri sürecektir.
-Yakın zamanlarda yayımlanan kapsamlı bir diğer eseriniz Kara Işıldak
Leke'nin hangi açılardan devamı sayılabilir? Leke'de olmayan yanları nelerdir?
-Kara Işıldak, tıpkı Leke kitabım gibi kendine özgü şiirlerimden örülmüş ve
onun gibi yirmi yıllık bir çalışmanın ürünüdür, aradaki fark Leke'nin 25-45 yaş
arasında ve Kara Işıldak'ın 45-65 yaşları arasında yazılmış olmalarıdır. Kara
Işıldak'ta, Leke şiirlerindeki tedirginlik silinmiş ve özgüveninin ortaya
koyduğu nesnel şiirlerden bir sürü örnek bulunmaktadır.
Bir başka ayırım, Leke'de aşk şiirlerim yokken, Kara Işıldak'ta 30 aşk
şiirimin bulunmasıdır.
-Ellibeş yıldır şiir yayımlıyorsunuz. Çoğu şairin tersine ilk aşk şiirini
1976'da yazdınız. Neden aşk konusunda bu büyük gecikme?
-İlk aşk şiirim denilebilir ki Gül ile tanıştıktan sonra ortaya koyduğum 179
dizelik aşk şiirleridir. Bu şiirimin sanat hayatımda bir önemli merhale olduğu
belirtilmiştir. Tıpkı 100 dizelik Kış Dörtlükleri gibi. Gül'e yazdığım şiirler,
sonraki yıllarda çoğaltılarak miktarı 34 olmuştur. Daha başka aşk şiirleriyle
aşk şiirlerimin sayısı 130'a varmıştır. Onları Gittin Taş Atarak Denizlerime ve
Parmak Uçlarımdaki Yangın adlı kitaplarımda topladım. Ben Leke'deki aşk
şiirlerimin eksikliğini sezerek bu yola girdim. Yeni tanışıklıklar yeni şiirler
getirdi.
-Herhangi bir kampta yeralmamakla tanınıyorsunuz. Bu tavrın getirileri ve
götürüleri hakkında ne diyebilirsiniz?
-Bir kampta dahil olmamak cesaret isteyen bir davranıştır. Çünkü şiir
akımları anılırken, isminiz geçmez, ama siz büyük bir iç dünyasından
yararlanmışsanız, ister istemez adınızı duyurursunuz. Benim çağdaş duyarlığı
işlediğim ve olağanüstü bir hayal gücünü gösteren 20-30 şiirim var: İçimdeki
Kaza, Bataklık, Lokanta, Astar, Parmaklık, Mezarlık, Gölgeler, Soba, Kargalar,
Orman, Bir Ozanın Portresi, Bozgun, Balya, Devin Uyanışı, Bunak, Topal,
Duraklar, Leke, Daktilo Makinesinin Yakınışı, Mankenlerin Yalnızlığı sizin de
bildiğiniz örneklerimdir. Bu arada Dalgınlık şiirimi soyutu somutlaştırma
gücümün bir belirtisi olarak, bu en iyi şiirlerimin arasında anabilirim.
-Ayna şiirlerini ayrıca kitaplaştıran iki şair ve günümüzde. Hilmi Yavuz ve
siz! İki kitabı karşılaştırırsanız yani sizin Aynada Gün Doğumu ile Hilmi
Yavuz'un Ayna Şiirleri'ni; ne diyebilirsiniz?
-Ayna şiirlerim, herhangi bir rekabet kaygısıyla yazılmış değil, o kitapta
Aynada Gün Doğumu kitabımdaki 46 şiir, 21 şiirden oluşan Garip Aynalar bölümü
dışında diğer şiir kitaplarımdan derlediklerimdir. Hilmi Yavuz'un Aynalar'ı ile
benimkileri karşılaştırırsak, benim daha çok klasik bir şiire yöneldiğim
söylenebilir. Hangisinin tercih edileceği okuyucunun beğenisi ile tesbit
edilebilir.
-Zaman zaman hece ölçüsünden yararlandığınız gibi sizin şiiriniz genelde bir
dize şiiri; dize ve bolca kullandığınız zengin uyaklar konusunda şiirinize
getirileri ve şiirinizden götürüleri bakımından ne diyeceksiniz?
-Şiirlerimin 200 kadarı serbest koşulla yazıldı. Tüm şiirlerimin sayısı 620
kadardır. Bütün şiirlerimin birarada yayımlandığında ki Yapı Kredi Yayınları'nın
1999 programına girmiştir, şiirlerimin kalın çizgileriyle belli olacaktır.
-Son olarak şiirin özelliği; şairin ben'i; metafizik; şiirde dil, konu,
anlatım konularında bir şeyler söyler misiniz? Konuşmamızı şu özdeyişinizi
açımlayarak bitirebilir miyiz: Çiçekler bahçıvanla iğreti bir dostluk kurarlar
ama yüreklerinin gizini bir ozana açarlar...
-Şiir, birinci sınıf şairlerde içseziden (Hads-İntuition) ortaya çıkar.
İntuition bugün de bilimde de değer kazanan bir melekedir. O gördüğünü bölük
pörçük değil, bütün olarak kavrar, tıpkı Tanrıça Athene'nin Zeüs'ün alnının
ortasından bütün uzuvları tam olarak ortaya çıkması gibi. Bu intuition
melekesinden yoksun olan şairler, ikinci, üçüncü sınıf şairler olup bir şeyi
bir şeye ekleyerek şiirleirni bütünlemeye çalışırlar, onlarda şairdeki canlı
bakışın ortaya koyduğu organik bütünlük yoktur. Şiiri söz oyunları şeklinde
görerek yenilik peşine düşerler, kitaplarında kendi haklarında yazılanları
alıntılayarak, şairliklerini başkalarının ağzından okuyucuya duyurmaya
çalışırlar, elbette bu tavırları onları okuyucunun gözünde küçültür. Söz konusu
özdeyiş şiirin nesneleri içten fetheden bir sanat olduğunu vurgulaması
bakımından ilginçtir denilebilir.