Siyaset ve devlet adamı, Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı (D. 13 Ekim 1927, Malatya - Ö. 17 Nisan 1993, Ankara). Tam adı
Halil Turgut Özal olup, Banka memuru Mehmet Sıddık Bey ile ilkokul öğretmeni Hafize Hanımın oğlu, eski bakanlardan
Korkut Özal’ın ağabeyi ve eski milletvekillerinden Ahmet Özal’ın babasıdır.
Turgut Özal, babasının görevi nedeniyle ilk ve orta öğrenimini yurdun değişik yerlerinde okuyarak tamamladı. Daha dört yaşında iken ailesi Bilecik / Söğüt’e taşınmıştı, İlköğrenimine burada başladı, ailesinin taşındığı Silifke’de tamamladı. Ortaokulu bitirdiği Mardin’de lise olmadığı için Konya Lisesi’ne gönderildi. Ancak arkasından kardeşi Korkut da ortaokulu bitirince, iki kardeş Malatya’daki dayıları Süleyman Doğan’ın yanına gönderildiler. Aile sonunda Kayseri’de bir araya geldi, böylece Özal liseyi Kayseri’de bitirdi. Arkasından, girdiği üç fakültenin de imtihanlarını kazandı ve bunlardan İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Bölümü’nü seçti.
Turgut Özal’ın ekonomik olarak kısıtlı
olanaklar içinde geçen öğrenim süreci, hayata atıldıktan
sonra hayır amaçlı çeşitli hayır kuruluşlarında görev almasında temel etken olmuştur. Devlet Planlama
Teşkilatı’nda çalışırken, çalıştığı
daireye uğrayan ihtiyaç sahibi bir fakire verecek bir şey bulamayınca üzerindeki
elbiseleri çıkarıp vermesinde,
zorluklar ve yoksulluklar arasında geçen hayatının rolü büyüktür. Üniversite yıllarında gençlik hareketlerinde aktif olarak rol aldı ve öğrenci derneği yardım
kolu başkanlığı yaptı. Kardeşi
Korkut’la birlikte, “Anadolu’nun bağrından kopanlara İstanbul’u Tanıtma Kulübü”nü kurdu.
1950'de İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği Fakültesi’ni bitirdi. Ankara’da Devlet Su İşleri’nde ve Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİEİ)’de görev yaptı. Bu arada evlendi, fakat bu evlilik kısa sürdü. 1952 yılında sona eren evliliğinden sonra, ikinci evliliğini EİEİ’de çalışan Semra Hanım’la evlendi. Özal’ın bu evlilikten üç çocuğu oldu. Evliliğin hemen ardından, mesleğinde ihtisas yapmak amacıyla ABD’ye gönderildi. Dönüşünde EİEİ’de Genel Direktör Teknik Müşaviri olarak görevlendirildi. 1958 yılında zamanın hükümetince kurulan Planlama Komisyonu’nun sekreterya görevini üstlenen Özal, 1959 yılında askere gitti ve bu görevini Ankara Ordonat Okulu’nda yedek subay olarak yaptı. Devlet Su İşleri Genel Müdürü Süleyman Demirel de, Turgut Özal’ın yanına yedek subay öğrencisi olarak geldi. 1960 yılında “27 Mayıs” askeri darbesi sırasında Özal askerdi. Askerlik görevinin hemen ardından elektrik İşleri Etüd idaresi'ndeki görevine tekrar dönen Özal, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)’nın kuruluş çalışmalarına da katıldı.
Turgut Özal, 1965’te Başbakanlık özel teknik müşaviri oldu. 1967’de Devlet
Planlama Teşkilatı (DPT)
müsteşarlığına getirildi. 1970’te “finansman kanunları”nın hazırlayıcıları arasındaydı. 12 Mart 1971’den sonra bu görevinden
ayrıldı. Arkasından Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ne giderek 1973’e kadar
Dünya Bankası Sanayi Dairesi’nde özel müşavirlik yaptı. Yurda döndükten sonra özel sektörde
bankacılık, demir çelik, otomotiv sanayisi, tekstil, gıda ve döküm alanlarında
yönetici olarak çalıştı.
1977 genel seçimlerinde Milli Selamet Partisi (MSP)’den İzmir Milletvekili adayı oldu ve seçimi az bir farkla kaybetti. Daha sonra Madeni Eşya Sanayiciler Sendikası (MESS) Genel Başkanı olarak görev yaptı. Kasım 1979 yılında Süleyman Demirel başkanlığında kurulan azınlık hükümetiyle yeniden devlet memurluğuna dönen Özal’a, Başbakanlık Müsteşarı ve DPT Müsteşar Vekilliği görevi verildi. 24 Ocak 1980’de açıklanan “İktisadi Önlemler Paketi”nin hazırlayıcıları arasında yer aldı ve iktisadi kararların sorumluluğunu üstlendi.
Turgut Özal, “24 Ocak Kararları” olarak bilinen önlemlerin alındığı 1980 yılının başlarında Türkiye ekonomisi özellikle dış finansman açısından büyüyen sorunlarla karşı karşıyaydı. 1970’lerin ikinci yarısından başlayarak ülkede gerileyen üretim artış hızı 1979’da nüfus artış hızının altına düşmüş, aynı dönemde enflasyon giderek hızlanmıştı. “24 Ocak Kararları” temel olarak döviz kuru ve para arzı araçlarını kullanarak, ödemeler dengesini düzeltmeyi ve enflasyonu düşürmeyi hedefliyordu. İhracatın özendirilmesinin ve serbest piyasa ekonomisi kurallarının işletilmesinin amaçlandığı öne sürülen “istikrar programı” çerçevesinde Türk Lirasının değeri % 50’ye yakın bir oranda düşürüldü. “Katlı kur” uygulaması sınırlandırıldı ve faiz oranlan yükseltildi. 1 Temmuz 1980’de faiz oranları üzerindeki devlet denetiminin kaldırılması ile “Temmuz Bankacılığı” olarak adlandırılan dönem başladı.
12 Eylül 1980 askeri darbesinin
ardından, 20 Eylül’de kurulan
Bülent Ulusu Hükümeti’nde, iktisadi işlerden sorumlu Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı
olan Özal, “24 Ocak
Kararları” uygulamasını sürdürdü. Bu program ilk hazırlandığında
yapılamayan vergi değişiklikleri 1981 yılı başında uygulanmaya konuldu. 30
Nisan 1981’de Türk
lirasının değerinin günlük olarak belirlenmesi kararlaştırıldı. Özal
“Bankerler Olayı” olarak bilinen ve bankerlik piyasasının çökmesiyle sonuçlanan gelişmelerden sonra 13 Temmuz
1982’de görevinden istifa etti. Bir süre İslam Kalkınma Bankası’nda çalıştı ve çeşitli şirketlerde
danışmanlık yaptı.
Özal, 12 Eylül sürecinin arkasından siyasi partilerin
açılmasına ve kurulmasına izin verilmesi üzerine, 20 Mayıs 1983’te Anavatan Partisi (ANAVATAN)’ni
kurdu ve partinin genel başkanlığına seçildi. Parti programında, ekonomiye devlet müdahalesinin en aza indirilmesini, dış, ticaretin
serbestleştirilmesini, yabancı
sermaye yatırımlarının özendirilmesini, rekabet koşullarının egemen kılındığı serbest piyasa ekonomisinin uygulanmasını ve Ortadoğu
ülkeleri ile yakın
ilişkiler geliştirilmesini savunan ANAVATAN, seçimlere katılmasına izin verilen üç partiden biri
oldu. 6 Kasım 1983 Genel Seçimleri’nde partisinin çoğunluğu sağlaması üzerine, hükümeti kurmakla görevlendirilen
Özal, 13 Aralık 1983’te Türkiye Cumhuriyeti’nin on dokuzuncu başbakanı olarak göreve başladı.
ANAVATAN’ın 13 Nisan 1985’te yapılan ilk büyük kongresinde tekrar genel başkanlığa seçilen Özal, 1987 yılında yapılan
genel seçimlerde de çoğunluğu
sağladı. Böylece 21 Aralık 1987’de
İkinci Özal Hükümeti’ni kurdu. 18
Haziran 1988’de yapıları Anavatan Partisi İkinci Olağan Kongresi sırasında Özal’a bir suikast girişiminde bulunuldu ve girişimi elinden aldığı bir yarayla atlattı. Özal aynı gün
tekrar oy birliğiyle yeniden genel başkanlığa
seçildi. Ardından 31 Ekim 1989’de
Kenan Evren’den boşalan Cumhurbaşkanlığı
makamına seçildi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı olarak 9
Kasım 1989’da göreve başladı.
Turgut Özal, getirdiği yönetim anlayışı ile ekonomide, felsefede, siyasette, dış politikada zihniyetleri değiştirdi. Her türlü yeniliğe açık bir siyasi politika izleyerek, ülkenin kaderini değiştiren kararlara cesurca imzalar attı. Türkiye’de liberal ekonomiyi ve beraberinde liberal düşünceyi tüm hatlarıyla yerleştirmeye, uygulamaya çalıştı.
Herkes Özal’ın laik bir ülkenin
cumhurbaşkanı olarak cuma
namazına gidip gitmeyeceğini merakla bekliyordu. Fakat o her zamanki gibi rahat ve tabulara meydan
okuyan tavrıyla Ankara Kocatepe Camisi’ne gitti ve cuma namazını kıldı. O gün
Kocatepe’de izdiham yaşandı ve halk sevincinden gözyaşlarına boğuldu. Türkiye'nin bölgesinde etkin rol
oynamasını isteyen Özal, Balkanlara ve hemen
peşinden Orta Asya’ya yaptığı o uzun ve
yorucu gezisinden döndükten sonra,
17 Nisan 1993’te Ankara’da vefat etti. Bu ani ölümü nedeniyle özellikle
ailesince zehirlendiği ileri sürüldü. “Öldükten sonra beni İstanbul’a defnedin, kıyamete kadar
Fatih Sultan Mehmet’in manevi ruhaniyeti altında bulunmak istiyorum” vasiyetine uyularak, Adnan
Menderes’in de bulunduğu yerde toprağa verildi.
ESERLERİ:
KAYNAKÇA
(Başlıcaları): Emin
Çölaşan / 24 Ocak... Bir Dönemin Perde Arkası (1983), Özal Ekonomisinin Perde Arkası (1984), Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi
(c. 8, İstanbul 1985), Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedi (c.17, 1986), Yavuz Donat / Özallı
Yıllar 1983-1987 (1987), İhsan Işık / Bir Portre: Turgut Özal (İki Yobaz, 1996,
s. 113-118), Beşir Ayvazoğlu / Bir Cumhurbaşkanının İçimizden Biri Olarak
Portresi (Defterimde Kırk Sûret, 3. bas., 1999, s. 84-88), İhsan Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) –
Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007) – Ünlü Devlet Adamları
(Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 1, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous
People (2013), Oktay Ekşi / Bir muhasebe (10.11.2004), Çetin Altan
/ Bizim Oligarşik Kadırga ve Turgut Özal Pragmatizmi (Milliyet,
19 Nisan 2006), Sema
Dülger / Dünden Bugüne Devletin Zirvesindekiler (2007).
PROF. DR. TEOMAN
DURALI: İSLAMİ YAŞAM ÖZAL'LA BUHARLAŞTI
Felsefe
profesörü Teoman Duralı, "Son 20 yıldır garip bir tezat, Turgut Özal'la
birlikte bu İslami yaşayış buharlaştı Türkiye'de. Sanayileşme hamlesiyle
Türkiye geleneklerinden iyiden iyiye koptu" diye konuştu.
*****
Felsefe
profesörü Teoman Duralı, ahlaklı olmanın yolunun din eğitiminden geçtiğini
söylüyor. Yeni Şafak gazetesinden Emeti Saruhan'a konuşan Duralı, "Her din
eğitimi gören ahlaklı olmaz ama ahlaklı bir insan olmak için din eğitiminden geçmeli.
Çünkü o bir tertip kazandırıyor. Nasıl ki savaşa giden adam talim terbiye
görüyorsa ahlaklı olan adamın da talim görmesi gerekir. Bu da ibadetle
sağlanır" diyor.
Kırklareli
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı olarak görev yapan Profesör Şaban
Teoman Duralı, sıra dışı kişiliği ve entelektüel birikimi ile tanınıyor.
Kendisi hakkında bilgi sahibi olmak için geçtiğimiz yıl yaptığımız sohbeti
adresinden okuyabilirsiniz. Bu hafta Duralı ile medeniyetimiz ve eğitim
sistemimiz hakkındaki düşüncelerini konuştuk. Duralı zaman zaman sert ve
çarpıcı ancak isabetli tespitlerde bulunuyor. Duralı ile İstanbul Edebiyat
Fakültesi'nde konuştuk.
Küresel
medeniyetin sunduğu imkânların altında ezilmekten ancak kul hakkını tanıma gibi
temel İslâmî düstûrlarla kurtulabiliriz sözleriniz bir yol gösterme mi?
Çok
basit aslında çıkış ama mümkün de gözükmüyor. Öyle bir silah ki küreselleşme,
öyle bir bomba ki! Amerikalıların geliştirdiği ve Afganistan'daki El Kaide ve
Taliban mücahitlerine karşı kullandığı, zeminden bir kaç yüz metre aşağısını
etkileyen bombalar gibi. Küreselleşmenin arkasındaki sermayeciliğe karşı
çıkamıyorsunuz. Birkaç insan vardır karşı çıkabilen ama bir şey
değiştiremezler. Kitle bu cazibeye bir sel gibi kapılmış gidiyor. Herkes böyle
olmak istiyor. Karşı çıkayım diyenler de kapılıyorlar. Arap Baharı'nın sebebi
de budur. Oraya kapılanmak istiyorlar, başka bir dertleri yok. Ülkelerindeki
çağdaşlaşma derecesiyle yetinmiyorlar. Nedir? Daha fazla tüketim maddesi gelsin
ve ben bu tüketim mallarına erişme imkanına sahip olayım. Bu arada aç gezenler
yok mu? Var. Bunlar fırın deviriyorlar mı? Deviriyorlar. Ama sadece bundan
ibaret değil mesele.
BASKISIZ DEVLET
OLMAZ
Bu ülkelerdeki
rejimlerin baskıcı rejimler olmasının da etkisi yok mu?
Baskıcı
olmayan bir devlet nerede var? Devlet baskıcıdır. Bu ABD'de de, İngiltere'de
de, İsveç'te de böyledir. Nerede devlet varsa orada bir çeşit baskı vardır.
Nerede aile varsa orada bir baskı olur. Terbiye dediğimiz şey aileden alınır ve
baskı sonucudur. Başka türlü eğitilemeyiz. Sonsuz, sınırsız özgürlükle insan
eğitilemez. Çocuk parmağını fişe götürdüğünde "yapma" dersiniz.
Eğitirken yönlendirirsiniz, bu da baskıdır. Tamamen özgür bırakmak da bir
baskıdır. Çünkü ne istersem yapabileceğimi kendim keşfetmiyorum. Baskı ille de
kötü değildir. Bütün öğretmeler bir baskıdır. Baskının yönü önemli.
Bu devletlerin
baskılarını olumlu buluyorsunuz o halde?
Geleneksel
baskıcılık iyidir demiyorum. Ama baskı dediğiniz olay hiç bir vakit toptan
ortadan kalkamaz. Tepeden gelen bir baskı yoksa bile mahalle baskısı vardır.
Başka baskılar da söz konusu. Öyle devletler var ki çağdaş medeniyetin
girdabına girmeye direndiler. Afganistan bunun güzel bir örneğidir. Bugünün
düzeninin iyi gördüğü nesnelere erişemiyordunuz. Eşya, içecek, giyecek markaları
yoktu. Çünkü bu sermayeci dünyanın sunduğu mallara bu adamlar ihtiyaç
duymuyordu. Denildi ki "Sen gel bu mallara adam gibi ihtiyaç duy."
Satacak çünkü bu malları. O almazsa, bu almazsa nasıl kazanacak?
Önce ihtiyacı mı
doğurdular?
İhtiyacı
doğurmak okulla oluyor. Adamlar burada 1830'larda kolejlerini açtılar. Bir
kültüre dil yoluyla girersiniz. Dil öğrendikten sonra o kültürle temasa
geçiyorsunuz ve o kültür size neye ihtiyaç duyacağınızı öğretiyor. Fransa'da
okuyanlar mümkün mertebe Fransız diş macunuyla dişlerini fırçalarlardı. O
kültüre kapılanıyorsunuz. Afganistan ve benzeri ülkeler bunu kabul etmedi.
Sonunda "Sen madem iyilikle adam olmuyorsun, dayak yiyeceksin"
dediler. El Kaide, Usame falan bunlar bahane. Mutlaka bahane bulacaklar.
Irak'ta bahane de bulamadılar öylesine girdiler. Sonuçta bu yeni bir baskıcılık
getiriyor.
Bir kültürü
enjekte etmenin okul yoluyla olduğunu söylemiştiniz az önce. Peki bizim eğitim
sistemimiz nasıl olmalı?
Bir
kere bizi en feci şekilde mahkum eden olay yazı ve arkasından gelen dil kırımı
olmuştur. Çünkü hafızayı çalıştıran dildir. Dili ortadan kaldırdınız mı hafıza
da bitmiş olur. Dilin ortadan kalkmasının ilk adımı yazıyla olmuştur. Peyami
Safa, "Yeryüzünde milli kütüphanesine girip de iki satır okuyamadan çıkan
tek nesil bizim neslimizdir" der. Cumhuriyet neslini kastediyor. Geçmişle
bağınız olmadan geleceğe adım atamazsınız. Ben bunu her Allah’ın günü talebenin
karşısında hissediyorum. Nece, nasıl konuşacağımı bilemiyorum. Her dile
getirdiğim kavram havada kalıyor. Kavramsız bildirişmenin imkanı yok.
İBADET BU DÜNYA
İÇİN LAZIM
O zaman önce dil
eğitimi mi verilmeli?
Dil
yazı iç içe olan bir şey. Nesilleri geçmişteki okumalara yöneltmek lazım.
Onları eğitmek gerekiyor. Din eğitimi son derece önemlidir. Ahlaklı bir insan
olmak için din eğitiminden geçmeli. Her din eğitimi gören ahlaklı olur
demiyorum. Yanlış anlaşılmasın. Ama ahlaklı olmanın yolu oradan geçiyor. Çünkü
o bir tertip kazandırıyor. Nasıl ki savaşa giden adam talim terbiye görüyorsa
ahlaklı olan adamın da talim görmesi gerekir.
İbadetler bunun
için herhalde?
İbadet
her şeyi yaradan, her şeye gücü yeten o kudreti memnun etmeye yönelik değildir.
İbadet size, ona, buna, insanlara olan davranışlarımı ayarlama yönünden
önemlidir. Disiplin altına alıyor insanları. Tam hakkını verdiğin takdirde
ibadet zahmetli, zorlu, hayatı karartan bir şeydir. Ahlak disiplin isteyen bir
şeydir. Çok zordur insanın kendini başkasına adaması. Ahdine vefa göstermesi
olağanüstü bir şeydir. Ancak bu kadar zorlu ibadet sürecinden geçen kendini ona
alıştırabiliyor. Bu dünya içindir ibadet, ahiret için değil. Ahirette bedensiz
olacağız. İbadet bana bedenime hakim olmayı öğretiyor. Çünkü beden en önemli
baskı araçlarından biridir. Bedenin isteklerini bastırmazsan onlar seni bastırmaya
başlar. Bu sefer sen onları tatmin etmek için başka insanları bastırmaya
başlarsın. Buna sömürü diyoruz.
İttihat
Terakki'nin sorunu tecrübesizliğin getirdiği ahmaklık olabilir
Son günlerde
Başbakan Erdoğan İttihat ve Terakki zihniyeti ile hesaplaşmadan bahsediyor.
Sizin büyük dayınızın da İttihatçı olduğu söyleniyor. Bu bağlamda birinci elden
bilgileriniz vardır. Nasıl değerlendiriyorsunuz İttihat ve Terakki'yi?
Tam
tersine dayım İttihat ve Terakki'ye çok düşmandı, can düşmanıydı. Ben felsefeci
olduğum için aklımla iş görmek zorundayım. İttihat ve Terakki'nin büyük
iyilikleri olmuştur, büyük kötülükleri de olmuştur. Hiçbir şey mutlak iyi ya da
kötü değildir. Bir tek mutlak kötülük vardır o da ırz düşmanlığı ve masumları
katletmek. Ben büyüklerimden dolayı yakından tanıyorum İttihat ve Terakki'yi.
Tarih sadece yazılanlardan ibaret değil, büyük ölçüde kulağa fısıldananlarda da
tarih vardır ve belki de ağır basar. Ben yakın tarihi o anlamda çok iyi
biliyorum. Büyüklerim yakın tarihi yaşamış kişiler. Birinci dereceden bazı
bilgileri almışlığım var. Ama bunları size belgelerle kanıtlayamam.
Tarttığımızda İttihat ve Terakki'nin olumsuz yanları ağır basıyor.
Kötü
yanları bizim çıkarlarımıza ters düşenlerle çok fazla iş birliği yapmasıdır. Bu
kötü niyetten de olabilir. Bilmiyoruz niyetler insana kapalıdır. Allah bilir.
Tecrübesizliğin getirdiği ahmaklıktan da olabilir. Çünkü aklı besleyen
tecrübedir. Dolayısıyla genç ve tecrübesiz insanların çok sorumlu mevkilere bir
an önce gelmeleri zararlıdır. İttihat ve Terakki'nin liderleri genç insanlardı.
Tecrübeleri yoktu. Beni en çarpan olaylardan biri Enver Paşa'nın Abdülhamit'e
"Biz Balkan devletlerini barıştırdık" demesidir. Abdülhamit de
"30 yıldır ben onları birbiriyle kapıştırdım" cevabını vermiştir. Bu
Balkanlar'ı elimizde tutmamızı sağlıyordu. Yanlış bir şeye götürmüştür Enver
Paşa. İlk bakışta olumlu bir şey. Ama barıştıklarında bir araya gelip sana
karşı oluyorlar.
Türklere
geçmişini unutturdular
İslam
medeniyetinin Türk'ün başını çektiği İslam alemi tarafından kurulabileceğini
söylüyorsunuz ama diğer taraftan da "Omurgasızlaştırılmış Türklük"
diye bir kitabınız var. Neden Türkler?
Bunu
herhangi bir milliyetçilik, kavmiyetçilikle değil, tamamıyla tarihin
gözlemlenmesinden çıkardığım sonuçla söylüyorum. Ben hiç sevmem kavmi
milliyetçiliği, etnik milliyetçiliği. Son bin yıldır İslam'ı korumuş ve
kollamış bir birimdir Türklük. Selçuklulardan başlayarak özellikle Osmanlı'nın
yaptığı olay Müslümanlığı sırtlamak, iyi kötü götürmektir. Özellikle Osmanlı
dedim çünkü tarihin en netameli, en zor, en sorunlu döneminde İslam'ı 600 yıl
yaşatmıştır.
Türklük'ten
kastınız aslında Osmanlı o zaman?
Evet,
Osmanlı. Onun çekirdeğini Türkler oluşturduğundan ötürü öyle söylüyorum.
Osmanlı hanedanı özde Türk'tü. Başkası yapamaz diye bir mesele yok. İslam'ı
yıkmak için başını ezmek gerektiğini düşündü düşmanları, o başlar da Türklerdi.
Onun kafasını ezdiler önce. Nasıl ezdiler? Geçmişini unutturarak, bunaklığa
mahkum ederek. Çünkü insanın varlığı hafızasındadır. Hafızasını kaybetmiş biri
insan olmaktan çıkar. İnsan değildir. Komada olan birine artık insan
diyemezsiniz. Biyolojik faaliyetlerini sürdüren bir canlıdır. Omurgasızlaştıran
Türklük derken bunu kastediyorum.
İslam medeniyeti
yeniden kurulurken kullanabileceğimiz temel referans noktaları neler?
Birincisi
dinin temel müracaat noktaları var. Bunların başında Kur'an, hadis, sünnet
geliyor sonra tarihi devirlerde İslam devletlerinin yaşama süreçleri geliyor.
Bu müracaat noktalarının en önemlisi dinin bize bastırdığı -Dinin baskısı çok
açıktır. Öbürü gibi sahtekarlık değildir- şudur; kul kula kul olamaz. Başka bir
deyişle insanın insanı sömürmesi yasaktır. Bunun sembol adı faizin yasak
olmasıdır. Yani bu bankaya gidip para yatırıp daha fazlasını geri almak gibi
teknik bir konudan ibaret değil. Bunun adı "başkasının alın teriyle
edinilmiş servet haram"dır. Buna şimdi rant deniyor. Bu yasak. Bugünkü
düzen bunun üzerine kurulmuştur. İkisi birbirine zıttır.
İslam
medeniyetinde nasıl işliyor sistem?
Geçmişte
toplumcular, sosyalistler İslam'a benzer bir ifade kullanıyorlardı. Ama
maneviyatı olmayınca 3 günde iskambil kağıdından inşa edilmiş bir ev gibi
yıkılıverdi. Maneviyatın önemi, çıkarını düşünmeden hareket etmektir.
"Allah rızası için" denilen olay kimseye hizmet etmeden ödevini
yerine getirmektir. Çünkü birine hizmet ettiğinde karşılığını beklersin. Oysa
ödev ahlakında karşılıksız hizmet söz konusudur. İslam'ın öngördüğü de budur.
Bütün hayatı kapsayan ve karşılıksız hizmet. Bu noktayı elden kaçırdığımızda
ahlak elden gider. Bu devir bizi bu noktaya getirmiştir. Bu saatten sonra
karşılıksız iş görme diye bir şey yoktur. Müslümanlıkta hak-ödev denklemi
yoktur sadece ödev vardır. Bütün doku bu yapının ortaya çıkmasına yöneliktir.
Bütün sular bu ahlak nehrine akıyor. Halis ahlak budur. Bu sana bana bir yarar
getirmez bize getirir, biz birbirimize hizmet ediyoruz. Benmerkezciliği yıkan,
ortadan kaldıran bir olaydır. Sermayecilik ise bencilliği, benmerkezciliği
temel almıştır.
Özal'la birlikte
İslami yaşam buharlaştı
Çağımızda bir
var olma sıkıntısı yaşadığımızı ifade ediyorsunuz. Bu bağlamda İslam
medeniyetinin durumu nedir?
İslam
medeniyeti son buldu. Bugün İslam medeniyetinden söz etmek mümkün değil. Büyük
medeniyetlerin sona ermesi topyekün ortadan kalkması anlamına gelmiyor. Şurada
burada o medeniyete ilişkin bir yaşama tarzı bölük pörçük devam ediyor. Son 20
yıldır, garip bir tezat, Turgut Özal'la birlikte bu İslami yaşayış buharlaştı
Türkiye'de. Muazzam bir çağdaşlaşma baş gösterdi.
Özal'ın dindar
bir siyasetçi olduğu bilinir aksine!
Ben
de tezat dedim zaten. Özal'ın böyle bir niyeti var mı yok mu bilemeyiz. Zaten
tuhaf bir şeydir, insanların niyetlerine göre şekillenmiyor her zaman. Niyet
etmediğiniz bir istikamete de yönlendirebiliyorsunuz. Bunun tarihte çok önemli
iki örneği var. Martin Luther Hristiyanlığı kurtarmaya çalışırken batırdı.
Gorbaçov Sovyetleri kurtarmak isterken parçalanıverdi.
Özal'la İslami
yaşayış nasıl buharlaştı?
Türkiye'yi
İslamsızlaştırmak gibi bir derdi yok. Bu ondan çok daha önce baş göstermiş bir
olaydır. Ama çağdaşlaştırma hamlesinde Türkiye'yi geleneklerinden iyiden iyiye
koparmıştır. Bu çağdaşlaştırma hamlesi, teknik deyişle, sermayeci dünyaya iyice
bağlanması, kilitlenmesi anlamına geliyor. 70'lerin sonu 80'lerin başında
Avrupa ve Amerika müthiş bir sermayeci sürece boğulmuştur. Bunun iki kahramanı
var. ABD'de Ronald Reagan, İngiltere'de de Margaret Thatcher. Bunlar 60'larda
tavsamaya yüz tutan sermayecilik düzenini yeniden ateşlediler. Türkiye'de de 3.
ayağı oluşturan Özal dönemiydi. Sermayeciliğe ayak uydurduğunuz ölçüde
çağdaşlaşıyorsunuz. Çağdaşlaştığınız ölçüde İslam medeniyetine uzak
düşüyorsunuz. Bu neredeyse matematik bir kesinlik şeklinde karşımıza çıkıyor.
Küreselleşmenin
de etkisi var mı?
Hepsi
çakışan şeyler. Sermayeciliğin çağımızda aldığı biçim küreselleşmedir.
Küreselleşme emperyalizmin yeni adıdır. Bazen adlar pörsür, eskir kullanmak
istemezler. Emperyalizm ad olarak tatsız bir hal alınca onun yerine taze pişmiş
bir ekmek gibi taze küreselleşme var. Bu da tıpkı basımdır.
Umutsuz gibi
görünseniz de, yeni bir medeniyet tasarısı tersim edebiliriz diyorsunuz.
Nereden yola çıkmalıyız?
Malzemesini
tüketen bir yıldız genişler şişer, kaybettiği malzemeyi yeniden tedarik edecek
gücü kalmaz ve gittikçe çöker. Sonunda parlak bir cüce olur kalır. Saçtığı
malzemeden yerçekimi yasası gereği yeni bir yıldız ve gezegenler oluşur.
Medeniyetlerde de benzer. İslam medeniyeti de yaşadı, gelişti, öldü. Onun
bıraktığı bir malzeme topluluğu çokluğu var. İslam medeniyeti Müslümanlık dini
ile bir ve aynı şey olmamakla birlikte Müslümanlıktan türemiştir. O din
duruyor. Medeniyet çerçevesinde değil ama tek tek bireylerin hayatında
varlığını sürdürüyor. Bu dinin bildirdiklerinden ve o dinden doğmuş olan medeniyetin
bıraktıklarından hareketle yeni bir medeniyet modeli inşa edilebilir. Olacak
demedim, yapılabilir, mümkündür dedim.
Neden bu kadar
zor?
İçinde
yaşadığımız medeniyetin olağanüstü bir baskıcılığı var. Bugünkü medeniyet çok
sahtekardır, yalancıdır. Baskıları kaldırıyorum iddiasıyla tarihte görülmemiş
bir baskıcılığı yürütüyor. Sovyetler dağılınca yaşam seviyesi çok düştü. Aç
kaldılar. İyi yetişmiş insan gücü var. Hanımları çok güzel. Bunları seni memur
yapacağız, çocuk bakacaksın diye kandırıp fuhuşa soktular. En kötü, en korkunç,
aklın havsalanın alamayacağı bir felakettir fuhuş sanayii. İnsan haysiyetinin
en ayağa düşmüş halidir. Buraya götürdüler kadınları. Neler vaat edildi ve
nereye götürüldüler ve bir kere de kapıldıktan sonra kurtulamıyor. Bizim
sermayecilik ideolojisine bağlı çağdaş düzen karşısındaki durumumuzu bu
aldatılan kadınlara benzetebiliriz. Vaatler dehşet, gösterilen çok müthiş,
fakat yaşanılan bambaşka. Bugün başka bir medeniyet olmadığı için yeryüzünde,
günümüzde ona bakıp da buradaki yaşamımızın dramının farkına varamıyoruz.
Karşılaştırma imkanımız yok.
KAYNAK:
Prof. Dr. Teoman Duralı: İslami Yaşam Özal'la Buharlaştı (kirmizilar.com,
erişim 09.10.2018).
TURGUT ÖZAL PORTESİ
İhsan IŞIK
“Yok
bu şehr içre senin vasfettiğin dilber,nedim
Bir peri sûret görünmüş,bir hayâl olmuş sana”
(Nedim)
21. yüzyılın eşiğinde ortaya çıkan
modern bir Tanzimat kafası. Toynbee’nin
örnekleme ve tanımlamasına en uygun Herodian. Düşmana ancak onun silahlarını
kuşanarak ayakta kalabileceğine inanan tercih. Bu nedenle o’nun, tabuları usul
usul yıkıp Müslümanların mahrum kaldığı
imkânlara kavuşması ve çağımızda yeni bir İslâm toplumu yapısının oluşumuna
zemin hazırladığı, “toptancı tavrın” tehlikeleri nedeniyle tedriciliği
benimseyen bir İslâmcı olduğu kanaati bir vehimden ibarettir.
Turgut Özal değişimciliği ile
Tanzimat reformculuğu ve hatta Mustafa Kemal devrimciliği arasında ortak
paydanın Batı dayatmacılığı olduğunu hatırlayalım.Tanzimat fermanının
arkasında,dayatılarak imzalanan ticari anlaşmalar vardı.Fermanın okunmasından
çok kısa süre sonra yabancı sermayenin ihtiyaç duyduğu insan malzemesini
üretmek üzere çok sayıda yabancı okul
açıldığı gibi,bu tercihte değişim yönüne uygun kültürel ve sosyal
ortamlar yaratıldı.
Mustafa Kemal, Batı’nın
beklentilerini devlet gücü kullanarak gerçekleştirdi. Özal’ın ise kalkış
noktası 24 Ocak 1980 kararlarıdır. Özal reformculuğunun motoru bu kararlardır
ve estirdiği değişim rüzgârları bu kararların uygulanma imkânlarını
zenginleştirecek ortamları yaratma ve hatta bu kararların uygulanma şansını
azaltabilecek ihtimalleri yok etme doğrultusundadır.
Özal’ın değişim mantığındaki
sağlıklılık derecesini belirlemenin kısa yolu, şimdiye kadar kazandığı
sağlıklılık derecesidir.
Özal’ın hayatı ve hizmetlerine (!) kısaca bakalım:
1927, Malatya doğumlu Turgut Özal,1950’de İTÜ
mezunu bir elektrik mühendisi olduktan iki yıl sonra (1952’de) branşıyla ilgili
araştırmalar için kısa bir süre Amerika’da kalıyor. Dönüşünden 1966’ya kadar
süren çeşitli bürokratik görevlerin ardından (1966) Başbakan Demirel’in özel
teknik müşaviri, bürokraside yüksek görev ve yetkilerin sahibidir.12 Mart
(1971) sonrası ikinci defa Amerika’da, iki yıl Dünya Bankası’nda görevli. 1973’ten
itibaren Sabancı Holding’de koordinatör. 1977’de kardeşi Korkut Özal’ın partisi
MSP’nin İzmir’den milletvekili adayı. Politikaya ilk adımı bu çatı altında
başarısız. Büyük işçi hareketlerinin boy gösterdiği 1978’de sermaye kesiminin
üst düzeyde savunucusu, Madeni Eşya İşverenleri Sendikası (MESS) yönetim kurulu
başkanı. Yani emekçilere karşı, işveren cephesinin başında.
1979’da,12 Eylül arefesi AP
azınlık hükümeti döneminde yine Başbakan Demirel’in müsteşarı. ABD ve çok uluslu
şirketlerin güdümündeki IMF’nin Türkiye’ye dayattığı ekonomik reform paketi
olan 24 Ocak kararlarını bu hükümet kabul etmiş, yürürlüğe koyup uygulayan Özal
olmuştur. ABD güdümüyle gerçekleşen 12 Eylül ihtilalinden sonra yönetimi ele
geçiren generallerin ekonomik işlerden sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan
Yardımcısı Turgut Özal’dır ve görevi 24 Ocak kararlarını uygulamaya devam
etmektir.
Bu yıllarda enflasyonla mücadele
için faizleri yükseltme politikası izlemiş, neticede enflasyon tırmanmaya devam
etmiş, karşılığında toplumsal ve sosyal dengeler altüst olmuştur. Büyük vurgun
iddiaları, banker faciaları, yüksek ahlak erozyonu basın ve kamuoyunun
gündemindedir.
1983’te Kenan Evren’in tercihi, seçimleri
Sunalp Paşa’nın kazanmasıdır. Özal bu
tercihe rağmen ANAP’ın genel başkanı olarak seçimlerden % 45 gibi bir oy
oranıyla en kazançlı çıkmış ve hükümeti kurup Başbakanlığa yükselmiştir. Bu
seçimde muhafazakâr seçmenin başka alternatifi olmayınca 1984 yerel seçimlerinde
ANAP’ın başarısı devam eder.
Başbakan Özal’ın liderliğindeki
ANAP, 1987’ye kadar ekonomiye önemli bir canlılık, yapay bir büyüme kazandırdı.
Ülke ekonomisinin dışa açılması, dışalım ve dışsatımlarda yüksek oranlara
ulaşılması, yabancı sermaye girişinin hızlanması yanı sıra dış borçlar
katlanarak 1987’de 33 milyar dolara yükseldi. Piyasa yabancı mallarla dolup
taştı, kaçakçılığı önlüyorum derken, ülke yabancılara Açık Pazar oldu.
Tırmanmaya devam eden enflasyon reel ücretleri iyice eritti, ülke aynı zamanda
ucuz işçilik cenneti haline geldi. Emek içeride ve dışarıda yerli ve yabancı
sermaye oldukça ucuza satıldı. Doğal olarak enflasyona tuş olan “Orta Direk”,
yoksul sınıfa iltihak etti.
Özal hükümetleri boyunca Türkiye
tümüyle ABD ekseninde bir dış politika izledi. Özal, kişisel olarak İran’a dost
gibi gözükmesine karşılık, İran,Irak savaşı boyunca tarafsızlık haksızlığına,
hatta diğer bir çok ülke gibi Irak’ı daha çok kollayan uygulamalara evet dedi. Bu
yıllarda İran’la dış ticaret hacmi 3 milyar dolara yükseldi ve savaş içindeki
İran, bazı ihtiyaçlarını Türkiye’den karşılayabildi ama, saldırgan ülke Irak
daha fazla “müzaheret”e layık görüldü. Böylece Özal,ABD’nin politikasına uyumlu
şekilde bu savaşta Saddam canavarını besleyenlerden oldu. Daha sonra, yine ABD’nin politikası paralelinde
Saddam’a en sert çıkanların yanında yer aldı. “Bir koyup üç alayım” derken
ülkeyi ve halkı zarara uğramaktan koruyamadı.
1986’da ABD’nin Libya’yı
bombalaması sırasında Başbakan Özal, gözlerini ve kulaklarını tıkayarak, ABD’nin
bölgeyi tehdidi ve yeni saldırı girişimlerine yeşil ışık yakmış oldu.
Başbakan Özal döneminde büyük
talanlar, vurgunlar yaşandığı, hayali ihracata âdeta hoşgörüyle bakıldığı
iddiaları kamu oyunda kanaat haline dönüştü ve rahatsızlık yarattı. Ekonomik
büyüme yükünün dar gelirli kesimlere yüklenmesi, Özal ailesinin aşırı gösteriş
içinde hanedan görüntüsü vermesi ANAP’ı zayıflattı. Kasım 1987’de oy oranı % 36.3’e
düştü.
1987 seçiminden sonra
Başbakanlığı kısa süren Özal, 17 Nisan
1988’de suikast girişimine uğradı. Suikast nedeni ve mahiyeti yıllar sonra bile
karanlıkta kaldı. Özal, 21 Aralık 1989’da başarılı bir sıçrama yaparak eski
generallerin Cumhurbaşkanı olma geleneğini bozdu, sivil bir Cumhurbaşkanı
olarak ülkenin zinde güçler vesayetinden çıkması beklentisine umut aşıladı. Başbakanlığı
ve ANAP genel başkanlığını bıraktığı Mesut Yılmaz ise 1991 seçimlerinden mağlup çıktı. Bir yandan
Demirel’in, cumhurbaşkanlığı yetkilerini
budamaya başlaması, diğer yandan ANAP’taki ona bağlıların tasfiyesi, ayrıca
O’nu kavramakta güçlük çeken resmi ideoloji bağnazlarının yıpratmaları
sağlığını iyice bozdu. 17 Nisan 1991 de vefat etti. Vefatı ülkede başlı başına
olay oldu. Ankara ve İstanbul’da düzenlenen cenaze törenleriyle, çalınan
bandolar, söylenen tekbirler arasında Adnan Menderes’in yanına gömüldü.
1982de Fransa’da çıkan kitabı (
Emekli generallerin yerine sivil
Cumhurbaşkanı olma başarısı, TCK’dan 141 ve 142. maddeler ile birlikte 163. maddeyi
kaldırması, çeşitli vesileler ile resmi ideolojinin sorgulanmasını gündeme
getirmesi, tabuları yıkma isteği içinde görünmesi, Kürtlere daha hoşgörülü bir
tavır sergilemesi, fazla üstüne gidemese bile ülkede bazı güç odaklarının
varlığından rahatsızlık duyduğunu belirtmesi; Cuma namazlarına katılan, başka
vakitler için de camiye giren ilk cumhurbaşkanı olması, samimi olduğuna
inanılacak zamanlarda Allah’a iman eden bir kişi olduğunun anlaşılması, türban
tartışmalarında Müslüman öğrencilere yakınlık göstermesi…
Bunlar ve benzeri inkâr edilemeyecek
farklı özellikleri övgüye layıktır ve Türkiye’de devlet, din, devlet-halk
yakınlaşması yönünde atılan olumlu adımlardır. O bir çok konuda olumlu
gelişmeleri başlatmıştır, bunlar daha iyi gelişmeler için umut vermektedir.
Bence olumlu her çabaya destek vermeli ama, arka planını da bilmeli. Ancak bu
sayede handikapları ucuz atlatabiliriz.
Bilinmeli ki Özal’ın yukarda
övgüye değer görülen tüm özellikleri, öbür yaptıkları gibi Batı’nın Türkiye’de
görmek istediği bir değişimi ifade etmektedir. Bunlar, bölgede ve Türkiye’de
Devrimci İslam dalgasını kırmak için zorunlu görülen iyileştirmelerdir.
Sözün özü: Rahmetli Özal, farkında
olarak veya olmayarak iyi bir dalgakırandı.
Fatih Portakal’ın istifası ile
ilgili herkes bir yorum yaptı. Ben de o konudaki fikirlerimi anlatacağım ancak
bugün istifa sürecinde dikkatimi çeken başka bir detayın üzerinde durmak
isterim. Dün Orhan Uğuroğlu Yeniçağ’da bir yazı yazdı. İlginç bulduğum noktalar
vardı o yazıda.
Uğuroğlu daha önce Portakal’ın
istifasının tamamen asparagas olduğunu ileri sürmüş ve bunu FOX TV Türkiye
Yönetim Kurulu Başkanı Engin Güner’e dayandırmıştı.
Uğuroğlu’nun bu haberi çok kısa
zamanda yalanlandı. Dünkü yazıda o yanlış haberin hikayesini de anlatıyor.
Bu haberi yazınca kendisini ilk
arayan Osman Gökçek olmuş ve kesin olarak Portakal’ın ayrıldığını yerine Selçuk
Tepeli’nin geleceğini ifade etmiş. Hatta yemeğine iddiaya girmişler.
Aynı gece Osman Gökçek beni de
aradı ve aynı bilgiyi verdi. Zaten ilk olarak Osman duyurdu Selçuk’un
geleceğini. Ama başta kimseyi inandıramadı. Oysa aldığı kulis bilgisi doğruydu.
Fakat Orhan Uğuroğlu’nun yazısında
benim ilgimi çeken taraf bu değil.
Esas tuhaf olan FOX TV Yönetim
Kurulu Başkanı Engin Güner’in Uğuroğlu’na söyledikleri.
Doğan Şentürk 2 hafta önce Selçuk
ile anlaşmış olmasına rağmen Engin Bey son dakikaya kadar hiçbir şey
bilmiyormuş. Portakal’ın ikna edileceğine inanıyormuş.
Hadi bunu da geçtik…
Güner kendisinin ODTÜ’lü
yıllarından beri Atatürk ilkelerine ve devrimlerine ne kadar bağlı, Kemalist
bir insan olduğunu da Orhan Uğuroğlu’na anlatma gereği duymuş.
HEM ÖZAL HEM BESİM TİBUK’A YAKIN
İSİM
Zannediyorum özellikle Atatürkçü
muhalif taban üzerlerine çok geliyor ve o yüzden FOX’çular bu sözleri iman
tazeler gibi sürekli söylemek zorunda kalıyorlar.
Okurlarımızın büyük çoğunluğu ve
özellikle 40 yaş altı kamuoyu Engin Güner ismini herhalde ilk kez duymuştur ama
ben FOX Başkanı Güner’in siyasal geçmişini bilirim.
Engin Güner Turgut Özal’a çok
yakın bir insandı. Rahmetli’nin özel kalem müdürüydü. Çok koyu bir Özal hayranı
ve adeta Özalist denecek bir çizgideydi. Mehmet Barlas’ın da yakın dostuydu.
Hatta Güner’in Türkiye gazetesi
yazarı Rahim Er’in sahibi olduğu yayınevinden çıkmış ‘Özallı yıllar’ diye bir
hatıra kitabı vardır. Bu kitap adeta Özal hacıyografisidir.
Engin Güner Özal ve ANAP
deneyiminden sonra da Besim Tibuk’un en yakınındaki isim olmuş ve Liberal
Demokrat Parti Genel Başkan Yardımcılığı yapmıştır.
Engin Bey o zaman LDP’nin Besim
Tibuk’tan sonra en etkili ikinci siyasi figürüydü. Tibuk’un fikirlerine de en
az Özal’a bağlı olduğu kadar bağlıydı.
Arşivlere girin… Besim Tibuk’un
tüm basın toplantılarında kendisini hemen Tibuk’un yanında görmediğiniz tek bir
fotoğraf yoktur.
Engin Güner özellikle ekonomik liberalizmi
en uç sınırlarına kadar savunan bir siyasetçiydi. LDP’nin yurtdışı ile
ilişkilerini de o yürütürdü.
Özellikle iktisadi ve finansal
alandaki fikirleri Amerikan Cumhuriyetçileriyle bire bir aynı olduğu için
Cumhuriyetçi Parti elitleriyle yakınlığı vardı. LDP de ekonomik olarak
Cumhuriyetçi Reagan çizgisindeydi.
Dolayısıyla ben Güner’in
Cumhuriyetçi Parti’ye yakınlığı bilinen FOX TV’de yönetim kurulu başkanı
olmasını hiç yadırgamadım. Hatta belki de en doğru isim bu anlamda.
Geçmiş siyasi çizgisiyle son
derece uyumlu. Cumhuriyetçi Murdoch Ailesi’nin Güner’e güvenmesini de doğal
karşıladım.
DOĞAL KARŞILAMADIĞIM KONU…
Doğal karşılamadığım konu bu kadar
Özalist ve Besim Tibuk’çu olduğunu çok iyi bildiğim Engin Güner’in kendisini
nasıl olup da aynı zamanda ‘ODTÜ’lü yıllarından beri Kemalist’ olarak
tanımlayabildiği…
Türk siyasal tarihinin en
anti-Kemalist siyasetçisi hiç tartışmasız Besim Tibuk’tur. En anti-Kemalist
partisi de Tibuk’un LDP’sidir.
Genelde anti-Kemalizm deyince akla
YDH ve Cem Boyner gelir ama Tibuk’un Kemalizme hatta doğrudan Atatürk’e yönelik
tenkitlerinin yanında Boyner’inkiler çok hafif kalır.
Üstelik iyi tanıdığım Besim Bey bu
konuda bir zerre de sözünü sakınmaz, her yerde hiç çekinmeden Kemalist
ideolojinin aleyhine konuşur. Eskiden de ekranlarda çok iddialı konuşurdu bu
konularda.
Atatürk dönemine aykırı bakış ve
bunları ifade ediş bağlamında Besim Tibuk’un bir benzeri yoktur Türk siyasal
yaşamında.
Engin Güner eğer söylediği gibi
ODTÜ’lü yıllarından beri Kemalist ise Besim Tibuk’un en yakını ve LDP’nin iki
numarası olamaz hatta Tibuk’un tespitlerine ve fikirlerine katlanamazdı.
Çünkü gerçekten Tibuk’un
Atatürkçülük ve Mustafa Kemal noktasındaki eleştirilerine mümkün değil bir
Kemalist dayanamaz. Mutedil bir Atatürkçü de tahammül edemez. Masadan öfkeyle
kalkar gider.
Ben Cumhuriyetimizin kurucusu
Atatürk’ü gönülden severim. Ailemden aldığım terbiye bu yönde. Atatürk’ü çok
seven bir ailenin çocuğuyum. Öte yandan bildiğiniz gibi Kemalist bir yazar asla
değilim.
Fakat itiraf edeyim ben bile Besim
Bey bu mevzularda konuştuğunda hafiften gerilirim. Bana da abartılı gelir
düşünceleri. Öyle ki o tenkitleri burada ifade etmeye dahi korkarım.
Fakat Besim Bey’in bana da aşırı
gelen bu fikirlerini ve aynı zamanda mevcut hükümete yönelik en sert
eleştirilerini de söyleme hakkını yani ifade özgürlüğünü de sonuna kadar
savunurum.
Netice itibariyle FOX Yönetim
Kurulu Başkanı Engin Güner nasıl aynı anda hem Özalcı hem Tibukçu hem Atatürkçü
oluyor anlayabilmiş değilim.
Abdullah Gül’ün meşhur ettiği bir
söz ile bitireyim… İnsan gerçekten bazen hayret ediyor.
30 Ağustos tartışmalarına dair
Son günlerde 30 Ağustos
kutlamaları üzerinden bir tartışma sürdürülüyor.
Ben, 30 Ağustos Zafer Bayramının
çok coşkulu kutlanmasından yanayım. AK Parti 1071 Malazgirt ile ilgili ne kadar
duyarlıysa 1922 Dumlupınar ile ilgili de o kadar duyarlı olmalı.
Başta Sayın Cumhurbaşkanı olmak
üzere AK Parti’nin üst düzey yetkilileri de Dumlupınar’a muhakkak gitmeli diye
düşünüyorum.
Aksi bir tavır toplumda lüzumsuz
bir bölünme yaratıyor. Malazgirt de Dumlupınar da bu milletin eseri. Tarih
üzerinden kavga etme hadisesini artık aşmalıyız.
KAYNAK: Nagehan Alçı / Fox Tv,
Atatürkçülük ve Engin Güner (haberturk.com, 28.08.2020).
Engin Güner, yıllarca Turgut Özal’ın en yakınındaki isim
oldu. Önce öğrencisiydi, sonra başdanışmanı olarak görev yaptı. Güner,
Türkiye’nin Özallı yıllarına dair anılarını paylaştı...
Beni 20 yıl sonra iyi anlayacaklar
17 Nisan, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ölüm yıldönümü.
25 yıl önce aramızdan ayrılan Özal'ı, en yakınındaki isim ile konuştuk. 19'uncu
Dönem İstanbul Milletvekili ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın Başdanışmanı Engin
Güner'e göre seveni kadar sevmeyeni de çok olan Özal, bugün sevmeyenlerinin de
özlemle andığı bir lidere dönüştü. İşte Güner'in Özal ile ilgili anlattıkları:
HOŞGÖRÜ ABİDESİYDİ
Arkadaşımız Nil Soysal'a konuşan Engin Güner, Turgut
Özal'ın ‘bir hoşgörü abidesi' olduğunu belirterek, “Hoşgörülü olduğu kadar,
toleranslı bir insandı. Konuyu daha iyi açıklamakla yetinirdi” dedi.
ÜLKEYE ÇAĞ ATLATTI
– Turgut Özal'ın seveni kadar sevmeyeni de çoktu.
Yeterince anlaşılamamış olabilir mi sizce?
Özal alışılmışın dışında bir liderdi. Bürokrasinin ve özel
sektörün değişik kademelerinden geçip gelmişti. Türkiye ekonomisinde dönüm
noktası olan 24 Ocak kararlarını da hazırlayan küçük ekipten biriydi. Zaten 24
Ocak kararlarını uygulamak da ona nasip oldu. Aslında bu adeta bir devrimdi
Türkiye'de. Bir işadamı, Amerikalı bir işadamı ile görüşmek için İstanbul'dan
uçağa atlar, Atina'ya gider, oradan Amerika'daki işadamına telefon eder, sonra
tekrar geri gelirdi. Türkiye, Özal'la birlikte oralardan bambaşka noktalara
geldi. Ama ne yazık ki Özal yeterince anlaşılamadı. Daha da önemlisi;
Türkiye'ye çağ atlatan Cumhuriyet döneminin en önemli liderlerinden biri
olmasına karşılık, maalesef bugün yaşları 45-50'nin altında olanlar ve
özellikle de genç nesil Özal'ı yeterince tanımıyor. Oysa Özal Atatürk'ten sonra
Cumhuriyet döneminin en başarılı cumhurbaşkanıydı. Kafasındaki değişim planını
ilk günden uygulamaya koydu. Hayali bile mümkün olmayan reformlara imza attı.
Serbest pazar ekonomisi kurallarına geçilmesi, sermaye piyasası ve İMKB'nin
oluşturulması, Türk Lirası'nın konvertibl hale getirilmesi hep onun zamanında
oldu. Modern bankacılığa geçilmişti. Enerji ve telekomünikasyonda büyük atılım
yapılmış, GAP, karayolları, otoyollar, havalimanları, limanlar, barajlar gibi
altyapı yatırımları hızla tamamlanmıştı. İhracat teşvik edilmiş, kronikleşmiş
döviz darboğazı sorunu ilk kez aşılabilmişti. Buna rağmen hayranları olduğu
kadar, sevmeyenleri de vardı. Çok hızlı gerçekleştirilen reformlar ve değişim
aynı hızla sindirilememişti ve Özal maalesef sürekli yıpratılmıştı. Ama bugün
sevenlerinin arttığını, birleştirici, uzlaştırıcı yanının ve tonton tavrının
aslında ne kadar önemli olduğunun daha iyi anlaşıldığını görüyoruz.
– O gün Özal'ı sevmeyenler, bugün neden seviyorlar peki?
Demek ki bir özlem var, bir sıkıntı var. Zor bir dönemden
geçiyoruz. Bugün vicdan sahibi herkes Özal hakkında bir değerlendirme yaparken,
onun yaptıklarını şöyle bir gözünün önünden geçirmelidir ve ben geçirdiklerini
düşünüyorum. Çünkü bugün Özal'a özlem duyan ve ona haksızlık yapıldığını
düşünenler çoğunlukta. Zaten bunu kendisi de öngörmüştü. “ Beni 20 yıl sonra
daha iyi anlayacaklar” diyordu.
– Siz nasıl tanıştınız Özal'la?
1961 yılıydı. ODTÜ'de İdari Bilimler Fakültesi birinci
sınıftaydım. Bize modern matematik dersine giriyordu. Hocamızdı yani. Çalışkan
olduğum için beni çok severdi. Sınav notlarını öğrenmeye filan evine giderdim.
Yolda eve kadar birlikte yürür, sohbet ederdik. ODTÜ'de sol söylemler giderek
artıyordu. Ama Özal çok farklı şeyler söylüyordu. O zaman, “Bu adam ileride
mutlaka çok önemli biri olacak” demiştim kendi kendime.
– Evleri nasıldı?
Çok mütevazı bir evleri vardı. Bizim öğrenci yurdu Bülten
sokaktaydı. Onlar da hemen yanımızdaki sokakta oturuyorlardı.
GAZETECİLER İŞİNİ YAPIYOR
– Eleştiren ya da aleyhinde yazan gazetecilere kızar
mıydı?
Hiç kızmazdı. İfade ve basın özgürlüğü onun temel
ilkelerindendi. Aslında o dönemde tam olarak anlaşılamamasında, yıpratılmaya
çalışılmasında basının rolü büyüktü. Buna üzülürdü. Gazetelerin ilk baskıları
bize akşamdan gelirdi. Hemen bakardık: “Şuna şöyle cevap verelim” filan diye
yanına giderdik. “Bırakın” derdi… “Onlar işlerini yapıyor, biz de işimize
bakalım” diye konuyu kapatırdı. Zaten Özal üç ünlü özgürlüğü vasiyet etti.
Bunlar; düşünce ve düşünceyi ifade, din ve vicdan ile serbest teşebbüs
özgürlüklerinin mutlaka yerine getirilmesi idi. Derdi ki; “Herkes ne isterse
düşünür. Buna kimse karışamaz. Önemli olan düşünceyi ifade özgürlüğüdür.”
Ortadoğu'da haritanın değişeceğini biliyordu
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ABD ve Avrupa'daki en
yakın müttefiki İngiltere ile Türkiye arasındaki ilişkilerde, tarihin en parlak
dönemini başlattı. ABD eski Başkanı George Bush'la dostluğunu aileler düzeyinde
geliştirmişti. Başkan Bush, Özal'a “Kardeşim Turgut” diye hitap ediyor, ABD
Başkanlığına yeni seçilen Clinton'la ilk görüşen liderlerden biri oluyordu.
Amerikan emperyalizmine yaklaşımı, Turgut Özal'ın en çok eleştirilen tarafları
arasındaydı… Engin Güner, Özal dönemdeki politikayı şöyle anlattı:
MASADA OLMAK…
“Özellikle sol kesim çok eleştirdi. Aslında Özal döneminde
Türkiye'nin dış politikada yıldızı parlamıştı. Dış dünyada büyük saygınlığı
vardı. ‘Uzlaşı, yüzyılımızın anahtar kelimesi' der ve tüm ilişkilerinde
kavgacı, ayrımcı değil, tam tersine son derece hoşgörülü, uzlaşıcı ve yapıcı
bir davranış biçimi izlerdi. Bu sayede yurt içinde dört farklı siyasi eğilimi
birleştirmiş, yurt dışında da tüm ülkelerle sıcak dostane ilişkiler kurmuştu.
Bu görüşler doğrultusunda Körfez Savaşı sonrası Camp David'e (ABD başkanlarının
tatil misafirhanesi) gittiğimizde, stratejik işbirliği kurmuş ve uzun yıllar
uygulamıştı. Özal, Ortadoğu'nun haritasının değişeceğini ve bugünleri de
görmüş, Türkiye'nin mutlaka masada olması için gerekli girişimlerde bulunmuştu.
O büyük bir vizyoner, demokrat, özgürlükçü ve inançlı büyük bir devlet
adamıydı.
Özal, ABD tipi başkanlık
sistemi önerdi
– Turgut Özal, Başkanlık Sistemi'ni de önermiş ve çok
tartışılmıştı…
Başkanlık Sistemi'ni kamuoyunda tartışılması amacıyla
önermişti. Ama onun öne sürdüğü Başkanlık Sistemi'nin bugünkü ile alakası
yoktu. Amerikan tipi bir başkanlık sistemi olmasını istiyordu. “Güçlü bir
kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı şart” derdi ve bunları savunurdu.
Özellikle de denetim-denge mekanizması olan bir başkanlıktan söz etmekteydi.
İsmail Özdağlar
İsmail Özdağlar
Devlet bakanını ağlayarak Yüce Divan'a gönderdi
– Dönemin Devlet Bakanı İsmail Özdağlar'ı Yüce Divan'a
yollamış ve 2 yıl hapis cezası almasını sağlamıştı. O olayın içyüzü neydi?
Bir devlet bakanıydı o bakan. 25 milyon liralık bir rüşvet
iddiası vardı. Özal bunu duyar duymaz Adnan Kahveci'yi görevlendirdi. Kahveci o
bakanla konuştu ve şüphelerini Özal'a bildirdi. Bunun üzerine çağırıyor o
bakanı Çankaya Köşkü'ne. Bir yandan bisiklet üzerinde sabah sporunu yapıyor,
bir yandan da soruyor. O da itiraf ediyor. Bakan gittiğinde kendini tutamıyor
ve ağlıyor. Özal o bakanın Yüce Divan'a gönderilmesine ağlaya ağlaya, ama
gözünü kırpmadan karar verdi.
Kanaatime göre Özal eceliyle öldü
– Turgut Özal'ın ölümü çok tartışıldı…
Benim kanaatim Özal kesinlikle öldürülmedi. Tabii bunu
ispat etmek mümkün değil. Biri ya da birileri onu zehirlemiş olabilir mi,
olabilir. Ama bu ortaya çıkardı diye düşünüyorum. Bir devlet kurumu olan Adli
Tıp'a güvenmek durumundayız. Onların verdiği raporda böyle bir zehirlenme yok.
Mezarı açıldığında da gerekli incelemeler yapıldı ve hiçbir iz bulunamadı.
Biraz vehim diyeyim. Hatırlarsanız; bazı çevreler bunu Ergenekon'a filan
bağladı, o açıdan kullandılar. Benim samimi kanaatim; Özal'ın eceliyle öldüğü
şeklinde.
Okluk Koyu'ndaki bu mütevazı Cumhurbaşkanlığı Köşkü,
yerine yenisi yapılmak üzere yıkıldı.
Okluk Koyu'ndaki bu mütevazı Cumhurbaşkanlığı Köşkü,
yerine yenisi yapılmak üzere yıkıldı.
Okluk'taki ütü odasını çalışma ofisim yaptık
– Turgut Özal Cumhurbaşkanı olduktan sonra özellikle Okluk
Koyu'ndaki konutun ihtişamı dillerden düşmezdi!..
O çok büyütülen, saltanat sürdüğü iddia edilen Okluk
Koyu'ndaki konut aslında küçücüktü. 200 metrekare ya var, ya yoktu. Çok da
sıcak olurdu. Üç oda bir salondan ibaretti. Bir de küçücük ütü odası vardı. O
oda aynı zamanda benim çalışma ofisimdi. Özal'ın ise bir çalışma odası bile
yoktu. Okluk'a gidildiğinde biz ailece karavanda kalırdık. Özal'la salondaki
yemek masasında çalışırdık. Aslında bu tevazu onun örnek alınması gereken
vasıflarından biriydi. İstese o konutu büyütemez miydi? Can Pulak, Özal'ın
talimatıyla bütün sahili denetler, çivi çaktırmazdı. Özal, inançlı, sivil ve
demokrat bir cumhurbaşkanıydı. Zaten demokratikleşme ve insan hakları alanlarında
da en büyük atılımlar onun zamanında yapılmıştı. Kürtçe konuşma yasağının
kalkması, TCK'nın 141, 142 ve 163'üncü maddelerinin kaldırılması, AİHM'in yargı
yetkisi ve AİHM'e kişisel başvuru hakkının tanınması, işkence ile mücadele
sözleşmelerinin imzalanması hep onun zamanında gerçekleşti.
Son günlerinde çok mutsuzdu
Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, son yurtdışı gezisini
Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'ne yapmıştı. 4 Nisan'da başlayıp 15 Nisan'da
tamamladığı 11 günlük gezi Özal'ı çok yormuştu. Türkiye'ye döndükten 2 gün
sonra da hayatını kaybetti. Engin Güner'e Özal'ın son günlerini sordum:
“Çok mutsuzdu. Neden o kadar mutsuz olduğunu hiç kimse
anlayamıyordu. Sonradan düşündüğümde; her halde sağlık sorunlarındandı diyorum.
Kötü gittiğini görmüştü. Özellikle yurt dışı gezileri artık onu çok yoruyordu.
Sağlığına da dikkat etmiyordu. Çok kilo almıştı. Hep diyet yapıyoruz filan dese
de aslında yapmıyordu. Özal'ın yapmak istediği çok şey vardı. İkinci değişim
planı vardı. O da devletin yeniden yapılanmasıydı…”
KAYNAK: Beni 20 yıl sonra iyi
anlayacaklar (Nil Soysal röportajı, sozcu.com.tr, 16 Nisan 2018), Nagehan Alçı /
Fox Tv, Atatürkçülük ve Engin Güner (haberturk.com, 28.08.2020).