Yazar, yayıncı. 1935, Diyarbakır
doğumlu. Diyarbakır Lisesi (1955) mezunu. Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesindeki öğrenimini yarıda bırakarak çalışma hayatına atıldı. 1955-63
yılları arasında memurluk yaptı. Daha sonra Türk Kültür Dernekleri Genel
Merkezi (sonraki adıyla Halkevleri) ile T. Öğretmenler Dernekleri Federasyonu
ve Türk Dil Kurumunda kısa sürelerle çalıştı. 1964’te Toplum Yayınevini kurarak
Toplum dergisini (1964-1965) 12 sayı çıkardı. 1967’de Memleket
Yayınevini kurdu. Çeşitli dernek ve sivil toplum kuruluşlarında görev aldı. Dernek,
Rençber, Sendika ve Sosyal Adalet dergi ve gazetelerini yönetti.
1969 yılında Vietnam Devlet Başkanı Ho Şi Minh’in Millî Kurtuluş Savaşımız
adlı kitabını yayımlamış olması nedeniyle Ceza Yasanın 142. maddesini ihlalden
on sekiz ay hapis ve altı ay sürgün cezasına çarptırıldı. 1972 yılında
cezaevinden çıkınca Toplum Yayınevi ile birlikte aynı adla bir kitabevi açtı.
2003 yılı sonuna kadar kitapçılık ve yayıncılık işini sürdürdü.
İlk yazısı 1950 yılında Halkın Dili gazetesinin (Diyarbakır)18
Ağustos 1950 tarihli sayısında çıktı. Daha sonra yazı ve hikâyeleri 1950’den itibaren Hisar, Yelken,Toplum, Kitap Belleten, Varlık, Evrensel
Kültür, Bilim ve Sanat vb. gazete ve dergilerinde yayımlandı.
Remzi İnanç İçin Ne Dediler?
[“Peki, anılarda hem kendini anlatan, hem
de öznelliğini nesnelleştiren var mı? Var, Remzi İnanç. Yazarımız, birey - tür
ilişkisini doğru kurduğu için, anı öznellikten kurtuluyor, nesnelleşiyor.
Böylelikle anıları kişisellikten kurtarıyor. Remzi İnanç’ın anıları, hepimizin,
insanın anıları oluyor.
Remzi İnanç’ın anılarını
okuduktan sonra şunu düşündüm. Remzi İnanç, nasıl oluyor da, tekil anıları,
insan türünün anılarına dönüştürüyor. Bu nokta bence son derece önemli…
Remzi İnanç yazı sanatına ticari
açıdan bakmıyor. Bundan ötürü, düşüncelerini, duygularını insanileştiriyor.
Remzi İnanç, insan türünü içselleştirmiş. Kar Altında Güller Var adlı eseri
güzel kılan bir nokta da kurgusu. Önemliyle önemsizi ayırmayan, vıdı vıdı
gereksiz ayrıntılarla eseri boğan... yöntemle yazılmamış anılar. Remzi İnanç
anlamlı, insani olanı anlatmış. Remzi İnanç’ı anı edebiyatımızı gerçekten
zenginleştirdiği için kutluyorum." (Cengiz Gündoğdu)
Remzi İnanç’la Yapılmış Söyleşiler:
"50
Yaş" (Nesin Vakfı Edebiyat Yıllığı 1985, s. 611-620], "Remzi İnanç’la
Söyleşi" (Kum dergisi, Mart-Nisan 2004, Edebiyat Diye Diye… Ahmet Yıldız,
Edebiyat Yıllığı 2006. s. 531-540), "Remzi İnanç’a Sorduk" (Abdulkadir
Budak, Sincan İstasyonu dergisi, Kasım-Aralık 2010), "Remzi İnanç’la
Söyleşi" (Mustafa Albayrak Öykü Teknesi, Kasım-Aralık 2010).
ESERLERİ:
Öykü:
Adle (1965), Şey (1985).
Anı
/ Portre:
Gün
Gördüm Yüzler Gördüm (1998), Kar
Altında Güller Var (2002).
Çeviri: Behrengi‘nin Üç Masalı (ortak çeviri,
1977).
HAKKINDA
(Seçilmiş Kaynakça): Yurt Ansiklopedisi (c. 4, 1982), İhsan Işık / Yazarlar
Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) –
Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) -
Diyarbakır Ansiklopedisi (2013) - Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları
Yazarlar ve Sanatçılar (2014), Şevket Beysanoğlu / Diyarbakırlı Fikir ve Sanat
Adamları (c. 3, 1997), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18.
bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (6. bas. 1999 Ruşen
Hakkı / Kar Altında Güller Var (Özgür Kocaeli, 21.3.2002), Muzaffer Uyguner /
Kar Altında Güller Var (Türk Dili Dergisi, sayı: 90, Mayıs-Haziran 2002),
Mehmet Yalçın / Kitaba Yazıya Dökülmüş Bir Yaşam: Remzi İnanç (Cumhuriyet
Kitap, 24.7.2003),.
‘Ortaokuldan terk’le özetlenebilecek bir eğitim görebilmişti ancak. Ama hayat üniversitesi onu da eğitmişti: Oturup kalkmasını; helva da halva da demesini öğretmekten öte, eline kalem de vermişti. Yüz yıl önce yaşasaydı saz çalardı belki de. Güzel konuşan, temiz ve şık giyinmesini seven, sofra adabını da bilen, eskilerin deyişiyle ‘müşekkel’ bir insandı.
Adı Necip Köprülü idi ama biz dostları ona Neco derdik. 1960’lı yıllarda zaman zaman Ankara’ya gelirdi. Ulus’ta hep aynı otelde kalırdı. Gelince, buradaki dostlarıyla buluşur, onların aracılığıyla kimi edebiyatçılarla tanışır söyleşirdi. Dinlemesini de iyi bilen Neco,
Diyarbakır’ın o kendine özgü aksanı ve doğru bir Türkçe ile konuşur, getirdiği yeni şiirlerini okurdu bize.
Yalnız eli değil; yüreği ve hayali de genişti Neco’nun. Babasından kalan – sahiden o sıra kalmış mıydı artık- tarlasının bir bölümünü satıp Ankara’ya gelecek, bir basımevi açacaktı. Bu basımevinde edebiyat/sanat dergileri çıkaracaktık.
Neco bir gün bana yaşadığı bir olayı anlatmıştı. Olayın taşıdığı insani ve toplumsal öğeler bakımından ilginç bulmuştum. Hatta birkaç kez öykülemeye niyet ettimse de bir türlü başlayamadım.
“İlk gençliğimde bir sabah, kâhyamla birlikte tarlalarımızı, bahçelerimizi geziyoruz. Sonbahar serinliğini ufak ufak duyuruyor. Fidanlığın orda, birbirine yapışmış gibi, durdukları yürüdükleri belli olmayan bir karartı gördük. Atlarımızı oraya doğru sürdük. Soğuktan üşümüş bir karı koca. Ananın kucağında bir bebek. Babanın elinden tuttuğu küçük bir oğlan çocuğu. Yoksulluğu kadar umarsızlığı da ayan beyan ortadaydı. Ne olursa olsun izinsiz ve habersiz olarak toprağımızda dolaşmak cesaretini gösteren bunlar kimdi?
Kâhyam sert ve öfkeli bir sesle adama sordu:
- Kimsin sen, nerelisin?
Adam başını lütfen kaldırdı. Korkusuz hatta küçümsercesine aynı dilde yanıtladı:
- Ben her yerliyim!”
Neco bu yanıttan müthiş keyiflenmiştir. Kâhyasına emreder. Onları köylerinde bir eve yerleştirir.
Anlatılan doğru muydu, değil miydi bilemem. Ama anlatılan Neco’nun doğasına, üslubuna uygun düşen bir tavırdı sonunda.
Yıllar sonra Neco’nun öldüğünü öğrendiğimde içim yandı. Diyarbakır’ın baştan ayağa duygu yüklü bu şövalyesi biraz buruk, çokça da özlem ve hayalleriyle göçüp gitmişti dünyamızdan.
Epeyi bir zaman sonra, siyah bir el çantası içinde Neco’nun şiir notları ve bir iki de özel evrakı bana ulaştı. Cevdet yardım getirmişti. Cevdet Ağabey de Diyarbakır’ın yetiştirdiği zarif bir gönül adamıydı ve şiir dünyasına da uzak değildi. Yakınlarda evini ve avukatlık bürosunu İstanbul’a taşımıştı.
“1927 yılı yaz başlarında Bismil ilçesinin Salat köyünde doğmuşum. Okumaya Diyarbakır’da başladım. Türkçeyi biraz geç de olsa öğrenince şiire heves ettim.1943 yılında babamın ölümüyle öğrenimimi yarıda bırakıp ailemizin Salat köyüne gittim. Ne övünecek ne de utanılacak bir şeyim oldu “sözleriyle yaşamını özetleyen Necip Köprülü 31 Ocak 1974 günü, beynindeki ur nedeniyle, 47 yaşında aramızdan ayrıldı.
Neco korku üzerine iki ayrı sayfada şöyle düşünmüş:
“Korku!
/ Ey fena yoksulluk”, “Ve korkular / dişi kaltak”
*
"Ardından" şiirinden bir bölüm şöyledir:
Yoksul gülüşlü bir akşama doğru yürüdün gittin
Körocak umutlarımı da kendinle götürdün
Başım yaklaşan gecenin göğsüne dayalı,
Geceler kurşuna dizilmiş ihtilalcilerdir bilirsin.
Dörtyol’dan Çiftkapılar’a doğru hep gözlerini düşündüm
Bakışlarını avuçlarıma alıp yüzüme gözüme sürdüm.
Ağırlığınca gözyaşı değer bir öksüz oldun gönlümde
Boğazımda Temmuz çölleri kör oldum yıkıldım.
KAYNAK: Remzi İnanç / Kar Altında Güller Var’ın içinde
(2002).