Şair
ve yazar. 19 Haziran 1961, Konya doğumlu. Meryem Zarifoğlu imzasını da
kullandı. Kütahya Lala Hüseyin Paşa İlkokulu, Kütahya İmam-Hatip Lisesi orta
kısmı ile İstanbul İmam-Hatip Lisesi mezunudur. Yüksek öğrenimini halkla
ilişkiler alanında yaptı. Bir kamu kurumunda yönetici olarak çalıştı. Daha
sonra bir vakfın ve kurduğu kendi iş yerinin yöneticiliğini yaptı. Uzun yıllar
toplumsal çalışmaların içinde yer aldı ve çeşitli kuruluşlarda eğitimci,
yönetici ve düzenleyici olarak görev aldı. Aktif siyasetin mutfağında çalıştı.
Çeşitli dernek ve grupların sosyo- kültürel çalışmalarına katıldı. Ayrıldığı
eşinden Zeynep, Saliha, Selma, Fatma adlarında
dört çocuk annesidir.
Meryem
Şahin’in şiir ve edebiyatla tanışması çocuk yaşlarına kadar uzanır. İlk yazısı
1980’li yıllarda Sızıntı dergisinde
yayımladığı aile konulu bir denemeydi. Yazıları ve şiirleri daha çok internet
sitelerinde yayımlandı. Çocukluk yıllarında yazdığı şiirleri kitaplaştırma
imkânı olmadı. Yazmaya fazla zaman ayıramasa da okumaya fazlasıyla önem verdi.
Şiirleriyle birlikte yazdığı öyküleri de kitaplaştırma olanağını sonraki
yıllardı bulabildi. Çanakkale Şiirleri
Antolojisi (2007) çalışmasıyla 2008
Sabit İnce Jüri Özel Ödülünü aldı. Zeytin Dalı Kültür Sanat Grubunun kurucu
üyesi ve yöneticisi, Eskader üyesi, ayrıca çeşitli internet gruplarında
yönetici ve üyedir.
ESERLERİ:
ŞİİR:
Güvercin Kanatlarında Çiğ Taneleri
(2006), Zeytin Dalı (2008).
ÖYKÜ:
Taşköprü Sisler ve Kadın (2008).
DERLEME:
Çanakkale Şiirleri Antolojisi (2007).
KAYNAK: İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2009).
Pembe renklerini bürünmüş
süzülmekte, gündoğumundan ayışığına koşan vakitler…pembenin kendine has morumsu
erguvan renklerini…sayısız ağaç dallarının arasından Boğaziçi bahçelerinde
ellerinde bir dal erguvan, başına pembe yaşmaklar bürünmüş incecik dal misali
kırılgan kadınlar gibi.
Büyüleyici güzellikleri ile
cemal-i erguvana çevrilen şaşkın gözleri bir daha bir daha cazibe-i dairesine
kuvvetle çekerek gözlerle birlikte, belki de daha bir önemle gönülleri de çekip
çevirmekte, rüzgarın her esişinde nazlı nazlı dalgalanan bulut gibi çiçekleri
ile oluşturdukları efsunlu bahçenin aralanmış kapısından içeriye çekip
hapsetmekteler.
Hapsetmek denir mi bilmem bu
kuvvetli çekim olayına; zira zoraki değil ama kaçınılmaz bir yaklaşımla
üzerlerine konuveren gözbebekleri sermest-i cazip bu görüntü karşısında
kendilerini alamayıp bağlanıverirler gördükleri manzaraya…
hapsetmek cebr kullanarak
yapılagelen bir fiil olmasından dolayı bu ifade doğru olmamakla birlikte tesir
bakımından aynı anlamda kullanılmasında bir beis olmasa gerektir.
Bu manzara karşısında gayri
ihtiyari akışkan bir hale bürünen insan ruhu erguvan bahçelerinin mor hülyasına
kendisini kaptırıverir, yahut gönüllü hapsoluverir yüreğini bunca iştiyakla
çağıran o küçücük nazenin, mor çiçeklerin el salladığı erguvan ağaçlarına…
pembe doğar baharlar erguvan
renkli sabahlara…
erguvani boyanır İstanbul
semaları her bahar zamanında …
erguvan kokar Boğaziçi
çiçeklerin en asil rayihasıyla…
kısacık ömrü de olsa bahar;
mevsimler içinde müstesna yerini her zaman mahfuz tutar.
Karakışın ardından gelişinden
midir ne; natürmort çalışan bir ressamın tuvalinde birden bir canlanış, eserlerin
o donuk ölümsü hallerinde, önce bir göz kırpma, sonra gözkapaklarını sıkça açıp
kapama, daha sonra kıpır kıpır bir canlanma hali meydana gelip te eşyaya
tabiata şaşırtırcasına yaşamsal varlığın nüfuz edişi görülüverir.
Ömrünün kısalığına tezat
Baharın hatıralarını uzun zaman hafızalarda canlı tutan, ölümcül görüntüye
girmiş varlıkların bir nefha üflenmişcesine silkinip, canlanması…yaşamsal
nüvenin, gündoğumu ile ayışığı arasında kalan o sınırlı zamanlarda gizli
olmasından mıdır acaba? ..
mevsimler arasına ne kadar
yakışırsa bahar; bahar mevsimine de o kadar yakışır erguvan…
İstanbul ve erguvan…
bu mevsimde İstanbul çiçek
açar bir ağacın dalları gibi…
Boğaziçi bahçeleri
İstanbul’un çiçek demeti…
çiçekler erguvan renkli…
masmavi denizin köpüklü suları
dalga dalga yükselme sevdasında…
her bir damla erguvan
çiçeklerinden bir pembe rüyaya küçücük buse kondurmanın arzusunda…
rüyalar bile erguvan renkli
görülür bahar aylarında İstanbul’da…
şiirler erguvani mürekkeple
yazılır gönül sayfalarına…
şarkılar erguvan notaların
şekillerine yüklenip terennüm edilir dilden dile…
“havzın suyu erguvane dön”er
Haşim’in dizelerinde…
gün el sallayıp gider erguvan
bahçelerinde mor – pembe çiçeklere…
gece kokularına büründüğü
erguvan çiçeklerini uyutur taa fecre kadar göğsünün bir yerinde…
ve bahar yaşanır İstanbul’un
Boğaziçi’nde…
Boğaziçi yalılarının füsunkar
bahçelerinde…
belki cami avlusunda bir
bankın üstüne uzanan kahverengi dalların üzerinde…
çamlıca’da, Ortaköy’de,
Beylerbeyi’nde…
bir bahar yaşanır ömrü
oldukça bu toprakların üstünde…
Ve daha kimbilir hangi
köşede, hangi erguvan açacak bahçede…