İlahiyatçı, eğitimci, araştırmacı-yazar. 1974 yılında Samsun’da dünyaya geldi. İlkokuldan sonra hafızlık yaptı. 1994’te Samsun İmam Hatip Lisesi’nden 1999’da Ondokuzmayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun oldu. Okul yıllarında muhalled usulde İslâmî ilimler okudu. 2002’de Diyanet İşleri Başkanlığı İstanbul Haseki Eğitim Merkezi’ni bitirdi. 2004 yılında OMÜ İlahiyat Fakültesi İslâm Hukuku Anabilim Dalında “İslâm Hukuku’nda Taklit” konulu teziyle yüksek lisans yaptı. Aynı fakültede “İslâm Hukuku’nda Örfün Hükümlere Etkisi” adlı tezini tamamlayarak doktor oldu.
Memuriyeti ve Ayrılışı:
Diyanet
İşleri Başkanlığında farklı kademelerde görev yapan İhsan Şenocak, Diyanet
İşleri Başkanlığı Samsun Aşıkkutlu Eğitim Merkezi Müdürü iken 28 Ekim 2017 günü
açığa alındı.
Şenocak,
görevden alınmadan bir süre önce, Müslüman kadınların pantolon giymeleri ile
ilgili konuşması nedeniyle bazı kesimlerden tepki almıştı. Şenocak'ın,
görevinden açığa alınmasının bu konuşmasından dolayı olduğu iddia edildi.
İhsan
Şenocak’ın görev alınması kararı sosyal medya üzerinde geniş tartışmalara
neden oldu. Alınan kararın yanlış olduğunu düşünenler da tepkilerini
gösterdiler. Şenocak,
soruşturmanın ardından Samsun Aşıkkutlu Eğitim Merkezi'ndeki görevine iade edildi,
son olarak da Sinop İl Müftülüğü Eğitim Uzmanı görevine getirildi.
İhsan
Şenocak, ‘tenzil-i rütbe' olarak yorumlanan bu karara tepki olarak 12.02.2018’de
memuriyetten istifa etti.
İlmî ve Fikrî
Çalışmaları:
Dr.
İhsan Şenocak, 1996 yılında Yedibeyza dergisini neşretti. 2005-2010 yılları
arasında yayımlanan İnkişaf dergisinin Genel Yayın Yönetmenliğini yaptı. Milli
Gazete ve Yeni Şafak’ta müstear isimle dizi ve düşünce yazıları yazdı. 2008’de
Tv5’de “Köprü” programını hazırlayıp sundu. Ülke tv ve çeşitli kanallarda
programlar yaptı. Müstear isimlerle farklı türlerde çok sayıda yazı kaleme
aldı.
Kurucusu
olduğu ve kısa adı İFAM olan İlmi ve Fikri Araştırmalar Merkezi’nde tefsir,
hadis, fıkıh, akâid, usûl, nahiv, mantık, kavâid ve makâsıd gibi temel ve yardımcı
ilimler okutmakta, ayrıca araştırma merkezindeki hocalarla birlikte aylık ilim,
fikir ve hareket dergisi olan Hüküm Dergisi ’nin ve İFAM‘ın aylık olarak Arapça
neşrettiği “ألمجلة الحميدية/el-Mecelletü’l-Hamidiyye” dergisinin genel yayın
yönetmenliğini yapmaktadır.
Dr.
İhsan Şenocak, evli ve 4 çocuk babasıdır.
Doktora Tezi: İslâm Hukukunda
Örfün Hükümlere Etkisi
Yükses Lisans
Tezi:
İslâm Hukuku’nda Taklit
KİTAPLARI:
Türkçe:
Kudemâ
Meclisi
İslâm’ın
Kızına
Kur’an
Müdafaası
Büyük
Doğu Çağına Doğru
İki
Devrin Ulu Hocası: Ali Haydar Efendi
Sünneti
Reddeden Kur’an Müslümanlığı
Tefekkürde
Tesettürde İslâm Diyen Kızlar
Bir
Akide Kırılması Nüzûl-i İsa
Bir
İnkılaptır Namaz
Bir
Mekteptir Oruç
İftiraların
Odağındaki Sahâbî: Ebû Hûreyre
Üstad’ın
Gençliğe Hitabesi’ne Dâir
İnsanlığın
Umut Kıtası Alem-i İslam
Bin
Yıldır Düşmeyen Cephemiz Doğu Türkistan
Müslüman
Gence
İmam-ı
Azam’ın İzinde
Neden
Kur’ân-ı Kerim Hedef?
Arapça:
المقالات
النهضوية في الفكر والدعوة - Fikir ve Davette Diriliş Yazıları (Arapça)
نحو
راية الإسلام - İslam’ın Sancağına Doğru – Nahve Rayeti’l İslam (Arapça)
حركة
القرآنيين في ميزان القرآن الكريم - Kur’an-ı Kerim’e Göre Kur’an Müslümanlığı-
Hareketü’l Kuraniyyin Fi Mizani’l Kur’an-ı Kerim (Arapça)
اسمعي
يا أمة - Dinle Ey Ümmet (Arapça)
Bazı Makaleleri:
Selefiler
İslâm’ın Resmi Sözcüleri mi?
Tarihselcilik
ya da Katolisizmi olmayan Kur’an’ı Mübîn’in Protestanca Okunuşu
İndirilen
İslâm’ın Muhkem Kaleleri: Mezhepler
Allâme’nin
Buyurduğu Gibi Telfîk Haramdır
Ümmet’in
Kimsesizleri: Afgan Yetimleri
Suriye’de
Kudüs Fatihi Çocuklar
Ayasofya
Ne Zaman ve Nasıl Açılacak?
Dansa
Manşetten Yer Veren Editör, Suriye’ye Yardım Tırlarını Durduran Şebekeyi Niçin
Görmez?!
KAYNAKÇA:
İhsan Şenocak bu konuşmasından dolayı mı açığa alındı - İhsan Şenocak kimdir? (milligazete.com.tr, 28 Ekim 2017), İhsan
Şenocak kimdir hangi cemaatten nereli neden açığa alındı? (haber46.com.tr, 29
Ekim 2017), İhsan Şenocak’ın açığa alınmasına büyük tepki! (gazetenizolsun.com,
28 Ekim 2017), İhsan Şenocak kimdir? Neden görevden alındı? (superhaber.tv, 28 Ekim 2017), İhsan Şenocak
hoca neden istifa etti? İhsan Şenocak kimdir? (bolgegundem.com, 12.02.2018), İhsan
Şenocak Hoca Kimdir? - Hakkında (ihsansenocak.com, 19.09.2019), İhsan Şenocak
kimdir? (yeniakit.com.tr, 19.09.2019),
İhsan Şenocak (eksisozluk.com,
19.09.2019), İhsan Şenocak Kimdir? Hayatı, Kitapları (kidega.com, 19.09.2019).
Dr. İHSAN ŞENOCAK
FETVALARI LİSTESİ
Kalbi
Mühürlenenlerin Hidayet ve Dalaleti
Hz.Adem’in
Yaratılış Merhaleleri
Sünnî
ve Alevî Evliliği
Türkiye
Dâru’l-Harp Midir Cuma Namazı Kılınır Mı?
İslâmda
Demokrasi Var Mıdır?
Müslüman
ve Gayr-i Müslim Ailelerin Teklif Çağına Gelmeden Ölen Çocuklarının Ahiretteki
Durumları Nasıl Olacaktır?
Erkeğin
Yabancı Bir Kadınla Tokalaşması
Ümmet
İçin Miting Yapmak Bidat Mı, Farz Mı?
Hayrın
ve Şerrin Dili
Anadolu
Kadını
Cihad
nedir? Gayr-i Müslimler Tarafından Ezilen Müslümanlara Yardımcı Olmak da Cihad
Bağlamın da Değerlendirilir mi? Cihad Yapmak İçin Kurum ya da Kuruluşlardan
İzin Almak Gerekir mi?
İnsanlık
İçin Önemli Buluşlara İmza Atan Fakat Gayr-i Müslim Olarak Ölen Kişiler Azab
Görecek mi?
Cehalet
Yalan
ve Gözyaşı
İmamet
Hadis
ve Edep
Peruk
Hayır
Kurumlarının Kurbanlıklar İçin Muayyen Bedel Almaları Caiz midir?
İhtilal
Başkası
İçin Yaşamak
Yemek
Ne Tür Yenmeli, Yemekte Besmele ve Yer de Oturulacaksa Nasıl Oturmalıdır?
Neden
Kur’an-ı Kerîm Yaşadığı Dönemdeki Bazı Muhataplarının İsteğine Uygun Olarak Bir
Defa da İnmedi?
Sevabını
Annemize ya da Babamıza Hediye Etmek Üzere Sadaka Verebilir, Kur’an-ı Kerîm
Okuyabilir miyiz? Bu Tür İbadetlerin Sevabı Ölülere Ulaşır mı?
Hayırdan
Şerr Doğar
Batı
ve Biz
KAYNAK:
İhsan Şenocak Hoca Kimdir? - Hakkında (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
Dr. İHSAN
ŞENOCAK MAKALELER LİSTESİ
A.
İlmî Makaleleri:
Selefiler
İslâm’ın Resmi Sözcüleri mi?
Tarihselcilik
ya da Katolisizmi olmayan Kur’an’ı Mübîn’in Protestanca Okunuşu
Ömrünü
Yanlışa Adayan Adam Fazlurrahman
Tahrifin
Sidre-i Müntehası Nasr Hâmid Ebû Zeyd
İndirilen
İslâm’ın Muhkem Kaleleri: Mezhepler
Allâme’nin
Buyurduğu Gibi Telfîk Haramdır
Bir
Selefî ile Taklit ve Mezhepler Üzerine
Bütün
Zamanların En Hayırlı Kuşağı: Sahâbe
Tek
Başına Bir Hadis Mecmuası: Ebû Hureyre
Sahâbe
Müdafaası
İstiklal
Mahkemesi Önünde Bir Ulu Hoca: Ali Haydar Efendi
Batı’nın
Akıl Ocağında Buharlaştırılan Hakikat: Nüzûl-u ’İsâ (a.s.)
Hayri Kırbaşoğlu’nun ‘‘Hz.İsâ’yı Gökten
İndiren Hadislerin Tenkidi’’ Başlıklı Makalesine Reddiye
Allah
Resulü’nün Kur’an Telakkisi
Kelam-ı
Kadîm’in Anlam Haritası
Yanlış
Anlamanın İdeolojik Arka Planı
İctihadı
Şehadetle Taçlandıran Müctehid: Ebû Hanife
Bütün
Zamanların Müctehidi: Ebû Hanife
Ebû
Hanife Münazaraları
Bir
Akide Manifestosu Olarak Ebû Hanife’nin Vasiyeti
Selefîlik
Neyin Devamı?
İbn
Teymiyye’nin İtikâdî Görüşleri
İbn
Teymiyye’nin İlim Adamı Kimliği ve Güvenirliği -İbn Arabî Müdafaası-
Anlama
Risalesi
Yakın
Dönem Tefsir Telakkileri
Kur’an
İlimleri
Osmanlı
Olmakla İftihar Eden Şam’lı Allâme: Muhammed Sa’îd Tantâvî
Bir
Keşf-i Kadîm Olarak Büyük Doğu ve Necip Fazıl
Halidîlik
Ümmet İçin Niçin Önemlidir?
Kadın,
Cami ve Özgürlük
Risaletin
Büyük Şahidi: Ümmîlik
Batı’nın
İslâm’ı Yok Etme Projesi
Feth-i
Mübîn
İlmin
Muhafızı: İsnâd
Allah
Resulü’nün Ebeveyni’nin Uhrevî Durumu
İmam
Zâhid Kevserî
İslâm
Medeniyet Tarihinde İlim Yolculukları
Doğu’nun
Cenneti’nde Zamanı Aşan Gerçekler
İslâm’a
Karşı Yürütülen ‘‘Toplumsal Nefret’’ Kampanyasında Ücret Karşılığı Kur’an
Okutmanın Rolü
Allah’ın
Ayetleriyle Modernitenin Nassları Arasındaki Med-Cezir: KADIN
İran’ın
Ehl-i Sünneti Vesayet Altına Alma Projesi
Fi
Zilâl De Oku Ey Medrese!
Kim
Ters Yöne Girdi Mealciler Mi, Ulemâ Mı?
Büyük
Doğu Çağı Başlıyor
Bir
Dava Atlası ve Düşünce Sistemi Olarak Büyük Doğu
Yavuz
Sultan Selim İran’a: Evine Dön Âlem-i İslâm’a: Toparlanın, Geliyoruz!
İlahiyat
Fakülteleri’nin İlmî Kıymeti
Derin
Başkent Selanik’in Osmanlı İntikamı: Muhteşem Yüzyıl
‘‘Münevver
Asya’lı’’ ile ‘‘Büyük Dinsiz’in’’ Musahabesi
Sultan
Abdülhamid’in Son Zaferi: Çanakkale
Ulemanın
Nesebi ve Oryantalizm
Lisan
Üzerine Allah Boyası’nın Dökülmesi: Osmanlıca
Şuurdan
Şiire Necip Fazıl, İdealden Ütopyaya Nazım Hikmet
Irsi
Fars Marazı: Dinin Başını Dinin Kılıcıyla Kesmek
Kur’an,
Mustağriblerin Sünnet-i Seyyiesi’ne Göre mi, Peygamber-i Ekber’in Sünnet-i Seniyyesi’ne Göre Mi Anlaşılmalı?
Kerbela
İlahilerinin Büyüttüğü Katiller
Sünnet’e
‘‘Uydurulan Din’’ diyen ‘‘Kur’an Müslümanlığı’’ Kimin Projesi?
Medeniyete
Vurulan Mühür Osmanlıcayla Açılacak
Mukavvadan
Münekkidler ve Mutasavvıf (!) Müzisyenlerin Zulmettiği Büyük Veli: Mevlânâ
Sadırda
İlim, Hâlde Teslimiyet, Ailede Hasret, İstikbalde Umuttur Rıhle
İbrahimlere
Selam, Sümeyyelere Selam – Davetçinin Amentüsü
Kur’an’ın
Bir Kısmı ‘‘Masaldır’’ Diyen İlahiyat Prf’si: Mustafa Öztürk
Kur’an
Müdafaası
Tesettürün
Nasıl Olacağını Kim Belirler, Allah Azze ve Celle mi, Moda Tasarımcıları mı?
Olimpos
Dağı’nın Çocuklarının KöleliK İthamları, Küresel Mahkumiyet ve Çıkış Yolu
Olarak Hilafet
Karargahtaki
Tekkeler ve Sufi Komutanlar
İran
Şia Cumhuriyetiyle İslâm Birliği Mümkün mü?
Kalın
ve Mahrem Çizgileriyle Ehl-i Sünnet ve Şia
Alimleri
İtibarsızlıştıran Zihniyetin Psikiyatristlere Mahkumiyeti
İslâm’ın
Kızı! Aişe; Senin Evin, İzzetin ve İffetindir Aişe, Aişedir
Hevasına
‘‘İndirilen’’ İslâm’a ‘‘Uydurulan Din’’ Diyen ‘‘Müslümanlık’’ Kimin Projesi?!
Kemalistleri
Kendine Hayran Bırakan ‘‘Müseccel Sünnet Düşman’’ından En Yeni Oryantalist
Masalları
Gülenizmin
Sahteliği, Mehdîliğin İnkarına Gerekçe Olabilir Mi?!
Kilise’nin
En Son ve En Tehlikeli Oyunu: Sünnet’i Reddeden Kuran Müslümanlığı
Yüreklerdeki
Aksa Düşerse Selahaddinler Kudüs’teki Aksa’ya Muhafız Olur mu?
Hiç
Kur’an-ı Kerim Okumuyorsun İslâmoğlu?!
Tarihselciliğin
Tarihi
Kur’an-i
Kerim ve Marjinal Gruplar
Dünya
Dillerini ‘‘Lebbeyk’’te Birleştiren Mana: Hac
Çağdaş
Selefîlik ve Kutlu Doğum
İslâm
İktisat Doktrini Üzerine Mülahazalar
Râviyetu’l-Asr:
Muhammed Zâhid Kevserî
İslâm
ve Modernizm
Reisu’l-Kurrâ:
Mehmed Rüşdü Aşıkkutlu
Namaz,
Mâveradan Mâsivaya Bakıştır
Ayağa
Kalkmak İçin Namaza Kalk!
Secdede
Doğan Kıyam
Hürriyet
Çağrısı
Zor
Olan Kudüs’ün Değil Yüreklerin Fethidir
Zalimin
Korkusu, Mazlumun Umududur Şehid
Cahilin
Kelamı Usandırır, Ulemanınki ise Uyandırır
Cennetin
Kapısına Doğru
Bedirsiz
ve Fetihsiz Ramazanlar
İşte
İslam İnkılâbı
Sen
ve Ben Düzelince Düzelecek Dünya
Bugün
Bayram Çocuklar
Faizin
ya da Emeksiz Kazancın Tarihi
Para
Nedir, Ne Değildir?
Faiz
Niçin Haram ve Ticaret Neden Helal?
B.
Fikrî
Makaleleri:
İkinci
Fetretin Mevlânâsı Ahıskalı Ali Haydar Efendi
İkinci
Fetretin Mevlânâsı 2 Mecelle ve Ali Haydar Efendi
Huzur
Derslerinde Sistemi Sorgulayan Allame: Ali Haydar Efendi
Modern
Zamanın Mana Üssü: Ali Haydar Efendi
Muasır
Bir İsmail Saib Sencer: Bayram Hoca
Dinle
Ey Mısır!
Hristiyanlıkla
Köleliği, İslâm’la Kulluğu Tanıyan Ülke: Gana
Kazablanka
Bilad-ı
Şam İslâm İnkılâbına Hazırlanıyor
Emperyalizmden
İran’a: “Düşman Görünelim Sen Müslüman Dostlar Kazan!”
Hindistanlı
Âlimin Rüyasındaki Osmanlı Evladı
Emperyalizmanın
Sanat Ajanı: “Muhteşem Yüzyıl”
Müdafaa
Hattı
Yalnız
Seccademin Yününde Şefkat
Ey
Şehid! Kitâbullah Yerine ‘‘Das Kapital’’ Okusaydın!
Ne
Türk İslâm, Ne Kürt İslâm Sentezi SADECE İSLÂM
Milli
Görüş ve Büyük Doğu: İki Ayrı Başlıkta Tek Bir Medeniyet Projesi
Hakkari’den
Edirne’ye Yeniden İmam-Hatip Çağı
Baş
Kumandan Bilâd-ı Şam Tugayları
Müslüman
Burjuva Masalının Sonuna Doğru
Ramiz,
Heysem, Şeymaaa!!!
Bilâd
-ı Şam Davasında Saflar Netleşiyor
Ashâb-ı
Kehf’le Beyaz Saray’da Öğle Namaz
İmam
Hatip Yeni Medrese Olabilir mi?
Muhteşem
Zamanlara Bismillah
Batı’nın
Siyaset, Kültür ve Sanat Ajanları da İtiraf Etti Amerikan-İngiliz Çağı
Kapanıyor
Dinle
Ey Anadolu! Şeyhu’l-İslâm Mustafa Sabri Konuşuyor
Rahlemizde
Mushaf-ı Şerîf, Omuzumuzda Buhârî, Sırt Çantamızda İdeolocya Örgüsü
Peygamber
Üniversitesi’nin Kadın Öğretmenleri
Yardım
Edin Bize Ez Müslümanlar!
Her
Şey Sadece İslâm’da
Ha
Tüfeği Olmayan Asker, Ha Öfkesİ Olmayan Fikir
İran:
Hayra Fren Şerre Motor
Azizim!
Ya ABD Algında Ya Da Allahu Ekber’i Anlamanda Problem var
Mustafa
İslâmoğlu, Şia ve Banyas’ta Katledilen Bebekler
Bir
Ufuk Ki Ne Mecnun Varabildi Ne Ferhat
Taksim;
Soylular İsyanı Ya Da İdrak Yoları Hastalığı
Koç
Kıilasının Öncü Kuvvetleri Neden Rahatsız?
Asr-ı
Saadette Mücâhede; Modern Zamanda Ziyafet: Ramazan
Oruç
Mektebinde Şam ve Arakan Müslümanları
Bir
Mücahid Alim’in Hakk’a Yürüyüş Hikayesi
Ulu
Canlar Râbiatu’l-Adeviyye
İslâm
Coğrafyasın’nda İstanbul Rüyaları
İslâm
Baharı Kıştan Sonra Gelir
Bayram:
Râbiatu’l-Adeviyye’de İrade, Arakan’da Hüzün
Irsi
Soysuzluk Marazı: Leman
Haremeyn’de
Kudemâ Meclisleri-1
Haremeyn’de
Kudemâ Meclisleri-2
Kurtuba’dan
Arakan’a Bir İmaj Hikayesi
New
York Tepinirken Ağlar Kahire, Ağlar Şam
Söz
de Sancak da Esmalarda
Mustafa
İslâmoğlu’na açık Mektup
Kardinal’i
taltif, Ulemayı Tahkir Bağlamında bir İlahiyatçı Hikayesi
İslâm’a
karşı İslâm: Çağdaş Haricîlik
Biz
Arabız, Türküz, Kürdüz Diyerek Parçalanan Ümmet, Biz “Sadece Müslümanız”
Deyince Kurtulacak
Olimpiyatta
Dans, Bodrum Katta Namaz
Bir
Zamanlar Aile
Zikir
Halkalarından Özgür Ordu Saflarına
Kölelikten
Kulluğa Yürüyüş Hareketi
Ümmet’in
Kimsesizleri: Afgan Yetimleri
Suriye’de
Kudüs Fatihi Çocuklar
Siyaset
Sarayımıyın Cümle kapısı: Abdülhamid
Büyük
Zuhura Doğru
Gazeteciler
Sussun Ulema Konuşsun
Karma
Hayattan Mahrem Hayata Nasıl Geçilir?
En
Soğuk Şubat’ın Müseccel Yalan Makinesi
“Çığlıklarımızı
Yerde Bırakma Allah’ım!”
Türkiye
Düşerse Âlem-i İslâm Da Düşer
Nebevî
Menhece Göre O Adam ABD’de değil, Türkiye’de olmalı
O
Gece Abdulkadir Molla Kimlerle Görüştü?
Ayasofya
Ne Zaman ve Nasıl Açılacak?
Hayat
Süren Leşler! Bu Hesap görülecek
Batı
Baikentlerinde Gazzali’nin Çocukları
Hristiyan
Batı’nın İslâm’dan Korunma Stratejisi: İslâm’a Karşı İslâm
Kainat’ın
Efendisi Önünde Dize Geliş Hali: Büyük Doğu ve Necip Fazıl
Mursi
Zindanda, Gazze Kuşatma Altında, Türkiye Son Kale Teslim Olma!
Sadaka
Taşlarından Yardım Kuyruklarına
Ufkmuzda
Umudumuzda Sensin Ya Resulellah
Bilbordlara
‘‘İnsanlığı Kurtarmak için O Geliyor’’ diye Yazılsın
Seyyid
Bey Anlaşılsaydı Dünyası için Dinini Satan Adamlar Kahraman Olmazdı
Medine
Diye ‘‘Yesrib’’ Büyüdü İçimizde
Birleşin
Ey Müslümanlar! Mısır’da İslâm Yargılanıyor
Bu
Kiri Büyük Doğu Mecrası Temizler
Binlerce
İranlı kalksa da, Ümmetin Katiline Katil Diyeceğiz
Suriye
İslâm Meclisi Başkanı Usame Er-Rifâ’î: Suriye’de Müslümanlar Artık Tek Yürek
Dansa
Manşetten Yer Veren Editör, Suriye’ye Yardım Tırlarını Durduran Şebekeyi Niçin
Görmez?!
İslâm’ın
Kızı! İffet Çağı Seninle Başlayacak
Allahu
Ekber Notayla Değil, Yürekle Söylenir
Oruç
ve Kur’an-ı Kerim ile Gelen Kutlu Misafir: Ramazan
Seccadesini
Alan Ağa Camii’ne Gelsin!
Şeriat,
Hakikat ve Marifet Kürsüsü: Ramazan
Şia-Vehhabi
Oyunun Hedefi, Ehl-i Sünneti Çökertmek
Londra
Aydınlansın Diye Bağdat’ı Yakanlar, Gazze’deki Ateşi Söndürür Mü?
Çağın
Haber’i İsrail, Yesribler Medine Olunca Yıkılacak!
Ümmet’in
Gökkubbesi Sensin!
Gazze’den
Ümmet’e Mektub
Mevzisini
Terketmeyen Bir Müslümandı Ömer Amca
İslâm
Gençliğinden Cumhurbaşkanı’na mektup
Bohem
Hayatından Camiye, İnsanlığın Diriliş Hikayesi
İstismar
Gümrüğünde Mahbus ilaç: İSLÂM
Roma’da
Katil, Şi’bi Ebî Tâlib’te Muhâcit Yetişir
Seni
Bir Daha “Naber Kız!” Diye Taciz Edemeyecekler!
Gezi
Ruhu Kobani İskeletinde
Firavunlar
Denizden Önce, Sarayda Boğulur
İslâm
Davasına Sancaktarlar Aranıyor
Bunlar
Da İslâm Kadınları
Yeni
Türkiye’nin Uluslararası Tabelası: Ulu Hakan Abdulhamid Han Havalimanı
Rumeli
Yeniden Âl-i Osman Bekliyor
Sümeyye’nin
İmâmetinde Cihad
Mısır’da
Tekbir, Şam’da Tevekkül, Doğu Türkistan’da Sabırdır Namaz
Sevánih
Tasmalı
İngiliz Eşlerden, Ayağına Cennet Serilen Annelere: Kadın
Medeniyeti
Ninni Söyleyen Anneler Kurar, Madamlar
Yıkar
Allah
Yolunu Cihad Ayetleriyle Açan Adam: Muhammed Mursi
Kudüs
Salahaddin’i Ayasofya Fatih’ini Bekliyor
Albayrak’tan
Gökbayrak’a Selam
Sarıklı
Sosyalistler ve Müslüman Kürtler
Kendine
Sahip Olmak ve Ümmet’e Sahip Çıkmaktır Oruç
Tarihin
Akışını Değiştirecek Gence Hitabe
İslâm,
Âli Himmet Sahibi Evlatlarının Ayağa Kalkmasını Bekliyor
Anadolu
Kıtasındaki İslâm-Küfür Hesaplaşmasında Son Durum
Müslüman
Kürd’e Kurulan Büyük Tuzakta Sosyalizm Gövde, İslâm Makyaj
“MEDİNE
DÖNEMİ” İçin Bismillah
Çıkış
Yolu: Hind Müslümanlarının Hilafet Hareketi
Hilafet’in
İlgasından Halide Edib’e Ümmet’e İhanet Hikayesi
Evrensel
Uyanış Çağının Kurucu Nesli
Mücevherler
Sizin, Yürekler Bizim Olsun!
İslâm
Coğrafyasındaki En Yeni İblis Hamleleri
İblis’e
Karşı 24 Saat
İslâm
Birliği Yeniden Nasıl Kurulur?
Siz
Öyle Buyurduysanız Ölüm De Teferruattır Ya Rasulallah!
İbadeti
İslâm’a, Siyaseti Marksistlere Göre Yapan Müslüman’a Mektup
Ne
Allah’dan Başka Dayanak, Ne De İslâmsız Çıkış Yolu Var!
İblis’in
Dilediği Gibi Operasyon Yaptığı Kırık Kapılı Bir Han: Aile
Amuda
Kalkmış Bir Hayata Teğet Geçen Gerçekler
Söz
de Hüküm de İslâm’da
İbrahimî
Bir Şuur, Yusufî Bir Onurla Diriliştir Oruç
Türkistan’da
Yailılar Direnyor, Gençler ‘‘Ya Lebbeyk!’’ Diyor
Hz.
Ali’nin Hayber, Fatıma’nın İffet Rolüne Taliğ Çocuklar!
İnsanlığın
En Kadim Müessesesi Olan Aile Başsız Olur Mu?
Sonradan
Görme Müslüman Hastalığı: Dünyevileşme
Yeniden
ve Yenilmeyen Bir İradeyle ‘‘Bismillah’’
Allah
Yolunu Açtı Hamdet Anadolu!
Şehid
Kanıyla Eskir Geceler ve Doğar Fecirler
İlk
Hedefiniz Kudüs
Zafer
Senin, Hezimet Romanos Diogenes’in Çocuklarının Olacak!
Evlen
Ama Kiminle
İslâm’ın
Kızının Evlilik Kriterleri
İran’ın
En Yeni Acem Oyununa Hayır De!
Peygamber-i
Ekber’den Dünyayı Cennet’e Çeviren Çocukların Annelerine Mektup!
Genç
Adam! Çağdaş Ebrehelerin Ordusunu Dağıtacak Ebabil Kuşu Sensin!
Her
Hicret, Bir Fethi Doğurur Ey Haleb!
Tefekkürü
gibi Tesettürü de İslâm Olan kızlar
Gölgesi
İslam Coğrafyasına Düşen Bir Dağ Gibiydi
Işık
Doğudan Yükselir
Haydi
Çocuklar Ali Kükresin, Hayber Titresin!
Namaz,
Fikirde Kıvam, Harekette Kıyamdır
Hintli
Bir Hakîm’in Ufkunda: Nasıl Alim Oldular?
Kaç
Milyon Madam Bir Anne Yapar?!
Senli-Benli,
Kızlı-Erkekli Bir Hayata Dair
Ebedî
Hâdimu’l-Haremeyniniz
Mürteci
Kim?
Haremeyn
Notları
Medine’de
Bayram Sabahı
İmam-Hatibe
Hitabe
Mabed
Evlerin Öğretmen Ebeveynleri
İslam’ın
Aşk ve Vecd Yolu: Tasavvuf
Varlığın
Eman, Hicretin <merhamet, Akınların Fetih Olsun!
Tarihin
Akışını Değiştiren Adam: Necmeddin Erbakan
Ahlak
Yobazıyla Din Tüccarı Aynı Safta
Ezansız
Semtlerin Rezidansları ve Temizlik İşçileri
Yeni
İslam Değil Yeniden İslam
Çin’in
Nazi Kamplarındaki Doğu Türkistanlı Mazlumlar
Mevcut
Halimizle Zafere Ne Kadar Uzaksak, İdeal Olanla O Kadar Yakınız!
İslam’ın
Kızı ve Post Modern Örtünme
4- Arapça
Makaleleri:
هيؤوا
أنفسكم للجهاد الأكبر
من
يؤذن أذان الفجر الفقهاء أم الجهلاء
في
ظل الإسلام
كيف
تخرج هذه الجامعات العلماء والأمراء في درجة الصحابة
إلى
أين تذهبون والمسلمون تحت وطأة الأعداء
الحرب
على الإسلام باسم الإسلام
الإبراهيميون
في جبهات الأمة
يا
من سماه أبوه بعمر كن فاروقا
انتبه!
إيران
لماذا
لا يأتي نصر الله
تحت
راية الإسلام
أنا
الذي سمّتني أمي حيدره
كيف
يبدأ درو المدينة
ماذا
يفهم ابن الإمام من الثورة في تركيا
المفكر
الإسلامي نجيب فاضل
KAYNAK:
İhsan Şenocak Hoca Kimdir? - Hakkında (ihsansenocak.com, 19.09.2019)
1
Ocak 2020 Twitter paylaşımı
Büyük
Yürüyüş
Allah
Rasulü “kuruluş”, sahabe ise “yükseliş” dönemidir. Risaletin bereketi ve sahabe
olmanın feyziyle onlarca yıl, yıllara sığdı. Hicaz ve çevresi insanlığın
diriliş havzası oldu. İslam önü alınamayan bir hızla yayıldı, şehirler, ülkeler
İslam Devleti’ne katıldı. O günleri tahayyül edin. Sürekli yeni fetihler var.
Mısır, İran ve Bizans sadece olanları seyretmek ve yok oluşlarını biraz daha
geciktirmekle meşgul. Ölecekler, bunu biliyorlar fakat ölüm biraz daha nasıl
geç olur diye çabalıyorlar. İslam’ın intişarına engel olamıyorlar,
durduramıyorlar Allah Rasulü’nün öğrencilerini. Bizans, Mısır ve İran sadece
birer ruhsuz ceset… Sadece suretleri var. Her zaman olduğu gibi merkezde ise
Yahudi var. Bozmaya memur millet… Yahudi, İslam’ın önünü kesebilmek için
sürekli strateji geliştiriyor. Medine’nin, Hayber’in intikamını almak için
fırsat kolluyor, hamle imkanı arıyor. İslam’ın yolunu kesecekler. يُرِيدُونَ لِيُطْفِؤُوا
نُورَ اللَّهِ بِأَفْوَاهِهِمْ [1] Kalemleri, ağızları, silahları dahil neleri
varsa onlarla saldırıyor, Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Fakat hüküm
zahir, nur sönmeyecek. Ayaklarda çarık, sırtlarda yamalı cübbe, başlarda
nurdesen sarıklarla sahabe ilerliyor. Şehirler düşüyor, yürekler İslam’la
hürriyete eriyor. Küfür cephesinin her stratejisi akamete uğruyor. Kocaman
devletler yükseliyor, sahabe ilerliyor. Hz. Ömer zamanında İran bütünüyle
İslam’ın oluyor. Persler aynı kimlikle bir daha dönmemek üzere siyasete veda
ediyor. Küfür cephesinde mağlubiyetten öte bir durum, bir hezimet var.
Damarlarında uluhiyet kanı dolaşıyor dedikleri efsane komutanları Hürmüzan
Medine’ye geliyor. Sarayda görüşeceğini zannettiği Hz. Ömer’le Mescid’de
karşılaşıyor ve Onun, “benimle konuşmak istiyorsan çıkar tacını başından”
şeklindeki emriyle sarsılıyor. İmparatorluklarını kaybediyorlar. Bu yüzden
Farisilerde Hz. Ömer’e (r.a) karşı büyük bir kin oluşuyor. Ortamı yakından
izleyen Yahudi Hz. Ömer’in şahadetinden sonra büyük bir gizlilikle her şehirde
mayalanıyor.
Şia’nın
Müessisi Olarak İbn Sebe
Bu
süreçte İbn Sebe adında bir Yemen Yahudisi San’a’da ortaya çıkar. Bu zat,
İbnu’s-Sevdâ diye de bilinir. Hz. Osman zamanında Müslüman olduğunu ilan eder.
İslam şehirlerini dolaşır. Sırasıyla Hicaz, Basra, Küfe ve Şam’a gider. Şam’da
tutunamaz. Bizzat halk tarafından şehir dışı edilir. Mısır’da Hz. Osman’a
muhalifler olduğunu duyunca oraya gider. Müslümanlara, “Size hayret ediyorum.
Hz. İsa’nın tekrar bu dünyaya döneceğini tasdik ediyor fakat, ‘Kur’an okumayı,
tebliğ etmeyi ve içindekilerle amel etmeyi sana farz kılan Allah, muhakkak ki
seni dönülecek bir yere ulaştıracaktır.’[2] ayetine rağmen Hz. Muhammed’in
dünyaya geri döneceğini yalanlıyorsunuz.” der. Allah Rasulü’nün hicretten sonra
Mekke’ye dönüşünü anlatan ayette ki “me’ad” kelimesinin manasını tahrif ederek
ona “dünya” anlamı verir İbn Sebe.
İntikam
Duygusunun Dinselleşmesi
Mısır’da
“rec’at” fikrinin temellerini İbn Sebe atar. Her nebinin vasîsi var, Hz. Ali
de, Hz. Muhammed’in vasisidir diyerek Şia’daki “vesayet” fikrini ilk o telaffuz
eder ve Müslümanları vesayet hakkı gasp edilen Hz. Ali adına kıyam ediniz diye
tahrik eder.[3] Bir şehirden diğerine valilerin hatalarını içeren mektuplar
yazar, Müslümanları Hz. Osman’a karşı tahrik eder. Hz. Osman’ı katleden güruhla
Medine’ye gider. Nerede bir rahatsızlık varsa orada İbn Sebe ve adamları en ön
saftadır. İslam kisvesi altında İslam’la savaşır. Hz. Ali’yi de aynı şekilde
tahrik edebileceğini düşünür ve bir defasında ona, “Ente ente/Sen ilahsın” der.
Şia kaynaklarına göre Hz. Ali onu yaktırır, Ehl-i Sünnet’e göre sürer.[4]
Her
ne kadar bazı Şiiler tarihte böyle biri yaşamadı dese de erken dönem Şia
kaynakları da İbn Sebe’ye ve Hz. Ali ile görüşmesine yer verir. Şia’nın önemli
rical ulemasından Keşşi رِجَالُ الْكَشِّي diye meşhur olan eserinde İbn
Sebe’den bahseder. İşte Şia’ya velayet, vesayet ve rec’at fikrini sokan ve bu
ameliyesiyle de onu “büyük bütün”den koparan bu adamdır. Allah Rasulü için
“Hatemu’l-Enbiya/Nebilerin sonu”, Hz. Ali için ise “Hatemu’l-Evsiyâ/Vasilerin
sonu” diyerek başladığı yolu Hz. Ali’nin ilahlığını iddia etmeye kadar taşır.
İslam
Çağrısı Adı Altında Tefrika
İbn
Sebe, Hz. Osman zamanında Müslüman olduğunu söyler ya da Müslüman olarak
insanlar arasında dolaşır. İslam çağrısı adı altında tefrikaya, hak arama
görünümlü mektuplarıyla da Hz. Osman’a karşı isyana çağırır. Fesat otağını
Mısır’da kurar. Zehrini oradan kusar, mektupları oradan gönderir. Oradan
yaptığı tahrik ve tahriflerle isyan birlikleri oluşturur. Hz. Osman’ın
şehadetinin arka planında o vardır. Muharrik de odur, organizatör de o. Bu,
suçu birisine havale ederek mevzuyu basitleştirmek değil; bilakis vakıayı olduğu
gibi anlamaktır. İslam’a nelerin, nasıl ve kimler tarafından sokulduğunu
anlamalıyız ki, onların İslam’a ait olmadığı ve onların olduğu yerde İslam’ın
olmayacağını da idrak etmiş olalım. İbn Sebe, Hz. Osman’ın şehadetiyle ilk
adımı atar ve yıkar, kendi ideolocyasına göre kurabilmek için Hz. Ali’ye yakın
olmak ister. Fakat Allah Rasulü’nün bilge öğrencisi, bir gün huzurunda Hz.
Ebubekir’i, Ömer’i eleştiren bu Yahudi için “öldürün bunu” buyurur,
etrafındakiler seni bu kadar seven adamı neden öldürüyorsun deyip engel
olurlar. Şehirden sürülür. İbn Sebe, Hz. Ali (r.a.) efendimiz üzerinden Hz.
Ebubekir, Ömer düşmanlığı yapmaktan vazgeçmez. Yeni hamleler için, yeni
fırsatlar gözetir. Çocuklarına Ebubekir, Ömer adını koyarak bu iki sahabiye
olan muhabbetini izhar eden Hz. Ali üzerinden Hz. Ebubekir ve Ömer düşmanlığına
devam eder. “Eğer Hz. Ali ‘nin bunlara bir düşmanlığı olsaydı, çocuklarına
Ebubekir, Ömer ismini vermezdi.” derecesinde bir nazardan dahi mahrum olanları
Ümmet’in bütününden kopararak sahabe düşmanı yapar.
Şia’nın
İki Safhası
Şia’da
iki safha var. Birinci safhada, İslam’a sadakat, Hz. Ali’ye muhabbet var. Daha
çok siyasi bir tercih Şia bu dönemde. Fakat Hz. Ali’nin yanında yer alanlar,
onu ne kadar seviyorsa Hz. Ebu Bekir ve Ömer’i de en az o kadar seviyorlar.
Hz.
Ali’den sonra İbn Sebe’yle Şia’nın ikinci safhası başlar. Bu ikinci safha/yol
sahabeye, Kur’an’ı Hakim’e ta’n yoludur. İbn Sebe, hurafe ve kinle İslam’ın ana
bünyesinden kopardığı yığınlara “cemaat” yerine “tefrikayı”, muhabbet yerine
“nefreti” aşılar. Hz. Ali taraftarlığı üzerinden Hz. Muhammed ve sahabe
düşmanlığı yapar.
İbn
Sebe ve İran
İslam’ı
tahrif ve tahribe ayarlı fikirleri Mısır’da mayalayan İbni Sebe’nin İran’la
irtibatı nasıl ve niçindir? Malum… Farisilerde nâmütenahi bir Hz. Ömer
düşmanlığı var… Müslümanlar Hz. Ömer’i ne kadar seviyorsa, onlar da o kadar
ondan nefret ediyor. Hiçbir Türk ya da Kürd ataları sahabeyle savaşıp, kaybetti
diye sahabeye hasım olamaz. Bilakis atalarının hidayetine vesile oldular diye
onlara dua eder. Çünkü, ilerleyen yaşlarına rağmen insanlığın selameti için
Medine’den yola çıkan, durdurulan, savaşmak zorunda kaldığından dolayı savaşan
sahabeye kim düşmanlık ederse onun iman problemi vardır.
Neden
En Büyük Hasım Hz. Ömer?!
Hz.
Osman zamanında da fetihler devam eder. Fakat Farisilerin en büyük hasmı Hz.
Ömer… Bu yüzden Hz. Ömer suikastını iki Farisi tertip eder; Ebu Lü’lüe ve
Hürmüzan.
Yemen
Yahudisi İbni Sebe, İran’daki öfke ateşini Hz. Ömer özelinde bütün sahabeye
karşı harlatır. Gayesi ise İslam’ın içinde bir İslam uydurarak İslam’ı bölmek,
Müslümanları birbirleriyle mücadele eder hale getirip, dış dünyayı rahatlatmak,
fetihleri durdurmak. Dün vazifesini Bihakkın ifa eden Iran bu gün de, aynı
işlevi yerine getiriyor. Onun Suriye, Yemen ve Irak’taki katliamlarıyla
alakadar olan ümmet, elini savaştan çekip İslam’ı tebliğ edemiyor.
Büyük
Kafire, Büyük Müslüman Demek
Farisiler,
Hz. Ali muhabbetini kullanıyor fakat gerçek gündemleri Hz. Ömer düşmanlığı…
Neden Ömer düşmanlığı? Çünkü Hz. Ömer (r.a) onların siyasi hayatlarına son
verdi, devletlerini ortadan kaldırdı. Mağlubiyetin intikamını alma mücadelesini
Hz. Ali muhabbeti ile örterek hem Müslüman gözüküyor hem de İslam devletinin
nimetlerinden istifade ediyorlardı. Nihai hedefleri ise Pers Imparatorluğunu
yeniden kurmak. Bunun için en büyük İslam düşmanlarına, en büyük Müslümanlardan
biri demekten çekinmezler. Nitekim bir Ayetullah شَهَادَةُ الْاَثَرِ عَلَى إيمَانِ
قَاتِلِ عُمَرَ başlıklı bir risale kaleme alır. Risalenin mevzusu ise Hz.
Ömer’i şehid eden büyük kafir Ebu Lu’lue’nin nasıl büyük bir Müslüman olduğunu
isbat etmek(!). Bir Müslüman, Allah Rasulü’nün, “Eğer benden sonra Peygamber
olsaydı, o da Hattaboğlu olurdu.”[5] dediği Hz. Ömer’i şehid eden kafirin
velayetinden, kerametinden bahsedebilir mi? Hz. Ömer’i şehid etti diye Ebu
Lü’lüe’ye manevi makamlar verme yarışına girebilir mi? Ayetullah malum eserinde
Ebu Lülüe’nin Hz. Ömer suikastiyle ne kadar önemli bir iş yaptığını uzun uzun
anlatır. Farisiler, o güne يَوْمُ الْعِيدِ يَوْمُ السُّرُورِ bayram günü, surur
günü diyorlar. Hz. Ömer’in şehadet günü, bunlara göre bayram günüdür.
Müslümanların hüzün günü, onların gurur günüdür. Bu gün de öyle değil mi?
Müslümanlar Esed’in düşmesi, İran ise kalması için uğraşıyor.
Şia
kaynaklarında hurafe, hakikatten daha fazladır. Ebu Lü’lüe kitabı da onlardan
biridir. Ayetullah, Meleklerin Ebu Lü’lüe’yi İran’a kaçırdığını, orada öldüğünü
daha sonra orada ona kabir yapıldığını, deprem olunca her şeyin yıkıldığını
fakat sadece onun kabrinin ayakta kaldığını söyler. Şia’nın masalları bitmez.
İbn
Sebe ve adamları Farisileri İslam’ı bölüp-parçalama davasının erleri olarak
kullanır. Onlar üzerinden hedefine ulaşır. Onlarla ümmeti parçalar.
Farisilerin
tamamı aynı bağlamda değildir şüphesiz. Bir kısmı hakikaten müslüman olur.
Fakat bir kısmı da, “nasıl olur da sahabe ayağında ki çarıkla ve yamalı
cübbesiyle gelir bizim devletimize son verir.” diye düşmanlığa devam eder.
Düşmanlık var fakat güçleri olmadığından uzun yıllar hesaplaşamazlar İslam’la.
Bu yüzden İbn Sebe’nin fikirleri üzerinden ümmeti bölerek, intikam almaya
çalışırlar.
Samerra’da
Kaybolan Bir İmam
Şia’da
ki “Rec’at”a göre ise on ikinci imam tekrar dönecek ve Şia Hz. Ali’nin hakkını
gasp eden(!) Hz. Ebubekir’den, Ömer’den, Osman’dan (r.a.), ashab-ı kiram
efendilerimizden, ulemadan intikam alacak. Bu gün İran’ın her müslümanı “Yezid”
gibi görüp, saldırmasının arka planında bu intikam duygusu vardır. Onlara göre
on ikinci imam Samerra şehrinde kayboldu. Bu yüzden kaybolduğuna inandıkları
yerde hala bir eşek bekletiyorlar, kaybolduğu dehlizden çıkacak, eşeğe binecek,
gelecek ve bütün bunları kurtaracak.[6] Peki Rec’at’la ne olacak? Bu esnada Hz.
Ebubekir, Ömer, Osman (r.anhum) başta olmak üzere sahabede dirilecek ve
bunların on ikinci imamı sahabeyi yargılayacak, idam edecek böylece yeryüzüne
adalet gelecek. Adaletiyle temayüz eden Hz. Ömer’i yargılayarak adaleti
getirecekler ve sonra kıyamet kopacak. İşte Şia, kendi adamlarını
inandırabilmek, tabanlarını dağıtmamak için bu masallara sığınıyor. On iki imama
öyle güç veriyorlar ki! Onlara göre bunlar gaybı bilir. Yeryüzündeki bütün
tasarruflar bunların eliyle olur. Allah Teala bunlara sormadan, bunların canını
almaz. Onlar da ne zaman isterlerse o zaman canlarını verirler. Ne var ki bu
kadar yetki verdikleri imamlarını asırlardır bekliyorlar, gelmesi için
kaybolduğu yere eşeği de bağladılar. Fakat on ikinci imam çıkıp da gelmiyor.
Neden
imamlarına bu derece olağanüstü güç veriyorlar? Avam, madem bunlar bu kadar
muktedirdir, neden Şia’yı dünyaya hakim kılmıyorlar? diye sorunca, “Onun vakti
var. Rec’at olacak, dönecek, gelecek ve bizi buradan kurtaracaklar” diyorlar.
ŞİA’NIN
KUR’AN’LA HESAPLAŞMASI
Yemen
Yahudisi İbn Sebe’nin kurduğu Şia, Kur’an tasavvuru dahil daha pek çok mevzuda
Ümmet’ten farklı düşünür. Kur’an-ı Kerime ta’n eder. Nitekim Şiiler, her
dönemde Kur’an-ı Hakim’in tahrif edildiği iddiasıyla kitaplar yazmıştır. فَصْلُ
الْخِطَابِ فِي إثْبَاتِ تَحْرِيفِ كِتَابِ رَبِّ الْأَرْبَابِ [7] Adlı kitabın
müellifi Ayetullah Mirza Hüseyin Nurî et-Tabersî (v.1320) de açıkça Kur’an-ı
Kerim’in tahrif edildiğini iddia etmiştir. Bu kitapta, her yıl Muharrem ayında
Hz. Hüseyin’in şahadetinin arkasına sığınarak, Hz Ömer’in emrindeki İslam
ordularının yıktığı Sasani Devleti’ne ağıt yakanların iftiralarını görürsünüz.
Kur’an’a suikast yapıp, İslam’ı durdurup Rüstem’in ordularının yolunu açmak
için uydurulan iftiralar… On iki asırdır bu iftiralar “Kur’an-ı biz indirdik ve
biz koruyacağız”[8] ayetine çarpıp yok oluyor.
İran
Lobisi ve Yeni Şia İddiaları
İran
lobisi, amel defteri Kur’an’a iftiralarla dolu olan Şia’nın yolunu açabilmek
için Eski Şia (Hz. Ali’den sonra), yeni Şia diye ayrıma gidiyor, eskisi
problemliydi fakat Yeni Şia’da ittihad-ı İslam’ı amaçlıyor, bu yüzden onunla
anlaşılabilir diyorlar.
İran’la
Kesilen İslam Rüzgarı
Yeni
Şia dedikleri Humeyni’nin Şia’sıdır. Humeynî üzerinden Şia’nın yolunu açmaya
çalışıyorlar. Bu defa Humeynî üzerinden hedeflerine ulaşacaklar.
İhvan-ı
Müslimîn ve Türkiye’de Milli Görüş Sünnet ve Cemaat akidesi çerçevesinde büyük
mesafeler katedip, devletleşme aşamasına yaklaşınca küresel güçler Humeynî’ye
“İran İslam Devleti”ni kurdurarak İhvan’ın ve Türkiye Müslümanlarının rüzgarını
kesti. Kabiliyetli Müslüman gençler ABD ile 35 yıldır birbirine uluyan fakat
tek kurşun atmayan İran’ın “İslam Devleti” terkibine aldanıp, safına geçti.
Batı’nın en büyük müttefiki, bir anda Batı ile hesaplaşan kahraman konumuna
getirildi. Müslüman gençlerin “Zaferler Müjdecisi Aziz İslam Önderi”, “İslam’ın
Büyük Mücahidi”, “Mustazaf halklara İslam’ın devrimci yolunu gösteren Büyük
Önder” diye yad ettikleri Humeynî de Tabersî ve selefleri gibi Kur’an’ın eksik
olduğunu, mevcut Kur’an’dan üç kat daha büyük bir Fatıma mushafının olduğunu
iddia etmiştir.
Sahabeye
Saldıran Bir Devrimci: Humeynî
Humeyni
Keşful Esrar adlı kitabında sahabeye iftira eder, وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا الْقُرْاَنَ
ذَرِيعَةً لِتَحْقِيقِ نَوَايَاهُمْ اَلْفَاسِدَةِ [9] bu sahabe dediğiniz
adamlar Kur’an’ı fasid niyetlerini gerçekleştirmek için vesile yaptılar, der.
Ona göre Hz. Ebubekir ve Ömer başta olmak üzere ashab (r.a.) dünyalıklar elde
edebilmek için Kur’an-ı Kerim’i istismar etmiştir.
اِخْرَاجُ
تِلْكَ الْاَيَاتِ مِنْ كِتَابِ اللهِ تَعَالَى اَلَّتِي كَانَتْ تَدُلُّ عَلَى خِلَافَةِ
عَلِيٍّ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ قَدْ سَهُلَ عَلَيْهِمْ Sahabe için Hz. Ali’nin
hilafetine delalet eden ayeti kerimeleri çok kolay bir şekilde, hiç
zorlanmadan, Allah’ın kitabından çıkardılar, der. Bunu diyen kim? Humeynî… Hz.
Ebu Bekir ve Ömer’in dünyalıkları için Allah Rasulü’ne ihanet ettikleri,
ihanetlerinin bekası için de Kur’an’dan ayet çıkardıklarını iddia eden bu adam
“İslam Ümmeti’nin Yiğit Önderi” kabul edilmiştir. Başsız adamların olduğu yerde
ayaklar baş olur.
Yeni
Şia’nın ümmeti merkeze aldığı, Müslümanlar adına küresel güçlerle hesaplaştığı
iddia ediliyor. Ne var ki Büyük Mücahid (!) Humeynî’nin Rafizi çocukları ABD
ile sözlü savaşla iktifa ederken, Suriye, Irak ve Yemen’de Müslümanlara ölüm
kusuyor. Tahran’da Sünnet ve Cemaat akidesine mensup müslümanlara cami açma
izni vermezken Türkiye’de لَا شِيعيَّة وَلَا سُنِّيَّة وَحْدَة وَحْدَة اِسْلَامِيَّة
Ne Şiiyiz, ne Sünniyiz sadece müslümanız, diyerek müslüman gençliği yanına
çekiyor. Müslüman gençlerin profil resmi yaptıkları, kamplara posterini
astıkları adam bu Humeynî’dir. Babasının adını Ömer, Ebu Bekir verdiği İslam
gençleri ne olduğunu ve ne dediğini bilmeden sahabeyi kendi dünyalıklarına
ulaşabilmek için Kur’an-ı Kerim’den Hz. Ali’nin hilafetine delalet eden Ayeti
kerimeleri çıkaranlar olarak itham ettiği bu şahsı nasıl yüceltir? Allah Teala
buyurmuyor mu: إِنَّا نَحْنُ نَزَّلْنَا الذِّكْرَ وَإِنَّا لَهُ لَحَافِظُونَ
[10] Kur’anı kerimi biz indirdik onu biz koruyacağız, لَا يَأْتِيهِ الْبَاطِلُ مِن
بَيْنِ يَدَيْهِ وَلَا مِنْ خَلْفِهِ تَنزِيلٌ مِّنْ حَكِيمٍ حَمِيدٍ [11] Kur’anı
hakime hiçbir yerden batıl gelemez. Hiçbir surette Allah’ın kitabına batıl
ulaşamaz. Onu tahrif edemez. Fakat Humeyni Keşful Esrâr’da öyle şeyler söylüyor
ki bunlar asla bir müslümana ait olamaz. إنَّ تُهْمَةَ التَّحْرِيفِ الَّتِي يُوَجِّهُونَهَا
اِلَى الْيَهُودِ وَالنَّصَارَى اِنَّمَا هِيَ ثَابِتَةٌ عَلَيْهِمْ [12] Humeynî
bu ibaresiyle de açıkça sahabenin Yahudi ve Hristiyanlara yönelttiği Tevrat ve
İncil’i tahrif etme ameliyesinin kendileri için bizzat sabit olduğunu söyler.
Yani Yahudiler Tevrat’ı, Hristiyanlar İncil’i tahrif ettiler. Bunlar da
Kur’an-ı bozdular, bu onlar tarafından bir suikastır, diyor.
Yeni
Şia Eskisinden Farklı mı?
Küfür
cephesi, Kur’an-ı Kerîm’in en büyük iki muhafızı olan Hz. Ebû Bekir ve Hz
Ömer’e Kur’an-ı Kerim‘e ihanet etme iftirasında bulunan naylon devrimci
Humeynî’yi Alem-i İslam’a “Büyük Mücahid” diye pazarladı. Kur’an ve Sünnet’le
girdikleri her muharebeden nihai manada mağlub ayrılan Haçlılar, Humeynî’nin
ağzından Kur’an’ın tahrif edildiğini söyleyerek Müslüman gençliği hakikatinden
kopardı ve bunu başardılar. Evet bu zat Hz. Ebu bekir, Ömer, Osman başta olmak
üzere Kur’an-ı canlarıyla koruyan Allah Rasulü’nün ashabına bu iftiraları
Keşful Esrâr adlı kitabında dile getiriyor. Şimdi söyleyiniz! Eski Şia ile yeni
Şia arasında bir fark var mı? Tek bir fark var. O da yeni Şia takiyyeyi daha
iyi beceriyor, medyayı daha iyi kullanıyor. Daha iyi aldatabiliyor. Daha
stretejik hamleler yapabiliyor. Irak’ta, Suriye’de yani güçlü olduğu bölgelerde
Sünnet ve Cemaat Akidesi’ne mensub müslümanları öldürüyor ya da susturuyor;
Türkiye gibi zayıf olduğu yerlerde ise ümmetçi görünüyor.
Dâru’t-Takrîb
ve Mealcilik
Takî
el-Kummî adındaki bir Şii 1945’te Mısır’da دَارُ تَقْرِيبِ الْمَذَاهِبِ Daru’t-takrib’i
kurarak mezhepleri birbirine yaklaştıracak, Ehl-i Kıbleyi tevhid edecekti.
Nedense, “Dâru’t-Takrîb Beyne’l-Mezâhibi’l-İslamîyye”[13] adındaki bu müessese
sadece Ehl-i Sünnet akidesine bağlı Müslümanların olduğu yerlerde faaliyet
gösterdi. Ehl-i Sünnet’e mensub bazı alimler de bu müessede görev aldı.
Daru’t-Takrîb Mısır’da çalıştı. Türkiye’de faaliyet gösterdi. Belki burada
kurumsal manada çalışmadı fakat hamlelerini burada da yaptı. Mealcilik bu
müessesinin bir faaliyetidir. Kur’an Müslümanlığı adı altında Sünnet ve
Mezheplerden koparılan Müslümanlar önce ortada bırakılacak, ikinci aşamada ise
Şia kaynaklarıyla ayetler tefsir edilerek, Müslümanlar Şia’ya çekilecekti. Bu
müessesenin gönüllü mensupları Ümmet’e “Hadisi, fıkhı devreden çıkaracaksınız,
doğrudan Kur’an-ı Kerime gideceksiniz.” çağrısında bulundu. Türkiye’deki İran
severler bu çerçevedeki ameliyeler neticesinde İran’a dost, Ehl-i Sünnet
akidesine hasım yapılmıştır.
Neden
Mısır?!
Madem
bunlar İttihad-ı İslam noktasında samimi ve mezhepleri de ittihada engel
görüyorlar, peki neden bu دَارُ تَقْرِيبِ الْمَذَاهِبِ / Dâru Takrîbi’l-Mezâhib, Şiilerin yoğun
olduğu Tahran’da Kum’da Nevef‘de faaliyet göstermez! Neden İran’ın
şehirlerinde, Şiileri mezheplerini bırakıp Ümmet’le Kur’an’da buluşmaya
çağırmaz. Niçin, “Kürsiyyü’l-İslam” olan Mısır’ı üs edinir. Ey İttihad-ı İslam
terkibini dillerinden düşürmeyen Farisiler! Neden Türkiye’de bu faaliyetleri
yapıyorsunuz da, İran’daki Şiilere, Ehli Sünnet’le kardeş olmaları gerektiğini,
onlara ümmet olduğumuzu anlatmıyorsunuz?
Ehl-i
Sünnet’in Hasımları Aynı Safta
İşte
bunun için Emperyalizmin himayesindeki bugünkü Şia, dünkü Şia’dan daha
tehlikeli ve daha karmaşıktır. Kur’an-ı Kerîm’in tahrif olduğunu mevzu edinen
Faslu’l-Hitab’ı bir Şii geçen asırda yazmıştı. Kitab Kur’anı Kerim’in tahrif
olduğunu, bazı sure ve ayetlerin ondan çıkarıldığını iddia ediyor. Ne varki
müellifi Tabersî’ye, ne onun çağdaşı “Büyük(!) Kur’an Müslümanı İranlı
Cemaleddin Efganî”, ne de talebesi Muhammed Abduh cevap verdi. Vermediler,
vermezler de… Çünkü her ikisi de Ehl-i Sünnet’e hasım olmaları cihetiyle aynı
safta duruyorlar.
İki
Mushaf İddiası
Şia,
Kur’an da سُورَةُ الْوَلَايَةِ Velayet Suresi olduğunu ve bu surede şöyle bir
ayet bulunduğunu iddia ediyor; يَا اَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا آمِنُوا بِالنَّبِيِّ
وَالْوِلِيِّ ”Ey iman edenler hem Nebiye, hem de Veliye iman ediniz”. Bu ayet
de Kur’an’dan çıkarıldı diyorlar. Bir başka Şii de Kur’an-ı Kerim’in tahrifi
ile alakalı yazmış olduğu eserinde diyor ki: “İki tane Kur’an vardır”. Bir
tanesi عَامٌ مَعْلُومٌ Herkesçe ma’ruf ve malum olan bildiğimiz Kur’an. Diğeri
de خَاصٌّ مَكْتُومٌ gizli özel olan herkesin ulaşamadığı Kur’an. Buna Fatıma
mushafı diyorlar. Onlara göre bu öyle bir Mushaf ki, Kur’anın üç katı… Onun
hiçbir ayeti Kur’an’ın ayetine benzemez. “Hiçbir harfi Kur’an’ın harfine
benzemez” gibi ifadeler kullanarak esasında Kur’an’ın tahrifinden de öte şeyler
söylemek istiyorlar. Yine Kur’an’ın tahrifi ile alakalı yazmış oldukları
kitablarda “İnşirah Suresi” ile alakalı şöyle bir ayet vardı onu da çıkardılar
diyorlar; وَجَعَلْنَا عَلِيًّا صِهْرك Ali’yi senin damadın yaptık. Kur’an’ı
Hakim’in tahrif edildiği ile alakalı daha pek çok iftira ürettilerki onları ne
bir Makale nede bir konuşma ıstı’ab edebilir.
ŞİA,
İSLAM’IN KURUCU NESLİ SAHABEYE NEDEN SALDIRIR!?
Kur’anı
Kerim’in cem edilmesi ile alakalı Şia alimlerinden Kummî, Kur’an’ı, Hz. Ali’nin
(r.a) cem ettiğini iddia eder. Ona göre, Hz. Ali, Hz. Ebu Bekir’e gelir, o an
Hz. Ömer de oradadır, açar Kur’an-ı Kerim’i okur. Neden tarihi gerçeklere
aykırı böyle bir iddiada bulunuyorlar? Diye aklınıza geliyordur. İfade edeyim…
Buradan şuraya gidecek Kummî… Güya Hz. Ali’nin cem ettiği Kur’an’ın baş
tarafında Ensara ve Muhacire dair ağır tenkitler içeren ayetler vardı. Hz. Ömer
(r.a) “olmaz” deyip, itiraz etmiş Hz. Ali’ye, “bu Kur’an-ı ortadan kaldır, bir
daha da kimseye gösterme!” demiş. Sonra Zeyd bin Sabit’i davet etmişler. Zeyd
bin Sabit Kur’an-ı Hakim’i cem etti. Ardından Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer kendi
aralarında “Peki biz bu Kur’an-ı cem ettik, yarın Ali’nin Kur’an-ı ortaya
çıkarsa ne yaparız.” Diye konuşur. Neticede Hz. Ali’yi öldürmeye karar
verirler. Hz. Ebu Bekir’le Hz. Ömer anlaşır. Peki bunu kime ihale edecekler,
kim öldürecek Hz Ali’yi? Halid bin Velid’e sen öldür derler. Hz. Ebû Bekir’in
eşi olan Esma binti Umeys bu konuşmayı duyar ve Hz. Ali’ye haber verir, hadise
de bu şekilde engellenir. Bununla alakalı çok farklı rivayetler de var. İşte
böyle senedi olmayan, bütünüyle yalan rivayetlerle doludur Şia kitapları.
Bunları uyduruyorlar ki, Hz. Ebu Bekir’e, Ömer’e (r.a) düşman bir nesil
yetişsin. İslam’ı bölmeye memur Yahudi İbn Sebe’yi hatırlayın. Ne yapmıştı? İlk
o Farisileri fark etmişti. Farisiler ile İbn Sebe yöntemi ayniyet arz ediyor.
İçeriye sızıp, tamir davası adı altında tahrip etmek. Kummî’nin sahabe
iftiralarını Zerdüşt bir Farisi söylese anında çöpe atılır. Fakat Kummi bunları
Müslüman kimliğiyle söyleyince tahkik imkanı olmayan pek çok insan sahabe
düşmanı oluyor.
Bizans
ve Şia Kaynaklarında Sahabe
İranlıların
bir kısmı iman etti. Bir kısmı da Hz. Ali mağduriyetinin arkasına sığınarak
sahabeye düşmanlığa devam etti. Hz. Ali üzerinden Hz. Ömer’le hesaplaştı.
Uhuvveti hasımlığa çevirdi. Ümmet içine düşmanlık getirdi. Kerbela’yı her yıl
abartılı bir şekilde anarak tabanına öfke aşıladı. Bizans kaynaklarında
sahabeyi arasanız ya da Kayser’in yakınlarına sorsanız “gece, namaz kılan,
gündüz cihad eden, az yiyen, az uyuyan Ahiret Adamları” olarak anlatıldıklarını
görürsünüz. Fakat Şia kaynakları “Sahabenin Allah Rasulü’ne ihanet ettiklerini
söyler”. Onlar sahabeyi kiramla alakalı o kadar ağır ifadeler kullanırlar ki
tarihin hiçbir döneminde, hiçbir eserde, hiçbir şekilde bunların benzerlerini
göremezsiniz. Bizans kaynakları onlardan “kahraman düşman” olarak, Şia
kitapları ise “hain düşman” olarak bahseder. Toplanırlar, Hz. Ebu Bekir’e,
Ömer’e lanet eder. Rahmet dininin en büyüklerine, en fedakarlarına, en
zahidlerine lanet eden bir nesil yetiştirirler.
Hz.
Ebu Bekir’e Put Diyen Zihniyet
Şia’nın
“Miftahul Cinan” adında bizdeki “Delâilu’l-Hayrât”a benzeyen bir kitapları var.
Orada şöyle bir ibare mevcut: اَلَّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ
وَالْعَنْ صَنَمَيْ قُرَيْشٍ وَابْنَتَيْهِمَا “Ey Allah’ım Muhammed ve Âline
salat et, Kureyş’in iki putuna (Ebu Bekir ve Ömer’e) ve onların kızları Aişe ve
Hafsa’ya da lanet et.”[14] Kime lanet ediyorlar? Allah Rasulü’ne en yakın iki
isme, bu ümmetin Peygamber’den sonraki iki en büyüğüne… Sonra kime lanet
ediyorlar? Bu iki büyük sahabinin kızlarına. Kur’an’ın ifadesiyle Ümmet’in
annelerine: النَّبِيُّ أَوْلَى بِالْمُؤْمِنِينَ مِنْ أَنفُسِهِمْ وَأَزْوَاجُهُ أُمَّهَاتُهُمْ
[15]Sabah kalkıyor, ne diyorlar? اَلَّلهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَعَلَى آلِ مُحَمَّدٍ
وَالْعَنْ صَنَمَيْ قُرَيْشٍ وَابْنَتَيْهِمَا “Kureyşin iki putuna ve onların
kızlarına lanet et Allah’ım”. İslam’a en hasım olanların eserlerinde bu kadar
sefil ifadeler göremezsiniz. O halde bunlara Ehl-i Beyt diyerek tezkiye
edenler, kimin adamıdırlar? Hz. Hafsa annemize, Aişe annemize lanet edenler İslam’la,
imanla ne kadar alakalı olabilir?!
Hz.
Ömer’i şehit eden Ebu Lü’lü’e gibi kafir bir katilin imanına dair Ebû’l-Hüseyn
el-Hueynî adında bir Şii “Faslu’l-Hıtab” başlıklı bir eser kaleme aldığından
bahsetmiştim. El-Hüeynî, Hz. Ömer’e olan adavetinden dolayı bir mecusiyi büyük
bir veli olarak anlatır. Hz. Ömer’in şehadet gününe de يَوْمُ التَّسلية teselli
günü يَوْمُ الْبَرَكَةِ bereket günü der.
Hz.
Ebu Bekir’le, Hz. Ömer’e lanet edenler diğer sahabelerle alakalı ne diyorlar?
Benzer ifadeleri onlar için de kullanıyorlar. Kimi üç, kimi on sahabe kabul
ediyor. Bunlara göre sahabenin kahir ekseriyeti (r.anhum) Allah Rasulü’ne
ihanet edip –haşa- kafir oldu.
Bir
Tahrif Örneği
Kendisini
hayatını, ümmetin birliğine adayan bir davetçi olarak tanıtan Muhammed bin
Muhammed Mehdi adında bir Şii, Hz. Ebu Bekir ve Ömer’in –haşa- imansız olduğunu
iddia ediyor. Diyor ki Mehdi “Eğer bana لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ
إِذْ يُبَايِعُونَكَ تَحْتَ الشَّجَرَةِ فَعَلِمَ مَا فِي قُلُوبِهِمْ [16]
ayetini okuyup Allah Tela’nın müminlerden razı olduğunu söylerseniz, ben de
size derim ki, Allah Teala mü’minlerden razı olduğunu haber veriyor. “Peki
Hudeybiye de Allah Rasulü’ne biat eden 1400 kişi içerisinde Ebu Bekir de vardı,
Ömer de. Onlar da biat ettiler. Ama siz Ömer’e lanet ediyorsunuz. Ebu Bekir’e
sövüyorsunuz. Allah Teala onlardan razı olduğunu söylüyor.” Bu defa Mehdî ayeti
şöyle çarpıtıyor ve diyor ki: Allah Teala لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الْمُؤْمِنِينَ
buyurarak “Müminlerden razı olduğunu” haber veriyor. “Peki Ömer mü’min miydi
ki! Ebu Bekir Müslüman mıydı ki, Allah onlardan da razı olsun. Eğer Allah Teala
şöyle buyursaydı, لَقَدْ رَضِيَ اللَّهُ عَنِ الَّذِينَ يُبَايِعُونَكَ Sana Biat
edenlerden Allah razı oldu, o zaman Ebu Bekir de, Ömer de bunun içine girerdi.”[17]
Allah
Teala Kafirden Razı Olur mu?
Eğer
Allah’ın razı oldukları arasında Hz. Ebu Bekir ve Ömer yoksa kim olabilir?!
–haşa- Allah Rasulü’nün hiç mi feraseti yok ki yirmi üç yıl yanında olan Hz.
Ebu Bekir’i tanıyamasın. Bunlar bu ifadelerle Allah Rasulü’yle de alay
ediyorlar. Anlıyorsunuz değil mi? Kimlere sövüyorlar. Müslüman gençlere
kimlerin posterlerini astırıyorlar. Humeynî hala büyük adam mı?! Kur’an-ı
Kerim’de Allah Teala وَالسَّابِقُونَ الأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالأَنصَارِ
وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُم بِإِحْسَانٍ رَّضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ
[18] Allah onlardan razı oldu buyuruyor. Allah Teala’nın razı olduğu bir kul
kafir olur mu? Allah Teala kafirden razı olur mu? Hz. Ebu Bekir Efendimizle
alakalı ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ [19] Kur’an-ı Hakim, Hz. Ebu
Bekir’in Efendimiz’e olan yardımından, Efendimiz’in yanında ikinci kişi
oluşundan, ölüm muhtemel olduğu yerde Allah Rasulü’yle mağarada birlikte
duruşundan, konumundan bahsediyor. Ümmet ehramının zirvesi olan Allah
Rasulü’nün sağ yanında duran Hz. Ebu Bekir’e lanet okuyanlar İbn Sebe mezhebi
değilse nedir?
ŞİA:
HAKİKATİ HURAFEYE,
HURAFEYİ
HAKİKATE ÇEVİRMEKTİR
Şia,
“hurafe”yi “hakikat, “hakikat”i “hurafe” görür. Bunların الكافي (el-Kafi)
adında 8 ciltlik bir kitabı var. Onlara göre bizde ki Buhari makamındadır.
Müellifi Muhammed b. Yakub el-Küleynî (v.329)… Oradan size birkaç bab’ın
başlığını arz edeyim:
Küleyniye
göre اِنَّ الأَئِمَّةَ يَعْلَمُونَ مَتَى يَمُوتُونَ [20] imamları ne zaman
öleceklerini bilir.وَاِنَّهُمْ لَا يَمُوتُونَ اِلَّا بِاِخْتِيَارِهِمْ Onlar
ancak kendi ihtiyarlarıyla ölürler. Allah Teala sorar onlara ölmek
istiyormusunuz? Evet istiyoruz ya rabbi deyince ölürler. “Yok istemiyoruz.”
derlerse o zaman diledikleri kadar yaşarlar dünyada. اِنَّ الْأَئِمَّةَ يَعْلَمُونَ
عِلْمَ مَا كَانَ وَمَا يَكُونُ [21] Bizim İmamlarımız olanı da, olacak olanı da
bilirler. لَا يَخْفَى عَلَيْهِمْ شَيْءٌ Hiçbir şey onlara gizli kalmaz.
Şia’daki dilediği kadar yaşayan, dilediği zaman ölen, gaybı bilen imam anlayışı
yarı ilah anlayışıdır. İslam’a göre gaybı sadece Allah Teala bilir.
Peygamberlerse ancak O bildirirse bilebilirler. Onun dışında kimse gaybı
bilemez. Fakat bunlara göre imamları her şeyi bilir. Yine Küleynî اِنَّهُ لَمْ يَجْمَعِ
الْقُرَاَنَ كُلَّهُ اِلَّا الْأَئِمَّةُ [22] Kur’anın tamamını imamlarının cem
ettiğini iddia eder. Bu iddia ile elimizdeki Kur’an’ın eksik olduğunu
dolayısıyla da tahrif edildiğini ima eder.
Şia’nın
Topyekün Savaşı
Kendilerini
Kur’an müslümanı olarak tanımlayan, hakikatte ise bu tanımlamayla Sünnet-i
Seniyye’ye hasım olduklarını gizleyen mealci akımın “Ehl-i Beyt” diyerek taltif
ettiği anlayış Kur’an’a saldırır fakat onlar yine de Şia’yı tezkiyeye devam
eder. Şia’ya göre Kur’an, Allah’ın Kitabı’nın üçte biri kadardır. Başka bir
uydurma rivayete göre ise, asıl olan “Fatıma Mushafıdır”. Fatıma Mushafı’nın
mevcut Mushaf’ın üç katı olduğunu ve O’nun hiçbir harfinin Kur’an’a
benzemediğini iddia ederler. Peki böyle bir kitabla amel edilir mi? Elbette
“hayır”. Yani Şia esasta İslam’ı var eden her şeyle savaşıyor. Topyekün bir
savaş bu. Eğer bu hakikatler tersyüz edilirse “hainler” imam, “imamlar” da hain
olur.
Siyonizm’in
Alem-i İslam Mümessili: İran
Humeynî’nin
bütün bu hurafeleri İslam coğrafyasına “takiyye” ile pazarlamaya memur olduğu
anlaşılamazsa, onun eserlerini okuyup yalanlarına kananlar Hz. Ebu Bekir’i
dünyalığı için Allah Rasulü’nü satan adam, Hz. Ömer’i de Kur’an-ı tahrif eden
adam olarak tanır. Humeyni’yi tazim edenler, onun bozuk akidesini de tasvib
etmiş oluyorlar. Bir müslüman Hz. Ebû Bekir’e sövmeyi onaylayabilir mi?!
Maalesef ki Siyonizm’in alem-i İslam mümessili olan bir devlet, Amerika’yla
dost olduğu halde Amerika’ya kafa tutan olarak gösteriliyor. İran ve Batı
dostluğunun nasıl bir zeminde kurgulandığına dair şunları söyleyebiliriz:
İran
Muhalifleri Niçin Amerikancı Olur?
Humeynî,
Fransız havayollarına ait bir uçakla geliyor ve Batı’ya meydan okuyor. ABD,
Afganistan’ı vuruyor, Libya’yı vuruyor, Irak’ı vuruyor fakat “en büyük
düşmanım” dediği İran’a dair tek cümle sarf etmiyor. İran’a 35 yıldır tek bir
kurşun atmadı ABD. O halde neden düşman görünüyor. Çünkü buradaki bir müslümanı
aldatması için şöyle bir manzaraya ihtiyacı var: Amerika’ya kim kafa tutuyor?
Küdüs’ü kim müdafaa ediyor? Siyonizm’e kim meydan okuyor? İran… O halde İran’a
düşman olan Amerika’nın dostudur. Bu filmi 35 yıldır oynadılar. İran’ın
sapıklığından bahseden Müslümanlara Amerikancı iftirasında bulundular. Bir
nesli inandırabilmek için 35 yıl böyle oyun kurdular. Eskiden önemli üç devlete
3 büyük şeytan derlerdi: İsrail, Rusya ve Amerika… Peki şimdi 3 değil, 4 büyük
şeytan var. İran, İsrail, Rusya ve Amerika…
En
Rahat Kim?!
“Orta
doğunun”[23] en rahat ülkesi hangisi? Tabiî ki İran… Suriye ortada, Irak malum,
Yemen’de İran destekli Husiler var… Mısır’da Müslümanlar zindanda… Türkiye’de
eşkıya hala bir oranda gücünü koruyor. Siyasi açıdan en rahat ülke? İran….
Amerika’nın 35 yıllık sözde düşmanı kim? O da İran… Oyunu nasıl oynuyorlar,
anlıyorsunuz değil mi? Bunların hayatı da, dini de takiyye; مَنْ لَا تَقِيَّةَ لَهُ
لَا دِينَ لَهُ Kimin Takiyyesi yoksa, dini de yoktur. Şia da asıl olan hayatı
gizlilik ve hile üzere inşa etmektir. Yanınızda düşündükleri gibi konuşmaz,
inandıkları gibi yaşamazlar. Bu şekilde insanları kendi yalanlarına,
hurafelerine çekmeye çalışırlar.
Şia,
İmamlarını Allah Rasulün’den Üstün Görür
Kur’an-ı
Kerim bütünüyle gayba aittir. Allah Rasulü’ne Cibril’in geldiğini biz görmedik
fakat inandık. O gayba dair ne buyurduysa inanırız. Zaten İslam gayba inanmaktır.
Ne var ki Şia burada da ümmetten ayrılır ve hiçbir imamının kendine isnat
edemeyeceği bir hususu, onlar imamlarına isnat eder. Allah Rasulü’nün gaybtan
haber vermesine şüpheyle bakar, imamlarının bu noktadaki ifadelerini kesin
doğru kabul ederler.
Dâru’t-Takrîb’in
yayın organı olan “Risâlet’ul-İslam”da çıkan “Min
İctihadâtı’ş-Şîati’l-İmamiyye” başlıklı makalede, Allah Rasulü’nün abdesti
bozan şeyler, hayız, nifas gibi şer’i ahkam bağlamında söyledikleri tasdik
edilir, onlarla amel edilir, bu gereklidir fakat yer ve göklerin yaratılması ya
da Hurîler, Cennet sarayları gibi gaybî hususlardaki ifadelerin kesinlikle
Ondan geldiği bilinse de bunlara inanma mecburiyeti yoktur denir.[24]
İmamlarının gaybı bildiklerine dair bir yalan uydurdular. Sonra da bu yalana
istinaden tamamı yalancı ravilerden oluşan bir rivayet zinciriyle bir gaybi
mesele nakleder, ona inanırlar fakat ayet ya da mütevatir bir hadisle sabit
gaybi bir hakikate imanı gerekli görmezler. İslam’ı hayız ve nifastan ibaret
gören, onun esaslarıyla savaşan bir zihniyetle karşı karşıyayız. Bu zihniyet bu
ifadeyle açıkça imamların –haşa- Allah Rasulü’nden üstün olduğunu ilan ediyor.
Hz.
Ali’ye Bühtan Yolu Olarak İmamet
Şiiler,
gasb edildiğinden dolayı imametin bugün istedikleri gibi olmadığını, rec’at
hadisesiyle kendilerine avdet edeceğine inanıyorlar. Hz. Ebu Bekir’e halife
diyorlar fakat “imam” demiyorlar. İmam kimdir onlara göre? Hz. Ali’dir (r.a).
Aslında bu akideleriyle Hz. Aliyi –haşa- münafık yerine koyuyorlar. Kim yapıyor
bunu? Şia… İfade edeyim: Hz. Ali (r.a), Hz. Ebu Bekir’e de, Hz. Ömer’e de biat
etti. Eğer kendinin ilk halife olacağına dair bir ayet ya da ayetler olsa o da
bunu bildiği halde gidip Hz. Ebu Bekir’e biat etse bu durumda Hz. Ali’nin imanı
kalır mıydı? Şia, Hz. Ali’ye bühtan yoludur. Yine diyorlar ki, Kur’an tahrif
edilmiştir. Fatıma mushafı vardır. Peki Hz. Ali devlet başkanlığı yaptı, halife
oldu. En azından hilafet yıllarında o mushafı ortaya çıkarıp onunla amel etmesi
gerekmez miydi!? Kur’an-ı Kerim; وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَـئِكَ
هُمُ الْكَافِرُونَ [25] İmkanı olduğu halde Allah’ın hükmü ile hükmetmeyenler
kafirlerin ta kendileridir, buyurmaktadır. Madem böyle bir mushaf vardı, neden
Hz. Ali o mushafı ortaya çıkarıp da onunla devleti yönetmedi, insanları onunla
amel etmeye çağırmadı? Neden, bütün mushafları ortadan kaldırıp gerçek Mushaf
budur demedi? Eğer böyle bir Kur’an var da, Hz. Ali bunu ortaya çıkarmadıysa o
zaman –haşa- onda imanî bir sorun vardır. Eğer kendisinin birinci halife
olacağına dair ayet var, o da ikrah hali olmadan gidip Hz. Ebu Bekir’e (r.a)
biat ettiyse (Şia’da bu biatı kabul ediyor) o zaman bu ayetleri inkar etmiştir.
Ayeti inkar edenin hükmü de malumdur. Bugün önümüzde yalan ve hurafeyle intişar
eden bir hareket var. Bütün bunlardan daha tehlikelisi, bu hareketin Humeynî
ile İttihadı İslam sureti ile müslüman gençliğe poz vermesidir.
Humeynî
ve Hz. Ebu Bekir
Yarın
Allah Teala’nın huzuruna çıkıldığında Hz. Ebu Bekir, Humeynî’ye ‘Büyük Mücahid’
diyenlerden müşteki olmayacak mı? “İslam’ın müdafaasında ben mi önemliydim
yaksa o mu? Bana söven adamın suretini duvarlara asarken utanmadınız mı? Haya
etmediniz mi? Ben çökersem, sahabe çökerse Kur’an-ı Kerim de sarsılır. Çünkü
Kur’an-ı Kerim’i biz cem ettik, size, biz rivayet etik.” demez mi?!. Eğer
Şia’nın iddaa ettiği gibi sahabe –haşa- irtidat etmiş olsaydı, mürtedlerin cem
ettiği bir Kur’an-ı Kerim’le amel edilir mi?
Farisi
Devleti mi, “İslam Cumhuriyeti” mi?!
Bu
iddiaların sahibi bir Şia’nın İttihad-ı İslam diye bir davası olabilir mi?
Şimdiye kadar böyle bir davanın olmadığını, olamayacağını anlatamazdınız. Fakat
Suriye’deki katliamdan, Irak’taki vahşetten, Yemen’de yapılanlardan sonra kolay
bir şekilde –anlamak isteyene- İran’ın bir Farisi Devleti olduğunu ve asla bir
“İslam Devleti” olamayacağını anlatabilirsiniz.
Küresel
Güçlerin İslam Dünyasındaki Jandarması: İran
İran
ne ABD de, ne de İsrail’in hasmıdır. Kimilerinin anlamakta zorlanacağı bu
hadiseyi şöyle tasavvur ediniz. Siz buradan Suriye’ye birkaç tır malzemeyi gönderemezsiniz,
birileri, birileri adına devletin tırlarına engel olur. Fakat İran, tanklarını
Yemen’e, Irak’a gönderir. Suriye’de ordusu ile savaşır. Lübnan’da Hizbullah’la
vardır. Buna ne Dünya, ne de BM müdahale eder! Aynı hamleleri Türkiye de yapabilir
mi? Batıya rağmen 3-4 ülkede askeriyle savaşabilir mi? Peki bu durumda kim
Amerika’nın müttefiki, söylermisiniz?! Kim Amerikanın yanında duruyor? Ne var
ki İran’ın yanlışını söylemek, İran’ın cinayetlerine karşı çıkmak Türkiye’deki
İran lobisine göre, İslam’a karşı çıkmak gibidir. Bir ibare, yine o ibareden
hareketle anlaşılır. Dolayısıyla burada hangi cümleyi kuruyorsak, evvela onu
idrak etmek lazım. Ortada bir vakıa var. Küresel güçlerin İslam dünyasındaki
jandarması olan İran vakası… Onlar adına bu topraklarda müslüman katleden bir
İran var. İran, tarihte de böyle miydi. Bu ayrışma Ehl-i Sünnet’in bir hatası
mı yoksa, İran’dan mı kaynaklanıyor? Bu soruya cevap arayalım.
ŞİA
TARİHİ, İHANET TARİHİDİR
Şia,
kuvveti üstün tutar ve Hakk’a ihanet eder. Bu yüzden Şia tarihi, Ümmet’e ihanet
tarihidir. Bu noktada iki isim öne çıkar. Birincisi İbn-u Ebil Hadîd… Aslında
Mutezilidir. Fakat bir Şii’den daha fazla Şii’dir. Nehcü’l-Belağa üzerine
hacimli bir şerhi var. Bu şerhi para karşılığı yazdığı da söylenir. Dünya
malını verince her tarafa meyledenler güruhundan biridir İbn-u Ebil Hadîd. Bu
meşhur Mutezilî yazar, Abbasi Halifesi Musta’sım’ın Şii veziri İbnu’l-Alkamî
diye meşhur olan Muhammed b. Ahmed el-Alkamî’nin yaveri. İbnu’l-Alkamî’nin Şia
adına, Ümmet’e ihaneti maruf olsaydı, İran’a karşı temkin elden bırakılmazdı.
Yalanlar “hakikat” kabul edilmezdi.
Ümmet’i
Moğol Ateşine Atan Bir Şii Siyasetçi: İbnu’l-Alkamî
Moğollar,
önlerine çıkan İslam şehirlerini yaka yaka, katliam yapa yapa Hilafet’in
merkezi Bağdat’a doğru ilerlerken, İbnu’l-Alkamî sahne alır. Önce orduyu
zayıflatır. Halife’ye, “Bu ordu bu şekliyle Abbasi devletine yüktür”, o yükü
hafifletelim der. Halife, her sözüne o olduğu gibi bu teklifine de itibar eder.
Ordunun gelir kaynaklarını da kısar. Askerin sayısını azaltır. Asker o kadar
zor durumda kalır ki, hela kuyularını boşaltmak için dışarıda amelelik yapar.
Abbasi devleti ordusuna mensup askerler ekmek parası için en bayağı işle
uğraşır. Açlık ve sefalet hem orduda, hem halkta yayılır. Hülagu, Moğol ordusu
ile birlikte Abbasi devletinin merkezine yaklaşınca, İbnu’l-Alkamî tekrar
devreye girer ve Halife’den Hülagu ile görüşmek için izin ister, gider,
görüşür. Hülagu da ona kendisi ile birlikte hareket etmesi karşılığında siyasi
istikbal vaat eder. İbnu’l-Alkamî geri döner ve Halife’ye der ki, “Efendim bu
Hülagu’nun bir kızı var onu sizin oğlunuza vermek ister. Bu şekilde hem sizinle
hısım olmak ister, hem de sizi Bağdat’ta bırakır. Gidelim, görüşelim
Hülaguyla”. Halife kabul eder görüşmeyi. Fakat bu görüşmenin silahsız olması
gerektiğini söyler İbnu’l-Alkamî. Alimler, komutanlar hepsi Hülagu’nun
karargahına gider. Bütün alimler, fakihler, devlet adamları İbnu’l-Alkamî’nin
sözüne kanıp silahsız bir halde barış görüşmesine gider fakat bir daha geri gelemez,
hepsi katledilir. Abbasi devleti böyle tarih olur. Sebep planında kim var?
Fanatik bir Şii, İbnu’l-Alkamî. Hulagu yüzbinlerce müslümanı katleder, ancak
yerin altındaki dehlizlere girebilenler kurtulur. Ne kadın, ne çocuk, ne yaşlı
bırakır. Tahtını kestiği başlar üzerine kurar. Dicle nehri kenarında kitapçılar
şehri diyebileceğimiz çapta bir kitap çarşısı vardı. Oralarda kitaplar yazılır,
oralarda satılırdı. Çarşı da, kitaplar da yok oldu. İbnu’n-Nedim’in (v.380)
el-Fihrist’inde bahsettiği kitapların pek çoğu bugün yok artık. Moğollar
Ümmet’in yedi asırlık birikimini imha etti. Dicle uzun zaman kan ve mürekkep
renginde aktı.
Şia
tarihi seraba ihanetle doludur. Bu günkü İran da, tarihteki İran’dır. İslam’ı
daha fazla istismar etmesi cihetiyle daha da hilekârdır. Eğer İran,
İbnu’l-Alkamî’nin yolundan gitmeyip Osmanlı’yı rahat bıraksaydı, bugün Londra
İslam merkezlerinden biri olacaktı. Osmanlı Batı’ya doğru futuhâta giderken
arkada ki İran probleminden dolayı temkinli hareket etmek zorunda kaldı.
Niçin
İran’la İttihad-ı İslam Olamaz?!
İran,
Hakk’ın değil, İslam’ın intişarına engel olmanın, ümmete ihanet etmenin adıdır.
Tarih boyu hep öyle olmuştur. Bugün Suriye’deki mücadelede Osmanlının temsil
ettiği Ehli Sünnet’le, Safavi devletinin temsil etmiş olduğu Şia arasındadır.
Dün Fransızlar Suriye’yi işgal ettiğinde onlarla beraber olan Nusayriler, bugün
de Ruslar ve Amerikalılar ile birlikte Müslüman katlediyor. ABD ile İran aynı
safta… Böyle bir İran, İttihad-ı İslam’dan bahsedebilir mi? Böyle bir zihniyetle
İttihad-ı İslam olur mu?! Oldu mu?! Ömer bin Abdülaziz’den sonra gelen devlet
adamları içerisinde bir tane Kur’an’a ve Sünnet’e sadakati olan devlet başkanı
yok muydu ki, hiçbiri bu Şia ile İttihad-ı İslam’ı kuramadı. Selahaddini
Eyyübiler, Fatihler, Yavuzlar bunların hiçbirisinin Kur’an’a, Sünnet’e sadakati
yok muydu ki, bunlarla İslam birliğini kurmada muvaffak olamadılar. Bilakis her
biri Şeriat’a bağlıydı. Fakat olmadı, olmazdı, Hz. Ebu Bekir’e, Ömer’e sövenle
aynı yerde duramaz, küfürlerine tahammül edemezdi Müslümanlar. Onun için Yavuz
Sultan Selim büyük müslümandır. Eğer Allah ona iktidarı nasib etmeseydi Anadolu
da, İran Şia’sının bir parçası olacaktı. Fakat Allah Teala’nın inayeti ve 400
alimin fetvasıyla Çaldıran’a yürüdü Yavuz Sultan. Şah İsmail’e dedi ki: “Bir er
kişi, bir er kişinin yurduna girdiğinde kadınlar kaçar. Evine girdim senin
namusun yok mu, neredesin, gelsene!” dedi. Yavuz İran’ı devirerek İttihad-ı
İslam’ın yolunu açmıştır. Bu yüzden İttihad-ı İslam’ın yeniden tesisi İran’ın
devrilmesine bağlıdır.
İttihad-ı
İslam’ı tesis etmesi cihetiyle ayrı bir yere sahiptir Yavuz. İran’ın
yayılmasını durdurmuş, onu evine hapsetmiştir. Onun için İstanbul’da Eba Eyyub
el-Ensari Hazretlerinden sonra ilk ziyaret edilmesi gereken -çok adama
gideceksiniz yerin altı dolu orada- Yavuz Sultan Selim olmalı. Bu topraklarda
Sünnet ve Cemaat akidesi hakimse bunda en büyük pay Allah Teala’nın lütfuyla
Yavuz Sultan’a aittir. Bu gün de İran’a, “Çekil! Suriye’yi, Irak’ı, Yemeni,
Lübnan’ı bırak ve dön evine. Müslüman, müslümanı öldürmez.” diyecek Yavuz
Sultan Selim’i bu ümmet yeniden çıkaracaktır.
[1]
Saff: 8
[2]
Kasas: 85
[3]
El-Cehni, Hammad, El-Mevsu’atu’l Muyassaratu fi’l Adyani ve’l Mezahibi ve’l
Ehzabi’l M’asirati, Riyad, s.55-57
[4]
Bk. Eş’arî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, I, s.50; İbn Cerîr, V, s.98-99; İbn Haldun,
Tarih, II, s.139; İhsan İlahi Zahir, eş-Şîa ve’t-Teşeyyu’, s.48 vd.
[5]
Tirmizi, Hadis No: 3686; Ahmed b. Hanbel, Hadis No: 17405.
[6]
El-‘Askalani, Abdulhamid, Akaidu‘ş Şi’a, Iskenderiyye, s.24
[7]
Hacı Mirza Hüseyin bin Muhammed et-Tabersi, 1320, Necef
[8]
Hicr, 9.
[9]
Baskı farklılıkları için bk. Humeyni, Keşfül Esrar, yy, by, s.114;
Keşfu’l-Esrâr, yy, by, s.117 vd., Ebu’l-Hasan en-Nedvî, Suretân Mütezaddetân,
Dâru’l-Beşîr, Cidde, s.53
[10]
Hicr: 9
[11]
Fussilet: 42; Ayet’in Meali: “Batıl Ona ne önünden ne ardından gelemez. Hakim
ve Hamid tarafından indirilmiştir“
[12]
Keşful Esrar, s.122, diğer baskı için s.114
[13]
Halit İstanbullu, Emperyalizm’den İran’a, Hüküm Dergisi, sy.1, s.7
[14]
Abbas el-Gummi, Miftahul Cinan, s.114; Muhibbuddîn el-Hatîb, el-Hutûtu’l-Ariza,
s.21
[15]
Ahzab: 6
[16]
Fetih: 18
[17]
Muhammed Bin Muhammed Mehdi el-Halisi, Ehyau‘ş Şeri’ati fi Mezhebi‘ş Şiati,
s.63-64
[18]
Tevbe: 100
[19]
Tevbe: 40
[20]
El-Kuleyni, El-Kafi, s.153
[21]
El-Kuleyni, a.g.e., s.155
[22]
El-Kuleyni, a.g.e., s.155
[23]
Bilâd-ı Şam, Irak, Ceziretu’l-Arab, Anadolu gibi bölgeleri içine alan Ortadoğu,
ilk olarak 19. yüzyılda kendilerini dünyanın merkezi kabul eden İngilizler tarafından
kullanılmıştır. Yakın doğu, Uzakdoğu ifadeleri de onlara aittir. Dünyayı
kendilerine göre tasnif ettiler. Bu, insanlığı köle, kendilerini de efendi kabul eden bir zihniyetin ürünüdür.
Kullanırken tasrih etmek gerekir.
[24]
Min İctihadâtı’ş-Şîati’l-İmamiyye, Risâlet’ul-İslam, y.4, sy.4, s.338;
el-Hatîb, a.g.e., s.30-1
[25]
Maide: 44
Üstad
Necip Fazıl ne bir müfessir, ne de bir fakihti. Lakin milletin bütün bunlardan
mahrum olduğu bir zamanda Mütefekkir kimliğiyle zuhûr etti, iman, ibadet ve
ahlak alanına hapsedilen İslam’a yol açtı. Onun eşya ve hadiselere yeniden
tatbikinin nasıl olacağını gösterdi. Büyük Doğu üst başlığında, Müslümanların
bu çağda iman, fikir, hareket, ahlak ve hukuk tasavvurlarının nasıl olacağını telif
etti; İdeolocya Örgüsü’nü de buna başeser yaptı. Bu milletin çocuklarına
yeniden nasıl Ebussuud çapında âlimler olabilecekleri noktasında yol haritası
çizdi.
Üstad,
Allah Rasulü’ne صلى الله عليه وسلم” Çöl Bedevisi” denildiği bir zamanda,
“Topuğunu bir kerecik öpebilmiş kum tanesi olsaydım.” diyerek O’na صلى الله عليه
وسلم aidiyetten daha büyük bir şeref ve O’nun صلى الله عليه وسلم davasına
hizmetten daha onurlu bir vazife tanımadığını ilan etti.
Üstad,
“Biricik meselem, Sonsuz’a varmak.” dedi. “Gençliğe Hitabe” bu işin kitap
çapında izaha muhtaç bir metnidir. Hatipte konuşmak, muhataplarda ise dinlemek
esastır. Lakin bu esasiyet duvarlara değil, yüreklere levhalar asmak için
olmalıdır. Gençliğe Hitabe’yi anlama cehdimizi Ahiret sermayemiz olur gayesiyle
sizinle paylaşmak istedik. Doğrular Allah’a ve Rasulü’ne kusurlar ise beşere
aittir.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
BİN YILDIR
DÜŞMEYEN CEPHEMİZ DOĞU TÜRKİSTAN
İnsan
kafasını fare kafasından ayıran en temel özellik zalime karşı duyduğu öfkedir.
Küfre öfkesi olmayan bir iman sinede yük, Ahiret’te vebaldir. Çocuklara küfre
karşı öfke duymayı büyük bir hakikat olarak öğretelim ki ZALİME dost değil
Osman Batur, Abdulkâdir Damulla, Sabit Damulla gibi hasım olsun, “her şey
bitti” dendiği bir anda murabıtlar ordusu olarak Kızıl orduları hezimete uğratsınlar.
Çin
de ABD de elbet bir gün çökecektir. Kavlî dualarımız fiilî dualarla birleşir,
küfre olan adavetimizi Çin mallarını boykot ederek gösterirsek mazlumların
duasıyla tarih olan Sovyetler gibi varlığını mazlumların ahı üzerine bina eden
Çin de elbet bir gün enkaza dönecektir. Bin küsür yıllık ribatımız düşmeyecek,
İslam’a yol açan Doğu Türkistan yeni Osman Baturlar yetiştirecektir.
Sen
sana düşeni yap ki Kiramen Kâtibîn melekleri seni bu zulmün karşısında duran
bir muzdarib, bir murabıt olarak yazsın. Müslümanlara çağrıda bulun, “Çin malı
almayınız!” de. Çevrene bu zulmü anlat; müminleri seher vaktinde mazlumların
kurtuluşu, Çin’in yıkılışı için duaya davet et.
Vakit
tamam olup muhteşem ordular sefere çıktığında açık hava cezaevine dönen İslam
beldeleri yeniden Müslümanlar için yurt olacaktır…
*
* *
Bu
kitap, bin küsur yıllık ribatımız olan murabıtlar yurdu Doğu Türkistan’ın
hürriyet mücadelesinin nasıl olması durumunda tekrar Allah Azze ve Celle’nin
nusretinin tecelli edeceğiyle alakalı soruya bir parça katkıda bulunursa
varoluş gayesini yerine getirmiş olacaktır.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
BİR AKİDE
KIRILMASI NÜZUL-İ İSA
Akide’nin
sem’iyyât bölümündeki ahkâm ya ayet-i kerimeler ya da mutevatir hadislerle
sabittir. Nüzûl-i İsa da bu mevzulardandır. Delillerinin hem vürûdu hem de
delâleti kat’i olan bir konuda aklın arkasına sığınarak hüküm vermek, sem’iyâta
ait daha pek çok hususun inkârına kapı açar. Zira Kelam İlmi’nde “belhüm adal”
derekesindeki akılların idrak edemediği daha yığınla mevzu vardır. Güneş
sistemini boşlukta tutan, dünyayı binlerce hususu bir araya getirerek yaşam
merkezi kılan, bir et parçası olan dile konuşma hususiyeti veren, kemik ve et
karışımı olan kulağa duyma sistemini koyan Allah Azze ve Celle Hz. İsa’yı
(a.s.) bedeniyle huzuruna almaya, orada yaşatmaya, Kıyamet’in öncesinde tekrar
dünyaya indirmeye elbette kadirdir.
“Eğer
Hz. İsa (a.s.) yaşıyorsa nerededir, ne yer ne içer?” gibi sorunların temelinde,
İslam’ı ideolocyaları esas alarak sorgulama denâeti vardır. Oysa İslam’la
küfür, Batıyla Doğu iki zıt kutuptur ve hep öyle kalacaktır.
İki
ana başlık altında mütalaa ettiğimiz Nüzûl-i İsa meselesi eserin ilk bölümünde
ayetler bağlamında, İkinci bölümünde ise daha çok hadisler zaviyesinden tahlil
edilmiştir.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
BİR İNKILAPTIR
NAMAZ
Niçin
namaz kılıyoruz? Daraldığında namaz kılan bir Peygamber’in(s.a.v.) ümmeti,
niçin namaz kılarken daralır? Namazın mana haritasında neler var? Kıyam, rükû,
secde bize ne söyler? Bedenle kılınan namazları, nasıl yürekle de kılarız?
Hangi namaz; fikirde kıvam, harekette kıyamdır? Sahâbeyi bir dünyadan alıp
başka bir dünyaya taşıyan namaz, bizi de mâsivâdan mâverâya götürür mü? Madem
namaz kötülükten alıkoyar, Âlem-i İslâm’daki bunca münkerât niyedir? Nasıl Huşû
ile namaz kılarız? Niçin namaza “Allah-u Ekber”le başlar; neden eğilirken,
kalkarken, secdede, rükûda “Allah-u Ekber!” deriz? Hangi ezan insanlığı
uyandıracak; yürekle okunan mı, notayla söylenen mi? Fâtiha okurken aslında
neler söylüyoruz? Namazın kabul olup olmadığını nasıl anlarız? Bizim de zevk
derecesinde namazlarımız olur mu? Allah Rasûlü bela ve musibet anında niçin
namaz kılardı? Yere çömelip göğe yükselmek ne demek? Kâfirler niçin namazdan
korkar? Biz de sahabe gibi vecd halinde, aşk makamında namazlar kılabilir
miyiz?” gibi soruların cevabı bu kitapta.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
BİR MEKTEPTİR
ORUÇ
Ramazan’ın
son on gününde minârelere, “Elvedâ Ey Şehr-i Ramazan!” mahyâsı asıldığında ya
da yanık sesli hafızların, “Elvedâ Ey Şehr-i Ğufrân” ilahileri duyulduğunda her
yaştan insanı bir ağlama hâli tutar; ihtiyar ağlar, kadın ağlar, çocuk ağlar,
köy ağlar, şehir ağlardı. Hafızların mukâbelelerinin, vâizlerin söz ve
üsluplarının konuşulduğu iftar sofralarında, buruk bir sesle, “Bugün de gitti…”
derdi âile büyüğü. Son iftarda gözler dolar; herkes, “Seneye yâ nasip…” der;
fakat kimse “Bu yıl da Ramazan bitti.” diyemezdi. Zordu, “Ulu Hocamız Ramazan-ı
Şerîf gitti…” diyebilmek. Son teravihte câmiler, içinden cenaze çıkan evler
gibi hüzne bürünürdü. Ramazan’a “elvedâ” demek kutlu bir insanı Âhiret’e
uğurlamak kadar acı gelirdi yüreklere… Tahammülü de, telaffuzu da zordu… Vâiz,
Ramazan’la câmiye gelen berekete; çocuk, sokakta her gördüğünde şeker veren
ihtiyar amcanın merhametine; sütçü, selamsız geçmeyen mahalle halkının
nezaketine; kadın, çorbadaki tuzu mevzu etmeyen beyinin zerâfetine ağlardı.
“Elvedâ” ile başlayan cümleler mahyâcının elinde, okuyanların ise boğazında
düğümlenirdi.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
BÜYÜK DOĞU
ÇAĞINA DOĞRU
Ötelerin
nizamını çağa okuyan haberci. Medeniyetin önündeki buz dağlarını eriten soluk.
Hacı Bayram’ın asasız, Mevlânâ’nın sarıksız, Fatih’in devletsiz arkadaşı.
Anadolu’nun Nizamnamesini yazan kalem. Hicivde Nefî’yi, aşkta Şeyh Galip’i,
sanatta Fuzûli’yi yaşayan şâir. Yunus’un çarıkla yürüdüğü yolları iskarpinle
kat eden derviş. “Allah” demenin yasak olduğu bir devirde “İşte iz geliniz!”
diyen davetçi. Batı’nın aklını, Doğu’nun aşk ocağında eriten mütefekkir. Altın
silsilenin ardı sıra yürüyen sûfî. Küfür muzahrafatının lekeleyemediği kale.
Aksiyonun kendisi, düşüncenin yekûn ifadesi. Mâverâ’nın, İFAM’ın “Ulu Hocası”.
Çağın muzdaribi, “üstün çile”nin sadık yâri. Milletin bir şapkayla saadet
bulacağını söyleyenlere, “Bekleyin gelecektir, eskimez, pörsümez yeni” diyen
hakikat aşığı. Mazlumların, muzdariblerin sözcüsü. Bülbül, kurbağadan lisan
öğrenmez diyen din, dil ve millet müdafii. Güzeller Güzeli’nin ss güzel
ifadecisi. Büyük Doğu’nun son mütefekkiri. Milyonların şehadetiyle tabutu
kabre, sevdası yüreklere verilen davetçi…
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
DİNLE EY ÜMMET
(Arapça)
İhsan
Şenocak’ın İslam ülkelerine yaptığı ziyaretlerde verdiği konferanslardan ve
hutbelerden oluşan ‘İsmeî ya ümme/Dinle ey ümmet’ kitabı müslüman gençliğe,
çarenin ‘yeni İslam’ değil, ’Yeniden
İslam’ olduğunu anlatıyor.Yedi farklı konferansdan oluşan kitabın dili
Arapçadır.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
İFTİRALARIN
ODAĞINDAKİ SAHABİ: EBU HUREYRE
İlimde,
amelde, fikirde, harekette İslâm’ın ilk muhatapları sahâbedir. Tarihte hiç bir
milletin gösteremediği bir sadakat ve cehdle İslâm’ı Mağrib’ten Hind kıtasına
kadar taşıyarak İslâm Devleti’nin sınırlarını bugün üzerinde onlarca devlet
olan bir çapa ulaştırdılar. Kimi Hz. Ebu Bekir ve Hz.Ömer gibi siyasette, kimi
Hz. Ali gibi ilim ve hikmette, kimi Halid b. Velid gibi askeriyede, kimi de Ebu
Hureyre gibi hadiste temayüz etti, öncü oldu, insanlığın yolunu açtı.
Ebû
Hureyre, rivayet ettiği hadislerle hem kendi zamanında, hem de kendinden
sonraki asırlarda kurulan devletlerin meselelerini İslâm’a göre çözmeleri
noktasında onlara büyük katkıda bulundu. Muhaddisler onun hadislerini rivayet
etti; Müctehidler de rivayetlerine dayanarak ictihat yaptı, mesele çözdü.
“İslâm’a göre” telif edilen pek çok mevzu O’nun rivayet ettiği hadisler üzerine
ibtina etti.
Ebû
Hureyre’ye yöneltilen itham ve iftiraları onun şahsıyla sınırlı zanneden
müslümanlar tehlikenin büyüklüğünü tam olarak göremediğinden mevzuyu bir
sahâbînin müdafaası çerçevesinde ele aldı ve bu yüzden sathı müdafaa yerine
hattı müdafaa yaptı. Müslümanca düşünme ve yaşama adına yitirdiğimiz pek çok
hakikat köklerimizle yani Saadet Asrıyla olan irtibatı kaybetmemizden
mütevellittir. Ebû Hureyre bizi köklerimize bağlamaya memur bir sahâbîdir. O
çökertilince, rivayet ettiği hadislere dayanan fıkhî meseleler hurafe olacağı
gibi köklerimizle olan rabıtamız da kopacaktır. Bu yüzden Ebû Hureyre müdafaası
köklerin müdafaasıdır.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
İKİ DEVRİN ULU
HOCASI ALİ HAYDAR EFENDİ
Kur’an-ı
Kerim ve Sünnet-i Seniyye ekseninde şekillenen kurtarıcı / yönlendirici
hayatlar, şahıslar noktasında farklı olmakla birlikte özde aynı muhtevaya
sahiptiler. Kurtarıcı hayatlar, değişik asırlarda yaşayan alimlerin şahsında
sürekli güncellenirler. Halidi Şeyh Ali Haydar Efendi (r.a.) bu nevi hayatların
en önemli kahramanlarından biridir.
Temel
islami ilimlerin hemen her disiplinde otorite olması, alimler tarafından “hacet
kapısı” olarak algılanması, korkudan nefeslerin tutulduğu bir dönemde Hakk’ı
söylemekten imtina etmemesi, Osmanlı Devleti’nin ahir, Cumhuriyet ‘in ise
önemli bir bölümünde irşat hizmetinde bulunması, moderniteye ferdi, ailevi,
içtimai, ilmi ve fikri alanda sessiz fakat kararlı bir şekilde direnen cemaatin
ulu hocası olması gibi nedenler, Ali Haydar Efendi’nin (r.a.) hayatının
öğrenilmesini günümüz müslümanları için gerekli kılmıştır.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
İMAM-I AZAM’IN
İZİNDE
Sefihler
anlayamadıklarından, âlimler hasetlerinden, devlet adamları zulmü İslâm adına
meşrulaştırmadığından Ebu Hanife’ye zulmetti. Millet huzurunda kırbaçlandı;
hakarete uğradı. Ders okutmasına, fetva vermesine engel olundu. Fakat
metanetinden, azminden hiçbir şey kaybetmedi. Desiseler, komplolar cesaretini
kıramadı. Zindanda kırbaç yemeyi bol paralı devlet memurluğuna tercih etti.
Sarsılmaz iradesi ile her şeyi kuvvet zanneden idarecileri şaşkına çevirdi. Ömrü
mücadele ile geçti. Hayatını ilim ve ibadete hasretti. Dünyada köprüden geçen
bir yolcu gibi yaşadı. Ebu’l-Ahves O’nun vakti kıymetlendirişini anlatırken
şöyle demişti: “Ebu Hanife’ye ‘üç güne kadar öleceksin’ denseydi, yaptığından
daha fazla ibadet yapamazdı. Çünkü boş anı yoktu.”
Bu
kitap, bürokrat olmak için araya adamlar koyan bazı akademisyenlerin fetva
verdiği ve “büyük müftü” olarak anıldığı bir çağda, ictihatları zan altında
kalır ve kendisi üzerinden Şeriat’a muhalif meseleler meşrulaşır korkusuyla
devlette vazife almayı reddeden, bu yüzden kırbaç yiyen İmam-ı Âzam
Hazretleri’ni anlama ve anlatma vazifesine taliptir. Bütün noksanlıklarına
rağmen gayesi, seksen üç bin mevzuda içtihad yaparak Ümmet’in yolunu açan
İmam-ı Âzam’ı, ictihatlarını ve ictihat usûlünü yeniden keşfederek genç ilim
talebelerine mustagriblerin tuzaklarına düşmeden büyük İmam’ın izinde nasıl
yürüyeceklerini göstermektir.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
İNSANLIĞIN UMUT
KITASI ALEM-İ İSLAM
Neyi
yitirince yüreklerimizi birbirine bağlayan ruhu kaybettiysek, onu kazanınca,
Şam’ı Bağdat’tan, Bağdat’ı da İstanbul’dan ayıran sınırları ortadan kaldırmış
olacağız.
Bunun
için Âlem-i İslâm’ın farklı noktalarında mücadele eden, emperyalizma ile
hesaplaşan milyonlarca Müslüman var. Onların cihadını yerinde görmek, muvaffak
oldukları hususlarda kendilerinden istifade etmek, tarihî tecrübemiz ve ilmî
mirasımız noktasında istişareler yapmak, İslâmî tedrisât babında teâtî-i
efkârda bulunmak, İstanbul’da yazılan bir kitabı Lahor’da, Lahor’da neşredilen
bir mecmuayı da bütün bir Bilâd-ı İslâm’da oku(t)mak; eserleri, yerinde tespit
edilen yeni sorunları dikkate alarak telif etmek; ilim, fikir ve harekette yeni
terkiplere gitmek, Ümmet olarak neye maliksek tamamını Kur’an ve Sünnet
mizanında öz-posa ayrımına tabi tutmak gibi ameliyeleri gerçekleştirebilmek
adına farklı İslâm beldelerine, farklı zamanlarda yapılan seyahatlerin bir
hasılası hükmünde olan bu kitabı sâir seyahatnâmelerden ayıran en temel
hususiyet ise, hadiseyle iâşe, ibâte ve zevk u sefa boyutu yerine ilim, fikir
ve hareket cihetiyle alakadar olması ve bu noktada teşhis ve tespitler ihtiva
etmesidir.
*
* *
Cava
Adaları’ndan Cebel-i Tarık’a, Doğu Türkistan’dan Gana’ya kadar uzanan direniş
hattında Ümmet’in yarınlarına dair güzel haberler var. Kur’an-ı Kerîm’in, Allah
Teâlâ’nın eşya ve hadiseye tatbik edilmeyi bekleyen talimatlarından ibaret
olduğuna inanan müminler, çöllere vahâvârî hayat verdi; Âlem-i İslâm yeniden
insanlığın umut kıtası hâline geldi.
Allah’ın
selâmı üzerinize olsun.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
İSLAM’IN KIZINA
Kadın
gibi erkeğin onurunu da ancak sen koruyabilirsin. Çünkü iffet ve haya en kamil
şeklini sende buldu. Tahammül de sende, sabır da. Sen o naîf bedeninde
insanlığın yükünü omuzladın. Yalnız kaldın, yoruldun, usandın ama çaresizliğe,
“Bundan daha ötesine tahammül edemem.” diyerek teslim olmadın. Yıkılan, açılan,
savrulan kadınlara inat, “İffet yolu ölene kadar gider” diyerek “istikâmet”
dersi verdin.
Ne
var ki İslâm’dan uzaklaşma, dünyaya göre yaşama marazı seni de vurdu.
Konuşmaktan lisanı usanan, yazmaktan kalemi aşınan ümmet büyüklerinin çağrısını
yinelemek istiyorum: “Sen, Rabbi’ne yürüyüşüne 81 gün kala, Arafat’ta ümmetiyle
vedalaşan O Peygamber-i Ekber’in emanetisin! Sen, kadın değil annesin!”
Uzaklaştığın
yolu takip ederek, terk ettiğin Medeniyet’e dön. Hayata uydurulan İslâm’dan,
İslâm’a göre tanzim edilen hayata gel. Su kabarıyor, Pesad yayılıyor. Örtü sadece
adıyla kaldı, çıplaklık altın çağını yaşıyor.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
KUDEMA MECLİSİ
Kadîm
zamanlardan geçen asra kadar çocuklar erken yaşta medreseye kaydolur, İslâm
harflerini öğrenir, her fenden kitaplar okur, metinler ezberlerdi. Ezberlenen
metinler, hoca huzurunda takrir edilir, unutmamak için belli aralıklarla tekrar
edilirdi. Bunları ezberleyerek yetişenler icazet alır, icazet verir, zamanla
halk nazarında ayaklı kütüphane olarak kabul görürdü.
Her
soruya, bizzat ezberledikleri ibareyi okuyarak cevap vermeleri, soranlar
nezdinde güvenilirliklerini artırırdı. Çok okur, çok düşünür, az yazarlardı.
Yazdıklarından çok daha fazlasını bilirlerdi. Bu durum kendilerine soru
sorulduğunda daha da zahir olurdu. Talebenin kaynağa ulaşmasını kolaylaştırmak
için, cevap verirken kitapların bâblarını, fasıllarını hatta sayfalarını da
zikreden âlimler vardı. Eğitimde kitabî kültür yanında şifahî mirasın J da
önemli bir yeri vardı. Medreseler kapatılıp, âlimlere okutma! yasağı
getirilince ilimdeki tevarüs durdu. İlim, sonraki kuşaklara; taşınamadı.
Tedrisattan uzaklaştırılan âlimler evlerine çekildi; çocukları, sıra
kitaplarını okumadığından babalarının dünyalarına giremedi, onları anlayamadı.
Bu yüzden sadece onların zühd ve takvalarından bahsettiler, babalarını farklı
kılan ilimlerini sonraki nesillere aktaramadılar.
Medresenin
ilgası bizi İslâm dünyasından kopardığı gibi medeni birikimimizden de
uzaklaştırdı. Birkaç ferdî zuhur dışında ilimde tevarüs tarih oldu.
Büyük
inkişaf için, Kudemâ Meclisinden modern zamanın ders halkalarına diriltici
soluklar mecburuz.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
KUR’AN-I KERÎM
MÜDÂFAASI
Kur’an-ı
Kerîm kendinden doğmayan bütün sistemlerle hesaplaştı. İlahi olanı beşeri
olanla, beşerin arzularını dikkate alarak uzlaştırmayı reddetti. Hayata müdahil
oldu, hükmetti. Sorunsuz bir cemiyet vücuda getirdi.
Çirkini
kaldırıp güzeli, en güzeli yerleştirdi. Bu yüzden O’nun yürürlükte olduğu
çağlar insanlık tarihinin en güzel çağlarıydı. Ne Kapitalizma’da olduğu gibi
zengin adına fakire haksızlık etti, ne de Komünizma’da olduğu gibi devlet adına
zenginin malına el koydu. Fert ve cemiyet nizamını adalet üzerine tesis etti.
Çünkü O, her şeyi en doğrusu ile bilen ve buna göre vahyeden Allah Teâlâ’nın
kelamıdır.
Emperyalizmanın
değer yargılarını reddediyor diye böyle bir kitabın hükümlerinin tarihsel
olduğunu söylemek, Kur’an’a değil emperyalizmaya hizmet etmektir.
Kur’an’ı
Kerîm’in emperyalizma ile olan mücadelesinde tarihselciliği tercih etmek, Allah
ve Rasul düşmanlarının safında yer almaktır. Kur’an-ı Kerîm, kendisini
etkilemeye çalışan bir bakış açısıyla değil, kendisinden etkilenilen bir bakış
açısıyla anlaşılabilir. O, kulların istediği manayı değil yalnız Allah
Teâlâ’nın muradını verir.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
MÜSLÜMAN GENCE
Kardeşim!
Allah Teâlâ Hz. Musa’ya “Evlerinizi kıblegâh yapın ve namazı kılın.”
buyurmuştu. Hz. Musa, ümmetini o evlerde kılınan namazlar ve yapılan dualarla
Kızıldeniz’i geçmeye hazırladı. Denizleri yaracak, Medine’yi kuracak, Mekke’yi
fethedecek kadrolar gökten gelmeyecek; Müslümanların evinde yetişecek. Bu yüzden
aklın ve ruhun, evindeki mobilyanın boyaya, perdenin halıya ne kadar uyduğuna
değil, namaz ve cihad programının Erkam bin Ebi Erkam’ın evine ne kadar
benzediğine yoğunlaşsın.
Günahlar,
Allah Azze ve Celle ile kullar arasında perdedir. Nasıl perdeler görmeye mani
olursa günahlar da Allah Teâlâ ile irtibat kurmaya engel olur. Gözü, dili,
kulağı, eli haramdan korunmuş kullarla Allah arasında perde kalmaz. Allah-u
Ekber dediklerinde Cennet’e girer gibi namazın dünyasına girerler. Suyla maddî,
günahlardan uzak durarak da manevî abdestini al!
İşin,
eşin, meşguliyetin, akşam yolunu gözleyen çocukların var ya da bir gün olacak.
Eve, toprağa, makama değil davana bağlan. Hicretse hicret, sürgünse sürgün…
Başına geleceklerden korkma! Tebliğe çağrıldığında “bahanelere”, mazeret deme.
Fildişi
kulesine çekilme, milletten ayrı yaşama! Zâhirde halk, hakikatte Hakk’la ol.
Rabbinden gafil yaşama. Dağa, taşa hep O’nun kudretini temaşa eden bir nazarla
bak.
Taşlanan
Peygamber’in ayakta kaldığını ya da her defasında ayağa kalktığını anlatmak
kolaydır. Mühim olan aynı şey sana da yapıldığında ayakta kalabilmendir. Sebep
planında yapman gerekenleri îfa ettikten sonra Rabbine itimat et ve Hz. İbrahim
gibi ateşlere atılsan da umutsuz olma!
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
NEDEN KUR’AN’I
KERİM HEDEF ?
İblis
bütün bâtıl yolları, insanlar O’na gitmesin diye açtı; bütün ideolocyaları
O’nun gölgesine sığınmasın diye kurguladı. Bütün masalları, eşref-i mahlûkat
O’nu okuyup uyanmasın diye yazdı. İnsanlar İblis’in ne yolunda ne masalında ne
de gölgesinde huzur buldu. Yıllar sonra yanlıştan doğruya, çirkinden güzele,
geceden gündüze gitmek için O’ndan başka buyruk olmadığını anladı insan.
Fitne
kopup sokaklar kan dolunca, insanlar evsiz barksız kalıp umutlar solunca,
“Kur’ân-ı Kerim okunup yaşansaydı böyle olmazdı.” dedi büyükler. Sonra
anladılar ki İblis, Kur’ân-ı Kerim diye onları başka buyruklara çağırmış. Yine
İblis’in adamları sahnede… Hubel’i korumak, Roma’nın yolunu açık tutmak için
“Kur’an Yolu” diye kendi ideolocyalarına çağırıyorlar. Fakat küçük hafızlar,
iffetli kızlar, izzetli delikanlılar, vakur babalar, imamlar, kumandanlar bu
defa “iz”den sapmayacak, işte o zaman Doğuyu ve Batıyı yine Kur’ân-ı Kerim
kurtaracak.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
SÜNNETİ REDDEDEN
KUR’AN MÜSLÜMANLIĞI
Çekrâlevî
Sünnet’i reddeden Kur’an Müslümanlığının/Mealciliğin amentüsünü, İngilizler’den
hem talimat, hem de nişan alan Seyyid Ahmed Han’dan aldı.
Buna
göre Sünnet’i reddedenlerin bir kısmı doğrudan, bir kısmı da dolaylı yoldan
Kilise’ye hizmet etmektedir.
Bizdeki
Mealcilerin her ne iddiaları varsa tamamı Hindistan’da zuhur eden Kur’aniyyûn
hareketine aittir.
Bu
yüzden hadiseyi mukallitler üzerinden değil, İngilizler’in AR-GE’sinde çalışan
Çekrâlevî gibi “mucitler” bağlamında tahlîl ettik.
Mealcilik,
Allah Rasûlü’ne ﷺ mecnun diyen,
insanları O’ndan uzaklaştırmak için O’na dair her nev’i yalanı uydurmayı vazife
kabul eden, naaşını kabrinden çıkarmak için özel adamlar görevlendiren fakat
her seferinde hüsrana uğrayan Kilise’nin, aktörlerini Müslümanlar arasından
seçtiği en son ve en tehlikeli oyunudur.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
TEFEKKÜRDE
TESETTÜRDE İSLAM DİYEN KIZLAR
Allah’a
ve O’nun yoluna adanmış kızlar, adayış ahlakına riayet ederlerse,
Hakk’a
adanan Anadolu topraklarında bir daha küfür yobazları tesettürlerini
çiğneyemeyecek, umutlarına da kezzap dökemeyecektir.
Çünkü,
tefekkürü gibi tesettürü de İslâm olan kızların müdafii bizzat Allah Azze ve
Celle’dir.
*
* *
Muallime
ol, müderrise ol, doktor ol, ev hanımı ol!
Fakat
bütün bunları annelik fıtratını yitirmeden ve mahremiyeti çiğnetmeden yap!
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).
ÜSTAD’IN
GENÇLİĞE HİTABESİNE DAİR
Üstad
Necip Fazıl ne bir müfessir, ne de bir fakihti. Lakin milletin bütün bunlardan
mahrum olduğu bir zamanda Mütefekkir kimliğiyle zuhûr etti, iman, ibadet ve
ahlak alanına hapsedilen İslam’a yol açtı. Onun eşya ve hadiselere yeniden
tatbikinin nasıl olacağını gösterdi. Büyük Doğu üst başlığında, Müslümanların
bu çağda iman, fikir, hareket, ahlak ve hukuk tasavvurlarının nasıl olacağını telif
etti; İdeolocya Örgüsü’nü de buna başeser yaptı. Bu milletin çocuklarına
yeniden nasıl Ebussuud çapında âlimler olabilecekleri noktasında yol haritası
çizdi.
Üstad,
Allah Rasulü’ne صلى الله عليه وسلم” Çöl Bedevisi” denildiği bir zamanda,
“Topuğunu bir kerecik öpebilmiş kum tanesi olsaydım.” diyerek O’na صلى الله عليه
وسلم aidiyetten daha büyük bir şeref ve O’nun صلى الله عليه وسلم davasına
hizmetten daha onurlu bir vazife tanımadığını ilan etti.
Üstad,
“Biricik meselem, Sonsuz’a varmak.” dedi. “Gençliğe Hitabe” bu işin kitap
çapında izaha muhtaç bir metnidir. Hatipte konuşmak, muhataplarda ise dinlemek
esastır. Lakin bu esasiyet duvarlara değil, yüreklere levhalar asmak için
olmalıdır. Gençliğe Hitabe’yi anlama cehdimizi Ahiret sermayemiz olur gayesiyle
sizinle paylaşmak istedik. Doğrular Allah’a ve Rasulü’ne kusurlar ise beşere
aittir.
KAYNAK:
Kitaplar (ihsansenocak.com, 19.09.2019).