Şair,
çevirmen, akademisyen, sosyoloji profesörü. 14 Ocak 1953, İstanbul doğumlu.
Şair ve yazar Prof. Dr. Cahit Tanyol’un oğludur. Moda İlkokulu (1963), Saint
Joseph (1968) ile Kabataş Erkek Lisesi (1972) ve Boğaziçi Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü (1977) mezunu. Doktorasını “Kültür Kişilik Kuramları” başlıklı
tez çalışmasıyla İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde
(1980) yaptı. Çalışma hayatına aynı yıl Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesinde asistan olarak başladı. Öğretim üyeliği görevini aynı
üniversitede doçent ve profesör olarak sürdürdü.
Metin Altıok Şiir Ödülü 8 kasım 2016 salı günü akşamı, Şişli Belediyesi Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Merkezi'nde yapılan törenle Tuğrul Tanyol'a verildi.
Tanyol, törende yaptığı kısa konuşmada, "Metin Altıok Türk şiirinin önemli bir şairi olmasının yanında 70'li yıllardaki şiir tıkanıklığını açan bir şairdi. Çölün ortasında akan duru bir su gibiydi. Gezgin, Yerleşik Yabancı ve Kendinin Avcısı'yla ard arda gelmiş müthiş şiirler Küçük Tragedyalar ile bir yerde bizim önümüzü açmıştı… Necatigil gibi küçük şeylerden söz ederken büyük şeyler söylemeyi bildi... O da benim gibi bir sonraki yaş kuşağına eklemlendi. Bu nedenle de yakınlık duymuşumdur. Seçici kurulunda bulunduğum ilk Cemal Süreya Ödülünü ona vermiş olmanın mutluluğunu da yaşadım." dedi.
İlk şiiri Yeni
İnsan dergisinde yayımlanmıştı (1970). Şiir ve yazıları daha sonra Varlık,
Somut, Türkiye Yazıları, Adnan Özer ve Haydar Ergülen’le çıkardığı Üç
Çiçek (1983), Mehmet Müfit ve Metin Celal’le çıkardığı Poetika
(1985) dergilerinde yer aldı. 1980 yılında Sanat Emeği Dergisi Şiir Ödülünü,
ikinci kitabı Ağustos Dehlizleri ile (1985) Behçet Necatigil Şiir
Ödülünü kazandı. Türkiye Yazarlar Derneği (1995-96 dönemi ikinci başkan) ve PEN
Yazarlar Derneği üyesidir.
“Birbirine
sıkı örgülerle örülmüş imgelerle şiirini kuran Tanyol’un şiirinin asıl özelliği
de bence imgeye dayanması. Kimi zaman düşsel resimler çizen ancak asıl
özelliğini, renkleri, kokuları, nesneleri ve şeyleri bazan iki üç duyuya, bazan
da daha çoğuna göndererek oluşturan bu imgeler, uyak bolluğu, sesin ve ritmin
yardımıyla ahenkli bir birlik oluşturur.” (Metin
Cengiz)
ÖDÜLLERİ:
1980 İstanbul Devlet Güzel Sanatlar
Akademisi Şiir Yarışması'nda Sanat Emeği Dergisi Şiir Ödülü,
1985 Behçet Necatigil Şiir Ödülü ( Ağustos Dehlizleri ile),
2016 Metin Altok Şiir Ödülü.
ESERLERİ:
Şiir:
Elinden
Tutun Günü (1983),
Ağustos
Dehlizleri (1985),
Sudaki
Anka (1990),
Oda
Müziği (1992),
İhanet
Perisinin Soğuk Sarayı (1995),
Toplu
Şiirleri 1971-1995 (1997),
Büyü
Bitti (2000).
Her
Şey Bir Mevsim (2006),
Öncesi
ve Sonrası (2012),
Yedi
Kitaptan Seçtiklerim (2012).
Deneme:
Şiir
Sanatı Sorunları (1985).
Çeviri:
Yeniden
Çarmıha Gerilen İsa (N. Kazancakis’ten,
1982),
Kötü
Saatte (G. G. Marquez’den, 1987),
Bir
Üçkâğıtçının Anıları (S. Guitry’den, 1991),
Kahvehane
Şiirleri (R. Mc Kane’den, Selahattin
Özpalapıyıklar’la birlikte, 1994),
Kılıçtan
Keskin Dudaklar (V. Aleixandre’dan, 1996).
KAYNAKÇA: Metin Cengiz / Tuğrul Tanyol’un İmge Dünyası (Sombahar,
sayı: 2, Kasım-Aralık 1990), Evren Erem / Söyleşi - Orhan Kahyaoğlu /
Görsellik, Sembol ve İmgenin Çakıştığı Nokta: Tuğrul Tanyol Şiiri (Sombahar,
sayı: 11, Mayıs-Haziran 1992), TDE Ansiklopedisi (c. VIII, 1998), Hayriye Ünal
/ Tuğrul Tanyol’un Şiiri (Dergâh, Mayıs 1998), Ş. Kurdakul / Şairler ve
Yazarlar Sözlüğü (1999), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü
(2000), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar
ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009), Metin Altıok Şiir Ödülü 2016
törenle verildi... (gercekedebiyat.com, 09.11.2016).
SEN ELİMDEN TUTUNCA
TUĞRUL TANYOL
Sen elimden tutunca
Deniz basardı içimi
Sen elimden tutunca, yüreğim
Yeşil yosunlara takılıp günlerce
Dip akıntılarının peşisıra gitmek isterdi.
Günlerce, gözbebeklerini tutuşturan o gizli alevin kaynağını
Sorardım kendime. Geceler boyu yolumu arardım zor ve
aşılmaz tepelerde. Sonra ışıklar söner, sonra yıldızlar
Düşerdi içimdeki serin göllere. Sen elimden tutunca
Ben miydim, yoksa bir başkası
yürüyen seninle...
Dalgalara ve rüzgâra basmadan yürüyen.
Sen elimden tutunca
Bir mavilik çökerdi gözlerime
Sonra tüm denizler çekilir
Bir orman uğultularla sarsılır
Bir güvercin sürüsü havalanırdı
Kış bürümüş yüreğimden
Sen tutunca ellerimden
Avlunun beyaz taşlarına dökülürdü
Kızıl yaprakları bir çınarın
Ve ben günlerce
O yapraklara gömülüp ölmek isterdim.
Panjurları açık kalmış eski evler gibiydik
Rüzgârda çarpan, başıboş ve ürkek
Sen elimden tutunca
Kayaları delip çıkardı bir çiçek.
Sen elimden tutunca
Yolculuk basardı içimi
Külrengi bulutlara takılıp günlerce...
SUDAKİ ANKÂ
"biz bülbül-i muhrikde mi gülzâr-ı fırâkız
âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden"
II. Selim
özlemin soğuk kışı, ırmağa karışan arzu
dallarda, üşüyen kanatlarından soyunmuş
sudaki billuru düşleyen ankâ
seslerimiz seslerimizi arıyor uzaklarda
ardımızda uzanan yollarda unuttuğumuz
kayıklar dolusu altın şarkı, mücevher, akik
ve kehribar ırmağın usulca yüzdürdüğü
eski bir şarabı taşıran esrik anılar
bahçelerden akardı ince bir kanûn renginde
güller ve güllere sürtünüp tutuşan rüzgâr
ağaç yağmurun biçimini alırdı uzaktan baksak yanılırdık
günlerin karaya çıktığı yerde dururdun
sıcak falında izlerin ve kumun
bir ses bir sese yansıtırdı pırıltısını
bir dağ bir dağı gölgelerdi ve o ıssız sürünün
tozları dağılınca başlardı gün
uzayıp giderdi yollar boyunca
ağacın ağaca fısıldadığı sürgün
zaman sesini yükseltiyor şimdi seyrelmiş otların arasından
kıyıya yanaşan kayıklardan iniyor
kalabalık, gölgesini ardında bırakıp
usulca bir imgeye dönüşüyor
ırmağın buzları erirken ötelerde
son kez dönüp bak, geride bıraktığın izleri topluyor çocuklar
eski bir evden, zümrüt bir kuleden
sevdiğimiz ve unuttuğumuz kadınların sözlerini uçuruyor rüzgâr
yaşamın acısı geçmiş buradan bir iz gibi sürüp toprağı
geçtik biz de çatısında binlerce ses çınlayan o ıssız geceden
karşılamak için seni: bilinmeyeni
artık susmalıyız, konuşsak bile
bizim acımızı kim anlayabilir
sen, sudaki rengine külünü savuran ankâ
ırmak akıp gitti, çoktan
küllerimiz küllerimizi arıyor hâlâ
ANNELERİN GENÇ
KALDIĞI YER
TUĞRUL TANYOL
Bütün ağlamaların dinmesi gerek bir şiiri yazmak için
Çünkü duyguların dinlendiği yerde başlar şiir
Sevginin üşüdüğü yerde yazı, çocukluğun bittiği
Ve hep genç kaldığı yerde annelerin.
Soluk pencereleriyle o eski evimizin
Şimdi asırlar öncesinden hiç dinmeyen
Aralık kalmış kapısında, biriken karların
Donmuş sıcaklığı, bu yürüyen usulca yüreğime.
Anne işte ben o çocuğum, yüreklerin tepesinden
Senin şarkında ürperen o ince bedenim
Dışarda karların büyük heykellerle dövüştüğü
Billur penceresinde çizilen, silik düşüncelerin.
Sana bakardım odanın hangi köşesinden
Bir resim takılmış gözlerime, belki gerçek
Sen en mutlu anların resmini çizerdin
Dudaklarında ürperen sessizliği o eski çinilerin.
Şimdi görünmez pencerelerini ovuyorum tozlu anılarımın
Dışardayım, kar yağıyor, anne üşüyorum
İçeri al beni, kollarınla sar, ısıt bedenimi
O eski odada, yüklerin tepesinden düşüyor düşüyorum.
Bütün ağlamaların dinmesi gerek bir şiir yazmak için
Çünkü duyguların dinlendiği yerde başlar şiir
Sevginin üşüdüğü yerde yazı, çocukluğun bittiği
Ve hep genç kaldığı yerde annelerin.
CEM GİBİ
-Mehmet Müfit'e-
TUĞRUL TANYOL
Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Gecenin yenik bahçesinde dolaştım, sarı bir yağmurdu
Bitip tükenmeyen kayalıkların ortasında mahsur
İçimde titrerken anılar ve kaçışın bakır kokusu
Çocukluğum bir taht odası, Bursa'da yenik sultanlığım
Bütün kapılar kapanmış, bütün kapılar sur
Döndüm, ardımda yansıyan o büyük aynayı gördüm
Varlığın ve hiçliğin kaynaştığı, göçebe yağmur.
Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Vardığımda yoktu bütün kapılar, iskele, gün batımı
Rodos'a doğru batık tekneler. Kadırgamın şişmiş
Tahtalarında çırpınan rüzgârı
Duydum, yüzümün büyük sularına çizilen.
Ta orada yüksek dağlar, bu dik ve acılı yol
Bir at kişnemesi, yağız gül kokusu
Çökmüş tapınakların altında gizli geçitler
Ve küflü mahzenlerinde taşlaşmış ölüler korosu
Giden kim? bu ilkyaz şafağında yolcu edilen habersiz
Beyaz kefenlerinde bürünmüş yürüyen bakirelerle.
Birden şimşek! ve göründü ve yokoldu kapılar
Yenilgi ve acı, kaçış ve sürgün. Zamanın yitik
Aynasında tüterken yalnızlığın bakır kokusu
Alnıma dökülmüş bu ilenç, bu belirsiz yolculuk
Duydum etime değişini bin kızgın demirin
Karanlık mazgallarından sarkan gövdemin...
Bir ilkyaz şafağında kurban edilmişliğim.
Birden yağmur! ve yüzümün yarısı akıp gider
Benim gözlerim yok, kurşun! sıcak ve ağdalı yüzgörümlüğüm
Issız oyuklarında derin uğultularıyla rüzgâr
Gözlerimin ıssız oyuklarında... Sıra kimde?
Batık teknemin suya gömülmüş ahşap direklerinde
Asılmış tüm yolcularım. Celal'im! Sinan'ım!
Bu deniz nereye gider, bir biz kaldık
Ve yağmur tüm kapıları siler.
Ben Cem, daha dün yarım imparatordum
Kestirdiğim paralarda soldu vücudum
Öldüm binlerce ölümle, kıyıya vuran cesedime baktım
Yağlı urganlar bağlayıp boynuma (iskele, günbatımı
Rodos'a doğru batık tekneler) yürüdüm, artık
Bana bu dünyada yer yok
Ne saray, ne köşk; ne rütbe, ne taht
Ağabey el ver yanına geleyim
Al beni, sonra istersen boğdur
Bir yanım zifiri karanlık, bir yanım... birden yağmur!
Günler bir ormanın sessiz çığlığına gömüldü
Kendi içine düşen dipsiz kuyulara. Cesaret:
Göz bebeklerimin içindeki karanlık ülke
Perili... ve hiç varılmayacak.
Gün soldu, eteklerinde kızıl pırıltılarla damlarken su
Bir at kişnemesi, yağız gül kokusu
Vardığımda yoktu bütün kapılar.
Ben yitik zamanın altında kaldım
Silindi kapılar ben dışarda kaldım
Bu soğuk, bu kimsesiz karanlıkta
Yalnızım, ellerimden başka yok fenerim.