Şair ve
yazar, sosyolog, akademisyen, profesör (D. 1914, Nizip / Gaziantep - Ö. 11 Ağustos
2020, İstanbul). Şair ve çevirmen Tuğrul Tanyol’un babasıdır. Nizip Cumhuriyet
İlkokulu (1926), Adana Öğretmen Okulu (1931), Ankara Gazi Terbiye Enstitüsü
Edebiyat Bölümü (1935), İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü (1944) mezunu.
Türkçe,
edebiyat ve felsefe öğretmeni olarak Yozgat Lisesi (1936), Çorum Ortaokulu
(1937), İzmir Tilkilik Ortaokulu (1938-40), İstanbul Eyüp Ortaokulu (1940-44),
Taksim ve Haydarpaşa liselerinde (1945) görev yaptı. 1944’te “Schopenhauer’da
Ahlâkın Temeli” adlı tezi ile yüksek lisansını bitirdi ve 1946 yılında
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesine sosyoloji asistanı olarak girdi. “Haz
ve Elemin Ahlâkta Yeri” adlı çalışmasıyla (1949) doktorasını tamamladı ve “Örf
ve Adetler Sosyolojisi Açısından Sanat ve Ahlâk” adlı takdim tezi ile
(1953) doçent, 1961 yılında profesör oldu. Öğretim üyeliği ile birlikte 1972-82
yılları arasında Sosyoloji Enstitüsü Müdürlüğü ve bölüm başkanlığı yaparak
emekliye ayrıldı.
Prof. Cahit
Tanyol, üniversitedeki görevi sırasında bilimsel yetersizliklerini ileri
sürerek, Turhan Yörükân ile Ayda Yörükân adlı iki asistanın üniversiteden
ihracını istemişti. Bunun üzerine bu iki asistan da bir bildiri yayımlayarak,
Tanyol’un bilimsel yetersizliğini ileri sürdüler. İddialar basında yankı
bulunca olay bir çatışma düzlemine taşınarak yazarlar arasında uzun süre
tartışma konusu oldu. Olay, Türkiye Büyük Millet Meclisine kadar intikal etti.
Tanyol’un “Gurup,
Taşbaşta Akşam” başlıklı ilk şiirleri İsmail Habip Sevük’ün Adana Maarif
Emini iken çıkardığı Maarif Mecmuası’nda yer aldı. Şiir ve yazıları,
1928 yılından 1932 yılına kadar Servet-i Fünûn, Yenilik, İçtihat;
sonraları Aramak, Varlık, Değirmen (1942-44, 12 sayı), Akademi,
İnsan, Aile Küçük Dergi, Yeni İnsan, Yön, Hisar, Realite, Türk Yurdu dergilerinde
yayımlandı. Yeni Sabah, Cumhuriyet, Milliyet, Son Telgraf, Güneş sürekli
olarak yazdığı gazetelerdir. Fransızca ve Türkçe yayımlanan Realite
dergisinde çıkan Seyahate Davet adlı şiiriyle birincilik kazandı. 1957
yılından itibaren İngiltere, Fransa ve İspanya’yı gezip gördü. Bu ülkelerde
düzenlenen uluslararası sosyoloji kongrelerine katıldı.
Tanyol,
Cumhuriyet, Milliyet, Güneş Sabah gibi gazetelerde yazdığı köşe yazılarından
bir bölümünü 2014’te ‘Sancılı Toprak’ adıyla okuyucuyla buluşturdu. Son olarak
1991-2003 yılları arasında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde ders
verdi
Türkiye
Yazarlar Sendikası, Edebiyatçılar Derneği, Türk Sosyolojisi Derneği, Yahya
Kemal’i Sevenler Derneği, Turing Kulübü üyesiydi.
Vefatı:
Prof. Dr.
Cahit Tanyol, 11 Ağustos 2020 günü sabahı İstanbul Kadıköy Moda'da bulunan
evinde, 106 yaşında vefat etti. Tanyol’un cenazesi 14 Ağustos Cuma günü ikindi
namazını müteakip Kadıköy Moda Camii’nde kılınacak cenaze namazının ardından
Karacaahmet Mezarlığına defnedilecek.
Cahit Tanyol İçin Ne Dediler?
Oğlu şair
ve çevirmen Tuğrul Tanyol, babasının vefat haberini “Bir imparatorluğun
yıkılışını, bir Cumhuriyetin kuruluşunu 2 dünya savaşının yıkıntılarını gördü.
I. Dünya Savaşı’nda şehit olan babasını hiç tanımadı, tek bir fotoğrafına bile
sahip olamadı. Hep buna yanardı. Onlarca kuşak insanı eğitti. Şairdi,
eleştirmendi, düşünürdü. Eksikliğini hep duyacağım. Hoşça kal babacığım”
ifadeleriyle duyurdu.
***
Tanyol
hakkında kitap ve tez kaleme alan Dr. Erkan Çav, AA muhabirine yaptığı
açıklamada, Tanyol'un Osmanlıca şiirleri yayınlanan, Türkiye Cumhuriyeti'nin de
kuruluşundan itibaren her aşamasına şahitlik eden biri olduğunu söyledi.
Çav,
Tanyol'un 2015-2016'ya kadar bilfiil fikir ürettiği belirterek, "80 yıla
yakın fikir hayatında Türk sosyolojisine hizmet etmiş, fikirler üretmiş, aynı
zamanda eleştirilebilecek ama Türkiye tarihi, düşüncesi ve sosyolojisi için
tarihi bir öneme sahiptir. Dünyaya Batı'dan değil, Anadolu'dan, Türkiye'den,
'Biz'den bakan bir insan. Her şeyi eleştirilebilir ama fikri olarak bu
toprakların insanıdır." diye konuştu.
Tanyol'un
kaleme aldığı eserlerin yanı sıra çevirileri de bulunduğuna işaret eden Erkan
Çav, şunları kaydetti:
"Bugün
ülkemizde yerli sosyolojiden bahsediliyorsa, Anadolu'nun tarihine, kimliğine,
kültürüne ve medeniyetine sahip çıkan bir fikir dünyası varsa Cahit Tanyol
bunun öncülerinden biridir. Çok farklı fikir akımlarıyla iç içe olmuş ama
temelde Türkiye'yi savunan bir noktada yer almıştır. Sosyologlara da 'Siz
Türkiye'nin sosyoloğusunuz, Türkiye'yi çalışacaksınız, Türkiye'yi
savunacaksınız. Batı teorilerini, düşüncelerini değil öncelikle kendi teori ve
düşüncelerinizi geliştirin, onlarla Türkiye'yi anlayacaksınız.' derdi."
ESERLERİ:
Şiir:
Kuruluş ve Fetih Destanı (1969), Son Liman (bütün şiirleri, 1992), Düş Yorgunu (tüm şiirleri, 2001).
Deneme-İnceleme:
Örf ve Adetler Sosyolojisi Bakımından Sanat ve Ahlâk (1952), Sosyal
Ahlâk - Laik Ahlâka Giriş (1960),
Sosyolojik Açıdan Din-Ahlâk-Laiklik ve Politika Üzerine Diyaloglar (1970), Atatürk ve Halkçılık (1982), Türk Edebiyatında Yahya Kemal (1985), Türk Edebiyatında Yahya Kemal (1985),
Laiklik ve İrtica (1989), Çankaya Dramı (1990), Türklerle Kürtler (1993), Schopenhauer’da Ahlâk Felsefesi (1998), Neden Türban Şeriat ve İrtica (2002), Hoca Kadri Efendi’nin Parlamentosu (2003), Sancılı Toprak
(2014).
KAYNAKÇA: Bediî Faik / Üniversite’de Skandal (Dünya, 31.3.1963),
Bediî Faik / Üniversite’de Skandal!... (Dünya, 1.4.1963), İstanbul
Üniversitesinde Büyük Bir Skandal (Yeni İstanbul, 1.4.1963), İstanbul
Üniversitesinde Skandal (Yeni İstanbul, 2.4.1963), Emil Galip Sandalcı /
Edebiyat Fakültesinde Skandal (Yeni Sabah, 2.4.1963), Esin Talu / Kimlere
Profesör Diyoruz? (Akşam, 3.4.1963), Tarık Buğra / Ciddî Bir Konu Oldu (Yeni
İstanbul, 4.4.1963), Bediî Faik / Üniversite Bu Adamın Çiftliği midir? (Dünya,
4.4.1963), Sabiha Deren / Çizmeden Yukarı Çıkmayın Bakalım… (Yeni İstanbul,
6.4.1963), Tarık Buğra / Atatürk’ü Kurtarmak (Yeni İstanbul, 6.4.1963), Tarık
Buğra / Atatürkçülere (Yeni İstanbul, 7.4.1963), Profesör (Dünya, 29.4.1963),
Cahit Tanyol / Çürümüş Ahlâk (Cumhuriyet, 5.4.1963), Zavallı Profesör (Yeni
İstanbul, 7.4.1963), Tarık Buğra / “Çürümüş Ahlâk” (Yeni İstanbul, 8.4.1963),
Esin Tâlu / Palavracı Âlim (Akşam, 10.4.1963), Sabiha Deren / Sen Daha Orada
mısın? (Yeni Sabah, 13.4.1963), Cahit Tanyol / İki Kadro (Cumhuriyet,
19.4.1963), Sabiha Deren / Cesarete Bakın (Yeni İstanbul, 22.4.1963), Ayda
Yörükân – Turhan Yörükân / Cahit Tanyol’un “Not”una Cevap (Cumhuriyet,
11.5.1963), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar
Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli
ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006,
gen. 2. bas. 2007), Birsen Pekçolak - Zeki Büyüktanır / Homeros’tan Günümüze Anadolu
Destanları (2002), Turhan Yörükân – Ayda Yörükân / Üniversitede İlim ve Ahlâk –
Cahit Tanyol ve Sosyoloji (yay. haz. Ali Birinci, 2003), İhsan
Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi (2. bas., 2009), Prof. Dr. Cahit Tanyol vefat etti -
"Türkiye Sosyolojisi" anlayışının öncüsü Prof. Dr. Cahit Tanyol vefat
etti (cnnturk.com, 11.08.2020), Sosyoloji
dünyasında bir devir sona erdi (karar.com, 12.08.2020 ).
Hani şu güz
yağmuru altında,
Neylesem,
netsem.
Uyuşup
bulutlarla
Başımı alıp
gitsem..
Geri dönmek
korkusu
Kalsın içimde
yeter...
Hani yirmibir
yaşımın aydınlığında,
İçimde hicreti
bütün kuşların.
Yola düşsem.
Dert biter,
kaygı biter, iş biter...
(Hisar, Temmuz 1953)
Yıl 1931,
yaş onyedi,
Bir küçük
kız sevdim Çukurova´da,
Adı
Elifeydi,
İlk aşkım,
ilk sevgilim,
Dokunsam
solacakmış gibi gelirdi bana,
Tutuşur,
tutuşurdu elim.
Bir bahar
sabahı, mayısın yedisinde
Bir oyun
oynamıştık çocuksu
Dilberler
Sekisi'nde
Ne benim
aklıma geldi bir şey,
Ne onun.
Takıldık
büyülü ağlarına,
"Of
derdim var" oyununun.
Menekşeydi
onun adı,
Devedikeniydi
benimki.
Bir
doyumsuz uçuştur aşkların ilki
Tek söz
geçmedi aramızda aşka dair
Tek düşünce
yoktu içimizde aşktan öte
Bir
yakınmada düğümlendi bütün gönül öykümüz,
Evlere,
damlara yakıştırmazdım onu
Mayıs
akşamlarının sert kokulu
Çiçeklerine
karışır, düş olurdu.
Bir Elife´m
vardı dağlarda gezer,
Bulutlarda
yürür,
İçimde
gülüş olurdu.
Gece
çökünce pencereme
Uzakta
Toros dağları
Ve gökte
yıldızlar
Ay altında
Gönlümüzce
bir evren kurulurdu.
Ne zaman
anılarla kalsam yapayalnız
Görünür
düşlerimin aynasında bu küçük kız
Alır
götürür beni uzaklara
Yıllar
geçivermiş kendi bildiğine.
Akan suya
vurulmuyor gem
Gençlik
günlerimin ilk gözağrısı.
Elife´m
şimdi nerde,
Yaşıyor mu
bilmem?
Bu gönül
özleminden habersiz.
Fakat şimdi
baraj sularının altında kalan işsiz,
Ağacın
gölgesinde
Ürkek ve
sokulgan bana bakıyor hâlâ,
Zamanı
durduran bu küçük kız.
1 —
Bugünkü Türk şiiri hakkındaki fikriniz nedir?
«Önce
bu suali hangi yönden soruyorsunuz, bunu belirtmek lâzım. Çünkü her devrin
kendine mahsus bir şiir anlayışı ye güzel telâkkisi var. Zihnî ölçülerimizi, bilhassa
değerler sahasında, bir çağın içtimaî hayatından tamamıyla ayırmak güçtür Bugünkü
şiirin bir çok problemleri var. Şair gerek kendi iç hayatına ve gerekse içtimaî
realitelere daha yakından ve daha samimi bakmasını biliyor. Eskiler, (Bununla
Tanzimat’tan bu yana edebiyatımızı kastediyorum) realiteye az çok bir
kartpostaldan bakarlardı veya Divan Edebiyatımızda olduğu gibi kelimelerin
hünerine sığınırlardı. Ben şiirin bir dil hüneri olduğuna kani değilim. Şiir
bir gerçeğin, bir yaşanmış halin ifadesidir. Yalnız bu gerçek sözü yanlış
anlaşılmasın. Şiir gerçeğin peşinde olmakla beraber, gerçeği ön plâna alan fikirlerin
dışındadır. Çünkü gerçek dahi olsa her peşin fikir sanata zarar verir. Sanat,
peşin fikirden nefret eder, fikri beraberinde getirir. Bizim bugünkü şiirimiz
doktriner temayüller dışında bir takım gerçeklere inanıyor. O, vezinden,
kafiyeden ve diğer söz sanatlarından ziyade; sanatkârın ruhundaki realite
duygusuna varmak istiyor, öyle sanıyorum ki halk şiiri müstesna, şiirde ilk
defa çıplak samimiyeti yeni şiirde buluyoruz. . ..
Şüphesiz
burada Yahya Kemal'in hakkını inkâr etmemek lâzım. Şiirimize bütün olarak ilk
hakiki lirizmi getiren odur. Lirizm diyorum, bunu deyiş ve duyuşta samimiliğin
karşılığı olarak kullanıyorum. Yahya Kemal’den önceki şiir samimi değildi.
Daha doğrusu şair farkında olmadan bazan samimi olurdu. Onların bu samimiyeti
umumiyetle santimantalizmin hududunu aşmaz.
Santimantalizm, aslında yapmacık olanın, duyulmamış olanın ifadesidir.
Şair duymasa bile duymuş görünmeye çalışır. Bugünkü şiir samimilik gayretinden
ziyade duyulmuş olanın ifadesine çalışıyor. Şüphesiz bunu asırlarca yapmacık
bir dilin içinde gerçekleştirmek güçtü. Son nesli halk deyimlerine sürükleyen
dildeki sadeleşme temayülünden ziyade duyulanı söze olduğu gibi aktarmak
ihtiyacıdır. Eski kitap dilimiz onlara modası geçmiş bir kalem efendisi gibi
ağır geliyor.
Bununla
beraber, bugünkü şiir bütün imkân ve değerlerini ortaya atmış değildir. Yeni
bir hayat, anlayışının başlangıcındayız. Hayata bu yeni bakış tarzımız,
hadiselere karşı, tavrımızı değiştirmektedir. Bundan önceki şiirde bir alaturkalık
vardı. Batı düşüncelerini dahi kendi kalıbına sokmadan rahat edemiyordu. Kendi
kalıbına derken burada yerli kalıbı değil, alaturka kalıbı kastediyorum.
Alaturka kalıp, bir realite değil, bir zihniyettir. Bu zihniyet fizik âleme
olduğu gibi, değerler âlemine de bir hadis ve tefsir zaviyesinden bakar. Bugünkü
jürimiz bu zihniyetten tamamıyla uzaklaşmıştır. Gerçi teker teker ele alınınca
ortada otorite olmuş değerler bulmak güçtür. Fakat amatör şairler arasında dahi
eskilerin nadiren bulabildikleri güzellikler vardır. Bunlar, ömründe bir mısra
dahi söyleyememiş olan Ekrem bey kadar dahi gösterişli değildirler. Buna
rağmen, her neslin şiirlerinden bir antoloji yapılsaydı, öyle sanıyorum ki
bugünkü şiir bir hayli ağır basacaktı.
2 —
Nesrimizin bugünkü gidişini nasıl buluyorsunuz, hikâye ve roman için ne
dersiniz?
Şiir
için söylediklerimi nesir için de tekrarlamak mümkündür. Türkçe hakiki sesini genç
neslin küçük hikâyelerinde buldu dersem üstatlar gücenmesin. Bir Sait Faik,
son nesilden sayılmamakla beraber, Servetifünun hikayecilerinin hayal dahi edemeyeceği
bir Türkçe ile konuşuyor. Hele son zamanlarda birkaç hikâyesini okuduğum Vüsat
O. Bener’in kaleminde Türkçe kıvrak, neşeli, muzip, velhasıl ruhun bütün
temayüllerini ifade eden bir güzelliğe sahip. O bazı gençlerin yaptığı gibi Nurullah
Ataç'ın yapmacık ve yavan deyiş tarzını taklit etmiyor. Bu arada Tarık
Buğra'yı, Haldun Taner'i zikretmemek haksızlık olur. Tank Buğra hikâyelerinde
içtimaî gerçeği ifade etmek için hiç bir bayağılığa sapmak lüzumunu duymuyor.
Yeni
nesil roman sahasında henüz kendisini kabul ettirmiş hikâyelere büyük Türk
romanının ilk müjdecileri gözü ile bakmak yanlış olmaz kanaatindeyim.
3 —
Sonatın cemiyet içindeki rolü size göre ne olmalıdır, sanatkârın cemiyet içindeki
yeri nedir?
Sanatın cemiyet içindeki rolü sözünden onun bir içtimaî vazifesi olduğu mu kastediliyor? Hiç bir sanat eseri, cemiyet içinde belli bir vazifenin hizmetinde olduğunu aklına getirmez. Bununla beraber gerçek sanat cemiyete tesir eder. Fakat burada cemiyet deyince neyi anlamak lâzım? Cemiyet müşahhas bir şey değildir. Ona, bir kıymetler manzumesi diyebiliriz. Cemiyetin kıymetler manzumesi ise, günün aktüel cereyanlarının üstünde ve dışında bir nizam kurar. Sanat, işte bu nizam içinde bir role sahiptir. İlk çıkışında en yadırganan eserler dahi, eğer hakiki bir sanat değeri taşıyorlarsa, sonradan içtimaî kıymetler içinde yer alırlar. Yalnız sanatın cemiyette pratik ahlâk nevinden bir rol oynadığı iddia edilemez.
Düşüncemi daha açık söylemek için meseleyi şu tarzda da ele alabiliriz. Sanatın cemiyet içinde, oynadığı rolden onun faydası mı kastediliyor? Son. zamanlarda bir şair bu bayat münakaşayı yeniden diriltmek için bir hayli ceht sarf etmektedir. Gerçi sanat faydasız ve bazılarının zannettiği gibi bir oyun değildir. Fakat burada fayda kelimesinden ne anlamak lâzım?
Eğer bundan fayda gayesi gütmek kastediliyorsa, bu sanatı bir başka kıymetin emrine vermek olur. Sanat faydalıdır, tıpkı ahlâk nasıl faydalı ise. Fakat ahlâk fayda gayesi güttüğü zaman artık ahlâk olamaz. Ahlâkın mahiyeti fayda gayesi gütmeden, faydalı olmayı icabettirir. Onun karakteri hasbîliktir. Sanat da tıpkı ahlâk gibi hasbîdir. Nasıl ahlâk hasbî olduğu nisbette faydalı ise, aynı şeyi sanat için de söyleyebiliriz. Sanatın faydasız olduğunu ileri sürenler umumîyetle onun bu hasbî karakterini yanlış bir tefsire tâbi tutmuşlardır, ve bu yanlış tefsirin karşısında sanatın fayda gayesi güttüğü iddiası yine yanlış olarak ortaya çıkmıştır. Sanat faydalıdır, fakat fayda gayesi gütmez.
4 — Bizde neden münekkit yetişmiyor, tenkit sahamızın zayıflığını neye bağlıyorsunuz?
Niçin böyle bir sual sorduğunuzu anlayamadım. Ben tenkit sahasının zayıflığına kani değilim. Her iyi sanatkâr aynı zamanda kendi neslinin tenkidini de birlikte getirir. Fakat bizde tenkit deyince bir takım profesyonel yazarların sanat üzerindeki gevezelikleri kastediliyor. Filân adam münekkiddir demek kadar komik bir fikir olamaz. Meselâ: küçük sanatlarda bir kunduracı, bir de kundura münekkidi diye bir şey düşünmek ne kadar gülünçtür. Bir terzi bir kunduracı için düşünülmesi abes olan münekkit tipi, niçin sanat için abes olmasın? Bir dostum, bu cinsten sanat tufeylilerini «Bal vermeyen eşek arıları»na benzetirdi. Bence bizdeki münekkit tipinin en iyi tarifi budur.
5 — Teni ealişmalaraufe hakkında bilgi verir misini»?
Sanat ve ahlâk münasebeti» admda telif bir kitabım bitmek üzeredir. Sanatın, ahlâki ve diğer içtimaî değerlerle öten münasebeti eserin ağırlık noktasını teşkil etmektedir.
Yahya Kemal, adlı bir kitap hazırlamaktayım.
Ayrıca muhtelif gazete ve dergilerde çıkmış yazılarımdan bazılarını ve şiirlerimi kitap
halinde toplamak istiyorum.
(Suat Uzer / Cahit Tanyol’