Yazar, editör, eğitimci. 1969, Kahramanmaraş doğumlu. Newport Üniversitesi’nin “Davranış
Bilimleri” bölümü ile Anadolu
Üniversitesi İşletme Fakültesinde okudu. Üç çocuk annesi, İstanbul’da yaşıyor.
Çocuk Aile Net (cocukaile.net) web
sitesinin yayın danışmanlığını yapıyor.
Okuldan sonra kısa bir süre evlilik danışmanlığı yaptı. Danışmanlık
günleri yoğun geçince danışmanlık ve yazarlık arasında tercih yapmak
gerektiğini görünce danışmanlığı bırakıp yazmayı tercih etti. Daha öncesinde 8
yıl Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı Kur’an Kurslarında öğretmenlik yaptı.
Davranış Bilimlerini daha sonra okudu. Öğretmenlik mesleğini çok sevmiş, fakat
annelik mesleği çıkınca öğretmenliğini o zaman bırakmış. Annelik ona yazarlığın
kapısını açtı.
1996’da çocuklarını uyuturken anlattığı masalları yazarak yazı
hayatına başladı. 2001’de kırk masaldan oluşan Bana Bir Masal Anlat adlı
özgün masal kitabı ilgiyle karşılandı. Kitaplarında eğlenmeyi ve eğlendirmeyi
ön planda tuttu. Çocuk Edebiyatçıları Birliği 23 Nisan Çocuk Edebiyatı Ödülüne
layık görüldü.
Sema Maraşlı, daha sonra gençlik ve evlilik kitapları yazmaya
yöneldi. Bu türden yazdığı kitaplarla ayrı ayrı setler oluşturdu. Çocuk
kitapları vesilesi ile okullara, konferanslara, imza günlerine katılırken annelerle
bir araya gelmeye başladı ve kendini onların evlilik hikayelerini dinlerken buldu.
Bu arada kendi içinde hikâyeleri olduğunu da fark etti ve böylece ilk kitabı
“Eşimin Eşi Yok” ortaya çıktı.
Eğitimci yönü olduğu için evlilik üzerine hanımlarla atölye
çalışmaları yapıyordu, “Evlilik Okulu” dersleri olarak. Sonra bu derslerin
içerikleri üzerinden Çocuk Aile sitesinde “Evlilik Okulu” derslerini başlattı. Daha
sonra bu dersler üzerinde düzenlemeler yaparak “Mutlu Evlilik Okulu” kitabı
oluştu. Hikayeler dışındaki kitapları Mutlu Evlilik Okulu, Sevmek Bu Kadar
Güzelken, Kulak Aşık Olurmuş Gözden Evvel, Huzur Bulalım Diye internet yazıları
da içinde yavaş yavaş kendini yazdırdı.
Kitapları dışında düzenli yazı hayatı kurmuş olduğu
www.cocukaile.net sitesinde başladı. Bir süre de Haber 7 de yazdı, televizyon
programlarına konuk oldu. Sonra kitap yazarlığına yoğunlaştı.
ESERLERİ:
Masal: Bana Bir Masal
Anlat (2003), En Güzel Hediye, Mektuptaki Sır, Of Of Prenses, Hırhır ile Pırpır, Dağınık Karga (2004), Bana Bir Masal Anlat, Şimdi Masal Zamanı, Geçmiş
Olsun Çoban Yıldızı.
Gençlik Kitapları (12-16 Yaş): En Güzel Hediye, Okulda Tuzak, Büyük Ödül.
Evlilik
Kitapları: Eşimin Eşi Yok (2008), Kulak Aşık Olurmuş Gözden Evvel (2009), 40
Adımda Muhabbet Olsun (2010), Eşim Aşkım Olsun (2012), Sevmek Bu Kadar Güzelken - Yuvanız İçin Mutluluk Reçetesi
(2013), Eşimle Tanışmayı
Unutmuşuz (2013), Mutlu Evlilik Okulu (2014), Tatlıya Bağlayalım, Huzur Bulalım
Diye.
KAYNAKÇA: Tacettin Şimşek / Çocuk
Edebiyatı İsimler Sözlüğü (Hece-Çocuk Edebiyatı Özel Sayısı, sayı: 104-105,
Ağustos-Eylül 2005), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli
Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, 2007), Sema
Maraşlı kimdir? (cocukaile.net, 24 Mart 2018), Sema Maraşlı kitapları (1000kitap.com,
21.02.2019).
GÖNÜL KABI NASIL
DOLAR?
Sema MARAŞLI
“İyilik
ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Şâyet kötülük ederseniz o da
kendinizedir.” (İsra suresi; 7. Âyet-i Kerîme)
“Sabret.
Çünkü Allah, iyilik yapan, iyi harekette bulunanların mükâfatını zâyi etmez.”
(Hud suresi; 115. Âyet-i Kerîme )
Dervişe
bir gün sormuşlar:
“Sevginin
sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?”
Derviş
“Size farkı gösteriyim.” deyip, önce sevgiyi dilden kalbine indirememiş
olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi sofrada yerlerini
almışlar. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş
kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar getirilmiş.
Derviş
şöyle bir şart koymuş:
“Bu
kaşıkların sapının ucundan tutup öyle yiyeceksiniz.”
“Peki”
deyip çorbalarını içmeyi denemişler.
Fakat
kaşıklar uzun geldiğinden sıcak çorbayı döküp saçmaktan hem kendilerini
yakmışlar hem de ağızlarına bir damla bile götürememişler. En sonunda bakmışlar
olacak gibi değil sofradan aç kalkmışlar.
Daha
sonra derviş, bu defa sevgiyi gerçekten bilenleri yemeğe çağırmış. Onlara da
aynı şartı dile getirmiş.
Her
biri uzun kaşığını çorbaya daldırmış, sonra karşısındakine uzatarak çorbalarını
içmişler. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve sofradan afiyetle, şükrederek
kalkmışlar.
Derviş
sevgiyi gerçekten yaşayanların farkını soranlara:
“Kim
ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır.
Ve kim karşısındakini düşünür de doyurursa o da onun tarafından doyurulacaktır.
Şüphesiz şunu da unutmayın. Hayat pazarında her zaman alan değil, veren
kazançlıdır.”
Hikaye,
dinimizin iyilik ve güzel ahlakla ilgili emirlerinin hikmetini güzel anlatıyor.
Nefsimizi terbiye edip açgözlülükten kurtulur, başkalarını düşünürsek gönül
kabımız da ahiret azığımız da o zaman dolacak. Yoksa bedenimiz doyarken
gönlümüz hep aç kalacak.
Bekarlar
kendilerini mutlu edecek eş adayını bekliyorlar, nişanlılar nişanlısından
dertli, “beni mutlu etmiyor” diye, evlilerin gözü eşinin yaptıklarında ya da
yapmadıklarında. Kimsenin kendini gördüğü yok. Erkekler “İyi bir kavvam olmak
için ne yapmalıyım?” kadınlar ise “Saliha bir eş olmak için ne yapmalıyım?”
sorularını kendilerine pek sormuyorlar.
Rabbimiz,
bizi iyilik ettiğimizde mutlu olacak şekilde dizayn etmiş. Fakat maalesef son
elli yıldan beri ortaya çıkan özgürlük salgını, bencillik mikrobu ile kitlelere
bulaştırıldığı için elimizdeki kaşıklar uzadıkça uzadı, önümüzdeki yemekler
çeşitlendikçe çeşitlendi; fakat genel bir açlık hali var. Tüm dünyada depresyon
oranları yüzde yüz artarken mutluluk sonuçları da gittikçe aşağı düşüyor.
Avrupa genelinde intihar oranları son on beş yılda iki kat artmış.
Eskiden
insanlar bir odaya sığıp bir ömür geçirmişler; şimdi ise birkaç odalı evlere
sığamıyorlar. Neredeyse her şey varken birkaç eksik yüzünden birbirlerini
yiyorlar.
Sevmek
en çok ihtiyacımız olan şey; fakat sevmekten çok sevilme derdindeyiz. Elbette
sevilmeyi istemek de doğal fakat sevilmek için gayret göstermek gerek; fakat
biz direktifler veriyoruz. Zorla ve cepren sevgi almaya çalışıyoruz. Oysa
sevgiyi ancak iyilik ederek elde edebiliriz.
“İyilik
de eşit değildir, kötülük de. Sen kötülüğü en güzel olan hareketle sav. O zaman
görürsün ki seninle kendisi arasında bir düşmanlık olan kimse, sanki
yakın/candan bir dost oluvermiştir.” (Fussilet suresi; 34. Âyet-i Kerîme)
Oysa
bizler, kötülük edenlere iyilik yapıp sevgi oluşturmayı bırakın, bencilliğimiz
ve iyilik beklentimiz yüzünden sevgiyi öldürüyoruz ve en sevdiklerimizle hasım
oluyoruz. Büyük aşklarla evlenenler kısa sürede birbirlerine düşman oluyorlar.
“Ben
takıntısı” yüzünden bitiyor evliliklerin pek çoğu. “Beni ihmal ediyor, ben
böyle bir evlilik istememiştim, ben mutsuzum, ben daha iyisine layığım, ben
daha iyisini hak ediyorum…”
Gönül
alırken değil, verirken mutlu olmaya programlanmışken eşini sadece onun
ihtiyaçlarını karşılayacak bir araç olarak görenlerin gönül kabı nasıl dolar
ki?
KAYNAK:
Sema Maraşlı / Gönül Kabı Nasıl Dolar? (egitimledirilis.com, 21.02.2019).
SEMA MARAŞLIDAN
ERDOĞAN’A MEKTUP:
SAYIN
CUMHURBAŞKANIM; ANA PROBLEM ŞU Kİ BU ZULÜMLER KANUNLARLA YAPILIYOR!
İslâmî
Analiz/Haber Merkezi
Gazeteci-yazar
Sema Maraşlı, Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bir mektup yazdı.
Mektubuna
"Ülkemizde kötü şeyler oluyor, büyük zulümler var" diyerek başlayan
Maraşlı, mektubunun devamında bahsettiği bu zulümleri sayarak bunlara ilişkin
çözümler üretilmesini istedi.
"Seçim
döneminde özgürlük ve adalet vaat etmiştiniz. Özgürlük hakkımı kullanarak size
bu mektubu yazdım. Şimdi de mağdurlar adına adalet bekliyorum." diyen
Maraşlı, bahsettiği bu zulümlerin kanunlarla yapılıyor olmasını asıl problem
olarak vurguladı.
Bahsi
geçen mektup şu şekilde:
Sayın
Cumhurbaşkanım!
Güzel
ülkemizde maalesef ki çok kötü şeyler oluyor. Büyük zulümler var ve insanların
sizden umudu var. “Cumhurbaşkanımız bilseydi bunlara izin vermezdi, haberi
olmuyor, danışmanları haber vermiyor” diye düşünüp size ulaşamamanın ıstırabını
yaşıyorlar. Hem onların sesi olmak hem de tarihe bir not düşülmesi için size bu
mektubu yazıyorum.
Sözü
çok uzatmadan zulümleri ana başlıkları ile yazacağım.
Ana
problem şu ki bu zulümler kanunlar vasıtası ile yapılıyor.
Bunun
daha vahimi de bu kanunlar adalet temeli üzerine kurulmuş değil, bir avuç din
ve devlet düşmanı insanın kışkırtması ile medyanın algı operasyonu
yapmasıüzerine onları susturmak için yapılmış kanunlar.
Bir
kısmı da biricik dostumuz görünen Avrupa Birliği’ne girebilmek için yapılmış
kanunlar. Biz onlara benzemeden bizi Avrupa Birliğine almayacaklar. Biz onlara
benzemek istemiyoruz. Müslüman bir halkı Müslüman olmayan bir halka benzetmenin
vebali maddi ve manevi çok ağır olur. Biz aile kurumu bitmiş, eşcinsel
evliliklerin yaygınlaştığı, intiharların normal sayıldığı bunalıma girmiş
Avrupa ülkelerinden biri olmak istemiyoruz.
Her
ne sebeple çıkarılmış olursa olsun zulüm kanunlarının bu ülke halkına faturası
çok ağır oluyor.
Yazacağım
bu zulüm kanunlarını öncelikle Cumhurbaşkanı olduğunuzu unutup “ben herhangi
bir vatandaş olsaydım ve bu kanunlar bana uygulansaydı ne hissederdim” diye
okumanızı ve ardından “bu kanunlar onun döneminde çıkmış ve imzası olan bir
lider bunun hesabını Allah’a nasıl verir” diye muhasebe yapmazınız istirham
ediyorum.
6284
zulüm kanunu ile başlayalım.
Sayın
Cumhurbaşkanım!
Basit
bir karı-koca tartışması sonucu sizi karınız bir telefonla hiç evinizden
attırdı mı? Polisler kolunuzda, çocuklarınızın ve komşuların gözü önünde adi
bir suçlu gibi mahallenizden çıkarıldınız mı? Evinize, evlatlarınıza aylarca
yaklaşmama cezası verildi mi? Sokaklarda kalıp nereye gidemeyeceğinizi
bilemediğiniz oldu mu? En yakınlarınıza bile evinizden atılmış olmanın utancı
ile yutkunup derdinizi söyleyemediğiniz oldu mu? Karınızı arayıp “Barışalım ya
da çocuklar nasıl?” dediğiniz için hapse girdiğiniz oldu mu?
Bu
kanunlar sizin döneminizde çıktığı için size olmamıştır fakat bu ülkede yüz
binlerce erkek bir telefonla suçsuz yere
evinden atıldı, bu zulmü yaşadı ve yaşıyor. Delilsiz ve belgesiz, kadına
herhangi bir şiddet uygulamadığı halde tartışmada karşılıklı bağrıştıkları
halde psikolojik şiddet bahanesi ile erkekler evlerinden atılıyor. Karısı ile
barışmak isterse para cezası, hapis cezası veriliyor. Bu ülke bizim ülkemiz. Bu
yapılanlar anayasa ve insan haklarına aykırı, İslam’a zaten aykırı.
“Kadına
şiddeti bitirmek” gibi masum görünen, kuzu postuna bürünmüş kurt misali bu
kanun çıktığından beri kadına şiddet hiç olmadığı kadar arttı. Yapılan
haksızlıklar karşısında cinnet geçiren erkekler şiddete yöneldi. Kadın korunmak
isteniyorsa bunun yolu asla bu olamaz.
Devletin
elinde onlarca medya organı var. Medya artık şiddeti artırmak için değil,
merhameti artırmak, sevgiyi çoğaltmak için çalışsa neler olur neler… Diziler,
filmler, faydalı programlar, ülke çapında yapılacak sevgi, saygı, muhabbet gibi
konularda yapılacak yarışmalar, teşvikler…
Sayın
Cumhurbaşkanım!
Bir
zulüm kanunu da “Nafaka Kanunu” Boşanmış bir karı kocayı nafaka bağı ile
birbirine bağlamak, erkeği artık ona yabancı olan bir kadını beslemek zorunda
bırakmak ve bir yabancıya karşı borç altında tutmak, yeni bir hayat yeni bir
evlilik kurmasına engel olmak… Belli bir yaşı geçmiş evladına bile nafaka
vermek zorunda olmayıp, yüzünü unuttuğu eski karısının geçimini sağlamak
zorunda olmak… Ödeyemezse hapse girmek… Mal rejimi kanunu ile kazancının emeğinin
yarısını artık yabancı olmuş birine bırakmak… Bu zulmü yüz binlerce insan
yaşıyor.
Boşanma
davası açıp karşı taraf problem çıkardığı için on yıl süren boşanma davaları
var. Bu da ayrı bir zulüm. Toplumsal çürümeye sebep oluyor. Evlilik ve boşanma
zor olunca insanlar alternatif çözümlere bakıyorlar. Ülkede zina arttı, fuhuş
arttı, eşcinsellik arttı… Boşanma ile ilgili zulümlerin bitmesi lazım. Kadını
korumanın yolu erkeğe zulmetmek olmamalı. Kadınlar yanlış bir yöntemle
korunmaya çalışılırken hem kadınlara hem çocuklara hem de erkeklere
zulmediliyor.
“Çocuk
haczi” diye bir utanç yaşanıyor bu ülkede. Anne boşanma sonrası çocuğu babaya
göstermek istemezse baba, çocuğunu para ödeyip bir ekiple mal gibi haczedip
görebiliyor. Bu çocuğun psikolojisi, duygularının anne tarafından istismarı
belki bir ömür yara olarak hayatını etkileyecek. Haciz parası olmadığı için
çocuğunu göremeyen babaların acısı ise hepimizin yüreğini yaralamalı.
Sayın
Cumhurbaşkanım!
“Cinsiyet
eşitliği” adı altında dinimizce lanetlenen “kadın ve erkeği birbirine benzetme”
çalışmaları başta Milli Eğitim kitapları olmak üzere bir devlet politikası
olarak uygulanıyor. Nesilleri bozmaya yönelik bu çalışmalar acilen
durdurulmalı. Yoksa gençliğe faturası çok ağır olur.
Sayın
Cumhurbaşkanım!
Cinsel
istismar konusu şu anda en mühim problem gibi duruyor. Fakat bunun çözümü seçim
öncesi mecliste imzaya açılıp seçim sebebiyle imzası tamamlanmamış olan kanun
değil. Bu kanun kabul edilirse konuyu daha da içinden çıkılmaz hale getirir.
İçinde adalet gözetilmeden hazırlanmış bir kanun adaleti de sağlayamaz. Tabii
istenilen adaletse.
Cinsel
istismar yasa tasarısına göre yine sadece kadın beyanı ile delilsiz, şahitsiz
cezalar verilecek. Şimdiden 6284'e dayandırılarak bu cezalar veriliyor. Burada
iki problem var. Birincisi tek taraflı beyan ile adalet sağlanmaz.
İkincisi
taciz ve tecavüz “cinsel istismar” adı altında aynı kefeye konuyor. Taciz ve
tecavüz arasında çok büyük fark vardır ve ikisine de birbirine yakın cezalar
verilmesi öncelikle adaletle bağdaşmaz.
Tacizin
kapsamı çok geniştir; bir söz bile taciz sayılabiliyor ya da bir dokunma.
Ayrıca taciz kişilerin algılamasına göre değişir. Bir kişi için normal olan bir
davranış, başka bir kişi için taciz sayılabilir. Oysa tecavüz tecavüzdür ve
ispatlanması da kolaydır, bir sağlık kuruluşuna gidilmesi yeterlidir. Tecavüz
çok ağır bir saldırıdır ve asla tacizle bir tutulamaz.
Cinsel
istismar adı altında ikisinin bir tutulması, cezaların yakın olmasının pek çok
mahsurları vardır hatta tecavüzün artmasına sebep olabilir. Cezalar suça göre
olmalıdır. Yoksa aksi sonuçlar çıkar.
Ayrıca
18 yaş altı dini nikahla gönüllü genç evlilik yapanların erkeklerin tecavüzcü
diye hapse atılıp ağır cezalar alması her yerde geçerli olan kadın beyanının
(ben gönüllü evlendim demesi) burada geçerli olmaması ve genç evlenen kızları
sen çocuksun deyip kocalarından koparılıp çocukları ile ortada kalmalarının
vebalini bizler nasıl ödeyeceğiz. Müslüman bir ülke olarak zina serbestken
evlenenlerin genç evlendi diye hapse atılmasının istismarla yargılanmasının
utancı bana ağır geliyor.
Taciz
ve tecavüzün “cinsel istismar” adı altında aynı kefeye konması adalet
terazisini bozar hatta bozdu da. Binlerce insan iftira ile cezaevlerinde hem de
on beş yirmi yıl gibi ağır cezalarla mahkum edildiler. Meclisteki tasarı
geçerse bu cezalar yirmi yıldan kırk yıla kadar çıkacak. Genç evlenenler de bu
ağır cezalarla yargılanıp mahkum olacak.
Tek
taraflı kadın beyanı ile ve taciz iddiası ile insanlara bu kadar ağır cezalar
verilmesi hangi adalet sisteminde hangi ülkede var! Kadınlar kendileri
üzerinden ya da kız çocuklarını kullanarak hoşlanmadıkları ya da aralarında
husumet olan kişilere iftira atıp karşıdaki kişinin hayatını bitiriyorlar kanun
eliyle.
Sayın
Cumhurbaşkanım!
Bu
ülkede iftiralar yeni geçim kapısı olmaya başladı. Kız öğrenciler öğretmenleri
tehdit ediyor “istediğim notu vermezseniz cinsel istismar iftirası atarım” diye
tehdide boyan eğmeyenler hapiste. Ve iftira atarım istediğim parayı vermezsen
diye pek çok kimse tehdit ediliyor ve hayır dediğinde istismar gibi adi bir
suçla kendini hapiste buluyor. Bir erkeğin ve ailesinin hayatının kayması,
toplum nezdinde haysiyetinin bitmesi bir kadının birkaç cümlesine bağlı;
delilsiz, ispatsız. İnsanların haysiyeti bu kadar ucuz olmamalı.
Hele
meclisteki tasarıya göre “mağdurum” diye başvuran kişinin ifadesinin hakim ve
savcı tarafından değil de üniversitelerde kadın hakları adı altında
toplanmışfeministlerin de alabilecek olmasının getireceği felaketleri düşünmek
bile istemiyorum.
İftiralar
cezalandırılmadığı gibi yakında bir de ödüllendirilecek gibi görünüyor. Adalet
Bakanlığı Mağdur Haklarının hazırladığı yine seçim sebebi ile bu döneme kalan
tasarıya göre, taciz iddiasında bulunan kişiye en az, brüt asgari ücretin dört
katına kadar ödeme yapılacak ve bu alt limit asgari ücretin otuz katına kadar
artabilecek. Ki tasarının ilk hali daha kötüydü istismar iddiasında bulunan
kişiler (her iddia kanuna göre gerçek sayıldığı için) devlet memuru
olabilecekti. İftira atan kadınlara sınavsız devlet memuru olma kapısı
açılacaktı.
Kanun
çıkmasın diye gösterdiğimiz gayretler neticesi taslak çekildi ve düzenlenmiş
hali bu ve oldukça kötü. Asgari ücretin dört katı para ile iftira atanlar
ödüllendirilmiş olacak. “At iftirayı al parayı” olacak.Paraya ihtiyacı olan
iftira atacak. Eğer gerçek mağdurlara yardım düşünülüyorsa bu bir vakıf
üzerinden yapılabilir. Ya da “kadınlar adına çalışma” adı altında Avrupa
fonundan milyonlarca para alan kadın dernekleri yardım etsinler mağdur kadınlara.
Devletin böyle bir maddi yardım yapması ancak iftiraları artırır.
İş
yerinde bir erkeğin mevkisine göz diken bir kadın Allah korkusu yoksa bunu çok
rahat yapar. Bir de dindar insanlardan hoşlanmayan hatta ölesiye nefret eden
bir kesim olduğunu da düşünürsek bu kanunların çıkması dindar insanları bile
bile ateşe atmaktan başka bir şey olamaz.
Sayın
Cumhurbaşkanım!
Mevcut
kanunlarla bile Yusuflar delilsiz beyansız suçsuz yere cinsel istismar gibi
ağır bir suçla zindanlarda yatıyor. Gömlekleri arkadan yırtılmış fakat yine de
zindana atılmışlar. Onların gözyaşları ve bedduaları hepimizi yakar. Onlar ve
aileleri sizden adalet bekliyorlar.
Yine
bazı şer odakları yeni oyunlar peşinde. Planlı yapılmış gibi görünen hayvanlara
eziyet, tecavüzler ve çocuk ölümleri üzerinden meclis üzerinde baskı
oluşturarak zaten ağır aksak giden adalet sistemini tümden yıkmak istiyorlar.
Lütfen
bu oyunlara gelmeyin. Kanunlarımız, sokağa dökülmüş devlet aleyhine slogan atan
hainleri susturmak için değil adaleti tesis etmek için yapılsın. Vicdan sahibi,
ön görüsü yüksek, adalet duyguları gelişmiş uzman bir ekip hazırlasın bu
kanunları. Hakimler “kanunlar yüzünden adalet ve vicdanımız arasında kaldık” diyorlar.
Kanunlar yapılırken kanun uygulayıcıların çoğunluğunun görüşleri de alınmalı.
Mağduriyetleri en çok onlar görüyor.
Sayın
Cumhurbaşkanım!
Seçim
döneminde özgürlük ve adalet vaat etmiştiniz. Özgürlük hakkımı kullanarak size
bu mektubu yazdım. Şimdi de mağdurlar adına adalet bekliyorum.
KAYNAK:
Sema Maraşlı'dan Erdoğan'a mektup: Sayın cumhurbaşkanım; ana problem şu ki bu
zulümler kanunlarla yapılıyor! (islamianaliz.com, 06.07.2018).