Mustafa Yazgan

Yazar, Şair

Doğum
16 Kasım, 1940
Eğitim
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İdari Şubesi
Burç
Diğer İsimler
Mustafa Güner (asıl adı)

Şair ve yazar. 16 Kasım 1940, Gaziantep doğumlu. Asıl adı Mustafa Güner olup, Halfetîli (Şanlıurfa) bir ailedendir. Gaziantep Dayı Ahmet Ağa İlkokulu (1951), Gaziantep Erkek Ortaokulu (1955) ve Gaziantep Lisesini (1958) bitirdi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İdari Şubesinden mezun (1963) oldu. Doktora çalışmasını aynı fakültede (1964) yaptı. Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsünde asistan (1963-66), Diyanet İşleri Başkanlığında özel kalem müdürlüğü ve Batı dilleri çevirmenliği (1966-67), Millî Prodüktivite Merkezinde uzmanlık (1967-68), Türk Taşıt İşverenleri Sendikasında uzmanlık (1968-69), Şanlıurfa Ortaokulunda İngilizce öğretmenliği (1970-71) yaptı. Bu arada bir süre yayıncılık (1971-76), ardından Sanayi Bakanlığında ile Kültür Bakanlığında müşavirlik (1977-80) yaptıktan sonra yeniden yayıncılığa döndü. 12 Eylül 1980 askeri yönetimince tutuklanarak Ordu Dil Okulu ile Mamak Askeri Ceza evinde dokuz bucuk ay hapis yattı.1982 yılında Ankara’dan ayrılarak Karamürsel (Kocaeli)’e yerleşti. MSP’nin son genel kurulunda MKYK üyeliğine seçildi. Sonra politikadan çekildi ve tüm zamanını yazı ve yayın faaliyetlerine ayırdı. 

İlk şiirini on yaşındayken Kore Savaşı hakkında yazarak Gaziantep’te çıkan Demokrat Ülkü gazetesinde yayımladı. Sonraki yıllarda yazıları Yeni Ülkü (Gaziantep, 1957), Düşünen Adam (İstanbul, 1961), Adalet (Ankara, 1964) ile çeşitli yerel gazeteler (1965-66), 1967 yılında Yeni İstiklal, Büyük Doğu, Yeni İstanbul’da, 1968 yılında Bugün; 1976 yılında Yeni Devir, Sebil ve Vesika’da, 1977 yılında MTTB’nin yayın organı Tebliğ’de, 1988-92 yıllarında İslâm, Kadın ve Aile dergilerinde, 1992 yılından itibaren Zaman gazetesinde yayımlandı. 1981 yılında Türkiye Yazarlar Birliğinin Çocuk Edebiyatı Ödülünü aldı. Sonraki yıllarda edebî faaliyetlerinden dolayı çok sayıda gazete, vakıf ve belediye tarafından kendisine ödül ve plaketler verildi.

ESERLERİ:

DENEME-İNCELEME-KONFERANS-TEBLİĞ: Mücadelemizin Diyalektiği İçinde Türkiye ve Dertlerimiz (1966), İlim ve Ahlâk (1968), İslâm ve Kâinat (1969), Çağımızın Ana Meseleleri (1972), Ahenk / Yazılar (1974), Tuğra I (1975), Tuğra 2 (1976), Fetihname (konferans, 1976), Kurtuluş Hasreti İslâm Gençliğine Tebliğ (1976), Semavi Dinlerde Ahlâk (1976), Allah... Ölümsüz Gerçek (1977), Mukaddes Dâvâ (1978), Buhran 78 (1978), Hicrî 1400 Hitabesi (1979), Gökdevlet’ten Bugüne (1980), Hicri 1408 Hitabesi (1987), Mehmet Akif Ersoy (konferans, 1988), Ümit, Sevgi ve Zafer (1991), Elveda Karanlık (1991).

ÜTOPYA: Monark (1970).

ROMAN: Sessiz Çığlık (1972).

PİYES: Sertavul Geçidi (1975), Zincirler Kırılırken (1985).

ANI: Ömrümün Devr-i Saadeti (1977), Hacc Seyahati Notları (1978).

ŞİİR: Şiirler (1986).

ÇOCUK KİTABI: Ahlâkî Çocuk Hikâyeleri 1-2 (1969-71), Müslüman Türk Çocuğunun Ahlâk Kitabı (1973), Buharalı Cengâver Zaferhan (resimli roman, 1983), Malazgirt (resimli roman, 1984).

KAYNAK: S. Ahmet Kaya / Urfa Şairleri - Cumhuriyet Dönemi (1998), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).

MÜSLÜMANIN TARİFİ

 

Müslüman, “Allah” tan başka her şeyi fâni sayan ve yalnız Allah’a secde eden, yalnız Allah’ın Şeriatı’na ina­nan, sâdece “Allah’ın nizamı” için yaşayan kimsedir.

Müslüman, berrak bir pınar suyu gibi beyninden ve kalbinden gecen berrak bir “İmân” İle diğer insanlardan tefrik edilen kimsedir.

Müslüman, evinin önünden akan bir suda günde beş kerre yıkanan temiz insan gibi, maddesini ve ruhunu gün­de beş kerre “Namaz” suyu ile yıkayan, arınan, temizle­nen ve temizleyen kimsedir.

Müslüman, herkesçe iyi bilinen, hikmetli, doğru, güzel ve hayırlı işleri emreden ve Allah’ın haram ve yasak kıldı­ğı bütün hususları yasaklayan Allah kuludur.

