Şair, hattat (D. 1846, Siverek / Urfa – Ö. 10 Kasım 1932, Siverek). Babası
dönemin müftüsü Eyüp Efendi’dir. Kaynakların bildirdiğine göre çok zeki bir
çocuk olan Yusuf Sâmi, küçük yaşta Kur’ân’ı hatmetti. İlk eğitimini Sulu
Camii'deki mahalle mektebinde tamamladı ve daha sonra da babasından Arapça ve
Farsçayı öğrendi. Ayrıca aldığı özel derslerle de kendini yetiştirdi.
Eğitiminin geri kalanını da yine Sulu Camii bünyesinde bulunan Medresei
Ulûm’da Siverek’in meşhur müderrislerinden olan Kemal Hoca Efendi’den dersler
alarak tamamladı.
Eğitimine devam ettiği dönemlerde şiirle de ilgilenerek,
şiirlerinde “her şeyin yaramazı, kötüsü” anlamına gelen, “Gâfîl” mahlasını
kullandı. Ancak sonradan bu mahlastan vazgeçerek “Sâmî” mahlasıyla şiirler
yazdı. Daha sonra hat sanatına ilgi duyan Yusuf Sâmi Siverek’te bulunan Bîcan
Efendi’den de hat dersleri aldı. Onun tarafından yazıldığı belirtilen bazı
hatlardan bahsedilse de, bugün ona ait
olduğu bilinen sadece Siverek Ulu Cami, Gülâbi Bey Camii’nde iki ve
mirasçılarında da bir hat levhası bulunmaktadır. Yusuf Sâmî Efendi daha sonra
hat derslerini ilerletmek amacıyla bir süre Diyarbakır’a gitmiş, burada
Fethullah Efendi’den de dersler aldı. Bir müddet Maden’e (Elazığ) giderek
mutasarrıf Rûmî Paşa’nın himayesinde kaldı. Bu zaman diliminde de “Gâfîl”
mahlasıyla şiirlerini yazmaya devam etmiştir. Maden’de bulunan Eren Paşa’nın
dikkatini çeken Yusuf Sâmi Efendi’ye bu zat tarafından “Sâmî?” mahlası verilmiştir.
1875 yılında Siverek’e geri dönen şair yeni açılan rüştiye mektebine muallim
olarak atandı ve burada 25 yıl görev yaptı. Bu süre zarfında ayrıca Sulu Cami’de
(Hüseyin Çeribaşı Camii) bulunan babasına ait kütüphanede öğrenciler
yetiştirirken başta Sulu Camii olmak üzere, birçok camide, halka vaaz ve hutbeler
verdi.
Siverekli Yusuf Sâmi Efendi, 1896 yılında hacca gitti ve
daha sonra da hep duyduğu ve hayran kaldığı İstanbul’a bir seyahat
gerçekleştirdi. İstanbul’a gittiğinde bu şehre karşı duyduğu özlemin ne kadar
yerinde olduğunu anlayarak burayı çok sevmiştir. Bayezid Kütüphanesi başta
olmak üzere İstanbul?daki kütüphanelere hayran kalmıştır. Bu seyahat dönüşünde
kendisini ziyarete gelenlere “İstanbul’u görmeyen kendini eksik adam saysın”
sözü çok mânidardır. Yusuf Sâmi Efendi; 1912’de Siverek, mutasarrıflık olarak
Diyarbakır?a bağlı iken Diyarbakır Meclis azalığı ve 1914 yılında da ilçedeki
Müdafaai Millîye komisyonunda başkanlık yaptı. Çevresinde çok sevilen ve
hürmet gören Yusuf Sâmi Efendi, 10 Kasım 1932 yılında vefat etti.
Yusuf Sâmî Efendi’nin mevlidi 283 beyitten oluşmaktadır
ve kendine özgü bir konu örgüsüne sahiptir. Bazı yönlerden Süleyman Çelebi’nin
Vesiletü’n Necât’ına benzemekle beraber, bazı bölümlerde ondan daha farklı bir
üslûba sahiptir. Mesela; Mi’rac bölümünde (176200) Peygamber Efendimiz’in (s.av.v.)
bineği Burak, biraz detaylı olarak ele alınmış, onlardan, cennette otlamakta
olan varlıklar şeklinde bahsedilmiştir. Eserde anlatılana göre bu varlıklardan
birinin Hz. Muhammed adını duyduğundan beri hüzünlü olduğunu gören Cebrail Aleyhisselâm,
“Gel seni ona kavuşturayım.? demiş ve
mi’rac gecesi Burak’ı Hz. Pergamber’in (s.a.s) huzuruna getirmiştir. Mevlid,
aruzun “Fâilâtün Fâilâtün Fâilün” kalıbıyla kaleme alınmıştır. Mevlide
başlamadan, “Hazreti Hak’dan hidâyet isteyen Mevlidi pâki Rasûlullâh’a gel /
Fahri Âlemden İnâyet isteyen Mevlidi pâki Rasûlullâh’a gel” diye başlayan
beş kıtalı bir murabba bulunmaktadır.
Eserde okuyucuları/dinleyicileri rahatlatma ve Hz.
Peygamber’e (s.a.s) salavat getirmeye teşvik etmeye yönelik olarak, "Dü
cihânda bulmak istersen necât / Hazreti Peygambere eyle salât" beyti
bölüm sonlarında sürekli tekrarlanmaktadır.
ESERLERİ:
Mevlid'i Şerif,
Künuzün-Niem, Hilye-i Saadet, El Kasidetün – Necatiye.
KAYNAK. Sinan Karakaş.