Bahar Çuhadar

Gazeteci-yazar, Tiyatro Eleştirmeni, Editör

Doğum
01 Aralık, 1980
Eğitim
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
Burç

Gazeteci Yazar, Editör, Tiyatro Eleştirmeni. 1 Aralık 1980 tarihinde Eskişehir’de doğdu. Aslen Mardinlidir. Üniversite için İstanbul’a yerleşene kadar çeşitli şehirlerde yaşadı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. Marmara Üniversitesi AB Siyaseti ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde yüksek lisans yaptı.

Gazeteciliğe Haziran 2004’te Dünya Gazetesinin hafta sonu ilavesi Dünya Cumartesi-Pazar‘da muhabirlik yaparak başladı.

2006 Haziranından yayın hayatına son verdiği 2016 senesine kadar Radikal Gazetesinde çalıştı. Bu süre boyunca yaşam servisi, Radikal Cumartesi, Radikal Hayat bölümlerinde ve son dönemde Radikal.com.tr’de muhabirlik, editörlük yaptı. Kültür-sanat ağırlıklı haber ve söyleşiler hazırladı, haftalık tiyatro yazıları yazdı. Son senesinde Radikal Kitap‘ta editörlük yaptı. Aynı dönemde Milliyet Sanat dergisi için tiyatro söyleşileri ve portreler yazdı.

Hürriyet Gazetesinin, 2017’de yayın hayatına başlayan haftalık eki Hürriyet Kitap Sanat‘ın editörlüğünü yapıyor. Haftalık tiyatro eleştirileri Hürriyet Cumartesi’de yayımlanıyor.

‘Yeni Ülke Yeni Hayat’ adında, Türkiye’den 2009-2018 aralığında gönüllü olarak göç etmiş ‘yeni nesil göçmenlerin’ hikâyesini anlattığı bir kitabı var. (Artemis Yayınları, Haziran 2019)

KAYNAK: Bahar Çuhadar / Ben kim oluyorum ki Erdal Beşikçioğlu'nu eleştiriyorum! (radikal.com.tr, 18.04.2015), Hürriyet Yazarları (hürriyet.com.tr, 01.05.2020), Bahar Çuhadar (kidega.com, 05.08.2020), Bahar Çuhadar (tiyatrolar.com.tr, 05.08.2020), Bahar Çuhadar (linkedin.com, 05.08.2020), Kimim ben? (baharcuhadar.wordpress.com, 05.08.2020).

BEN KİM OLUYORUM Kİ ERDAL BEŞİKÇİOĞLU'NU ELEŞTİRİYORUM!

Geçen hafta, yönettiği oyun 'Woyzeck Masalı'na dair bir eleştiri yazdığım Erdal Beşikçioğlu, magazin mikrofonlarına yaptığı açıklamada beni 'bilgisiz', 'eksik' biri olmakla suçlamış...

Ben kim oluyorum ki Erdal Beşikçioğlu'nu eleştiriyorum! 

Perşembe sabahı gazetelerin magazin eklerinde ismime rastladım. Erdal Beşikçioğlu ‘eleştirilere sert yanıt’ vermiş! Söz konusu olan, geçen hafta sonu, Beşikçioğlu yönetimindeki ‘Woyzeck Masalı’ hakkında yazdığım, Hürriyet Cumartesi'de ve Radikal'de yayımlanan ‘Erdal Beşikçioğlu’nun masalı neden anlaşılmıyor?’  başlıklı yazı... (Yazıyı buradan okuyabilirsiniz.) Bir Cihangir gecesinde magazincilerin sorularını yanıtlamış, Beşikçioğlu. Bir tiyatro eleştirisine yapılan eleştirinin kebapçı çıkışında, magazin mikrofonlarına yapılması tuhaf gelmedi değil. ‘Eleştirinin eleştirisini’ yapmak için sağlıklı bir ortam olmasa da gazete eklerinde ‘Woyzeck’ten bahsedilmesi hayırlı bile olabilir.

Beşikçioğlu’nun, Georg Büchner’in klasik metni ‘Woyzeck’ten yarattığı, rock müzikali ‘Woyzeck Masalı’nı ‘anlaşılmaz, derdini dile getirmede eksik, rejisi kopuk, katmanları arasında organik bağ kurulamayan, teknik sorunları olan' bir oyun olarak yorumlamıştım. Kısaca... Bağımsız bir tiyatronun bu tür bir prodüksiyona girişmesinin sevindirici olduğundan da bahsederek... Gördüğüm eksikleri gerekçelendirerek, kırıcı bir üslup kullanmamaya özen göstererek...

Beşikçioğlu beni ‘bilgisizlik’le, ‘eksiklik’le suçluyor. Oyuna ödül veren Tiyatro Eleştirmenleri Birliği’nden bahsederek “Bunlar tiyatro ve sanatla ilgili donanıma sahip insanlar” diyor. “Zaten o birliğe de üye değilsin” demek istiyor olsa gerek. “Oturup okuman, sonra değerlendirmen lazım” diye devam ediyor. Okumaktan kastının ‘tiyatro eleştirmenliği’ eğitimi olduğunu varsayıyorum. Yoksa orijinal metni okumadığımı mı kastediyor? Hayır, metni okudum. Ve evet, tiyatro eleştirmenliği mezunu değilim. Aradığı ‘eleştirmen ehliyeti’ yok bende yani. Bir sanat eseri üzerine işin yaratıcılarını kırıp dökmeden, gerekçeleriyle değerlendirme yazmak için ehliyete ihtiyaç duymuyorum. İlla bir ‘ehliyet’ aranıyorsa onu, kültür sanat ağırlıklı Hürriyet Cumartesi’nin ve dört yıldır tiyatro yazılarımın yer aldığı Radikal’in editörleri ve okurlarından alıyorum. Beni şaşırtan, muhalif söylemleriyle bildiğimiz bir sanat insanının ‘okul’, ‘birlik’ gibi iktidar araçlarını şart koşması. Eleştirilmeye tahammül etmemek alışık olduğumuz bir refleks. (Herkesin birbirinin sırtını sıvazlamaya devam ettiği bir ortamda, nasıl olacak da daha iyi işler göreceğiz, orası muamma...) Dokunulmazlığı ve belli bir iktidar alanı olan isimlerin çoğu kez eleştirilmediği de malumumuz. Yine de Erdal Beşikçioğlu gibi bir tiyatro insanından daha sakin, daha seyircisini anlamaya çalışan, daha gerekçeli bir tepki beklerdim.

Tiyatro yazarlarının sık yaşadığı durumdur: Oyuna olumlu eleştiri yapıldığında övgü ve teşekkür, aynı ekibin başka işine olumsuz yorum yazıldığında -mealen- “Sen kimsin ki eleştiri yazmaya kalkıyorsun?” tepkisi gelir. (Her türlü makul eleştiriyi, bir tartışma düzlemi yaratma fırsatına çevirenlerin gönlümüzdeki yeri zaten ayrıdır.) Geçen yıl Radikal’de, Beşikçioğlu’nun rol aldığı  Bir Delinin Hatıra Defteri' (Buradan okuyabilirsiniz) üzerine beğeni dolu bir değerlendirme yazısı yazmıştım. Belki de Erdal Beşikçioğlu benim bilgisiz, eksik bir kalem olduğumu o yazıdan sonra beyan etseydi, bugün söyledikleri de benim açımdan başka bir anlam kazanmış olurdu.

KAYNAK: Bahar Çuhadar / Ben kim oluyorum ki Erdal Beşikçioğlu'nu eleştiriyorum! (radikal.com.tr, 18.04.2015),

 

SON KOMİK KADINI TAKDİMİMİZDİR

Aynı anda dört benzemez kadın oluyor, komedi mahareti dikkat çekiyor. Çocukluğundaki ‘Başkası olma oyunundan’ bugüne, Pınar Çağlar Gençtürk’ün öyküsüdür…

İkincikat’ın, prömiyerini iki sene önce yaptığı ‘Disosya Harikalar Dünyası’; disosyatif bozukluk yaşayan Lisa’nın bilinçaltında dolaşıyoruz. Lisa’nın tedirgin bakışları aklımızın bir kenarında asılı kalacak türden. Geçen sene yine bir ikincikat oyunu olan ‘Yalnızlar Kulübü’nde aynı genç oyuncu bu kez biraz saftirik, çokça iyi niyetli bir beyaz yakalı kadın, Buse olarak güldürüyor. Bu kez bize kalan Buse’nin telaşlı ve komik tavırları. Sınırları net çizilmiş bu iki farklı kadın karaktere bir de televizyon ekranından kaşlarını ve dudaklarını büzerek, gözlerini devirerek, başka bir zaman diliminde bilmişlik taslayan Münevver eklendi: ‘Çalıkuşu’nun ‘kötü kadını’ Neriman’ın ‘yancısı’ Münevver.

Pınar Çağlar Gençtürk bu sezon üç ayrı oyun ve bir TV dizisiyle dört bambaşka halde… Üçüncü oyun, Yan Etki’nin ‘Kurabiye Ev’i. Kocasıyla birlikte, para için çocuklarını satmaya karar veren anne Stacey’in git-gelli hallerini taşıyor sahneye Gençtürk.

İlk kez ‘Disosya Harikalar Dünyası’nın Lisa’sı olarak izlediğimde, Gençtürk’ün uzun süredir sahnelerde olduğuna dair bir kanıya kapılmıştım. Kendisiyle bu yazıyı yazmak üzere buluşmadan kısa süre öncesine kadar da 2012 Ocak’ında izlediğim ‘Disosya Harikalar Dünyasında’nın ilk oyunu olabileceğini düşünmemiştim.

Neşeli bir tonla anlattığı öyküsünü dinlerken öğrendim; benimkine benzer bir şaşkınlığı vaktiyle Ezel Akay da yaşamış. ‘Yedi Kocalı Hürmüz’ün seti: Gençtürk, Akademi İstanbul ve Yeditepe Üniversitesi’ndeki eğitimlerini tamamlamış bir oyuncu. Nurgül Yeşilçay ve Gülse Birsel’le, filmin üçüncü kadını olarak sette. Akay, filmin ‘Havva’sı Gençtürk’e inanamayarak soruyor: “Sen şimdi hiç profesyonel, böyle para verilerek gidilen bir tiyatroda yok musun yani?”

Yokmuş, “Şans işte” diyor. İlk set Akay’ın ‘Yedi Kocalı Hürmüz’üne, ilk tiyatro deneyimi ikincikat tiyatronun ‘Disosya…’sına nasipmiş. Kendisini ana rollerden birinde, rüştünü çoktan ispatlamış bir dolu oyuncunun arasında bulduğu o ilk sete giden yol ise tiyatro merakı ve çabasıyla dolu.

 

İlk sahnesi sokaklar…

 

İlk performansı ‘Başkası olma oyunu’nu, Kocaeli sokaklarında geçen çocukluğunda durmadan sahneliyor: “Sokakta topal taklidi yapıyordum; teyzeler bakıyor, anneme geçmiş olsuna geliyorlar… Mahallede kapanarak geziyorum, bakkal beni tanıyacak mı diye bakıyorum…” İlkokulda artık yazdığı oyunları kurduğu ekiple sahneleyen bir öğrenci…

‘Oyunculuk kıvılcımını’ ilk fark eden Kocaeli Bölge Tiyatrosu’nda oyunculuk yapan hala kızı ‘Zehra Abla’. Onun teşvikiyle, ilkokul 5’inci sınıfta kendisini İzmit Fuarı’nın playback yarışmasında buluyor; Yonca Evcimik olarak. ‘Kendine Gel’ performansıyla derece alıyor, hediye olarak da Kocaeli Bölge Tiyatrosu’nda bir senelik tiyatro eğitimi hakkı…

Sahneye ‘Hansel ve Gretel’in ağacı olarak çıktığı ilk oyunu da altı yıl devam ettiği Kocaeli Bölge Tiyatrosu’nda. Lise bitince, bir dolu konservatuvar sınavında deniyor kendini; İzmir, Eskişehir, Ankara… Hepsinde ilk aşamayı geçip, ikincide tökezliyor. Nihayetinde pes edip, dönemin sıkı tiyatro okullarından Akademi İstanbul’a giriyor. Işıl Kasapoğlu, Bülent Emin Yarar, Tilbe Sarar, Arzu Bigat Baril’li bir eğitmen kadrosuna teslim ediyor kendisini: “Temelimi güzel oluşturdu Akademi. İstanbul’a yeni gelmişim, hiçbir şey bilmiyorum ama çok iyi arkadaşlara denk geldim. Her provaya giriyorduk, AKM’nin gizli yerlerinden, oraya da balerinmiş gibi girip, oyunları bedava seyrediyorduk, oyuncularla yeni yeni tanışıyorum. Çok mutluydum.”

Son sene eğitmen kadrosunun değişmesiyle yeniden konservatuvarı deniyor. Ve kendini Yeditepe Üniversitesi’nin kapısında buluyor. İçeri girdiğinde sadece kabul kâğıdı değil, yüzde 100 burs onayı da cebinde… Yeditepe’deki dört yıl Akademi’nin üstüne bir dolu başka şey kattığı dönem: “Sektörde kimi biliyorsan o isimlerden ders aldık.”

 

‘Sette bir ünsüz bendim!’

 

26’sında konservatuvarı tamamladığında hâlâ henüz bir profesyonel işte rol almış değil. Ama hız kesmeyip Kadir Has Üniversitesi, İleri Oyunculuk Yüksek Lisansı’na giriyor: “Orada bambaşka bir kapı açıldı, Çetin Sarıkartal’la çalışmak, öğrendiklerime bambaşka bir taraftan bakmak demekti. Tilbe Saran, Ayşenil Şamlıoğlu, Şahika Tekand… Farklı ekolleri çalıştırıyorlardı. Hepsinden alıp kendi tekniğimi oluştururum diyordum, öyle olduğunu da düşünüyorum.”

Sinemadaki ilk mühim rol fırsatı da bu dönemde. Hocalarından Ezel Akay, yönettiği ‘Yedi Kocalı Hürmüz’ için Öner Erkan’ın canlandırdığı Hallaç Rüstem’in karısı Havva’yı oynamasını teklif ediyor. “Heyecanlandım tabii” diyor, “Nasıldı birden film setine düşmek?” deyince. Gülüyor: “Şöyleydim: A ünlü, a bu da ünlü, bu da! Bir ünsüz benim aralarında! Şansım şuydu: Çetin Sarıkartal oyuncu koçluğumuzu yapıyordu.”

ikincikat tiyatro grubu ‘Lisa’ için seçme yaparken, Çetin Hoca, oyunun yönetmeni Sami Berat Marçalı’ya bahsediyor Gençtürk’ten. Oyunu görenler anımsayacaktır, Lisa-hele de bir ilk rol için- fazlasıyla ağır bir karakter. Babasının cinsel tacizine uğramış, bilinçaltıyla gerçek dünya arasında gidip gelen bir kız. Uzun uzun, disosyatif hastalığı incelemiş Gençtürk. İki yıl sahnelenen oyun geçen ay son kez gösterildi.

İkincikat’ın Marçalı imzalı oyunu ‘Yalnızlar Kulübü’nde ise ağırlıklı olarak komedi yapıyor. Bu oyunla son Afife Ödülleri’nde Müzikal/Komedi dalında En İyi Kadın Oyuncu ilan edilmişliği var. Henüz görmediğim, Yan Etki’nin ‘Kurabiye Ev’indeki anne rolü için de ‘ağır bir rol’ tanımını kullanıyor. Geçen aya kadar, üç ayrı oyun arasında mekik dokuyordu. ‘Çalıkuşu’nun setiyle birlikte hem de. 20’lerinin başındaki boşluğu bu sene fazla fazla kapatmış halde yani! Havva ve Münevver dışında bir dönem işi daha var portföyünde; ‘Muhteşem Süleyman’ın kardeşi Beyhan Sultan olarak bir buçuk yıl boyunca ara ara ‘Muhteşem Yüzyıl’ın saray koridorlarında dolaşmış.

 

İçinde bir doğal komik var…

 

Gençtürk’ün içinde doğal bir komik kadın hep pusuda bekliyor sanki. Her an bir sakarlık falan yapıp da üstüne hiç vakit geçirmeden kendisiyle dalga geçip sizi güldürecekmiş gibi. Ya da şaşkın bir bakış fırlatıp sizi ters köşe bir espriyle baş başa bırakacakmış gibi. Ama aynı beden ve bakışlarda ağırkanlı bir eski zaman kadını da duruyor bir kenarda. Dönem işlerinde oynamamış olsaydı da sezilebilecek bir hal bu. Tuhaf biçimde; ‘Yalnızlar Kulübü’ndeki rolüyle Afife’de ‘komedi’, Sadri Alışık Ödülleri’nde ‘dram’ dalında ödül almıştı. “İnsanlar komediyi daha çok seviyor ama dram bana bir tık daha keyifli geliyor” diyor.

Disiplinli, çalışmaktan yüksünmeyen bir oyuncu olarak anlatıyor kendini. Şanslı olduğunu da düşünüyor. Yaptıkları hep içine sinen işler olmuş ama içinde dışarı çıkmayı bekleyen bir sürü başka insan var. Öyle diyor… Ödülleri, oyunları, arkadaşlarıyla halinden memnun olduğu bir hayatın ortasında. Gelecek için ‘mutlu anlar’ istiyor, “Anlardan mutlu olmayı seviyorum. Şu an buradayım, bana yetiyor. İleride inşallah mutlu anlarım sık olur” diyor. Önünde büyük hedefler, hırsla dolup taşmış planlar yok. Belki de bu yüzden her rolünün altından bu kadar inandırıcılıkla çıkıyor.

Bir de Tilbe Saran’ın yeri ayrıymış onda, hep söylermiş. Karşılıklı oynamalarını dileyelim, yolu da açık olsun ki daha çok izleyelim…

 

4 Ocak 2014’te Radikal Cumartesi’de yayımlandı.

KAYNAK: Bahar Çuhadar / Son Komik Kadını Takdimimizdir (baharcuhadar.wordpress.com, 4 Ocak 2014)

 

TUTKU, İNAT, CESARET: AFİFE JALE

TUTKU, İNAT, CESARET: AFİFE JALE

 

Bahar ÇUHADAR

 

İsminin ansiklopedik karşılığı; ‘İlk Türk Müslüman kadın oyuncu’. Güncel hafızadaki yeriyse prestijli bir tiyatro ödülünde. Sadece tiyatro tarihimize değil; kadınların tarihine de iz bırakan Afife Jale, bu iki tanımın da ötesinde bir yerde. Tutku, inat, cesaret dolu bir öykünün kahramanı o.

Müslüman kadınların sahne alamayacağı yönündeki yasağa inat, 1920 sonbaharının Kadıköy’ünde, Apollon Tiyatrosu’nda ‘Yamalar’ ile ilk kez seyirci karşısına çıkar Afife. 18’indedir. Polis baskısı onu vazgeçirmez... Bir hafta sonra ‘Tatlı Sır’ ile sahnededir. Bir Müslüman Türk kadınının oynayacağı havadisi yayılmıştır. O gece ikinci perdeye çıkmasına polis mani olur. Ertesi hafta ‘Odalık’ oyununun çıkışında onu polisten kaçırsalar da ertesi gün komiserin “Dinini, milliyetini, namusunu unutarak sahneye çıkan sen misin?” şeklindeki suçlamalarına ve babasının engellemelerine maruz kalır. Serbest kalır ama Darülbedayi’ye ‘Müslüman kadınların sahneye çıkarılmaması’ emri gönderilmiştir. 1921’in 8 Mart’ında Şehir Tiyatroları’daki görevine de son verilir.

Tiyatro tutkusuyla evi terk eden, üstüne işsiz kalan Afife’nin sağlığı bozulmaya başlar. Anadolu’da turneler yapar, 1923’te kadınlara sahne yolu açılır ancak sağlığı, tiyatroya engeldir artık. 1929’da besteci Selahattin Pınar ile evlenir. Ama tiyatro boşluğunu doldurmaya çalıştığı uyuşturucu, bu öncü kadına 24 Temmuz 1941’de, 39’undayken, ölümü getirir.

Yazar Hüseyin Suat Bey, prömiyerde Afife’ye ‘sanat fedaisi’ diye seslenir. Bir devrin başıyla, ötekinin sonu arasında bir yerde mücadele eden bir sanat fedaisidir Afife Jale...

KAYNAK: Bahar Çuhadar / Cumhuriyetin 91’inci yılında 91 sembol kadın (kadinlarkulubu.com, 30 Ekim 2014).

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör