Ahmet Faik Üstün (Nakibzade)

Hukukçu, Şair

Doğum
Ölüm
19 Mayıs, 1949
-
Eğitim
Kuzat Medresesi

Hukukçu Şair, Avukat (D. 1880, Adıyaman – Ö. 19 Mayıs 1949). 1880 yılında Adıyaman’da doğmuştur, Nakibzâde Mahmut Efendi’nin oğludur. Uzun zaman İstanbul’da kalmış ve Kuzat Medresesine devam ederek zamanın ilim adamları ve müderrislerinden çeşitli konularda eğitim almıştır. Bu arada Kâinat dergisinde yazılar ve şiirler yazmıştır.

Daha sonra fakülte tarafından tertip edilen hukuk imtahanlarına iştirak etmiştir. Buradan hakim olarak mezun olmuş Siirt Vilayeti Ağırceza Mahkemesi azalığına tayin edilmiştir. Bilahare Siverek Ağırceza Mahkemesi azalığına tayin edilmiştir.1927 yılında teşkilatın lağvedilmesi  ile avukatlık yapmağa başlamıştır. 17 sene avukatlık yapmış ve 19 Mayıs 1949 da vefat etmiştir.

KAYNAK. Sabri Galip Nakipler (Bilgi teyidi, 18.10.2020).

ŞİİR ÖRNEKLERİ

 

HATAY İSTİKLAL MARŞI

 

Hatay Vilâyetinin Türkiye’ye ilhâkı münaâsebeti ile

 

Kararmışken siyâsî ihtiraslarla bütün âfâk

Zafer tebşîr ederdi karşıdan bir şanlı al bayrak

Gelir miydi hayâle böyle bir millî murâd almak

Sebatınla kazandın varlığın ey kutlusal toprak

Seni şehrâh-ı istiklâle sâik ey koca sancak

Harîm-i ismetinden fışkıran Türk rûhudur ancak

Elinden gasbeden öz varlığın değil ağyâr

O sönmüş mutlakiyyet saltanat nâmın güden edvâr

Fakat çok geçmeden ikbâle döndü korktuğun idbâr

Asılmışken giribânında bir dest-i tecavüzkâr

Seni şehrâh-ı istiklâle sâik ey koca sancak

Harîm-i ismetinden fışkıran Türk rûhudur ancak

Ser ü dümbâlesi kopmuş küçülmüş koskoca manda

Vefâsız rûzgârın yok sebâtı belki de ferdâ

Himâye altına soksun frengi ihtimal var ya

Çalıştın münferit sâyinle aldın hakkını amma

Seni şehrâh-ı istiklâle sâik ey koca sancak

Harîm-i ismetinden fışkıran Türk rûhudur ancak

Hurûşân hâkiyin her kabzasında rûh-ı istiklâl

Zemînin âsumânın hiss-i milliyetle mâlâmâl

Musahhar olsa çok mu re’yine ikbâl-i istikbâl

Mukaddes gâyeni azminle ettin gerçi istihsâl

Seni şehrâh-ı istiklâle sâik ey koca sancak

Harîm-i ismetinden fışkıran Türk rûhudur ancak

Alıp ibret bu devr-i intibâhın inkilâbından

Uyanmış bahtın artık ey HATAY idbâr hâbından

Ağartan ufkunu fecr-i zaferdir belli tab’ından

Değer dünyâyı kurtulmak esâret ıstırâbından

 

Seni şehrâh-ı istiklâle sâik ey koca sancak

Harîm-i ismetinden fışkıran Türk rûhudur ancak

 

                                                      Nakibzade Av. Ahmet Faik Üstün

 

 

 

GAZEL

 

Yıkılmış kasr-ı ikbâl mürg-ü ümmit lânesiz kalmış,

Düşüp dâm-ı belâ-yı dehre hayfâ dânesiz kalmış

Yıkılmaz vehm-i firkatten gönül mâmûre-i hicrân

Yazık bu mürg-ü bûm-i hâtırım vîrânesiz kalmış

Dağıttın gâlibâ giysû-yi anber-fâmı kestin de

O tımarhâne-i sevdâ neden dîvânesiz kalmış

Suâl eyle humâr-ı , nergîs-i mestinden ey cânâ

O bezm-i dilrubâde var mıdır peymânesiz kalmış

Ben ol mestâne-i bezm-i elestem şöyle kim sâki

Dimâğımda o neş’e bâdesiz, meyhânesiz kalmış

Dağılmış akl u fikrim aşkdan hep târ ü mâr olmuş

Perîşân perçemimdir sanki çoktan şânesiz kalmış

Nice âşıkların destânı söylendi bu dillerde

Serancâmındır ancak FÂİK’a efsânesiz kalmış

 

 

 

 

GAZEL

 

Bu varlık kün emrini alıp dergâh-ı izzetten

Ayak basmış vücûde kurtulup ummân-ı zulmetten

 

Fakat meçhûldür hâlâ bu sûr-gâh-i hûn-âlûd

Mürekkep sanki rû’ya-i hayâl-i büht-ü hayretten

 

Ademden fırlayan son yokluğa bir hande-i mermuz

Nasıl îzâh edilsin anlayan yok sırr-ı hilkatten

 

Hayâlî bir tevehhümdür taaddüt arzı eşyanın

Avâlim hâsıl olmuş mevcedir deryâ-yi vahdetten

 

Mey-i mürr-ül-mezâkın hürmetinden bahseder zâhid

Nayın dil-keş sadâsın addeder nev’i ibâdetten

 

Tekâmül tâbi olmuş münhanî bir seyr-i menhûse

Haber vermektedir asrî olaylar zulm ü vahşetten

 

Fazîletsiz temeddün içtimâî bir tefessühdür

Sapar çıkmazlara feyz almayan mihr-i hakikatten

 

Zamânın ihtilâfâtı ile uğraşmak müfîd olmaz

Şuûn-ı asrı seyret Fâik ‘a mirsâd-ı ibretten

 

 

 

 

GAZEL

 

Nâdân mesned-i izz ü devlette serefrâz

Dânâye mesken hâne-i mûr u mârdır

 

Âkil belâ-yı akl ile menfûr-u âm iken

Câhil her zaman ma-bih-il iftihârdır

 

Cânân ser-nihâde-i bâlin-i hâb-ı nâz

Üftâdeler de subhe dek encüm şümârdır

 

Tahkîk edilse resmi sipihrin min-el kadîm

Yanlış bir i’tiyâd sakîm girdârdır

 

Zâlim yine giriftâr olur zulm-ü digere

Bülbül üftâde-i gül, gül esir-i hârdır

 

Ağyâr dâhil-i bezm-i vuslat ve ehl-i dîl

Mâruz ü seng-i ta’n ü takdîr-i yârdır

 

Yok farkı zer-gerin pîle-verden bu asırda

Sükkerle şap bu bâzârda yek âyârdır

 

Sâki piyâle lütfet ko elden fesâneyi

Nûş-i şarâb lâzım dem-i nev-bahârdır

 

Eyvâh müptelâsiyem öyle bir âfetin

Her lâhza dâm-ı zülfüne gönül şikârdır

 

Bir gün döner bu devrân murâd üzre FÂİK’a

Bir seyre tâbi olmaz, felek bî-karârdır.

 

 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör