Şeyh Güzel Türbesi, Diyarbakır'ın
Şeyh Güzel'in torunu İbrahim Kardaş, ise şu bilgileri vermektedir:
"Şeyh Güzel, eski kasaplar çarşısında eki tane dükkânı olan ve geçimini manav olarak idame ettiren bir zattı. Bir dükkânı manav olarak kullanırken diğer dükkânını ise yılan beslemek için kullanırdı. Diyarbakır evlerinin çoğu taş ve ahşap malzemeden yapıldığından evlerde yılan ve akrep bulunabilmekteydi. Kim evinde plan, akrep görse Şeyh Güzel'den yardım isterdi. Şeyh Güzel gider yılanları yakalar, dükkâna getirir ve dükkânında beslerdi. Diyarbakır'da yaygın olarak bilinen kan davalarında Şeyh Güzel, tarafları barıştırmakta etkiliydi. Vefat edince vasiyeti üzerine Çınar yolu üzerinde bulunan Seyfülmülük'e defnedildi".
KAYNAK:
Ali Melek - Abdullah Demir / Dini Değerleriyle Diyarbakır (Diyarbakır İl
Müftülüğü, 2009, Ankara).
Diyarbakır dedin mi akla ilk
gelenlerden biriydi Şeyh Güzel. Bu zatı tanımak için Diyarbakır’ın yerlilerine
sormak gerekir.
Ama ben gördüklerimi anlatmak
istiyorum. Şeyh Güzel Efendi, Eski Kasaplar Çarşısında iki tane dükkanı olan ve
geçimini manavcı olarak idame ettiren bir zattı.
Bir dükkanı manav olarak
kullanırken diğer dükkanını ise yüzlerce yılanı beslemek için kullanırdı. Dükkanda
torbaların içerisi yüzlerce yılanla doluydu.
“Yılanlı, Akrepli Şehir” olarak bilinen
Diyarbakır evlerinin çoğu ahşap evlerden kuruluydu ve evler yılan, akreplerle doluydu.
Kim evinde yılan, akrep görse soluğu Şeyh Güzel efendinin yanında alırdı. Şeyh Baba
gider yılanları çağırır, yakalar, dükkana getirir ve yılanları dükkanında beslerdi.
Şeyh Baba kime afsun verse yılan ve akrep bunları ısırmazdı.
Kasaplar Çarşısına girdiğinizde
yüzlerce insanın şifa bulmak için Şeyh Güzel’ in dükkanı önünde sırada
olduklarını görürdünüz. Şeyh Güzel de bunlara şifa dağıtırdı.
Doktora gitmesi gerekenleri de
doktora gönderirdi.
Diyarbakır’ da yaygın olarak
bilinen kan davalarına Şeyh baba gitti mi iki tarafı da barıştırırdı. Husumeti
ortadan kaldırırdı.
1981 yılında rahmete gitti. Vasiyeti
üzerine Çınar yolu Üzerinde bulunan Seyfülmünük’te defin edildi.
Şeyh Güzel efendinin türbesi
halkımız tarafından ziyaret edilmektedir.
İbrahim KARDAŞ
(Şeyh Güzel’ in Torunu)
YILANLI EVLER
"O zamanlar dedemin dükkanı
eski kasaplar çarşısındaydı. O çarşının ön cephesi şimdilerde zaten yok,
yıkıldı. Dedemle rahmetli Şeyh Güzel'in dükkanları karşı karşıyaydı. Bazen beni
de yanında Şeyh Güzel'in dükkanına götürürdü. Şeyhin dükkanındaki yılanları
seyrederdim. Şeyh Güzel'in dükkanının tavan ve duvarlarında sepetlerin içinde
asılmış vaziyette birçok yılan vardı. Bazen yeni bir yılan yakalamış olurdu
şeyh. İşte gelirdi dükkana bakarsın kendi gömleğinin içerisine falan koymuş
yılanı böyle falan kıpırdıyor, görüyorsun.
Akrep bile olurdu. Böyle kolunun
üzerine koyardı, akrep böyle yürür giderdi. Bunlara dokunmazdı, artık ne hikmetse
onu bilemiyorum. Bir süre sonra o yılanları tekrar götürüp bahçelere bırakırdı.
Eski Diyarbakır evlerinin hemen
hepsinde de her evin bir yılanı ve yılanla ilgili bir de hikayesi vardı.
Babamın kunduracı olması nedeniyle bizim bütün kalfalarımız şeyhlerin
müridiydiler. Hepsi de elleriyle yılan tutarlardı. Koyunlarından yılan
çıkarırlardı. Boyunlarında yılan gezdirirlerdi...
Zaten o günlerin Diyarbakır'ında
üç tarikat ve bunların şeyhleri vardı. Rufai, Kadiri ve Nakşibendi... Bizim
evimizin biraz ilerisinde, akşamüzeri, okuldan çıktım, baktım mahallede
çocuklar koşturuyorlar.
Dediler ki, 'Evde yılan varmış,
onu yakalamaya gelmişler.' Ben de gittim merakla. Sonra baktım bizim kunduracı
kalfalarından birisi, bodruma girmişti, yılanı yakalayıp getirecek, millet o
havuzun başında, avlunun ortasında merakla bekliyorlar. Biraz sonra bu çıktı
geldi, içeriden öyle ıslık sesi var, işte bir şeyler okuyor, onu duyabiliyoruz
falan.
Yılanı yakalamış vaziyette geldi,
havuzun kenarına bıraktı böyle, taşın üzerine, elini sabunluyor. Yılan hareket
ettikçe bu dönüp bir şey söylüyor böyle. Yani tam fısıltı halinde de
duyamıyorsun, yılan hareketsiz duruyor tekrar öyle, yani onlara gözlerimle
şahit oldum. Ondan sonra aldı yılanı götürdü."
İhsan bey gençlik yıllarının
Diyarbakır'ını anlatmaya devam edecek...
"Okudu, üfledi, muska
yazdı..."
"Bizim mahallede Molla
Muhammed diye bir alim ve hoca vardı, hatta annem kaç defa beni ona götürmüş
okutmuştur, muska yaptırmıştır. Hatta hiç unutmam bir gün burada ip cambazını
seyretmeye götürdüler, orası eski bir mezarlıktı. Çok afedersiniz ben orada
çişimi yapmışım. Sonradan gelince eve ben rahatsızlandım. Götürdüler beni
Muhammed Efendi'ye, işte okudu mokudu, üfledi ondan sonra bir muska yazıp
verdi. Çok muskam vardı. Yani böyle taktığım zaman fişeklik gibi olurdu, ben
şimdi ilk erkek çocuğum ya böyle üzerime titriyorlardı... Ondan sonra nazar
değdiği zaman ya kurşun döktürürlerdi evde yahut da bu 'üzerlik' dediğimiz bitki
vardı. Evlerde böyle süs gibi asarlardı iplere geçirilmiş vaziyette. Onu, tuzla
beraber ateşin içine atarlar, o zaten böyle patlar falan, ses getirirdi, o
ateşin üzerinden bizi üç defa atlatırlardı böyle, nazar değmesin diye."
http://www.arkitera.com/v1/haberler/2004/03/22/diyarbakir.htm
ŞEYH GÜZEL
1903 Diyarbakır doğumlu baba adı
şeyh Sinan Ana adı Halime
Bakın oğlu Mehmet Barslan neler
diyor:
“ Dedelerimiz Bağdat’tan gelme
mala bubiliyiz (Bubi aşireti). Sini ve Seydoş Biri şeyh babamızın amcası ve
halasıdır. Derikte türbeleri mevcuttur. Bunlar mağaraya girmişler ve
kaybolmuşlardır halada mağarada oldukları rivayet edilmektedir. Çünkü cesetleri
bulunamadı mağarada hala mağarada oldukları halk arasında ki inanışta
mevcuttur.
Mağaradan sürekli olarak bir su
akmaktadır. Ancak işin ilginci budur ki insanda bir terslik var ise o su akmaz.
İnsan oraya haram bir şekilde giderse su bi seferde kesilir..
Şeyh Güzelin birinci hanımı
Zübeyde Hanım (Bundan olan çocukları Necmettin Barslan (Vefat), Muazzez Çağlar (Vefat),
Zinet Kardaş, Halise İmrendi), Zübeyde hanımın vefatından sonra ikinci hanımı
Fatma BARSLAN (Vefat) (Bundan olan çocukları ise: Halide Gelir, M. Yaşar
Barslan, Nedim Barslan, Edip Barslan)
28.05.1981 Perşembe günü (Cuma
akşamı)saat 21 sularında vefat etti. Vefat gününde Diyarbakır şehrinde o gün
toprak yağdı ve fırtına oldu. İki kardeşi vardı: Şeyh Seydoş ve Şeyh Zeynel.
Mehmet Yaşar BARSLAN
Oğlu
Şeyh güzelin müridleri genelde Şeyh
Bizinililer’dir (Erzurum yöresi, Ankara, Diyarbakır’da olan aşiretlerdir). Şeyh
Güzelin kardeşi Şeyh Seydoş’un türbesi Mardinkapı Asri Mezarlığındadır. Şeyh
Seydoş ile ilgili bir rivayette şöyle denilmektedir:
Askerliğini yapmadığı için Dört
Ayaklı Minarede bulunan fırına sabah girdiği askerlerin kendisini kovaladığını
ellerini, uzattıklarında fırının ateş içinde yandığını baktıklarında ise çok güzel
yeşillikte olduğu o zamanki asker ve fırın sahibi tarafından anlatıldığı
söylenmektedir..
Diyarbekirli olup da yılana akrebe dair
bir anısı olmayan yoktur. Yılan veya akreple anısı olanın Şeyh Güzel’e dair de
mutlaka bir anısı vardır.
Yılanların önünde selama durduğu zat
Şeyh Güzel, 1903 yılında Diyarbekir’de doğmuş. Dedelerinin Bağdat’tan geldiği
söylenir. Cedleri Sino Seydoş Bubê Gurê şeyhleridir. Şeyh Güzel Seyit olup
yılan ve akrebe karşı efsunluydu. Onun efsunladığı şekeri yiyen insan, yılan ve
akrep öldürmediği sürece ne yılan ne de akrep o kişiyi sokmazdı. Kerpiç ve taş
yapılı evlerimizde yılan ve akrepsiz yaşamak mümkün değildi. Korkulu rüyamızdı
yedi boğumlu kara akrepler. Kuyruğundaki iğneyle zehrini birine akıttığında,
Diyarbekirli halk doktordan önce Şeyh Güzel’e koşardı. Büyüklerimiz yılda bir
kez Şeyh Güzel’in efsunladığı şekerden getirip bize yedirirler bir yıl boyunca
yılan ve akrep korkusundan uzak yaşardık. Sıcak yaz aylarında gece avlularda
veya damlarda yatardık. Sabah uyandığımızda îlan gömleklerini sağımızdan
solumuzdan toplardık. Yanı başımızda yatarak gömleklerini bırakıp giden
evimizin yılanıyla birlikte yaşamaya alışkındık. Her evin bir yılanı vardı
hatta kaşı gözü güzel olan hanımlara âşık olduğu bile söylenir.
Canım arkadaşım İclal Çelik Işık’ın
değerli annesi Şeyh Güzel’in baldızı Remziye ablaya da yılanın âşık olduğunu
bizatihi kendisinden dinlemişim.
-Elin öpmüşem Remziye abla, hele bahan
birêzim Şex Güzel’i, enişetini anlat. Senin şahit olduğın bî şêlerî mutlaka
vardır.
-Eniştemin oxumuşlığî yoxtî. Bî Elham,
üç Kulvallah oxır üfürür, ağıran yerî eliyle ufalar ağrî mağrî ne varsa
geçerdi. Bu qederdi, başka bî şê yapmazdî. Onun ceddî vardı qızım ceddî, el
almıştî, elî, nefesî, tükrüğî şifaydî. Yanına kötrüm gelen düz giderdî. Ceddî
Derik tarafında Sino Seydoş dergahîdır. Ben gözümden gördüm, dergâhın kapısının
üstünde bî paca vardır, o pacada her zaman küçük yeşil bî qurbağa durır.
Eniştem sölîdî ki: O qurbağa zamanında
böyük bî îlanmîş, oraya geleni istemeseymiş îlan o kişiye görünürmîş ve onun
içeri girmesine izin vermezmîş.
Gêne bir gün ailece Sino Seydoş’a
gêttığ. Orda bî kaynax su vardî, qurumiştî. O su oraya gideni istemezse kurır,
axmazmîş. Herhalde bizden önce gidenleri istememiş ki kurumiştî. Eniştem suyun
yanına gêtti “Ya Sino Seydoş, sahan mısafır gelmîşığ, suyî axıt.” dedi ve su
hemen axtî. Ben sahan daha ne anladam qızım.
Bî günî evdeydıx, ağzî burnî eğilmiş konuşmaxta zorlığ çeken bî adamî eve
getirdiler. Nasıl ki eniştem adamî gördî “Sen çarşamba günî ocağın başında
başın yıxamîşsan, çarpılmîşsan.” dedi ve ufaladî, adamın kulağına giden ağzî
düzeldî.
-Remziye abla o adamdan para almadî
değil?
-Yox yox para mara hêç almazdî.
Tükeninde zebze satardî. Gelen xesteler tükenden zebze mebze alırdî. Hediye
olarax da bostanî olan karpuz, bağî olan üzüm getirirdi. İşte bêle qızım.
-Tükene gelen kadınlarî sürermiş bêzen
niye?
-Her şê O’na êyan olurdî. Her bî şêyi
bilirdî. Mesela gelen xeste aqlına yatmadî mi “Benim işim değil, belayê reş
hadê here toxdor, here.” söledığî zaman qadınlar da dêyîdi belki onarî sürî. Ya
da önce toxtora gêtmişse “Qurbağa sanca seni, sen Toxtor Êxmet’e gêtmişsen,
bahan nêye geldin?” sölerdi. Çocuğ için yanına giden qadının doğup
doğmîyacağını bilirdi. Mesela benim de tanığım bî qadın vardî, çocuğî olmîdî.
Eniştemin yanında gidî “Qatır doğar sen doğmazsan.” dêyî. O kadın, toxtor hekim
demedi qapî qapî gezdi, doğmadî. “Enişten bilîmiş, söledi. O vaqıt ben
inanmadım ama bax işte doğmadım.”
-Kimsenin gönlî qal mîdî, küs mîdî
Remziye abla? Mesela bahan biri dese qatır doğar sen doğmasan, ben hemen
küserem.
-Yox abla heyran Diyarbekirliler onın
xuyunî da ceddîni de bilîdî, kimsenin xatrî
Qalmazdî. O, baxmasa bile zordan qapîsına yapışîdilar.
-Bî günî yanına bî xeste götürîler. Adam
çox da kötî değilmiş. Görür görmez “Têz götürün bunî hadır ölî!” sölemesiyle
adam orada son nefesinî vermiş. Yanına gidenin xestelığının da adını bilirdî.
En çox da yel yani romatizma, baş ağrısî için gelîdiler, eli bire birdi. Nereye
dokunsa oranın ağrısî kesilirdî.
-Şimdinin bio enerjisi gibi bir
şey.
-Ben bio mio enerjiyî bilmîyem ama bunar
benim gözümden gördıxlarımdır. Bî günî gene bize yanında êrbane çalan bî
derwêşle geldi. Benim ilahi sevdığımî bilîdî. “Ha balduz derwêş çalsın, sölesin
sen de dinle.” dedi. O zaman evlerimizde eleqtrik yoxtî, gaz lambasî yaxîdıx.
Derwêş çaldî söledî, çox da güzel sölîdî. Bî baxtım ki eniştem ayağa qaxtî hama
gaz lambasının şüşesînî eline aldî, elîden qırdî ağzına attî qırt qırt yedî.
Qardaşî Şex Seydoş da Şex Abidin’den yanan fırının içine girmeğa şarta girî,
yanan fırına Şex Seydoş girî, yanmadan sapasağlam çıxî.
-Bî şê daha merak ediyem Remziye ablam,
sahan zexmet bunî da anlatasan. Tükeninde îlan beslerdi, ben de gördüm torbalar
içinde îlanlarî. Îlan eqrep sançmasına tükrüğî êyî gelidî. Îlanlar ögünde nasıl
selama durîdî?
-Ceddînin kamçısî îlanmîş, êle sölerdî.
Şekerî efsınlardî, o şekeri kim yeseydî îlandan êkrep ona yanaşmazdî hettaki o
adam îlan ve êqrebî öldürmesedi. Mesela bî evde îlan görseler, yaxalîyamasalar
eniştemi götürürlerdî. “Ya Sino Seydoş!” sölerdi îlan deliğinden çıxıp kendini
eniştemin ögüne atardî. İşte selâm dedıxlarî budur. Eniştem de o îlanî alırdî,
tükenine götürür, beslerdi. Dêyelim ki îlan ya da eqrep birinî sançtî, Şex
Güzel’e götürürlerdi, zehri ağzînan emer tükürür, yerine de sarmısax sürerdî.
Hêç bî şêyi kalmazdı.
-Remziye abla, bizim ev Bayram Paşa
Cami’sının bitişigindedi. Bî axşam çox yağmur yağîdî. Birden şaq dedi sanki
şimşek çaxtî. Ben çox qorxmştım. Bîrez sora yengem hewşe çıxtî “Qîijjj!” dedi
bağırdî. Hepimiz hewşe fırladığ, çıxtığ. Yengem bayılmîştî. Çaput yaxtıx,
ağzına burnına dumanınî tuttux, ayıldî. “Îlanî gördüz? dedi, gêne bayıldî. Biz
aradıx, taradıx ne îlan vardî ne de mîlan. Daha soraki günlerde de hep o îlanî
gördığınî söledi, durdî. Bizler inanmîdığ. Oysaki gözîden görmiştî. İki başlî
bî îlanmîş, mutbağtaki odınların içine qaçmîş, arada bî özünî yengeme
gösterîmiş. Bütün odınlarî mutbağtan çıxardığ ama biz o îlanî görmedığ. İlan
yengeme tek görünîdi. Ziyarettir dêyîdiler. Qorxîdan o evden taşındıx.
-Îlan yengene aşıq olmîş. Çünqî benim de
başıma geldi.
-Sahan da bî îlan aşıqmîş, êle değil
Remziye abla?
-He he, bizim ev kerpiçtî bilîsen,
damımız da direklîdî. Direkle dîvarın birleştığî yerden bî îlan çıxîdî, özünî
bahan gösteridî, saxlanidî. Ben çox qorxîdım, ne yaptıxsağ îlanî yaxalayamadıx.
Eniştemi çağırdıx geldi. Îlanın bahan aşıq olduğınî söledi. “Ya Sino Seydoş!”
diye seslendi, eniştem kızardî kızardî. Bî baxtığ ki îlan qulîginden çıxtî
özünî Şex Güzel’în ögüne attî. İşte bêle qızım, sebbehe qeder anlatsam bitmez.
O şimdikî cincî, üfürükçî xoca mocalardan değildî.
-Anam olasan Remziye abla, ağzan sağlıx
ne güzel anlatîsan, ne mutlî sahan ki bu ismî güzel, özî güzel, ceddî böyük
zatın yaxınında olmîş, bunlarî yaşamîşsan.
Meraqımî bağışla ama kendi göçüp giden
ismî bu dünyada baqî kalaŞex Güzel’in çocuxlarınî kim efsunlî?
-Efsunlamağa gerek yox ki onar zatan
efsunlîdır, değil çocuxlarî torunlarınî hetta onarın çocuxlarınî da ne îlan ne
de eqrep sançmî.
Yılanlara bu denli yakın olan,
dükkânında torbalar içinde onlarca yılanı bebek gibi besleyen Şeyh Güzel, 1981
yılında öldüğü zaman yılanların öksüz kalıp yas tuttuğunu düşünmemek elde
değil…
KAYNAK: Birsen İnal / ÖZÜMSEN DİYARBEKİR
sayfa: 30 - Tigris Haber