Müslüman, sâdece “Allah’ın nizamı = Şeriat” için yaşayan kul olduğuna göre, yeryüzündeki bütün nizamsız­lıklardan, karışıklıklardan, imansızlık ve ahlâksızlıklardan müteessir olup, bu sapıklıkları önlemeğe azmeden kişidir

Yeryüzünde inananlar ve inananların en şereflisi olan MÜSLÜMANLAR, en az imansızlar, ahlâksızlar, münkirler, materyalistler kadar cesur olmadıkça, yeryüzünde ne refah, ne saadet, ne huzur, ne adalet, ne bereket, ne sulh ve ne de sükûn olacaktır. Müslüman, samimi ve tavizsiz bir imâna sahip olduğuna göre, imanının icâbı olarak yaşa­dığı asra ve zemine şahsiyetinin ve davasının “tuğra” sını vurmalıdır. Her zaman ve heryerde görülen “Nizamsızlık” ancak bu şahsiyetli ve cesur edâ içinde yok edilebilir.

BU GİDİŞ NEREYE?

İnsanlık, bir kum yığını gibi... Bir karınca yuvası veya bir arı kovanı misali anlaşılmaz bir uğultu içinde, Allah’ın takdir ettiği bir neticeye doğru akıp gidiyor. Bu gidiş, ba­şıboş bir gidiş değildir. Tesadüfi, gelişigüzel hiç değildir. Akan bir nehri seyreden insanoğlu, nehrin sadece gözü­nün gördüğü coğrafî sahadaki görünüşünden ibaret olmadığını nasıl düşünüyor ve bu nehrin nereden gelip, nereye gittiğini nasıl tecessüsle arıyorsa, Allah’ın takdir ettiği bir neticeye doğru akan şu insanlığın gelişini ve gidişini de öy­lesine, hatta daha büyük bir tecessüsle arayıp, sormak­tadır. Bu akışın tesadüfle ve gelişigüzellikle hiçbir alâka­sının olmadığını, bizzat bu akışı tanzim, takdir ve tesbit eden Hâlik-i Mutlak’ın kitabından okuyoruz.

— İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını (Şeriatlar­la mükellef tutulmayacağını, öldükten sonra dîrilip hesap vermiyeceğini) mi sanıyor? (KUR’AN : El - Kıyaame 36).

Madem ki, insanlığın bu hayat akışı, ilâhî bir plân ve Rabbani bir nizam içinde vukua gelmektedir, sel sularına kapılmış giden bir yaprak üstündeki karınca gibi olmamak ve bu akışın ilâhî hikmetlerini, tefekkür gücümüzle, aklı­mızla, idrakimizle, ilmimizle, imânımızla tetkik, tesbit ve tahkik etmek borcundayız.

ÇIRPINDIKÇA BATANLAR

Akla gelecek ilk sual şu olabilir: “Bu eserin telif ediIiş gayesi nedir? Niçin böyle bir esere ihtiyaç duyulmuş­tur?”

Cevabımızı, yaşadığımız dünyanın manzarasına kısa­ca bir bakışla vermeğe çalışalım:

Dünya, bir nizamsızlık ve felâket meşheri halindedir.

İnsanlık, bu nizamsızlık ve felâketin hem bizzat dâvetçisi ve hazırlayıcısı, hem de bu nizamsızlık ve felâket zul­münün mazlumu durumundadır. Bu dayanılmaz buhrandan kurtulmanın ve mânâsını bilerek veya bilmeyerek diline doladığı bir “Mutluluk = Saadet” hayali peşinde koş­manın gayreti içindedir. Bir taraftan muhteris bir açlıkla “Mutluluk = Saadet” arayan çağdaş insan, çamur deryasında çırpındıkça batan bir felâketzede gibi, diğer taraftan “Mutluluk = Saadet” bahşedecek bütün yol­ları kendi eliyle tıkamak, yasaklamak, iptal etmek tezadı içindedir. Bu haliyle insanlık, bir eliyle kurduğu mimariyi öbür eliyle yıkan bir çocuk, bir deli, bir psikopat gibidir. Bütün insanlığın topyekün ve bir anda delirmesi muhal ol­duğuna, çocukluk devrelerini de yüzbinlerce sene önce ya­şamış, geçirmiş olduğuna göre, insanlığın bugün bir ruh buhranı geçiren hasta bir bünye olduğunu ifade etmek, herhalde en isabetli tesbit olacaktır.

Yirminci asrın içinde geçirilen iki büyük dünya sava­şı insanlığa ölüm, kan, zulüm, yokluk, ızdırap, sefalet, anarşi, ümidsizlik, imansızlık ve korku getirdiği halde, bu acı tecrübelerden ibret alamayan insanlar, hâlâ kör bir ihtirasın, kuru ve kaba bir materyalizmin ve menfaatin esiri olarak dünya mes’elelerinin savaş yoluyla çözülece­ğini zannediyorlar. Ruh keyfiyetinden, fikir ve ideal haysi­yetinden, merhamet ve gerçek kurtuluş şartlarından mahrum harplerin, insanlığı harbe başladığı noktadaki problemlerinden çok daha girift mes’elelere sürüklediğini unutmuş görünüyorlar. Modern teknoloji, insanlığı mahvedecek alet ve vasıtaların istihsai ve imalâtı için maalesef müsaid bir seviyeye erişmiştir ve daha da gelişmektedir.

                                                                                     (Ölümsüz Gerçek, 1977)

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör