Alaeddin Özdenören

Eğitimci, Yazar, Şair

Doğum
20 Mayıs, 1940
Ölüm
26 Haziran, 2003
Eğitim
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü
Burç
Diğer İsimler
Bilal Davut

Şair ve yazar, eğitimci (D. 20 Mayıs 1940, Kahramanmaraş - Ö. 26 Haziran 2003, Kütahya). Hikâye ve deneme yazarı Rasim Özdenören’in ikiz kardeşidir. İlk ve ortaöğrenimini Maraş, Tunceli, Malatya ve İstanbul’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünü “Bergson’da Özgürlük Problemi” adlı lisans tezi ile (1966) bitirdi. İlkokul öğretmeni olarak İstanbul Eyüp Devrim İlkokulu (1964-65), felsefe öğretmeni olarak Maraş Lisesi (1966-69), Çorum Lisesi (1971-73), Mersin Atatürk Lisesi (1973-75), Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü (1975-78), Ankara Halide Edip Adıvar Kız Lisesi (1978-80), Ankara Başkent Lisesi (1982-85), Ankara Fen Lisesinde (1985-91) görev yaptı. 1991 yılında Kültür Bakanlığı Müşavirliğine atandı. Bu görevden emekliye ayrıldı. Son yıllarını Balıkesir’de geçirdi.

Lise yıllarında kardeşi hikâyeci Rasim Özdenören, şair Cahit Zarifoğlu ve Erdem Bayazıt ile birlikte Maraş’ta Hamle adlı bir dergi çıkardı ve yerel gazetelerde edebiyat sayfaları hazırladı. İlk şiiri, 1957 yılında Hamle dergisinde, şiir ve yazıları daha sonra Yeni İstiklal, Diriliş ve Edebiyat dergilerinde, sürekli olarak da 1976’da kurucuları arasında yer aldığı Mavera dergisinde yayımlandı. Son yıllarda ürünleri; Edebiyat Ortamı, Yedi İklim, Hece, Ay Vakti vb. dergilerde yayımlandı. Kendi adı ve Bilal Davut takma adıyla Yeni Devir, Millî Gazete, Zaman, Tutanak ve Sağduyu gazetelerinde günlük ve haftalık yazılar yazdı.

Çağdaşları Cahit Zarifoğlu, Erdem Bayazıt ve Akif İnan’la aynı ekolün içersinde bulunmakla birlikte, onun şiirlerinde hüzün havası daha belirgindir. Lirizmi ustalıklı bir iç âhenkle yansıttığı şiirleriyle özellikle oğlu Kerem’i bir trafik kazasında yitirmesinden sonraki örnekleriyle öne çıkmaktadır. Yalnızlık Gide Gide ile 1996 Türkiye Yazarlar Birliği Şiir Ödülünü aldı. Türkiye Yazarlar Birliği üyesiydi.

“Alaeddin Özdenören şiirinin en belirgin özelliği lirik olmasıdır. İnsana hüzün verir. Kendi kuşağı şairler arasında en ayırıcı özelliği budur. Diğerlerinin hiç biri, ne Akif İnan, ne Erdem Bayazıt, ne de Cahit Zarifoğlu, onun kadar hüznün içine dalmazlar ya da bu özellikleriyle öne çıkmazlar. Alaeddin Özdenören, insanın makus talihinin izini takip eder gibidir.

“İnsanın kendisi ile başbaşa kalmasının şiiridir diyebiliriz Özdenören’in şiirleri için. Zaten, lirik şiirin en önemli varoluş alanı da burasıdır. İnsan kendi içine dönüp baktığında ne görüyorsa biz de onu görürüz. Dışarıda olup biten ise ‘içeriye’ etkisi oranında yer alır. Lirik şiirin öznesi toplumsal olanı çoğu defa dışarıda bırakır. Biraz da bu nedenledir ki Özdenören’in şiirlerindeki öznenin toplumsal olanla, tarihle, mekanla bağlantısını pek kestiremeyiz. Hatta zaman bile bir ucu açık durur. Zamanı genişlemesine kullanır Özdenören. Aşk, ayrılık, çocuk, kader, acı... Onun şiirlerinin merkezine aldığı konulardır. (…) Alaeddin Özdenören şiirinin Türk şiirine bir getirisi varsa eğer bunu yenilikte değil de tatta aramak gerekir diye düşünüyorum. Onun şiirleri Türk şiirine bir tat eklemiştir. Kendisinden sonrakilere ne vereceğini, nasıl etkilerde bulunacağını zaman gösterecektir. Ama bu şiirleri okuyan herkesin içinde bu tat geniş bir yer tutacaktır.” (Mustafa Aydoğan)

“Lirik şairler genellikle nesnel dünyadan kopuk yaşarlar, öznede olup bitenle yetinirler. Bu yüzden izlenimci şairlere oranla şiiri seyrek bulurlar. Özdenören de şiiri seyrek bulan şairlerden biridir. Bu bakımdan da İnan’a benzer. Ama onun özelliği, nesneden tamamen bir kopuş değildir, nesneyle iletişim hâlinde olan bir öznelliktir. Keşke bu iletişim daha fazla kurulabilseydi ve biz de Özdenören şiiri okuyabilseydik” (Faruk Uysal)

ESERLERİ:

ŞİİR: Güneş Donanması (1975), Yalnızlık Gide Gide (1996), Şiirler / Bütün Şiirleri: 1975-1999 (1999), Bütün Şiirler (2002).

DENEME: İnsan ve İslâm (1982), Batılılaşma Üzerine (1983), Devlet ve İnsan (1986), Yakın Çağ Batı Dünyası ve Türkiye’ye Yansımaları (1986).

İNCELEME: Şiirin Geçitleri (1997).

ANI: Unutulmuşluklar (1999).

KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007) – Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), TDE Ansiklopedisi (c. VII, 1990), Recep Garip / Güneş Donanması Üzerine (Ay Vakti seçkisi, Ekim 2000), Cemil Çiftçi / Maraşlı Şair Yazar Alimler (2000), Mustafa Aydoğan / Alaeddin Özdenören’in Şiiri (Hece, Nisan 2003), Faruk Uysal / Lirik Şiirin Geldiği Yer (Hece, Nisan 2003), Rasim Özdenören / Alâeddin: Bir Yalnızlık ve Istırap Adası (Hece, Eylül 2003), Ali Yakın / Alâeddin Özdenören ile Şiirle Yaşanan Kırk Beş Yıl Üzerine (Hece, Nisan 2003), Mehmet Nuri Yardım / Yazar Olacak Çocuklar (2004), Mustafa Aydoğan / Yalnızlık Mahşeri Alaeddin Özdenören (2015).

 

AĞRI

Geçtin atılmış bir sigara ölüsü gibi yalnız kentten

Bir ırmağın kollarında sıktığı

Safralanmış gök altında

Yıldız indiren yağmurda

Geceyi bir süt gibi içmiş olarak

Ve yangın yaprakları halinde.

 

Kapıları ardına dayalı evlerin

Çatal sular akan kovuklarından

Arayıp çocukluğunun zevrakçesini

Koyu elmas yalnızlığını

Güneş rahatsızı çocukluğunun

Sesi boşaltılmış sokaklarından

Geçtin bir şeyi bir ana sığdırmak gibi.

Kent suyu çekilmiş saksılarda

Savaş alanlarına sürülmüş erkeklerini

Dağarcığından kadınların

Bir bir çekilerek.

 

Onlar ki tutup ellerinden

Topraktan göğermiş elleriyle

Geniş yaprak alınlarını

Dayayıp süt bezlerine

Ve bırakıp kucaklarına

Kentin boş vitrinlerine

Resimler çizen çocuklarını.

 

Çekince savaş kargılarını kandan

Gökyüzü çillerini doğurdu

Serperek senin de yüzüne

Kızartısı sulara vurdu doğu yaylalarının

Ve ölümün yarım bıraktığı insanlar

Koltuk değnekleri el arabalarıyla

Çevirip göz namlularını

Çevirip çevirip çevirip.

 

Barış böyle geldi

Hiçbir değişikliğe uğratmadan

Hiçbir şeyi.

 

(Güneş Donanması, 1975)

AYAK SESLERİ

Birazdan soğuk çıkar

Bir ürperti geçer içimizden

Deniz tâ ayaklarımızın dibine gelir

Bir baskın verir gibi sessizce gelir

Üstümüze renk renk kuşlar serpilir

Gözlerinin içi güler gece aydınlanır

Ve bütün eşya kaçışır uzaklara.

 

Şimdi ben seni gözlüyorum

Geçmiş gecelerin aralığından

İç içe rüya kapılarını açıp geliyorsun

Bir tüy gibi hafif geliyorsun

Anlıyorum kapıların açılıp kapanışından.

 

Bir anlatışın var gelişinle gülüşünle

O hiçbir zaman olmayacak olanı

O nice bin serüvenden arta kalanı

Kalbimizin her vuruşunda daha iyi anladığımız

İçimizdeki kudurgan şeytanı.

 

Sen geliyorsun ayak seslerinden belli

Ayaklarının yerleri öpüşünden belli

Ki o öpüşler deniz dalgalarına vergi

Ayaklarında menekşelerden bir sergi

Menekşeler mi seni bana getiren.

 

Başım acıların dalgın gölünde

Mümkün mü geçmiş gecelerin birinde

Buluşmak yeniden

Şimdi gelinmez o yerlerdeki sevgiliyle.

 

Yahut zaman tamamlayadururken devrini

Giyinerek hatıralar elbisesini

Düşmek izine senin

Gittiğin o sürgünler ülkesinin

Çekip çıkarmak içinden.

 

İçimden bir dönüş başlıyor yeniden

Şiirin kutsal çağrısına ve aşka

O afyon sarısı ırmağa

 

(Güneş Donanması, 1975)

CEBİMDE ÖLÜMÜM

Gülüm gülüm

Bu kentin koynuna girdiğim günden beri

Cebimde ölümüm

Avuç avuç dağıtırım insanlara

Bir türlü tükenmez ölümüm.

 

Üzümleri aydınlatırım masal çarşılarını

Yatağına sığmayan ırmakları

Mağara içine gizlenmiş aşkları

Yerler mühürlenince akşamları

Kanlı sulara gömülürüm.

 

Gülüm gülüm

Benim ölümüm

Çocukların kulaklarına küpedir

Vitrin denizlerine zincirlenmiş çocukların.

ALAEDDİN ÖZDENÖREN’İN ŞİİRİ

Özdenören’in hüznü herkese açık bir hüzündür. Ve her an mevcut olan bir hüzün... Bunun en belirgin örneğini Habersiz adlı şiirde görürüz. Bir çocuk uykusunda gülmektedir... Her zaman karşılaşabileceğimiz bu sıradan olay, birdenbire ontolojik bir arkaplan kazanarak bize insan olmaklığımızın acı yanını düşündürmekte ve gülüşün gerisindeki hüznü apaçık hale getirmektedir. Ne vakit uykusunda gülen bir çocuk görsek onun yılların acı çığlığından habersiz olduğunu düşünürüz. Karanlıkların sessiz sessiz elleriyle oynadığını hissederiz. Bu hüzün herkesin hüznüdür ve arabeskle hiçbir bağlantısı yoktur. Parlak, zengin, geniş ve ebedidir. Hakikatin engin nefesiyle hayat bulur ve insanı trajik olanın sınırlarında gezdirir.

 

Gülümü karşı tepenin başında

Gizli bir el kırbaçladı

 

Hüznün beslendiği iklim ise yalnızlığın iklimidir. Hüzün, yalnızlığın bahçesinde büyür. Alaeddin Özdenören’in  evinin bahçesinin geniş olduğunu görüyoruz. Sahiplenmiştir bu genişliği. Çünkü, yalnızlık  insanın mülküdür. En azından Alaeddin Özdenören’in şiirlerinde böyle olduğunu söylemek yersiz olmaz. Onun söz konusu ettiği yalnızlık, içinde her an mevcut bulunduğumuz bir haldir. İnsanın dünyaya gelirken içine düştüğü yalnızlık nasıl kendiliğinden mevcut ve zorunluysa Özdenören’in yalnızlığı da kendiliğinden ve zorunludur. Onda bir yapaylık, sonradan edinilmişlik hissi duymayız. Çünkü, Yalnızlık Bir Adtır. Bu, Özdenören’in şiirlerinden birinin başlığıdır. Yalnızlığın bir ad olması, onun kendiliğinden mevcut olduğunun önemli bir göstergesidir.

 

Seni yalnızlık doğurdu

Kül rengi bir akşam üstü

 

Şiirin konusu hayattır. Çok geniş bir alanı vardır. Bu anlamda özgürdür şiir. Fakat lirik şiirin kendine özgü sınırları vardır. Genişlikten daha çok derinliğe meyillidir ve bu durum şiiri de şairi de bir yerde bağlar. Şiir, hayatın genişliği içinde kendine özel imkanlar aramaya başlar. Seçkinci hale gelir. Alaeddin Özdenören’in fazla şiir yazmamış olmasının en önemli nedenlerinden biri bu gibi geliyor bana. Bir söyleşide, ‘..ben şiirde lirik unsurları ararım ve onu da yakalamak uzun bir zamana mal olur’ (Konuşmalar, Cahit Zarifoğlu, sh.176) şeklindeki sözleri hem kendisi açısından hem de –dolayısıyla- lirik şiir açısından  önemli ve doğru tespitlerdir. Şiirin hayatla kuracağı ilişki burada önemli hale geliyor. ‘Kıskandığım tek şairdir’ dediği Cahit Zarifoğlu ile aralarındaki en önemli farklardan biri ortaya çıkıyor. Zarifoğlu, hayatın her durumundan, her anından şiir çıkarmasına rağmen A.Özdenören, şiirin bir ‘nedret işi’ olduğunu, pek az yazılabileceği düşünür. Zarifoğlu, hayatın her şeklinde, her biçiminde potansiyel halde mevcut olan şiiri görürken, Özdenören, hayatın nadir anlarına münhasır olan lirizmi arar. Aslında ‘nedret’ halinde bulunan şey şiir değil, lirizmdir. Bu nedenledir ki az şiir yazar.

Bir de şu sözlerinin, şiirinin, niteliğini değil ama az sayıda oluşunu açıklayan önemli bir gösterge olduğunu sanıyorum. Bir söyleşi de şöyle der; ‘...Ben şiirden yola çıkarak veya okuduğum bir romandan, bir kitaptan yola çıkarak şiir yazarım. Dikkatli bir gözlemci değilim.’ (A.g.e. sh. 176). Burada, şiirin nesnel karşılığına ilişkin bir sorunu bulunmamasına rağmen hayat ve şiirle kurduğu bağlantıda bir sıkışma yaşadığını görüyoruz. Özdenören şiirinin kaynağı hayat olmaktan çok diğer şiirler ve okumalardan elde edilen birikimlerdir. Cahit Zarifoğlu’nun Özdenören’in şiiri üzerine yazdığı yazıda ‘şiirlerinin eklem yerlerinde bir tıkanıklık var gibi gelmiştir hep bana’(Cahit Zarifoğlu, Zengin Hayaller Peşinde, sh.140) ifadesine neden olan şeyin buradan kaynaklanmış olabileceğini düşünüyorum. Şiir zaman zaman kendi içinde ansızın molalar verir. İçsel kırılmalar da diyebiliriz buna. Öte yandan şiirdeki ses beklenmedik bir şekilde azalır ya da gücünü kaybeder. Halbuki ses, Özdenören şiirinin önemli belirleyicilerinden biridir. Ses unsurunda meydana gelebilecek küçük bir aksaklık kendini hemen belli eder.

Alaeddin Özdenören’in şiire başladığı yıllar (1958-1961), İkinci Yeni şiirinin en parlak dönemini yaşadığı yıllardır. Bu yıllarda, en yakın arkadaşı Cahit Zarifoğlu ile birlikte ‘gece yarılarına kadar’ ikinci yeni şairlerini okurlar. Özellikle Edip Cansever ve Cemal Süreya’yı. ‘Cahit o zamanlar Edip Cansever’i severdi. Gece yarılarına kadar dolaşır, Edip Canseverden Şiirler okurdu. Ben Edip Cansever’in bazı şiirlerini sevmekle beraber Cahit kadar meftunu değildim.’(Cahit Zarifoğlu, Konuşmalar, sh.175). ‘..Maraş’ta Cemal Süreya’nın Üvercinka adlı kitabı elime geçmişti. Cahit’le birlikte okuduk ve beğendik kitabı. Ben, sanat sayfası düzenlediğimiz mahalli gazetede (Maraş’ın Sesi) “Değişik Güzel” başlığı altında, Cemal Süreya’nın şiirlerini tahlil eden bir yazı yazmıştım. ..Sonra İstanbul’da...Cemal Süreya geldi, yanılmıyorsam ilk tanışmamızdı, bana dedi ki; ‘Sen benim ilk eleştirmenimsin’”(A.g.e. sh. 151). İkinci Yeni şiirinden beslendiği muhakkak olmakla birlikte, Özdenören’in bu şiirden fazla etkilenmediğini görüyoruz. Belki de tek etkilendiği şair Sezai Karakoç’tur. ‘Fazıl Hüsnü’yü de severim. Belki de etkileyen yanı olmuştur’ (A.g.e. sh.176) demesine rağmen onun asıl etkilendiği şair Karakoç’tur. Kimi şiirlerinde bu etki belirgindir. Mesela, Ayak Sesleri adlı şiir Sezai Karakoç’tan izler taşır. Fakat, Karakoç’un Özdenören’in şiirine ilişkin tespiti önemlidir. İlk şiiri Ölüm ve Adam Kadın üzerine şu değerlendirmeyi yapar Karakoç; ‘Alaaddin kendine has bir şiir dili kurma çabasında, bu şiir onun işareti’.(A.g.e. sh.175) İşte bu ‘has dil’, lirik şiirin saydam dilidir. 

Alaeddin Özdenören şiirinin Türk şiirine bir getirisi varsa eğer bunu yenilikte değil de tatta aramak gerekir diye düşünüyorum. Onun şiirleri Türk şiirine  bir tat eklemiştir. Kendisinden sonrakilere ne vereceğini, nasıl etkilerde bulunacağını zaman gösterecektir. Ama bu şiirleri okuyan herkesin içinde bu tat geniş bir yer tutacaktır.

                                                                                 (Hece 76, Nisan 2003)

 

Yazar: MUSTAFA AYDOĞAN

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör