Ruhan Mavruk

Şair ve Yazar, İnsan Hakları Savunucusu, Edebiyatçı

Doğum
09 Eylül, 1956
Eğitim
İTİA Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu
Burç

Şair ve yazar, insan hakları savunucusu. 9 Eylül 1956, İstanbul doğumlu. İçinde ünlü atom bilgini İrfan Mavruk’un da olduğu Çerkes kökenli bir ailedendir. İlk ve ortaöğrenimini İstanbul’da yaptı. İTİA Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu (1978) mezunu. Aynı alandaki yüksek lisans öğrenimini 1991’de Sosyal Bilimler Enstitüsünde tamamladı. Sosyal Bilimler Bölümünde doktora öğrenimini yaparken üniversiteden uzaklaştırıldı. Çalışma hayatına 1981’de Milliyet gazetesinde adliye muhabirliğiyle başladı. Özel radyolarda şiir ve kültür-sanat programları hazırlayıp sundu. İki yıl Çevre Radyosunun genel yayın yönetmenliğini üstlendi. Radyo Umut, Özgür Radyoda kültür ve edebiyat programları yaptı. Başka Kültürevi Daima Marksist Çeviri Atölyesinde çalıştı. Türkiye Yazarlar Sendikası, Edebiyatçılar Birliği üyesidir.

Şair, ilk kitabı, 1994 yılında Berfin Yayınları’ndan çıkan “İda Dağı Çöz Ben” ’ile Mavi Dergisi İlk Yapıtlar birincilik ödülüne layık görüldü. “Derinliğin Serinliği” isimli aforizmalar ve felsefe alıntıları ‘Ulusal Yayıncılık’tan çıktı (1996).

 İkinci şiir kitabı Gerçek Sanat Yayınları'nda hayat bulan “Leyla’dan Beri” (1998). Bunu “Fiyortlar” adlı anlatı -şiir kitabı (Daima Yayıncılık , 2005) ve  Ayışığı kitaplığından çıkan “Issız Ada ve Savaş Zırhlısı” adlı denemeleri izledi ( 2017).

 2018 Aralık ayında Aysad Yayınları  “İda Dağı Çöz Beni”nin’ üçüncü ve Fiyortlar’ın ikinci baskısını yayına hazırladı. 2019'un Aralık ayında Güney Havadis Gazetesi tarafından kendisine, Toplumcu Gerçekçi  Şiir ve Modernite dalında En İyi Şair Ödülü, 2019 Mayıs ayında ise Sanat Durağı Kültür Evi tarafından , Yaşamın Ve Şiirin Ustası ödülleri verildi.

Radyo Umut ,Çevre Radyo ve Özgür Radyo’da kültür-edebiyat programları yaptı. Tıp, Biyoloji, Eczacılık Fakültelerinde Tıbbi Çeviri, TOEFL, ÜDS, KPDS dersleri verdi. İnsancıl, Önsöz, Berfin Bahar, Öğretmen Dünyası, Sanat ve Hayat gibi dergilerde yazı ve şiirleri yayınlandı. Son dönemlerde, Önsöz, Yaşam Sanat, Sanat ve Hayat, Yeni Gelen, Zamansız gibi dergilerde şiirleri yayınlanmaktadır.

Ruhan Mavruk, ayrıca yüreği kocaman bir insan hakları savunucusu olup, kadın hakları başta olmak üzere çeşitli insan hakları ihlallerine karşı gönüllü olarak mücadele etti. Ortak tepki gösterenlere sürekli destek oldu. Gösterilere katıldı, mahpusların sorunlarıyla ilgilendi, seslerini duyurmaya çalıştı.

Şiir ve düzyazıları 1993’ten itibaren Aykırı (yazı kurulu üyesi), İnsancıl, İblis, Öğretmen Dünyası, Kybele, Öteki, Siz, Ütopya, Güzel Yazılar, Hareket, Tavır, Yaba Öykü, Gerçek Sanat, Aykırı, Evrensel Kültür, Berfin Bahar, Atılım, Nihan, Devrimci Demokrasi, Evrensel, Dayanışma gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. HergeleKybele dergilerinin kurucuları arasında yer aldı, Gerçek Sanat Yayınlarının yazı kurulunda bulundu. İda Dağı Çöz Beni adlı kitabıyla Mavi Dergisi İlk Yapıtlar Şiir Ödülünü kazandı.

 

Ruhan Mavruk İçin Ne Dediler?

 

Ruhan Mavruk’un ilk şiir kitabını oluşturan şiirlerde genel olarak ilk görülen, ince duyarlıkların oluşturduğu örgü oluyor. Bireyin, insanın, genç kızlığın, kadınlığın duyarlıklarıyla doğanın ve acılarla dolu yaşamın evrensel bir bakışla algılandığı ve sunulduğu dizeler oluşturuyor Mavruk’un şiirini. “Örselenmiş yıllar akıyor arkamızdan…’ gibi hüzün dolu deyişlerden; “sev okşa beyninin kıvrımlarındaki şeytanları/’hayata tek boyutlu bakma” gibi çözüm arayışının ışıltılarına kadar, insani sorunların deşilip gözler önüne sergilediği şiirlerle dünyaya kucağını açıyor gibi Mavruk.” (Öner Yağcı)

 

***

 

Felsefe, düşünce, gerçek, diyalektik, yasa, yönetme, zorbalık, ölüm, yalnızlık, büyüklük, erdem, insan, gençlik, çocuk, sevgi, aşk, sanat, şiir, özgürlük, korku, kavga-direniş ve umutla ilgili özlü sözleri, dizeleri derlemiş Mavruk. Picaso’nun kapağı süsleyen o güzel resmindeki gibi günlerimi çiçekledi.” (M. Mahzun Doğan)

 

***

 

“Şairin imge-simge sistematiği oturmuştur. İmge savrulmalarına pek rastlanılmaz. Yarattığı imge ve simgeler tam yerlerinde ve olması gerekene özlemini dile getirecek şekilde yaratılmışlardır, kullanılmışlardır.” (Yılmaz Arslan)

 

ESERLERİ:

 

Şiir: İda Dağı Çöz Beni (1994), Leyladan Beri (1998), Issız  Ada ve Savaş Zırhlısı (Şiirler, mektuplar, 2007, 2017), Toplu Eserler (dört kitabının toplu basımı, 2009).

 

Öykü: Fiyortlar - İnsan Atmak Serbest Çöp Atmak Yasak (2005).

 

Deneme: Derinliğin Serinliği (denemeler, aforizmalar, 1996), Simurg Tufanı (2005).

 

Çeviri: Neşeli Öğrenciler (Ann Digby’den, 1991), Körfezdeki Okul (1995).

 

Ayrıca İngilizce öğrenimi için bir gramer kitabı vardır.

 

HAKKINDA: Sunay Akın / Yağmurlu Şiir Sokağından Üç Şemsiye!.. (Gerçek, 17.12.1994), Yılmaz Arslan / Toplumcu Gerçekçi Şiirin Muse’si: Ruhan Mavruk ve “İda Dağı Çöz Beni” (Ada Kültür, Şubat 1995), Öner Yağcı / Bir Şiir Kitabı Daha (Kitap Eki dergisi, Ocak 1996), M. Mahzun Doğan / Picasso, Ruhan Mavruk, Zeynep Aliye ve Tufan (Dünya Kitap, Nisan 1996), Mazhar Kara / Duvarsız Sarmaşık (Evrensel, Şubat 2000), Derinliğin Serinliği (Gergef, Kasım 1996), Rüzgardaki Yalnız Türküler (Cumhuriyet Kitap, 18.1.2001), İhsan Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Kadınlar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Sennur Sezer / Fiyortlar (Cumhuriyet Kitap, 17.11.2005), İncinmesin Kıyılarımız ( şiirler), Mayıs 2019), M. Demirel Babacanoglu / Ruhan Mavruk & “İncinmesin Kıyılarımız” (17.03.2020).

KADINIM

 satır aralarında sus işareti

       ben asmadım

             nihavent şarkılarla işli

                       bu demir pardeleri güneşe karşı

                   

köle tacirleri sürüdü bedenimi

        esir pazarlarında

 

sofralar süsledim zindancılarıma,

      oğullar verdim fırtınaya

 

saçlarımla taşıdım medeniyetleri

 

       kanlı bir lekeden ibarettim

                 kimine göre 

           kimine göre aşiretler tarihinde bey ana

 

 

dumanlı adamlar inerdi geceme

            aşkları mühürlü

                      gün oldu mezarımı ellerimle kazdım

 

yıkayıp akladım öte yanımı

 

kardım, borandım, yalnızdım

açlığın tenini duydum kara gecede

                                       korkunun cesaretini

                                                     bir kalemim vardı,

                                                                yazdım!

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KİMLİK

kuytu nehir yataklarından geçer

kanıma süzülür zehirim

açılırım bir yangının saçlarında

geceye

 

sevda çeker hep uzaktan

yıldızlar gül döker eteklerime

korkulu bir düş inse

ürperse sular

koşar, çevirir öyküyü yağmurlar

 

yine de serinliğini bırakmaz hiç biri

sesim kayalıklarda sıcak bir rüzgar

 

kör bir kızım

kaybettim kardeşlerimi

yanan yakılan gözbebeklerinde kentin

çöktü bir roma karanlığı

hesapsız sevmelerime

 

sonrası tuzak

sonrası kuzey ötesi

parsel parsel görkemli yalnızlıklar…

 

ağrılı düştü gün ışığı

yaralı günlerin üzerine

bizi hatırla diye diye

geldi üşüştü ellerime pervaneler

döküldü bir iç çekiş

kan bulaştı mısraya yine

ama öyle evcil bir hikaye

                             değil ki bu

her acı sığmıyor işte şiire

 

sen iyisi mi beni hiç bırakma kassandra

kanatları tutuştu yarasanın

-akkor haline gelmedin-

kanayan bir kuşağın geçip boydan boya

o yağmur kuşlarının ölüm çığlıklarını

taşımak istiyorum buraya…

b/itpazarı

 

ı

artemis’i satıyorlardı

dün karşı sokakta

        “bu ne iş phenelope” dedim

“ucuz iş abla”dedi

                             piyasayı çürütür bunlar

                                       şikayet dilekçesi düşünüyoruz

                                                                       esnaf tanrılar adına

 

topal müteahitle kaçtı diyorlar aslı

                                    kerem de jigolo olmuş

yaşlı bir dulun kapısında

                       kadrolu yapacaklarmış yakında

 

reklam metni yazıyormuş baba zeus

               -eh! ekmek parası diyormuş

                                  hani şöyle boş zamanlarda-

 

ödül salonu basıp

başkanın kafasında paralamış

                                   plaketleri neyzen

selamı var

içerde daha rahatmış

yunus’u şırnak’a sürdüler

pir sultan’ın başına da ödül kondu

                 yakalarlarsa bir daha asacaklarmış

 

 

ıı

 

sev okşa beyninin kıvrımlarındaki

                                                       şeytanları

hayata tek boyutlu bakma

                    çık gezin şöyle bit pazarında

                                    ipte kurutulup yaldızlanmış

                                                     serden geçti sevdalar

                                                                      ne ararsan var…

bir tabla da sen kap

verniklenmiş darağaçları satarsın

                                                      pek entel olur

 

eee! böyle işte

sarhoş kavisler çekip götürüyor

şimdi bütün yolları:

                 imge salatası, biraz havyar

                 maydanozla kardın mı yalanı

                                           vurursun itin sırtına palanı

                                              dirhem dirhem gider at pazarına

 

yok, yağmurdan başka

hiç bir sulu nimete avuç açmazsan

başlar zamansız bağ bozumu

                                                    başlar tomurcuk talanı

-aydan da umut kesilmiştir artık-

                hem kuşlar yemiştir yollara attığın darıları

                              tek başına düşer gölgen bulvarlara

                                           gece yarıları

                                                          ah! gece yarıları…

 

RUHAN MAVRUK & “İNCİNMESİN KIYILARIMIZ”

 “İncinmesin Kıyılarımız” Ruhan Mavruk’un kitabı. Çok nazik bir şairle karşı karşıyayız. Kitaplarında bile varlıkları incitmekten çekinen bir yazar. “İncinmesin Kıyılarımız” diyor. İnsancıl bir yaklaşım bu. Yayınlanmış, şiir, öykü, deneme kitapları bulunmaktadır.

 

1956 İstanbul doğumlu. İlk, orta, lise, yüksek okulu burada bitirdi. Özel radyolarda yayıncılık ve yöneticilik yaptı. Dershanelerde İngilizce dersleri verdi. Çeviriler yaptı. Adana’da yaşamaktadır. İrfan Mavruk’ların akrabasıdır…

Kitabı açınca bir denize giriyorum. Dalıyorum şiir denizine. Kitabın ilk şiirini okuyorum:

KİMLİK- kuytu nehir yataklarından geçer/ kanıma süzülür zehirim/ açılırım bir yangının saçlarında/ geceye// sevda çeker hep uzaktan/ yıldızlar gül döker eteklerime/ korkulu bir düş ince/…/ kanayan bir kuşağın geçip boydan boya/ o yağmur kuşlarını/ taşımak istiyorum buraya (s. 8-9)

İçimizde dışımızda, ardımızda önümüzde yaşadığımız yaşamın acılarla dolu olduğunu sızdırırken şair, güzellikleri de sunmaktadır bize.

Doğru olmak, dosdoğru olmak zor bu yaşamda!… Rüzgara göre mi, kişiye göre mi davranacaksın? Yoksa ‘sen’ mi olacaksın bu dünyada? “Sen”, yani “Ben” olmak yaşamda kalma, savaşımızdır bizim…

Kitabın içi şiir dolu, bir şiiri atlayıp geçemiyorum. Şiirler gönül koyacak bana… Hani bir ezgi var “Bu aşk beni öldürecek/ yârdan mı geçsek, candan mı?” Öyle bir şey. Nasıl sel, yıldırım, deprem,kar tipi… bağışlamazsa şiir de öyle…

artemisi satıyorlardı/ dün karşı sokakta/ ‘bu ne iş pehenelope’ dedim/ ‘ucuz iş abla’ dedi/…/ topal müteahhitle kaçtı diyorlar aslı/ kerem de jigolo olmuş/ yaşlı bir dulun kapısında/…” (s. 11)

Kadrolu olunca kurtulacakmış, hem kendi, hem çoluk çocuğu! Ne yapayım ben ölürsem onlar kurtulsun… Meteliğim yok şu dünyada…

Yaşamak güzel şey beeeee…

Bu gün hüznü esrittim/ balat’ı gezdim/ açıldı yaprak yaprak gençliğim/…”(s. 21)

 

Evet gençlik! Gençlik! Yaşamadan gidiyor. Ne çocukluğum kaldı, ne gençliğim; bir kart verdiler yaşlılığımda, eğlen dediler… farıdı her yerim!

saat üç/ ciğerlerimi yerlere döktü bir şiir/ bir tiryaki nefes gibi soluyorum/ sessizliğimi// gel gidip bir balıkçı kahvesine yaslanalım/ sen saçlarımla oyna eskisi gibi/…”(s. 30)

Ciğerlerim de sağlam değil ki, oynayayım saçlarınla, güvenme bana! Yaşamak güzel şey…

Ne yapayım Sevgili Mavruk? Kitaba öyle güzel şeyler yazmışsın ki; onlarla bireştim, direştim…

Kitabın tümünü anlatacak şiir arıyorum?

unutma- petrol istiyor führer/…”(s. 32) “sev beni/…” (s. 64) “ölüm ülkesinde/…” (s.77) “susmuş rüzgâr/…” (s.135) “kadınım/…” (s. 148)

En iyisi siz alınız kitabı okuyunuz…                                                                     

 17.03.2020, Adana

(…)

Dip not:

Ruhan Mavruk, incinmesin kıyılarımız, 156 sayfa; 1. baskı 2019, Adana

 

 

 

Yazar: M. Demirel Babacanoğlu

“İNCİNMESİN KIYILARIMIZ”

       “Şiir dünyanın en büyük gezegeni. Dünya döner durur onun etrafında.” diyor Şair Ruhan Mavruk kitabının önsözünde... Bu söz onun şiirle olan bağının ne kadar güçlü ol-duğunun kanıtı değil mi?

 

Şiirin, düşüncenin duygusal karşılığı ol-duğunu ve kendisinin de o büyük altüst oluş dönemlerinin lirizminin peşinde olduğunu belirtiyor.

 

Şairin şiirlerini okumaya başladığınızda kendinizi imgeler denizinin içinde buluyorsu-nuz... Kimi zaman mitolojik öğelerle çıkıyor karşımıza; kimi zaman felsefi derinliklerle...

 

“Kimlik” adlı şiirinde; kimliğini ararken felsefenin derinliklerinde, “kan bulaştı mıs-raya yine / ama öyle evcil bir hikâye /değil ki bu / her acı sığmıyor işte şiire” diyor. Başka bir yerde “kaybettim kardeşlerimi / yanan yakılan gözbebeklerinde kentin” diyerek kaybetmenin acısını dile getiriyor. Son dizede ise; “kanayan bir kuşağın geçip boydan boya / o yağmur kuşlarının ölüm çığlıklarını / taşımak istiyo-rum buraya...” diyerek geçmiş dönemin kah-ramanlarını hatırlatıyor.

 

“.../ kirpiklerime asılı mayın tarlası olan /...” her an patlamaya hazır yalnızlığını anla-tıyor güçlü imgelerle... Sonuna kadar ‘sabır ve sadakat sembolü olan, on yıl boyunca Odese-us'u bekleyen’ “Phenelope”yi savunuyor yal-nız kalma pahasına.

 

Her şeye rağmen umuttan bahsediyor, “umudunu yitirme” diyor şiirinde... “umu-dunu yitirme/ bir toz zerresiyiz / biz yıkılsak çöker evren” ...

 

Acıyı da anlatıyor şiirlerinde, hüznü de aşkı da... Diyalektik bağla birbirine bağlı duy-gulardır hep. Toplumun ortak acılarını, se-vinçlerini yazıyor, anlatıyor bize... dizelerinde... satır aralarında... ve ihanetleri...

 

“.../ arkadan vurdu masallar / masallar arkadan vurdu beni...”

 

Ve savaşı anlatıyor toplumsal duyarlılı-ğıyla, şair yüreğiyle... savaşın yarattığı yıkımı; “petrol istiyor führer / onun için yanıyor, / bağdat, musul, rakka...”

 

“(…)/ cepheye giden asker/ av kim, avcı kim/ kim attı çantana baldıran zehrini”... diye-rek.

 

“Şiir bir işçiliktir.” Evet şiir yazmak, bir işçiliktir. Yürekle, bilinçle yapılan, toplumsal ve bireysel izlenimlerden, edinimlerden damı-tılan ve yazıya dökülen bir işçilik. “Yürek işçi-liği” yani. Yaşadığı döneme tanıklık edip onu, bilincinin süzgecinden geçirip damıtarak, ge-lecek kuşaklara, gelecek topluma taşıma işidir aynı zamanda şairlik. Şair Ruhan Mavruk da bir şiir işçisidir... ilmek ilmek dokuduğu, satır satır her kelimesini, noktasına-virgülüne kadar titiz bir çalışmayla seçerek ulaştırır bize şiirini... son kitabı “İncinmesin Kıyılarımız” üzerine söyleşimiz de gösteriyor şairimizin duyarlılığını, naifliğini, kelimeleri, imgeleri se-çerken ki titizliğini...

 

Neden seçki yayınlamayı düşündü-

nüz?

 

Öncelikle çok teşekkür ediyorum Önsöz Dergisi’ne, Ayışığı’na, bütün sevgili dostlara.

 

Seçki yayınlamak bir ömrü paylaşmaktı. Yoksunluk, baskılarla yaşadığımız bugünlerde

hiçbir şeyi yarım bırakmamak gerekir diye dü-şünüyorum.

 

 

Bu kitabınızın adı “İncinmesin Kıyıla-rımız”, bunun nedenini açıklar mısınız?

 

Bu şiiri çok seviyorum. Ayışığı’nın bal-konunda doğdu, nerdeyse ay doğuyordu ve ben kendimi öyle çoğul hissediyordum ki...

 

Bu ismin sarıp sarmaladığı anlama ge-lince; hem bireysel, hem toplumsal anlamda sığlık, insan kirliliği dolayısıyla yabancılaşma çok yoğun. Emperyalizm duyarsızlaşma, me-talaşma dayatıyor yaşamımıza. Her şeye karşı kırıcı, bencil olmamak gerekir diye düşün-düm, toplumsal savaşımızda, aşkımızda, dost-luklarımızda, kısacası her zaman her şeyde, bir nehir akarken kıyılarını yıkmamalı. Bu al-tüst oluş döneminde sevgi çok önemli. Karan-lığa karşı savaşımı sürdürmek böyle olmalı.

 

İmgelerinizde toplumsal olanla birey-sel olanı nasıl bütünleştiriyorsunuz? Nasıl bir seçim bu?

 

Ben ‘imge seçilmez; bilinç, duyuş, geç-miş yaşam birikimleri ve şimdiki yaşam tarzı-mız getirdi onları sanatçılara diyorum.’ Her şeyden önce bir içtenlik sorunu bu; düşündü-ğünle yaşadığının kardeş olması...

 

Bu seçkide beş kitaptaki şiirler, ayrı dö-nemlerin ürünü: “İda Dağı Çöz Beni” adlı ya pıtımdaki Ruhan, duyarlı, sorumlulukları olan bir şair ama yalnız. Bu yüzden imgelerde çokça yalnızlık ve hüzün var. “Nehir”e akmak için bir yol arayan şair “Leyla'dan Beri”de; köprünün başında “Cumartesi Anneleri” (ai-leleri) ile karşılaşır. F-tipi cezaevleri inşasıyla başlayan bu dönemde onların ve devrimci de-mokrat kitlelerin acısı kadar çözüm arayışları da büyüktür ve şaire seslenirler: “köknarları da kestiler bir bir / yaralı dönüyor posta kuş-ları / yüzündeki safran hüznü bize ver / bizim acımız senin şiirine de yeter” ...

 

Kalabalıklar içinde yalnız, kendi yalnız-lığında çoğul olan şair ve birçok sanatçı bu sese kulak verir, süreç başlar; eylemlilikler, basın açıklamaları, toplantılar, biber gazı, taz-yikli su, gözaltılar...

 

“Saçlarından tutulup yerden yere sürük-lenen bir nehirden giderek yaklaşan bir yıldız-dan bakarlar” ona, annecikler, direnişçiler ve onurlu insanlar...

 

Tüm bunlardan çıkarılacak çok önemli bir sonuç var: imgelerde, bireyselle toplumsal olanı bütünleştirecek tek şey; içtenlik…

***

 

“Fiyortlar”da, düzenin sistem dışı bırak-tığı sokak insanları, bürokratlar, kadınlar, kimsesiz çocuklar vardır... Öyle sezgili ve du-yarlıdırlar ki “acı güzelleştiriyor insanları” diye not düşer şair.

 

“Issız Ada ve Savaş Zırhlısı” adlı de-neme kitabında ise, kendi şiirleri kadar F-tipi cezaevlerindeki tutsaklardan gelen mektup, öykü ve şiirleri, onların resimleri el işleri, onca zor koşullarda malzemeleri, boyayı nasıl oluş-turdukları, nasıl kâğıt bulabildikleri... Örneğin fırça olmadığı için battaniye tüylerinden fırça oluşturuyorlardı. İçtikleri çaydan ise çeşitli kahve tonlarını...

 

“Toplu Eserler” Ayışığı kitaplığındaki dostların hayata geçirdiği bir kitap. Sanat dün-yasındaki insan kirliliğinden bunalıp şiiri bı-rakmaya karar verdiği an, Önsöz ve Ayışığı kitaplığı ile tanışmıştı, hayat verirler ona. Diğer şiirler ise son dönemlerin ürünüdür. Acı dolu ama direnen günlerin. Yine lirik ve im-gesel bir dil ama daha yalın imgeler, felsefi ve mitolojik ögelerle derinliği yaratmaya çalışır.

 

Bu dönem şiirleri içinde “Hypatia”, “Kadı-nım” ve “Seni Şiire Saklıyorum” adlı şiirleri en sevdiklerindendir...

 

Hypatia'da Ortaçağ’da katolik papazlar tarafından katledilen, tarihin ilk bilim kadını ve filozofu olan bir kadını anlatır, bu durum-daki tüm devrimcilere atıf yaparak.

 

“Kadınım” şiirinde, kadınların tarihten bu yana nasıl ezildiklerini, buna karşın güç-lendiklerini anlatır: “saçlarımla taşıdım mede-niyetleri...”

 

“Seni Şiire Saklıyorum”da ta üniversite yıllarından beri süren soyut bir aşkı anlatır. Böylece kirletilmemiş sevgi dünyalarına duy-duğu özlemi insanlara iletmeye çalışır:

 

“.....

 

tozlu duyarlıklarda arıyorum şimdi seni el yazması kitaplarda ayrılıklardan geçilmiyor yüzün

 

-  yağmur yağıyor içimdeki antik kente bugün-

 

üniversitenin kantinine gidip bir çay içi-yorum

hangi resmi çizsem sen

 

siyah beyaz afişlerde çocuk güzelliğin sınıflarda o eski yılların uğultusu

 

bir kurşun geçiyor saçlarımın üstün-den...”

 

Bir düzyazı şiir kitabı olan Fiyort-lar’dan dört öykünüz de var bu seçkide. Niye yeniden paylaşmak istediğinizi öğrenebilir miyiz?

 

Basıldığı dönemde “Fiyortlar” çok sevil-mişti. Dağıtım, yayım ve tanıtım olanağı bula-madık onun için. Çünkü siyasi konjonktür çok yoğundu ve bu olanakları sağlayacak çevreler-den yani, gazete ve televizyonların tanıtım programlarından dışlanmıştım. İyi dostlara da ulaşamıyordum... Fiyortlar’dan seçtiğim bazı öyküleri okurla paylaşmak istedim, alacağım tepkilere göre yeniden yayınlanma olanakla-rını araştıracağım.”

 

Şiirde kadının yeri? Karşılaştığınız zorluklar?

Hala çok zor. “İda Dağı Çöz Beni” ilk şiir kitabımdı, yayıncımla değil ama çevreyle büyük sıkıntılar yaşadım; kadın şairlerin aykırı yaşaması koşulmuş gibi, öyle üstüme gelindi ki; sanat çevre-lerinde de sevgi metalaştırıl-mak isteniyor. Oysa kadınlar duygularıyla yaşarlar, yürek-leri hiçbir zorlamaya gelmez.

 

Bu son kitapta ise yayın-eviyle de çok sıkıntı yaşadım. “İda Dağı”ndan beri çok yıl geçti ama şair kadınların dün-yasında değişen bir şey yok.

 

Şiddetin giderek arttığı bir toplumda kadın cinayetle-rini anımsatacak olursak hem fiziksel hem cinsel, hem de kültürel olarak resmen zulüm görüyor kadınlar.

 

Bütün içten unsurlarla birlikte düzene karşı verilecek mücadele diyorum yine de. Tabii kadın sorununun acilen ele alınması ve buna karşı ive-dilikle mücadele edilmesi ge-rekiyor. Yoksa, ‘saçlarımız firavunların elinde kalıyor / çırpınamıyoruz... / bize soluk verin!’

 

Teşekkür ederiz bu söyleşi için.

 

Ben de çok teşekkür edi-yorum! Yıllar süren bu dost-luk, dayanışma, ortak üretim için iyi ki varsınız...

 

Sende iyi ki varsın...

 

Yazar: Demet Demeter

KÜLLERİNDEN DOĞAN ANKA

                                                                                            

                                                                      ‘’ elleri yara çocuklar, asılı kuytularda

                                                                              kaçıncı kavimler göçü bu                         

                                                                                     koşuyor peşimden:

                                                                                           bize bir ömür ver, üşüyoruz    

                                                                                                      bizi de büyüt acılarınla…’’

 

 Şair-yazar Ruhan Mavruk, 2019 Mayıs ayında, Aysad yayınları tarafından  diğer kitaplarından derleyip yeni şiirlerini de eklediği ‘’ İncinmesin Kıyılarımız ‘’ adlı bir seçkisini yayınladı.

Şair, ilk kitabı, 1994 yılında Berfin Yayınları’ndan çıkan ‘’İda Dağı Çöz Beni’’ile Mavi Dergisi İlk Yapıtlar birincilik ödülüne layık görüldü. ‘’Derinliğin Serinliği isimli aforizmalar ve felsefe alıntıları ‘Ulusal Yayıncılık’tan çıktı (1996).

 İkinci şiir kitabı Gerçek Sanat Yayınları'nda hayat bulan’’ Leyla ‘dan Beri ‘’(1998 ).Bunu’’ Fiyortlar’’ adlı anlatı -şiir kitabı ( Daima Yayıncılık ,2005 ) ve  Ayışığı kitaplığından çıkan ‘’Issız Ada ve Savaş Zırhlısı’’ adlı denemeleri izledi( 2017).

 2018 Aralık ayında Aysad Yayınları’’ İda Dağı Çöz Beni’nin’’ üçüncü ve Fiyortlar’ın ikinci baskısını yayına hazırladı. 2019'un Aralık ayında Güney Havadis Gazetesi tarafından kendisine,Toplumcu Gerçekçi  Şiir ve Modernite dalında En İyi Şair Ödülü, 2019 Mayıs ayında ise Sanat Durağı Kültür Evi tarafından , Yaşamın Ve Şiirin Ustası ödülleri verildi. Radyo Umut ,Çevre Radyo ve Özgür Radyo’da kültür-edebiyat programları yaptı.Tıp, Biyoloji, Eczacılık Fakültelerinde Tıbbi Çeviri,TOEFL, ÜDS, KPDS dersleri verdi.İnsancıl,Önsöz,Berfin Bahar,Öğretmen Dünyası,Sanat ve Hayat gibi dergilerde yazı ve şiirleri yayınlandı.

Bu kitabın içerdiği anlam, yayın ve dağıtım alanındaki güçlükler konusunda ve hayata dair ne varsa öğrenmek için bir söyleşi yaptık şairle.

- Hoş geldiniz öncelikle bu başarılı seçki için sizi tebrik ediyorum.

- Ben teşekkür ediyorum. Egemen Gazetesi Adana ‘daki ilk yıllarımdan bu yana beni şiir yolculuğumda hiç yalnız bırakmadı .

Şiirle nasıl tanıştınız, yaşamınızdaki yeri ne ?

- Şiire tutkum daha okula gitmediğim yıllarda başladı. Duvarlarımızda Che’nin, Fidel'in resimleri asılıydı Pir Sultan Abdal’ın deyişleri, Fuzuli’nin yüzyıllardan geçip bize ulaşan sesinin benim için ne kadar büyük bir şans olduğunu sonradan öğrenecektim. Üniversite yıllarında ülkenin sömürgeleştirilmesine karşı verilen mücadele, halkın içinde bulunduğu yoksulluk ve yoksunluk; hepsi hepsi bu tutkuyu besledi…

‘’ Şiir, ölümsüz gerçekliği içinde yaşamın dile getirilmesidir.’’diyor Shelley .Ben onu yapmaya çalıştım. Vardiyadan çıkan bir işçinin gülüşü olsun istedim,yalnız bir ihtiyarın ellerini ısıtsın…

 Şimdi ise söyleyeceğim tek söz var;’’şiir benim varoluş biçimim.’’

-Gerçekleri yazmaktan sakınmayan bir sanatçı olarak nasıl bir serüvendi yaşadığınız bu ülkede ve bu dünyada?

- Ne yazık ki kültür endüstrinin hizmetinde. Burjuva kültür hegemonyası insanların sorunlarını yazan, çözümler üretmeye çalışan sanatçıları imha etmeye çalışıyor. Önce bir yalnızlaştırma şeklinde ortaya çıkıyor bu süreç,yayın,dağıtım ve tanıtım aşamalarındaki zorluklar bunu izliyor,bu süreç öldürümlere kadar gidiyor, Sabahhattin Ali örneğinde olduğu gibi…

 Dünya Tarihi bu tür kıyımlarla dolu; ABD’de Mc.Carty dönemi, Güney Amerika ülkelerinde stadyumlarda toplanan muhalif sanatçıların öldürülmesi, uçaktan atılması gibi …Hiçbir şey de onların sesini yok edememiştir ,çünkü sanat acının ve özgürlüğün çocuğudur. Bu nedenle yabancılaşma ve yozlaşmanın dayatılmak istendiği sanat piyasalarından hep uzak durdum.

 Henüz yaşıyorum ama, belirttiğim diğer tüm baskılar var ; yok sayılma, hukuki süreçlerle yıpratılma, işini kaybetme… Önemli olan böyle günlerden utanmadan çıkmak.

 Sevgili Şükran Yurdakul'un şu dizeleri ne kadar önemli Türkiyeli muhalifler için:

‘’ Biz ki acılar kuşağından

 ellerimizi kirletmeden geçtik …’’

- Peki biçimde hangi hedefleri izlediniz yazınınız için?

- Ben Macar ve Çekoslavak şairlerini toplumsal altüst oluş dönemlerinin o ulaşılmaz lirizmini seviyorum:

‘’sen yaralısın, dedi içlerinden biri

 yüzündeki safran hüznü bize ver

 Bunlar yalnız yürüdüğün yolların dikenleri

 Bizim acımız senin şiirine yeter…’’

 İmgesel bir dille yazıyorum şiirlerimi.Yaşamın içinde içtenlikle varoluşumuz imgelerin canlılığını belirliyor, kimlik adlı şiirimde;

‘’… ağrılı düştü gün ışığı/ yaralı günlerin üzerine/ bizi hatırla diye diye/ geldi üşüştü ellerime pervaneler/ döküldü bir iç çekiş/ kan bulaştı mısraya yine /ama öyle evcil bir hikaye değil ki bu/ her acı sığmıyor işte şiire …’’  diye bir not düşmüşüm.

 Felsefi ve mitolojik ögeler kullandım, derinlik yaratabilmek için .Bazen de ‘’ironi’’den yararlandım, onca hüznü verirken de güldürebileyim insanları diye, düşündürerek…

İnsan dünyadan sanat aracılığı ile yakasını kurtarır ama hayata bağlanması da yine sanat aracılığıyla olur diyor Goethe.’’ vurgun yemiş bir prens gibi şiir /kayalıklardan, mercan adalarından geçip/ içimdeki dehlizleri/ döküyor ateşten tanecikleri bir bir…’’ diye yazdım; acının verdiği stresten nasıl kurtulduğumuzu ifade etmek için.’’

- Kadın cinayetlerinin giderek arttığını görüyoruz, üzülerek. Hem bu olgu ,hem çocukların ve sahipsiz hayvanların katledilmesi konusunda  neler düşünüyorsunuz?

- Her ikisi de insana ve doğaya karşı işlenmiş suçlar. Çünkü her iki tarafın da kendini savunacak gücü yok, ya da orantısız…

Kadın cinayetlerinin altında ekonomik, kültürel ve politik faktörler yer alıyor. Ekonomik etkenler zaten bilinen engeller. Kültürel ve politik sorunları ise iyi kavramak gerekiyor. Burjuva  Kültür Hegemonyası feodal değerleri kullanıyor. Çünkü töre bir toplumun yarattığı gelenek ve üst değerler değil, egemen anlayışların güçlerini sürdürmek için kullandığı manüpilatif yöntemlerden biridir.

Bir diğer politik etkene gelince. Hemen şu soruyu sormak geliyor aklıma :

Kimler öldürüyor kadınları, çocukları ve sokak hayvanlarını, niçin korunuyor bu insanlar!

 -Son bir sorumuz olacak size, ülke ve dünya edebiyatında kimlerden ve nelerden beslendiniz, severek izlediğiniz şairler kimler?

-Ben Pir Sultan Abdal'ı severim. Sonra Dadaloğlu, Fuzuli ,Nefi, Şair Eşref ,Abdulkadir Bulut, Adnan Yücel, Ece Ayhan…

 Dünya edebiyatından; Aragon ,Neruda, Edward Simon Bolivar, Fransız sembolistleri, Klasikler , Romantizm Akımı’nın şairleri ve daha niceleri…Elbette her dönemin şiiri farklı özellikler taşıyor ve her şair ayrı bir dünya aslında .Deryaya dalmak gerek…

 -Çok teşekkür ediyoruz ,daha uzun yıllar bizimle olmanız dileğiyle …

Ruhan Mavruk: Ben teşekkür ediyorum. Her şey şiir gibi, su gibi olsun, sığlık gri bir tül gibi örtmesin gerçeği…

 

Yazar: Sanat Haberi Egemen Gazetesi

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör