Yazar, çevirmen (D. 22 Mayıs 1895, İstanbul - Ö. 18 Ocak
1960, İstanbul). Ayşe Nesrin imzasını da kullandı. Babası, Hukuk Mektebi öğretim üyesi, Saray mütercimi ve
Maarif Nezareti mektupçularından Hasan Sırrı Bey, dedesi divan sahibi
şairlerden Ahmet Nafiz Paşa’dır. Öğrenimi özel derslerle başladı. Beşiktaş
Âfitab-ı Maarif Rüştiyesini (ortaokul) bitirdikten
sonra Galatasaray Lisesinde ve Mekteb-i Mülkiye (Siyasal Bilgiler
Okulu)’de okudu, ikisini de bitirmeden bıraktı. Bir ara Hukuk
Fakültesinin derslerini izleyerek (1913), kendi kendini yetiştirdi. Tiflis,
Berlin, Paris, Viyana, Roma ve Kopenhag’da bulundu (1915-23). Cumhuriyetin
ilanından (1923) sonra Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Millî
Eğitim Bakanlığında kadrolu çevirmenlik
yaptı. Gazeteci olarak Kayseri, Edirne, Kırşehir gibi Anadolu
kentlerine yaptığı gezi notlarını yayımladı.
1928’den
sonra Cumhuriyet, Tanin, Tan, Milliyet, Edebiyat ve Sanat Gazetesi, Hayat,
Muhit, Gürbüz Türk Çocuğu, Aydabir, Tarihte Bu Ay, Varlık, Radyo Haftası, Radyo
Dünyası, Yelpaze gibi çeşitli gazete ve dergilere öykü, roman tefrikaları,
gezi yazıları, deneme, makaleler yazdı ve çeviriler yaptı. 1933 yılında Yaşar
Nabi (Nayır) ve diğer arkadaşlarıyla birlikte Varlık dergisini çıkarmaya
başladılar. Zeynep
Eserlerinin
önemli bir kısmında “İstanbul konak kültürü” denebilecek bir yaşama tarzını
anlattı. Özellikle, Eski Zaman Kadınları Arasında (1957) adlı
anılarında, bu kültürün iç yapısı, gelişmesi, dalgalanmaları, zaaf ve
üstünlüklerini ortaya çıkardı. Babasının, II. Abdülhamid’in mabeyn
mütercimliğinde çalışmış olması, Nahid Sırrı Örik’e, saraylıları yakından
tanıma fırsatı vermişti. Son dönem Osmanlı padişahları, sadrazamlar, sultanlar,
vezirler, damatlar ve dönemin ileri gelen aileleri hakkında yakın gözlemlerini
eserlerinde kullandı. Çöküşün simgesi sayılabilecek, onurunun ayaklar altına
alınmasına ses çıkaramayan, nefsine hâkim olamamış, para ve nüfuz için
benliğinde yaralar açılmasını göze alan karakterler yarattı. Güngörmüş zengin
ailelerin yarattığı süzülmüş kültürü, sonra bu ailelerin maddî ve manevî
çöküşlerini konu edindi. Cumhuriyet dönemi yeniliklerinin bu eski kuşaklardaki
yıkıcı etkilerini ayrıntılarla anlattı. Tahir Alangu, Cumhuriyet’in ilk
döneminde yetişen birçok yazarın, Tanzimat’tan (1839) itibaren süregelen
geleneksel hayatımızı, onun değerlerini, tasfiye edilişini, sonuçta çöken bir
devri anlattıkları halde ve içlerinden bazılarının geleneksel kültür ve onu
yaratanlar hakkında ileri derecede eleştirici olmalarına rağmen, Nahit
Sırrı’nın bu konuda soğukkanlı olduğuna dikkati çekerek; “Nahit Sırrı Örik,
olup bitenleri yakından gözlemekle beraber, onlar kadar sert ve hırpalayıcı
olmaya lüzum görmeden, zaman zaman müstehzi de olabilen, duygusuz bir anlatışla
bu konulara el atıyordu.” der. Çocukluk hayatı ve geniş çaplı gezileri,
onun edebî çalışmalarının malzemesi oldu. Eski zaman yaşayışının unutulan
inceliklerini anlattı. Üslûbu soğukkanlı, sade ve akıcıdır. Yazdığı döneme ait
kelime ve terkipleri de yer yer kullandı. Sultan Hamid Düşerken romanında
Fethi Naci’ye göre, Nahid Sırrı Örik’in gönlü de kafası da Sultan Hamid’den
yanadır. Ne var ki onun Sultan Hamid’den yana olması “toplumumuzun belirli
bir tarihsel kesitini bütün gerçekliğiyle yansıtmasına engel olmamış”tır.
Nahit
Sırrı Örik, yaşadığı dönemde eserleriyle edebiyatımızın önde gelen
yazarlarından biri olması gerekirken, beklediği ilgiyi görmedi. Yaşar Nabi’ye
31.5.1931’de yazdığı bir mektupta şunları dile getirdi: “Dâirede olduğu gibi
şimdi evde yalnızım. Beraber oturduğumuz zat İstanbul’a vazifeten gitti. Nerde
ise tek başıma konuşur olacağım. (...) Hepinizi fevkalâde özledim. Bu
hepinizi dedikten sonra bunların kim olduğunu düşününce senden başka kimseyi
bulamadım; bu da ayrı mesele.”
Gazetelerde
tefrika olarak kalan romanları, Kozmopolitler ve Namusunu Satmayan
Kadın’dır. Duygu ve düşünce dünyası uzun soluklu ve
geniş ufuklu olan, resim ve diğer güzel sanatlarla yakından ilgilenen Nahid
Sırrı’nın sanata karşı merakı Sanatkârlar adlı öykü kitabında En
Güzel Eseri adlı öyküsünde ortaya çıkar. Selim İleri, Cemil Şevket Bey
Aynalı Dolaba İki El Rovelver adlı romanında “Cemil Şevket Bey” tipini
Nahid Sırrı Örik’in kişiliğinden esinlenerek yazdı. Kitapları Oğlak
Yayınlarınca 1994’ten itibaren yeniden basıldı.
“Bütün
malzemesi gerçekten yaşanmış bir hayattan, bize has insanlardan olmakla
beraber, günümüzden geçmişe doğru uzanan çevresi ve anlatısı ile geçmiş zaman
havasını dalgalandırışı, bu hikâyelerine hayali bir manzara veriyordu. (…)
“Nahit
Sırrı Örik’in anlattığı konulara ve kişilere çok uygun düşen, günümüz
sanatçılarına artık yabancı gelen biraz eskice, uzun cümleli ama, çok akıcı
düzgün bir dili var. Asıl önemli olan, onun diline takılmış bazı eski kelimeler
değil, kullandığı konak Türkçesinin göze derhal çarpan zenginliğidir.” (Tahir Alangu)
“Örik,
İttihatçılar’a yakınlık duymamasına rağmen, bu duygusunu romanına
içselleştirmemeyi bilmekte, kişilerine müdahalede bulunmamaktadır. Daha da
önemlisi tarihimizin çok önemli, karmaşık ve tartışmalı bir dönemini ve
kişilerini Sultan Hamid, Talat Paşa vb. anlatırken toplumsal bilgilere değil
bireysel psikolojilere yaslanmakta, gerçekliği bu kişilerin yapıp etmeleri,
düşünceleri, duyguları aracılığıyla yansıtmaktadır.” (Ahmet Oktay)
“Nahit
Sırrı ‘konak’ın yetiştirdiği son nesildendir. Can çekişen bir geleneği
sürdürmeye çalışan insanlar, eski zaman yaşayışından soluk ve kesik son
çizgiler, ‘zâdegân’ın Tanzimat’tan Cumhuriyet’e kadar usul usul ve kendini
gittikçe daha kuvvetle hissettiren bir düşkünlüğü paylaşmaları hep Örik’in
gözleri önünde olur. Yeni rejimin eski zaman insanlarını ve kurumlarını modernleştirme
gayreti, reformasyon değil defor-masyon şeklinde algılandığından bu değişimin
etkisi yazarı da etkiler. O günlerin konak hayatını tanımayan ve sonraların
konak havasını teneffüs ederek yaşayanların fark edip önemseyeceği teferruatı
acıyla hatırlar; ama, arkasından ağlamaz.” (Kayahan
Özgül)
“Sultan
Hamid Düşerken, İttihat ve Terakki’nin toplum üzerindeki etkilerini
yansıtmaktan sanki özellikle kaçınmış bir romandır. Yazar, toplumdan nerdeyse
kopuk yaşayan belli bir kesimi odak noktası seçmiş, İttihatçı Şefik’i de bu
kesimin Boğaziçi’yle Nişantaşı arasında kalan dar sosyal coğrafyasında tahlil
etmiştir. Bununla birlikte İttihatçıların yalnız görgüden değil, bilgiden,
birikimden de yoksun olduklarını saptamıştır.” (Selim İleri)
“Örik’in
başarısı, bu süreci ve olguyu, olayların ötesinde kişilerin ‘ruh’ yapısıyla
somutlaştırması; yaşanan bir durum haline getirmesidir. (…)
“1946’da
yazılan ‘Sultan Hamid Düşerken’, ilk ürünleri 1875’lerde ortaya çıkan Tanzimat
romanının izleğini sürdürmektedir bir bakıma. Bu ilk dönem yapıtları, ortak
tema, söylem olarak bir korkuyu, en azından kaygıyı taşır içinde: Çökme,
dağılma korkusu. Genç Osmanlı erkeğinin ‘yabancı’; ecnebi ya da ‘asri’; serbest
kadının cazibesine kapılıp ‘ev’den uzaklaşması, ailenin dağılması, felakete
uğraması motifi onlarca romana konu olmuştur.
(…)
“Bu
‘göstermelik’ ama gerçek ve dramatik oyunu soğukkanlı bir ‘belgeselci’ tavrıyla
nakleder Nahid Sırrı. Ve son derece keskin, zehirli denebilecek bir dille.” (Sultan Hamid Düşerken hakkında, Zeki Coşkun)
ESERLERİ:
HİKÂYE: Kırmızı ve Siyah (1929; yeni bas. 1996), Sanatkârlar
(1932; yeni bas. 1996), Eski Resimler (1933; 1996), Colére de Sultan (Fransızca,
1933), Eve Düşen Yıldırım (1934; eklerle 1998).
ROMAN: Kıskanmak (1946; yeni bas. 1995), Sultan
Hamit Düşerken (1957, Düşüş adıyla Kemal Bekir tarafından sahnelendi, 1976;
sinema filmi oldu, 2003), Tersine Giden Yol (1947’de Tasvir’de tefrika;
1995), Turnede Bir Artist Öldürüldü (1995), Yıldız Olmak Kolay mı? (1996).
GEZİ: Anadolu’da Yol Notları (1939), Bir Edirne
Seyahatnamesi (1941), Kayseri-Kırşehir-Kastamonu (1955).
OYUN: Sönmeyen Ateş (1933), Muharrir (1934),
Oyuncular (1938), Para Uğrunda (İstanbul Şehir Tiyatroları’nda
oyn., 1949), Alın Yazısı (Devlet Tiyatrosunda oyn., 1952), Bütün
Oyunları (1997).
DENEME-İNCELEME: Edebiyat ve Sanat Bahisleri (1932),
Roman ve Hikâye (1933), Tarihî Çehreler Etrafında (1933), Hayat
ile Kitaplar (1946), Yüzelli Yılın Türk Meşhurları Ansiklopedisi (üç
fasikül, 1953), Abdülhamid’in
Haremi (1989), Bilinmeyen Yaşamlarıyla Saraylılar (yay.haz.
Alpay Kabacalı, 2002).
ANI: Eski Zaman Kadınları Arasında (1957).
ÇEVİRİ: Avrupa ve Fransız İhtilali (7 cilt, A. Sorel’den,
1949-56), Journal (A. Galland’dan), Aziyade (1940) - Bezgin
Kadınlar (1947) (Pierre Loti’den), İsveç Kralı XIII’nci Şarl’ın Tarihi (1939)
- XIV. Louis Asrı (3 cilt, 1944) (Voltaire’den).
KAYNAK: Tahir Alangu /
Cumhuriyet’ten Sonra Hikâye ve Roman Antoloji (c. 1, 1968),
Rauf Mutluay / 100 Soruda Türk Edebiyatı (1969), Selim İleri / Türk
Öykücülüğünün Genel Çizgileri (Türk Dili-Türk Öykücülüğü Özel Sayısı, Temmuz
1975) - Aynalı Dolaba İki El Revolver (Argos, Aralık 1990), Hilmi Yavuz /
Tarihsel Roman ve Nahid Sırrı Örik I, II Roman Kavramı ve Türk Romanı (1977)
- Zaman (9.2.2001), Fethi Naci / Türkiye’de Roman ve Toplumsal Değişme (1981) -
50 Türk Romanı (1997), Hülya Nutku / Güneşe Tırmanmazsan Ayı Göremezsin (1992),
Ahmet Oktay / Cumhuriyet Dönemi Edebiyatı 1923-1950 (1993), M. Kayahan Özgül /
Bir İnter-Mezzoya Prelüd (Sanatkârlar’ın 1996 baskısında) - Aşka Epithalamium
Yahut Ölmüş Bir Sevdaya Epitaph (Kırmızı ve Siyah’ın 1996 baskısında) -
Şevkefzâ’dan Sûzidilârâ’ya Bir Gezinti (Yıldız Olmak Kolay mı’nın 1996
baskısında) - M. Kayahan Özgül Asefal Bir Heykel İçin Requiem (Eve Düşen
Yıldırım’ın 1998 baskısında), Ömer Lekesiz / Yeni Türk Edebiyatında Öykü - 1
(1997), Orhan Koçak – Ahmet Oktay / Nahid Sırrı Nerede Unutuldu? (Virgül, Ekim
1997), Şener Öztop / Unutulan Bir Yazar Nahid Sırrı Örik (Cumhuriyet Kitap,
16.7.1998), Mehmet Behçet Yazar / Edebiyatçılar Alemi - Edebiyatımızın Unutulan
Simaları (yay. haz. Mustafa Everdi, 1999), Feridun Andaç / Edebiyatımızın Yol
Haritası (2000), Behçet Çelik (Virgül, Temmuz-Ağustos 2000) - Nahid Sırrı
Örik’in Romanlarında “Kötülük” (Virgül, sayı: 41, Mayıs 2001), TBE
Ansiklopedisi (c. 2, 2001), Şerif Aktaş / Büyük Türk Klâsikleri (c. 13, 2002),
Semih Gümüş / Öykülerde İstanbul (2002), İhsan Yılmaz / Sultan Hamid Romanından
Film Yapılan Nahid Sırrı Örik - Bir Büyük Yazar Nasıl Keşfedildi - Fethi Naci /
Hem Kralcı Hem İyi Yazar Olunabilir - Hilmi Yavuz / Nimet Adeta Bir Balzac Tipi
- Ahmet Oktay / Bir Cihan Kaynanasıdır O (Hürriyet-Cumartesi, 3.5.2003), Özge
Soylu / Nahid Sırrı Örik, Kıskanmak ve Psikanaliz (yüksek lisans tezi, Bilkent
Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü, 2002; Kanat Haber Bülteni, Kış 2003), Zeki
Coşkun / Radikal Kitap (2.5.2003), Serkan Zihli / Bilinmeyen Yaşamlarıyla
Saraylılar (Virgül, Şubat 2003), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
Edebiyatımızda “kötücül”
kahramanlardan söz ettiğimizde, aklımıza ilk gelecek isimlerden birisidir Nahid
Sırrı Örik. Son beş altı yıl içerisinde Örik’in neredeyse bütün eserleri
yeniden yayımlandı; bu nedenle, hak ettiği ilgiyi gördüğü söylenemezse de, bir
tür “iadei itibar”dan söz edilebilir. (…)
Turnede Bir Artist Öldürüldü
adlı kısa romanında Örik, hanende Nezihe Yanıkses’in trajik hikâyesini anlatır.
Nezihe Bandırma turnesinde rastlantı eseri “yıldız”lığa terfi eder, ama bu onun
sonunu da hazırlar. Örik’in eserlerinde kötücüllük “düşmüş”lerin düşmelerine
neden olan hayattan intikam almalarıdır adeta. Bu romanda, yalnızca bir cümlede
sözü edilen kadında bunu görebiliriz. Yaralanan Nezihe’nin yattığı hastanedeki
oda arkadaşı, uygunsuz bir kadınla odayı paylaşmaktan mustariptir ve Nezihe’nin
durumunun tehlikeli olduğunu yazan gazeteyi kendisine göstermekten kaçınmaz. Bu
“haberin onun üzerinde yapacağı tesiri görmek”ten “haz” duyduğunu yazar Örik.
Böylece “uygunsuz” bir kadınla kendisini aynı odaya yerleştiren hayattan
intikam alacaktır.
Benzer bir temanın işlendiği
Yıldız Olmak Kolay mı? adlı romanda da, Örik’in hemen her romanında olduğu gibi
“kıskançlık” konusunu ele aldığını görürüz. İnsanlardaki en büyük zaaflardan
birisi olan kıskançlığı, başka hiçbir yazarımızda görmediğimiz yoğunlukta işler
Örik. Kıskanmak, adından da anlaşılacağı üzere, baştan sona bu izleğin
peşindedir. Yıldız Olmak Kolay mı?’da Turnede Bir Artist Öldürüldü’de olduğu
gibi hanendelerin dünyasında dolaşırız. Hanendeler arasındaki rekabet
kıskançlıkla kol kola gider. İnsan psikolojisinin en derinlerindeki
karmaşaları, açmazları, hainlikleri cümle aralarında çiziverir Örik. Kıskançlık
kimi zaman hoşnutluğa karışır; kimi zaman belli belirsiz bir “hürmet” yaratır
insanda. Bazen birbirlerine “ayna” tutar kahramanlar, böylece bireyin
“kötülük”le ilişkisini bir davranış bozukluğu olarak adlandıramayacağımız bir
noktaya geliriz. “Hilkat”ten ya da toplumsal yapıdan gelen “adaletsizlik”
sonucunda ortaya çıkmıştır “kötülük”.
Romanlarında kadın kahramanlar
sayıca daha fazla olmakla beraber, Tersine Giden Yol’da bir erkeğin hikâyesini
anlatır Örik. Bu, Cumhuriyetin ilk yıllarında, üvey annesinin kendisine oynadığı
bir oyun nedeniyle Ankara’ya gitmek zorunda kalan paşazadenin hikâyesidir ve
Cumhuriyetin kuruluşuyla koşutluklar sergiler. Cezmi, hayatını yeniden kurma
girişimlerinin hepsinde onu (ya da onun birlikte olduğu, olmayı istediği kadını)
çekemeyenlerin, “kıskananların” ihanetine uğrar. Cezmi’nin onların eline koz
veren yapısını da unutmamak gerek. Örik’in, çoğu kez “ete olan bağlılık” biçiminde,
edebiyatımızda benzerine rastlanmaz bir yaklaşımla adlandırdığı “cinsel tutku”,
Cezmi’nin hayatını yoluna koymasının önündeki engellerden birisidir. Bu romanda
da, öbür romanlarda olduğu gibi, insanî duyguların mevki hırsı, istikbal, maddî
zenginlik gibi beklentiler uğruna satılığa çıkarılışını okuruz. Cezmi’ye romanın
sonunda yardım elini uzatan, geçmişteki sevgilisi Macar dansözü Lili’nin kocası
olacaktır. Kemal Beyin Cezmi’ye yemekli vagonda rastlayınca dile getirdiği eleştirilerin,
kıskançlıktan kaynaklanan bir hor görme olmaması da ilginçtir. Modern dünyada
patron ile istihdam ettiği işçi/memur arasındaki ilişki yeni bir iktidar biçimi
yaratmıştır.
(Virgül, sayı: 41, Mayıs 2001)