Mustafa Aslan Aksungur

Eğitimci, Yazar

Doğum
30 Mart, 1928
Eğitim
Eskişehir-Çifteler Köy Enstitüsü
Burç

Eğitimci, yazar. 30 Mart 1928 tarihinde Konya’nın Ermenek ilçesine bağlı Uğurlu köyünde doğdu. 1934 /35 ders yılında, üç sınıflı Uğurlu Köyü İlkokulunda öğrenimine başladı. 1944 /45 Ders yılında Eskişehir-Çifteler Köy Enstitüsünü bitirdi.

Öğretmenlik mesleğine, kendi köyü olan Uğurlu İlkokulunda başladı. 1957 yılında kendi isteğiyle öğretmenlikten ayrıldı. 1962 yılında, Türkiye İşçi Partisinin Konya İl Örgütünü kurdu. 1965 Yılı Genel Seçimlerine Konya Milletvekili adayı olarak katıldı.

12 Mart 1971 Askeri darbesiyle tutuklandı. Adana ve Mamak Askeri Cezaevlerinde dört buçuk yıl hapis yattı. “Ecevit Affı” ile 1974 Temmuzunda serbest bırakıldı. 21 Ocak 1975’te, İstanbul’da yeniden kurulan “Vatan Partisi”nin Genel Başkanlığına getirildi. Yazı ve şiirleri 2002 yılından itibaren Antalya Sanat dergisinde, ayrıca internette Edebiyat Galerisi, Fikir Yolu, Ermenek Haber, Mürekkep Haber, Türkiye İçin El-Ele sitelerinde yayımlandı:

ESERLERİ:

Yunus Emre’nın Doğuşu (2008), Dantelli Kutu – Zindandaki Pırlantalar (2010), Atasözleri Açılımı (2010), Atasözleri e Atasözü Nitelikli Deyimler (2010), Özlüdeyişler – Özenti-Deyişler. 

DÜŞÜNCENİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Düşünce:

Düşünce konusu, hemen hemen tüm insan türünün insanlaştığı, düşünmeye başladığı en ilkel günlerinden bugüne değin beyinleri sancıtacak kertede gündemi dolduran sıcacık bir ilgi konusudur. Düşünce, soyut gibi görünse de, en somut konulardan birisidir.

Düşünce bir sanattır. Her sanat gibi DÜŞÜNCE sanatı da, doğru düşünebilmemiz için, büyük emekler ve uğraşlar vermemizi bekler, hatta ister…

Verdiğimiz kadarını alabiliriz ancak. Aldığımıza da beynimizle, bedenimizle,  emeğimizle,  terimizle bir şeyler katarak, aldığımızın biraz daha fazlacasını verebiliriz; vermeliyiz, vermek zorundayız…

Doğru Düşünmenin Baş koşulu:  ”EMEK”tir... El emeği, Beyin emeğidir.

Düşünce, ayni zamanda boylu-boyunca ÖZGÜRLÜK demektir.  Düşüncelere sınır koymaya kalkıldığı an onu öldürmüş oluruz. Demek ki düşünmenin en temelli ögelerinden birisi de: Kanatlandırılmış ÖZGÜRLÜKTÜR…

Doğru düşünmenin ana kaynağı, en başta,  düşünülen konu üstünde derin ve geniş BİLGİ sahibi olma koşuludur. Ama salt bilgi sahibi olmakla da yetinilemez. Ayrıca onu öğürleriyle, akranlarıyla, benzeşleriyle karşılaştırıp kıyaslayarak benzer yanlarını, ayrılan yönlerini de kavrayıp ona göre değerlendirme uğraşımlarına girmemizi dayatır doğru düşünebilme erdemimiz...

Doğru düşünmenin bir başka koşulu da: Peşin hükümlerden arınıp tarafsızca, hiç bir etki altında kalmaksızın onu kavrayıp değerlendirme yetisi, TARAFSIZCA, YETKİLİCE irdeleyebilme yetisi ve de onu işe sürebilme yetkisidir…

Düşüncenin iki türü vardır: 

a) Soyut Düşünce. 

b) Somut Düşünce.

Her iki durumda da en büyük yük  “BEYİN” in omzundadır. En ongun çözümleri de yine “BEYİN” in işlevleri yaratır; beyinin işlevleri çözümler...

Soyut düşünce: Daha çok kurgularla beslenir. O yüzden yeni yeni kurgular yaratmamızı gerektirir.

Somut düşünce: Elle tutulacak somutlukta önümüze İŞ olarak çıkacak sonuçlara çağırır Düşünce Evrenimizi...

Her iki tür düşüncenin de hem kendilerine özgü kuralları vardır, hem kendilerine özgü ürünler verirler.

Günümüz dünyasındaki ulaşılan bugünkü Bilim: Duygunun da, Beyinin de titreşim sıklığını (frekansını) ölçmüş; duygunun titreşim sıklığı, beyinin titreşim sıklığından 60 kat daha aşkın gelmiş...

Bu ne demektir?

Bu: “Sakın haa, Doğru Düşünme eyleminin içine, olabildiğince duygu ögesini yaklaştırmayınız..!”

Demektir.

“Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur!” Demiş Atalarımız. Evet, bedencil zayıflıklar, kaygılar, kuşkular, korkular, öfkelenmeler, suçluluk duyguları içindeki ikirciklilikler beynimizi dürtükler durursa eğer, hiçbir koşul altında Doğru ve sağlam Düşünme Erdemine ulaşamayız! Öyleyse:

 Doğru Düşünebilmek için her yönden beynimizi özgür ve SAĞLIKLI kılmak zorundayız…

Gelin dostlar, düşünmeye girişmeden önce kendimizi böylece koşullandıralım..!

Doğru Düşünmenin başlıca koşullarından birisi de: “Koşullanmak koşulu”dur. KARARLILIKTIR..! Ben bu işi başaracağım diye koşullanarak giriştiğimiz hiç bir iş eksikli, ya da yarım kalmaz. Erde, geçte kesinkes en olumlu sonucuna ulaşır, en olumlu ürününü verir...

“Kararlı dağ devirmiş, kararsızı dağda kurtlar yemiş!” Diyorum bir özdeyişimde. Olayların üstüne kararlıca yürüdüğümüz sürece, olumlu sonuca kesinkes varırız...

Descartes: “Düşünüyorum, o halde varım!”  Demiş. Bu doğru, yarım bırakılmış bir doğrudur! Biz buna:

Varım! O halde düşünmek zorundayım!” Doğrusunu da ekleyip bütünlememiz gerekir. Ekledim;  bütünlüyorum. Buyurun doğru Düşünme sofrasına:

 

Varım! O halde düşünmek zorundayım..!”

 

DÜŞÜNMEK: Bir “Üst-Erdem”dir. İnsan İŞİDİR. İnsanı öteki canlardan ayırıp seçen, üstün kılan bir ayrıcalıktır. Her tür Ürünlü düşünceler, güneşli ufuklar açar İnsanlığa…

Günümüz, ömrümüz, emeğimiz GÜNEŞLİ olsun..!

m.a. a.

DEĞERBİLİRLİK

 VEFA sözcüğü için Türkçe Sözlüğe bir daha baktım: Vefa: (Ar) (Sevgi – Bağlılık) diyor.

Vefa deyince çoğu kez İstanbul’da bir semt ile o semtte çok tanınmış bir içecek glir usumuza: (VEFA BOZASI) diye.

Ancak; vefa, sevgi, bağlılık, unutmamak, saygın olmak, değer-bilirlik gibi tüm kavramlar süre uzadıkça erdem gibi, onur gibi, özveri gibi üst düzey insani kavramlar gibi yok olup gidiyor.  Yürek sızlatan, Onun yerini çok hızlı bir elektronik yaşam içinde bireysel, bencil, soğuk ilişkiler…

(Neyime gerek), (Bana ne) gibi yürek sızlatan duygusuzluklar içende gidiyoruz bir boşluğa doğru.

Yalnız bizde de değil, tüm dünya; bir yanda teknikte, uygarlıkta, sözde, bilimde, sanatta çok ileri gittiğiyle övünen toplumlar, öte yanda sırtına giyecek alamayan, karnını doyuracak ekmek bulamayan üçüncü dünya ülkelerinin insanları… Hepsi de bu uçurumun kenarında, oğul veren bir arı kümesinin sığınacak kovuk araması gibi üst üste uğuldaşıp duruyorlar. Ülkemize döndüğümüzde, bu ortamın olumsuzlukları bizde de bütün karanlık odaklarıyla sürüp gidiyor.

Ramazan ayı geldi. Bağnaz takım yine çıkarları yönden ellerini oğuşturarak dinsel konuyu kötüye kullanmanın yollarını zorluyorlar. Televizyonun, radyonun tüm kanalları, başka ne türlü aygıtlar, yayın organları varsa bu bağnaz, çağ dışı çıkar ilişkileri içinde sürüp gidiyor.

Ramazan dolayısıyla yeni bir dizi koydular TRT/1 kanalına.

YUNUS EMRE’yi yeniden dizi olarak çevirmişler. Birinci bölümü izledik. Dizi bitti. Ortada Yunus Emre yok. Bu ülkede tarihçi de mi yok? Kültür bakanlığı da mı yok? O Derviş Yunus gitmiş. Onun yerine Genç bir Kadı Efendi gelmiş. Nallıhan Kadısı Yunus.

Bir tarihi, bir olayı çarpıtmak bu kadar olur. Yunus üzerine yazılarımı, araştırmalarımı yazdığım “YUNUS EMRE” tiyatro oyunumu düşündüm. Böyle bir şey yok. Hatta bu yazdığım YUNUS EMRE Oyunu, Almanya Frankfurt’ta sahneye kondu oynandı da. Sıkıntı içinde düşünürken, kitaplığımdaki Mustafa Aslan Aksungur’un “YUNUS EMRE’NİN DOĞUŞU” adlı yapıtı gözüme çarptı. O gün akşama kadar Yunus’la birlikteydik. Ama hiçbir kitapta ne kadılık, ne hakimlik, ne de başka bir meslek yoktu. O garip bir derviş, O’nun en büyük hizmeti, Türk Diline olan sevgisiydi.

Bu üzüntüler içinde, elimdeki kitaba bakarken, kitabın sahibi Saygın Eğitimci, Yazar Mustafa Aslan Aksungur’u düşündüm. İşte vefasızlığın bir örneği de bu. Yazının sonunda yaşam-öyküsünü yapıtlarının sayısını sıralayacağım bu değerli Eğitimci-Yazar için ne diyebilirim?

Bizim bu konudaki vefasızlığımız için de bir şey diyemem

Aslında kendisiyle üz yüze görüşmüşlüğümüz bile yok. Kitap alış-verişiyle, telefon sohbetleriyle olan bağlılığımızın sıcaklığı sürüyor. Bu vesileyle de açtım telefonu, yine uzun uzun görüştük.

Şimdi bu üzüntümün biraz azalması için Antalya’lılardan, Antalya’nın o geniş, kültürel yapısı içindeki kültür kurumlarından bir dileğim var. Bu değerli Eğitimci-Yazar için bir anma günü, bir tanıtım toplantısı düşünmelidirler…

Böyle bir program yaptıklarında, Karşıyaka ile Antalya arası bir saatlik yol. Atlar gelirim. Karınca kararınca bu meslektaşım için ben de, katkıda bulunabilmek onurunu paylaşmak isterim.

Hem de doksanına merdiven dayadığım şu yaşımda, hiç olmazsa görmediğim ülkemin bu cennet köşesindeki Antalya’yı da bu vesileyle görmüş, gezmiş olurum.

Bol kitaplı, kültürel, sanatsal, sıcacık, içtenlikli toplantılarda buluşmak dileğiyle…

                       

Yazar: ZEKİ BÜYÜKTANIR

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör