Mutasavvıf şair, mevlithan (D.
1809/1810, Manisa – Ö. 1890, İstanbul). Özellikle mevlithanlığı ve hanendeliğiyle tanınırdı. Aynı zamanda Vehbî mahlasıyla
(takma ad) şiirler yazan bir şairdi. Babası, Manisa’da “Kısık Mektebi Hocası” olarak tanınan Eğridirli Abdullah
Efendi’dir. Memleketinde geçen çocukluk ve gençlik yıllarında hafızlığa çalıştı; güzel yazı ve
müzik dersleri aldı. 1833 yılında İstanbul’dan Manisa’ya gelen mutasavvıf ilim
adamı Antakyalı Seyyid Ahmed Vehbî
Efendi, manevî bakımdan onun yaşamının değişmesine yolaçtı. Memleketinde tahminen 1841 yılından sonra Ahmed
Vehbî Efendi’den Ma’rûfiye icazeti alan Hasan Rızâ Efendi, İstanbul’a giderek
Üsküdar’ın Toygar Tepesi semtine
yerleşti. Bu yeni çevrede, sesinin güzelliği ve musiki bilgisiyle kısa zamanda tanınmaya başlayan Hasan Efendi, Dâmad Said. Paşa'nın dairesine
girdi ve uzun yıllar orada hocalık ve
imamlık yaptı.
Hasan
Efendi, İstanbul'a geldiği sırada aslında müzik alanında hayli bilgi sahibi olduğu
hâlde, ünlü besteci Hammâmîzâde İsmâil Dede Efendi'nin
en seçkin öğrencisi Mutafzâde Ahmed Efendi'den yararlandı; ondan çok sayıda ilâhi, durak, mersiye ve özellikle
mevlit meşk etti. Dinleyenler, onun
mevlit okuyuşunda olağanüstü bir tavır sahibi olduğunu ifade ederlerdi. Hasan Efendi, bir güfteyi seslendirirken,
sözlerin anlaşılmasını sağlamak için
kelimelerin arasını kesmeden okumaya dikkat eder; nağmeleri mısra sonlarında yapardı. Klâsik formlar çerçevesinde birçok fasıl geçen Hasan Efendi, gür ve tiz
bir sese sahipti. 1877-78 Osmanlı-Rus
Savaşı sırasında Mevkib-i Hümâyun Alayı’nın kuruluşu nedeniyle Hasan Rızâ Efendi’nin Sultantepesi'nde okuduğu
mevlit, Beşiktaş'ta bile dinlendiği
söylenir.
XIX.
yüzyılın ileri gelen devlet adamlarından Yusuf Kâmil Paşa, Said Paşa İmamı
Hasan Rızâ Efendi'ye kimi zaman Ömer İbnü'l-Fârız'ın
ünlü Arapça Hamriyye Kasidesi'ni
terennüm ettirirdi. Tanınmış mutasavvıf şair, bu manzumesinde İlâhî aşkı
içki tarzında tasvir etmekteydi. 1873’te basılmış küçük bir Divan’ı vardır.
HAKKINDA:
Sadeddin
Nüzhet Ergun / Türk Musikisi Antolojisi (1942), Doç. Dr. Âdem
Ceyhan / Manisa Şehri Bilgi Şöleni (Bildiriler, 2005).
Coşar avizeler artık, köpürür kandiller;
Bu ışık çağlayanından bütün âfâk inler!
Yalının cebhesi, Ülker gibi, başdan başa nûr;
Nîm açık pencereler reng ü ziyâdan mahmûr.
Al, yeşil, mâvi fenerlerle donanmış kıyılar;
Serv-i sîmînler atılmış suya, titrer par par.
Dalgalardan
seken üç çifte kayıklar sökerek,
Süzülür sâhile, şâhin gibi, yüzlerce kürek.
Bir tarafdan bu akın yükseledursun karaya;
Bir tarafdan dökülür öndeki saflar saraya.
Rıhtımın taşlan, zümrüt gibi, Îran halısı:
Suda bitmiş çemen, üstünde de Sultan Yalısı!
Renk renk açmış o başlar, biriken mahşere bak:
Fes, arâkiyye, sarık, yazma, bürümcük, yaşmak,
Taylasan, takke, nazarlıklı hotoz, âbânî,
Mâvi boncuk, oyanın türlüsü, dal dal yemeni...
Ama bir çokları da'vetli değilmiş, kime ne?
Bu açılmaz kapılar, şimdi, açık her gelene.
Avlu, dış bahçe, harem bahçesi, taşlık, yer yer,
Medd ü cezrin ebedî sahası: Boy boy siniler,
Ki donandıkça o başlarla, hemen, çepçevre,
Tablalar, ay dede çıkmış gibi, başlar devre!
Yayılır baygın, ılık bir buğu, bir tatlı duman:
Çözülür büsbütün âvâre sinirler o zaman.
Kafalar tütsüyü aldıkça döner mest-i hayât;
İki el bir baş için, kim kime artık? Heyhât!
Orta katlar, sofalar, belli ki da'vetlilere:
Sofralar tahtanın üstünde değil bir kerre;
Bir de oldukça merâsimle mükellef huzzâr
Sonra kalkıp oturanlar bütün ashâb-ı vakar.
Yatsı bir hayli geçer, çifte ezanlar verilir;
Yazma seccâdeler artık yere, boy boy, serilir.
Doğrulur kıbleye herkes, kılınır şimdi namaz;
Derken "âmin!" çekilip arz edilir Hakk'a niyâz