Araştırmacı-yazar. 29 Ekim 1960, Ürgüp / Nevşehir doğumlu. Ayazma
İlkokulu, Mithat Paşa Kız Teknik Lisesi, Marmara Üniversitesi İlâhiyat
Fakültesi (1984) mezunu. Ortadoğu ve İslâm Ülkeleri Enstitüsü Sosyoloji
Bölümünde “Adab-ı Muaşeret Kitapları ve Gündelik Hayatın Değişimi” adlı
tezi ile yüksek lisans (1998) yaptı. İstanbul Müftülüğünde eğitim uzmanı
olarak görev yaptı. Makaleleri Kadın ve Aile, Yeni Dünya, Sena
dergilerinde yayımlandı.
ESERLERİ:
Osmanlı’da Gündelik Hayatın Değişimi ve Adab-ı Muaşeret (2000), Osmanlıdan Cumhuriyete Kadının
Tarihi Dönüşümü (ortak kitap, 2000), Gündelik Hayatlar ve Fetvalar (2004),
Fetva Sorularında Değişen Kadın Yaşamı (2004).
KAYNAK: Dücane Cündioğlu (Yeni Şafak,
2.5.2000), Yıldız Ramazanoğlu / Söyleşi (Umran, Temmuz 2004), Gülden Aydın /
Söyleşi (Hürriyet Pazar, 17.11.2004), Necmettin Çakmak / söyleşi (Millî Gazete,
14.12.2004), İdris Saruhan /Söyleşi (Gerçek Hayat, 24.12.2004), Hüseyin Öztürk
(Vakit, 13.12.2004), Zeynep Öymez (Anadolu Gençlik, 16.1.2005), İhsan
Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
İnsan
davranışlarının nasıllığı ile toplumsal alanın nasıl kullanılacağı arasında
paralel bir ilişki vardır. İnsan davranışlarının belli ahlâki ve estetik
kaygılar çerçevesinde şekillenmesi, toplumsal alanın ortak kullanım alanı
olması sonucu gerçekleşmiştir. Nitekim Norbert Elias Batı Avrupalı çağdaş
bireyin ortaya çıkış sürecini incelerken bu gelişmeye dikkat çeker. Elias bu
gelişmeyi "medenileşme" süreci olarak tanımlar. Bu tarihsel oluşuma
etki eden ekonomik gelişme genel anlamda ortaçağdan sonra Avrupa'da gelişen
pazar ekonomisidir. Bu süreç aynı zamanda toplumsal ve psikolojik sürede
bağlantılı olarak işler.
18.
yüzyıldan itibaren sosyal hayatı yeniden biçimlendirmede etkili olan
modernleşme, insanın geleneksel dönemde din merkezli olarak şekillendirdiği
zihnini, hareketlerini ve dolayısıyla toplumsal alanı kullanma biçimini
değiştirmiştir. Modernleşmeyle toplum hayatını belirleyen yapılar -siyasi,
sosyal, kültürel- geleneksel dönemden farklı olarak tamamen değişmiştir.
Böylece toplum hayatında insan ilişkilerinin nasıllığını, bir başka ifadeyle
âdâb-ı muaşereti şekillendiren felsefi arka plân da değişmiştir. Değişimin
insana getirdiği en önemli problem, artık hayatın "parça"lı olarak
algılanmasıdır. Bu algılayış düzeninde sosyal hayatı şekillendiren veriler
geleneksel dönemden farklı olarak dünya/ ahiret merkezli olmaktan çıkmıştır.
Bilakis dünya ile ahiret bir araya gelemeyecek şekilde birbirinden
uzaklaştırılmıştır. Bu sonuç toplum hayatının "kamu" ve
"özel" alan olarak algılanışı, dolayısıyla dinin kamusal alandan
soyutlanması sürecini başlatmış ve hızlandırmıştır. Bu ayrışma Batı toplumunda
bireyin kendini "rasyonel" ve "duygusal" ikilemi içinde
algılaması sonucunu ortaya çıkarmıştır ki bu durum aynı zamanda çağdaş bireyin
geleneksel dönemden farklılaşan yaşama biçimini, tavır alışlarını ifade eder.
Kamusal alanda duygusal tavır alışlara, özellikle dini ifade eden davranışlara
sembollere yer yoktur. Kamusal alan bireyin kendini bir biçimde ifade edecek
olan bütün duygu ve kimliklerinden ayrışmış olarak bulunabileceği bir yerdir.
Özel alan ise bireyin kamusal alanda gizlediği duyguları ve dini sembollerini
göstereceği alandır.
Âdâb-ı
muaşeret, topluma özgü yaşama biçiminin ifadesi olarak algılandığında, yaşama
biçiminin değişimi âdâb-ı muaşeretin de değişimini beraberinde getirecektir.
Dolayısıyla medenileşme kodlarıyla harmanlanan ve bütün dünya toplumlarına
"standart medeni tavırlar" olarak lanse edilen "Batı âdâb-ı
muaşereti", toplumların kendine özgü yaşama biçimine ait davranış
kalıplarıyla karşılaştığında ciddi gerginliklerin hatta kırılmaların
yaşanmasına neden olacaktır. Nitekim Batı - dışı toplumların medenileşme tarihi
aynı zamanda toplumsal - tarihsel süreklilikte bir çok kırılma noktalarının
yaşandığı örneklerle doludur. Dolayısıyla bu alan sosyal tarihin olduğu kadar,
sosyal psikolojinin de inceleme alanıdır.
(Osmanlı'da Gündelik Hayatın Değişimi ve Adâb-ı Muaşeret, 2000)