Sosyoloji
profesörü, akademisyen. 16 Eylül 1952, Gaziantep doğumlu. 1969’da İstanbul
Üniversitesi Sosyoloji Bölümünü bitirdi.
Yüksek lisans tezi: “Bizans Kurumlarının Osmanlı Kurumlarına Etkisi”. Yan
dal olarak seçtiği Felsefe Tarihi çerçevesinde Antik Yunan Felsefesi, Orta-Çağ
Felsefesi ve Aydınlanma Felsefesi ile ilgili konuları ve filozofları inceledi. İktisat
Fakültesi'nden aldığı Sosyal Siyaset sertifikası çerçevesinde ise Sendikacılık,
İş Hukuku, İstihdam ve İşgücü, Kooperatifçilik, Sosyal Güvenlik gibi derslere,
iki yıl da Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü'nün derslerine devam etti. Bir yıl
kadar da Goethe Enstitüsü'nün Almanca kurslarını tâkip etti. Mezuniyetten sonra
dil imtihanını kazanarak doktora öğrencisi oldu. 1977 yılında Prof. Cahit
Tanyol, Prof. Amiran Bilgiseven Kurtkan, Prof. O. Arı, Prof. Nejat Göyünç ve
Prof. Tayyip Gökbilgin'den kurulu jüri önünde "Göçebelerde Sosyal ve Siyasî Kuruluş" adlı tezini savunarak
‘Doktor’ unvanını aldı. 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi
Sosyoloji Bölümünün açtığı dil ve bilim sınavım kazanarak adı geçen bölüme
asistan oldu.
Asistanlığı döneminde Batı Almanya'nın
Hamburg, Nürnberg-Erlangen ve Münich üniversitelerinde devlet felsefesi ve
siyaset sosyolojisi ile ilgili inceleme ve araştırmalar yaptı. 1985 yılında Prof. Amiran Bilgiseven Kurtkan,
Prof. O. Arı, Prof. Orhan Türkdoğan, Prof. Özer Ozankaya ve Prof. B. Gökçe'den
oluşan bir jüri önünde; ‘Kutadgu-Bilig'deki Toplum ve Devlet Anlayışı’ adlı
tezini savundu.
Profesör
olduktan sonra; Bursa Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Medikal Sosyoloji, Elazığ
Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde, Florence
Nightingale Hemşirelik Yüksek Okulunda Sosyolojiye Giriş; Mimar Sinan
Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümünde Türk Sosyoloji Tarihi
dersleri verdi.
Hâlan
İstanbul Aydın Üniversitesi’nde Sosyoloji Bölümü Başkanı olarak görev yapmakta
olan Prof. Dr. Mahmut Arslan, makalelerini Felsefe Arkivi, Tarih Enstitüsü
Dergisi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sosyoloji
Dergisi, Toplumbilim dergilerinde ve Tarih Metodolojisi ve Türk
Tarihinin Meseleleri Kolokyumu kitabında yayımladı.
ESERLERİ:
Step
İmparatorluklarında Sosyal ve Siyasi Yapı (1984),
Kutadgu-Bilig’deki Toplum ve Devlet Anlayışı (1987).
KAYNAKÇA:
İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi (2006, 2007), Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Prof. Dr. Mahmut
Arslan (murekkephaber.com, 15.05.2016).
MÜREKKEP SÖYLEŞİLER'DE BU HAFTA: PROF. DR. MAHMUT ARSLAN
Oğuz ÇETİNOĞLU
Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Oğuz Çetinoğlu, Prof. Dr.
Mahmut Arslan ile bir söyleşi gerçekleştirdi.
**
Oğuz Çetinoğlu: Yurdumuzdaki
Kürtçülük problemi, sosyoloji ilminin merceğinde nasıl görünüyor?
Prof. Dr. Mahmut Arslan: Kürtçülük hareketi bir milliyetçilik hareketidir. Fakat ben Kürt
hareketinin Türkiye için fazla bir tehlike oluşturduğunu zannetmiyorum.
Çetinoğlu: Farklı bir Görüş… ‘Milliyetçilik’
kavramı, ‘millet’ kavramı ile bağlantılıdır. ‘Kürtçülük hareketi’,
‘milliyetçilik’ olarak yorumlanırsa, ‘Kürtler’in
de ‘millet’ olduğu yorumu yapılabilir. Soruyu şöyle sorayım: Milletler tabîi
oluşum ve gelişim içersinde meydana gelirler. Şâyet ‘Kürt milleti’ varsa bu
millet, tabîi bir oluşumun neticesi midir yoksa Türkiye’nin başına birtakım
gaileleler çıkarmak isteyen dış güçlerin oluşturduğu suni bir yapı mıdır?
Prof. Arslan: Türkiye’den ve özellikle
Güneydoğu ve Doğu Anadolu’dan Almanya’nın birçok şehrine Kürt vatandaşlarımız
gitti. Bir baktılar ki Almanya’da ve bütün Avrupa’da Kürdoloji, Kürt Dili ve
Edebiyatı bölümleri var, yüksek lisans yapılıyor, doktora tezi falan… Mesela
ben Frankfurt’a gittiğim zaman bir Kürt çocuk doktora tezi hazırlıyordu. Zazaca
üzerine çalışıyordu. Alman hocalar var biliyorsunuz Keldal diye biri var
Paris’te Zazacanın aslında Kürtçe olmadığı Hitit dilinin bir kalıntısı olduğuna
dair bir çalışmaydı o. Ve birdenbire o bölgeden gelen Zaza Kürtler artık
kendilerine Kürt dememeye başladılar. Hatta birtakım haritalar çizip
‘Zazaistan’ toprağını belirlemenin telaşına düştüler.
Çetinoğlu: Mevzuumuzla bağlantılı
herhalde…
Prof. Arslan: Bunu anlatmaktaki kastım şu: Bu
bizim Almanya mâceramızla birlikte orada bir diaspora oluştu: Kürt diasporası.
Bunlar çalışıyorlar, para kazanıyorlar. Zaten PKK’nın en büyük finansman
kaynaklarından biri o. Ve iyi kötü bir Kürt entelijansiyası oluştu.
Çetinoğlu: Oluştu mu, oluşturuldu mu?
Kimler tarafından oluşturuldu?
Prof. Arslan: Hiçbir hareket, belirli bir
finansmanı olmadan belirli bir entelijansiyası olmadan gelişmez. Yani bu
Almanya mâceramız bizim için ufuk açıcı oldu ama ortaya da böyle manzaralar
çıkardı. Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi, Avrupa’nın, Fransa’nın biraz önce
söylediğim türdeki araştırmalar mesela bir Hollandalı profesör gelip, Irak’ta
Erbil, Selahattin ve Süleymaniye’yi, sonra da bizim Güneydoğu’yu ve Doğu’yu
dolaşmış. Cilt cilt Kürdistanla ilgili kitaplar yazmış. İlk büyük yayınlar hep
Avrupa’da, özellikle Hollanda’da, Belçika’da çıkmaya başladı. Şimdi ister
istemez bu kitapları okuyan genç insanlar Kürtçülük hareketine şartlanmaya
başladılar.
Çetinoğlu: ‘Kürkçülük hareketinin fazla bir tehlike
oluşturmadığını’ söylemiştiniz. Sizi bu kanaate vardıran etkenler nelerdir?
Prof. Arslan: Kürtçülük hareketinin önündeki
en büyük engeli bence şudur: Kürtlerin % 95’inin Sünnî olması, % 5
civarındakinin de Alevî olması. Bu Alevî Kürtler daha radikal ve Avrupa’da en
çok seslerini duyuranlar bunlar. Eğer bu sosyolojik yapımız Ortadoğu’daki
Kürtlerin tamamına Alevî, Ortadoğu’daki Türklerin tamamının Sünnî olması
şeklinde tecelli etmiş olsaydı yani ırkî fayla dinî veya mezhebî fay üst üste
otursaydı biz bu Güneydoğu’yu elimizde tutamazdık. En büyük gerçek şu: oraya
gittiğiniz zaman görüyorsunuz on binlerce, yüz binlerce Sünnî Türk ve Kürt
akraba olmuşlar. Ve özellikle Tunceli bölgesindeki Alevî Kürtlerle hiçbir
temasları yok. Sünnî Kürt, Alevî Kürtten kız alıp vermiyor. Malatya’nın kayısı
pazarında sordum ‘Kayısı bile getiremezler buraya.’ Diyor. İkisi de
Kürt Tunceli bölgesinden. ‘Çünkü biz onlardan değil kız, kayısı bile
almayız.’ Diyor. Buna benzer şeyler var, bu bizim şansımız. Yani bu iki
çatlağın üst üste oturmaması önemli bir şanstır. Bir de Osmanlı Devleti’nden
gelen bir yapılanma var. Kürtler; daima Araplardan çok Türkleri kendilerine
yakın hissetmişlerdir. Belki Sünnî oluşlarından kaynaklanıyor. Her Cuma bu
adamlar aynı safta omuz omuza namaz kılıyorlar, vaaz dinliyorlar. Yani sosyal
mesâfe bakımından bunlar son derece önemli. Bir de benim araştırmalarıma göre
Bizans döneminde Anadolu’da Kürt yok. Bizans’ın Doğu komşuları diye Almancadan
çevrilmiş Fikret Işıltan Hocanın kitabı var. Kürt yok Anadolu’da…
Çetinoğlu: Sonradan oluşmuş… Nasıl
oluşmuş?
Arslan: Hammer tarihinde okudum.
Hammer’in Osmanlı tarihinde Yavuz Sultan Selim Han, Tebriz Seferi’ne gidip de
Şah İsmail’i yendikten sonra görülüyor ki; Şah İsmail’in 17’ye yakın Sünnî Kürt
aşiretiyle başı derttedir. Bunları tedirgin ediyor. Bunları ordusunun önüne katıp
Anadolu’ya getiriyor. Hammer diyor ki; ‘Bunları Yavuz Sultan Selim Han,
Kars’tan Urfa’ya kadar yerleştirdi ki içerdeki Alevî unsurun İran’la temasını
kesmek ve Sünnî bir tampon bölge oluşturdu.’
Çetinoğlu: Faydası oldu mu?
Prof. Arslan: Dikkat ederseniz Anadolu’nun iç
kısmında Sünnî Alevîler vardır. İran’da da Kürt Alevîler var. İki Alevî grubun
arasındaki bölgede 17 Kürt aşiretine toprak vererek oraya Sünnî Kürtleri
yerleştiriyor. Çünkü Sünnî Kürtleri kendisine yakın buluyor. O zaman Kürtçülük
mürtçülük diye bir şey yok Sünnîlik ve Şiîlik var. Yani İran’la en büyük
rekabet iki ideoloji arasında: Sünnîlik ve Şiîlik. Zaten Şiîlik de sonradan
gelişti. Selçuklular zamanındaki Baba İlyas İsyanları falan filan sonradan olan
hâdiseler. Edebil Medreseleriyle gelişti. Belki Osmanlı döneminde yeni yeni
başlamıştı.
Çetinoğlu: Zaten Yavuz Sultan Selim zamanında Kürt asıllı İdris
Bitlisi Osmanlı Devleti’ne sadakatla hizmet etmiş bir insan…
Almanların Zazaca üzerinde çalıştıklarını söylediniz. Alman
üniversitelerinde Kürdoloji bölümleri var Frankfurt Üniversitesi’nde. Zazaca ve
Kırmançça birbirinden tamamen ayrı diller. Hangi tarihte bilmiyorum Kürtçe
dergiler çıkartılırken sayfanın bir tarafında Kırmançça öbür tarafında Zazaca
yazılar bulunuyordu. Bir Alman sosyolog diyor ki: ‘Siz ne yapıyorsunuz böyle? 2 ayrı dil, 2 ayrı millet demektir.
Türkiye sizi birbirinize düşürebilir. O halde sizin bir dil etrafında
toplanmanız lâzım.’ Ve Kırmançayla Zazacayı tek
bir Kürtçe lisan haline getirme çalışmalarını başlatıyorlar…
Prof. Arslan: Benim gördüğüm kadarıyla yine
de Kürtçe lisan olmuyor çünkü kelimelerin etimolojisini incelediğimizde ya
Farsçayla ya Arapçayla veya Türkçeyle bağlantılı olduğunu görüyoruz. Diyelim ki
1000 kelimelik bir lügatleri var. Belki 500 tane 600 tane Farsça ve Arapça,
yâni Türkçe olmayan kelimeler var. Onlar da nerden kaynaklanmış? Belki Orta
Asya’dan Sasaniler zamanından gelen bir takım kelimeler olabilir. Böylece suni
bir dil oluşturdular.
Çetinoğlu: Kürtlük de böylesine suni
olarak oluşturulmuş bir millet intibaı uyandırıyor.
Arslan: Böyle bir realite var. Yani
Kürtçe konuşan bir halk var. Ve bu halk diyor ki benim dilim Türkçeden farklı,
Arapçadan farklı. Ama cümle yapısına baktığımız zaman bu bir Hint-Avrupa dili.
Türkçe Ural-Altay dil ailesi olarak ayrı bir gruptan Farsçanın uzantısının bir
alt kolu diyebiliriz. 3 tane ana konuşma var. Birbirlerini anlamıyorlar.
Kirmanççe, Zazaca bir de Soranice dedikleri… Soranilerle Goraniler birbirlerini
biraz anlıyorlar. Fakat ortaya tek dil bir türlü çıkamadı. Ve o yüzden zaten
Kuzey Irak’taki manzarayı da görüyoruz. Soranice konuşanların başında aşiret
reisi olarak Talabani vardı. Kırmançca konuşanların başında da Barzaniler var.
Aslında bu bölgedeki Kürtler aşiret düzeyinden kurtulup millet düzeyine de
gelememiş.
Çetinoğlu: Neden gelemediler?
Prof. Arslan: Gelemeyişinin en önemli sebebi
şu: Mesela daha yakın zamanlara kadar Talabani’yle Barzani birbirlerine top,
tüfek çatışıyorlardı. İki taraftan da binlerce insan ölüyordu. Zaman zaman
ikisi bir olup PKK’yla çatışıyordu. PKK bunlardan binlercesini öldürdü. Yâni
bunlar kendi hâline bırakılsa, birbirlerini öldürecekler. Câhiliyye dönemindeki
kabileler gibi ırkçılık yapıyorlar. Millet şuuru oluşmadığı için aşiret
şuurundan kurtulamamışlar. Bir de şu gerçek var ki bugün Kürtlerin yaşadığı bölge
denize açık olmadığı için orada bir devletin yaşaması mümkün değil. Bunlar da
bunu biliyorlar.
Çetinoğlu: Bu görüş ne kadar geçerli?
Denize açılamayan o kadar çok devlet var ki…
Prof. Arslan: Var da hepsi büyük bir güçlük
içinde. Ermenistan başta olmak üzere… Ermenistan Türkiye’yle arasındaki sınırı
bir açabilse… Aklı-fikri Erivan’ı bir otobanla Trabzon limanına bağlamak,
böylece kendisini kurtarmak… Fakat Kürt bölgesinin bir durumu var.
Emperyalizmin elinde bir koz var. Eğer bu bölgede Kürdistan istenirse, isteniyorsa…
Musul ve Kerkük petrollerini bu suni devletin finansmanı olarak kullanmak… O
zaman denize açılmalarına da gerek kalmayabilir. Belki Türkiye’nin oradaki
Türkmenleri devreye sokarak durumu kurtarabilir. Kerkük’teki o tapu ve nüfus
dâirelerinin yağması şudur budur, oraya Kürt nüfusunun iskânı içindir. Kürtler
en büyük kurtuluşlarının bu Kerkük petrolleri olduğunu biliyorlar. Türkiye de
Amerika’ya baskı yaparak etkili oldu. Buranın bir Kürt şehri olması konusu
referanduma götürülmek istendi ve öylece kaldı. Yani Türkiye’nin bastırmasıyla
oldu. Türkmenleri henüz temizleyemediler oradan. Süper devletler de ancak ve
ancak kendilerine tâbi devletlerin oluşmasını istiyorlar. Yâni bir Kürdistan
Devleti oluşturmaya çalışıyorlar. Bu devlet, süper devletlere tâbi olacak.
Onların desteğiyle ayakta kalacak ama bu desteğin karşılığında da petroller o
süper devlete akacak. Yalnız burada mesela bizim aydınlarımızın televizyonda
tartışmalarında görüyorum, tezi şu; Amerika bu bölgede bir Kürdistan kurdurup
İsrail’i de onunla temas hâlinde bulundurmak. Ortadoğu’nun göbeğinde bu
Kürdistan’ı kullanma düşünceleri var. Benim aklım pek buna yatmıyor. Yâni
ABD’nin hemen hemen ordularının tamamı NATO’ya ve Pentagon’a bağlı bir Türkiye
Cumhuriyeti burada bütün hâlinde varken alternatif aramaz. İleride ne olacağı
bilinmeyen, kendi kendilerini yönetip yönetemeyeceklerini bile belli
olmayan, biraz önce söylediğim yani sosyolojik olarak aşiret düzeyinden çıkıp
millet olamamış, millet olamadıkları için devlet de olamayacak olan bir yapılanmayı
neden tercih etsin? Böyle bir siyâsî yapıyı ne dereceye kadar manüple
edecek de Ortadoğu’daki menfaatlerine kullanacak? Bana kalırsa Amerika bundan
vazgeçecek. Oradan bir yere gidemeyeceğini anlayacak ve Ortadoğu’daki en büyük
uzantısı olan Türkiye’yi tercih edecek. Türkiye bugün Amerika’nın müttefiki
durumdadır. Biz Irak’a girişine yardımcı olmadık ama NATO’nun da müttefikiyiz.
Yâni kalkıp da o Kürt bölgesi için Türkiye’yi fedâ edeceğini zannetmiyorum.
Çetinoğlu: Batıların
mutlaka B ve C planları vardır. Kürt devleti kurdurup da o devleti, kendi
menfaatlerine uygun tarzda kullanamazlarsa, Zazalarla Kırmançları birbirine
düşürüp istediğini elde etmeye çalışır. Ayrıca Kürt devleti projesini,
Türkiye’yi dize getirmek için bir tehdit unsuru gibi koz olarak elde tutuyor da
olabilirler…
Prof. Arslan: Eğer Türkiye dış politikasında
radikal değişiklikler yaparak; İslam dünyasının lideri olmak, Türk dünyasının
lideri olmak isterse, ona da müsaade etmezler. Eğer onlara göre boyumuzdan
büyük işlere soyunursak bu Kürdistan bölgesini ve bu Kürt realitesini ve
ayrılıkçı gücü her türlü şekilde kullanırlar. Yukarıda bir de Rusya Federasyonu
var. Onun da Ortadoğu’da emelleri var. Ama şu gün gözüküyor ki Obama yönetimi
Türkiye’yi kaybetmeyi göze alamıyorlar. Bölge lideri olmasını da hiç
istemiyorlar.
Amerikan büyükelçisinin Milliyet’te tam sayfa mülakatı vardı. ‘Türkiye’yle
anlaşamadığız noktalar var ama o bizim güçlü müttefikimizdir. Bâzı konularda
birtakım ayrılıklar ortaya çıkıyor. Bu ayrılıkların sayısı artar.’ diyor.
Dikkat ederseniz Amerika sürekli Almanya’ya ve Fransa’ya baskı yapıyor. Diyor
ki: ‘Bu Türkiye’yi itelemeyin, içinize alın.’
Çetinoğlu: Çünkü Avrupa Birliği üyesi olan
Türkiye; daha yumuşak, istenilen kalıba sokulabilecek bir Türkiye olacaktır…
Arslan: Evet! Avrupa topluluğunun
içindeki Türkiye’nin kontrolü ABD açısından daha kolay olacaktır. Eğer bunlar
isterlerse, Türkiye yeni müttefikler ararsa batıdan ve ABD’den uzaklaştığı
oranda sâdece Kürt meselesi değil, daha başka meseleleri de kaşırlar. Yâni orda
artık ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ politikası devreye girer.
Çetinoğlu: İsâbetli bir değerlendirme. Yöneticilerimiz bunu asla
göz ardı etmemeli…
Az önce ‘millet’ ve ‘halk’ kelimelerini kullandınız. Milletle halk
arasındaki farkı vurgulamak isteyişinizin özel bir maksadı olduğunu
düşünüyorum.
Prof. Arlan: Millet kavramı Arapça bir
kavram. Osmanlı Devleti döneminde dinî cemaatlere verilmiş bir ad. Biz onu
sonra Fransızcadaki national kelimesinin karşılığı olarak kullanmaya başladık.
Cumhuriyetten sonra oldu. Ve ‘millet’in muhtevasında, mânâsında bir değişiklik
oldu. Eğer millet ‘nasyon’ ise, batı dilinde ‘neyşın’ ise, bu
kolektif bir ruhu gerektirir. Yani kolektif ruh, bu insan topluluğunun aynı
dine, aynı dile, aynı kültüre, aynı örf ve âdetlerle aynı potada erimiş olması
gerekir. Kolektif ruh bu işte. Bu kolektif ruh ne kadar güçlüyse millet
de o kadar güçlüdür. Halk kavramında o unsurlar yok. Halk kavramı âdeta bir
kitle kavramıdır. Yani insanların arasında hiçbir müşterek ruh yok. Her an dağılabilir.
Ayrı dilden ayrı mezhepten ayrı örf ve âdetten insanları içine alıyor. Geçici
bir süre için beli noktalarda birlik olabilir.
Çetinoğlu: Şuna benzetilebilir herhalde
diye düşünüyorum. Fenerbahçe’nin maçına gideriz. Stadyumda; değişik semtlerden
gelen, değişik mesleklere mensup insanların hepsi Fenerbahçelidir.
Fenerbahçe’nin galibiyeti için tezâhürat yaparlar. Birlik teşkil ederler. Fakat
maç bittikten sonra her biri kendi kültürüne, kendi mahallesine, kendi iç
bünyesine döner.
Prof. Arslan: Halkları da öyle mütalaa etmek
mümkün. Yani geçici bir zaman dilimi için bir araya gelebilir. Tarihî
beraberlik söz konusu olunca onları, bir araya tutan önemli bir unsur yoktur.
İşte şu var çok ilgi çekici... Mesela Galatasaraylı söylediğiniz gibi
Fenerbahçeli, Beşiktaşlı olmak… Şimdi bu bir üst birlik. Yani Ziya Gökalp’ın ‘mâşerî
ruh’ dediği şey… Ortaya çıkıyor bir süre sonra dağılıyor çünkü onların
değişik mensubiyetleri var. İnsan bir anda birden fazla cemaatin mensubu
olabilir. Eğer o tepede birleştiren en güçlü ruh sizi bir araya getirirse
getirir. O faktör ortadan kalkarsa aşağıda toplum atomize olur, dağılır. O
yüzdendir ki millet aslında millî şuur veya millet bilinci bu mâşerî ruhun olup
olmamasına bağlıdır. Hatta Ziya Gökalp buna aynı zamanda ‘mâşerî vicdan’
der. Yâni sadece bir araya gelen faaliyet, gelenek, görenekler değil. Mesela
bizim acıma duygumuz. Bu bile bizi biz kılan faktörlerden biri. Mâşerî kolektif
vicdan denilen olay. Biz neye acırız neye acımayız? O toplumdan topluma bu
vicdan denilen olay cemiyetten cemiyete değişir. Vicdan adeta o mâşerî ruhun
bizim içimize sinmesidir.
Çetinoğlu: Sosyolojik açıdan, ‘millet’
olarak adlandırılan insan topluluklarını ‘halk’tan ayıran unsurlara da
bakabilir miyiz?
Arslan: Millet üzerinde durduk.
Milliyet, millet olmanın şuuru. Milliyetçilik deyince yani sonuna o ‘çilik’
eki geldiği zaman kendi milletinizi diğer milletlerden üstün görme eğilimi
ortaya çıkar. ‘çilik’ takısı, batı dillerinde ‘izm’
karşılığıdır.
Çetinoğlu: ‘Diğerlerinden farklı görmek’ değil de üstün görmek…
Her milliyetçi kendini ve mensubu bulunduğu milleti üstün mü görür, yoksa
kendini farklı mı görür? Üstün görmek ırkçılık olmaz mı?
Prof. Arslan: Milliyetçi
aslında kendini milleti içinde erimiş de hissedebilir. Yani Ziya Gökalp’ın
dediği gibi ‘ben sen o yok biz varız’. Milliyetçilik, biz şuurunun
en yoğun hâlidir. Orada siz kendinizi milletinize ait hissedersiniz. Gerekirse
o milletin menfaati için kendinizi fedâ edersiniz.
Çetinoğlu: Çok
teşekkür ederim. Güzel ve faydalı bir sohbet oldu.
KAYNAK: Mürekkep Söyleşiler'de bu hafta Prof. Dr. Mahmut Arslan (murekkephaber.com, 15.05.2016).