Gazeteci-yazar,
yayıncı. Nûbihar Dergisi ve Nûbihar Yayınevi Genel Yayın Yönetmeni.
Resmi nüfus kaydına göre 1965 yılında Diyarbakır’ın Ergani
ilçesinde doğdu. Ancak gerçekte Çermik ilçesine bağlı Tulikê Fatê/Tulikê Bekir
köyünde doğmuştur.
Mala ‘Ezeban diye bilinen ailesi ve yakın akrabaları bugün
ağırlıklı olarak kendi köyleri olan Çermik’in Arabük köyünde olmakla birlikte,
Elazığ, Siverek ve Diyarbakır merkezde de yaşamaktadırlar. Mala ‘Ezeba Zaxura
Aşiretine mensup bir ailedir. Zaxura Aşireti, ağırlıklı olarak bugün Midyat,
Dargeçit, Nusaybin ve Diyarbakır’ın çevresinde yaşamaktadır.
Uzun yıllar küçükbaş hayvan besleyen ve konar-göçer bir
hayat süren dedeleri 1940 yılından itibaren Çermik’e bağlı bugünkü Arabük
köyünün ilk temelini atarak burada yerleşik hayata geçmeye başlamışlardır. Önce
amca çocuklarının yerleştiği bu köye; 1960’lı yıllarda da Süleyman Çevik’in
dedesi ve babası yerleşmiştir.
Hiç okul okuyamayan babası Hasan Hüseyin Çevik kendini çok
iyi yetiştirmiş kültürlü bir insandı. Şehirden saatlerce uzak ve araçla ulaşım
olmadığı halde ilçedeki gazete bayiine sipariş ettiği günlük gazeteleri sonradan
toptan alıyor, bulabildiği kitapları okuyor ve şiirler yazıyordu...
O yıllarda kendi köyünün yanı sıra çevredeki köylerde de
hiç okul olmadığı için okul çağındaki bütün çocuklar gibi Süleyman Çevik de zamanında
okula gidemedi.
O zamanlar mezra olan Arabük köyü 1990’lı yılların
başından itibaren muhtarlık olmuştur. Bugünden bakıldığında Arabük köyü, ilk ve
ortaokulu olan ve çevredeki birkaç köyün çocuklarının da okuduğu bir köye
dönüşmüştür.
***
1974 yılında babası Mardin Çimento fabrikasında işe girdi.
Aynı yılın Ekim ayında ailece Mardin’e göç ettiler. Yaşı müsait olmasına rağmen
kayıt dönemi bittiği gerekçesiyle o yıl okula kaydetmediler. Ancak sonraki yıl,
yani 1975 yılında kendisinden 4 yaş küçük kardeşi Prof. Dr. Remzi Çevik’le Mardin
Savurkapı’daki Cumhuriyet İlkokuluna gidebildi. Okula başladığı zaman Türkçeyi
bilmiyordu ancak harfleri tanıyor ve anlamadığı bir dille okuyup yazabiliyordu.
Çünkü kendilerinden uzak, dayılarının köyünde okul vardı ve burada okuyan
ağabeyi İbrahim Halil Çevik ona okuma-yazmayı öğretmişti. Bu yüzden 1. sınıftan
3. sınıfa atladı, 2. Sınıfı okumadı. 3. ve 4. sınıfları tarihi Mardin Gazipaşa
İlkokulunda, 5. sınıfı da Mardin 21 Kasım ilkokulunda okudu. 3. Sınıfa
geldiğinde öğretmeni önüne Cumhuriyet
Gazetesini koyuyor, ona sesli bir şekilde öğrenciler dinlesin diye gazetedeki
makaleleri okutuyordu. 5. sınıfta okurken Milliyet
Gazetesinin düzenlediği bilgi ve kültür yarışmasında Güneydoğu bölgesinde
birinci oldu.
1979-80 Eğitim döneminde Diyarbakırkapı’daki Cumhuriyet
Ortaokuluna kaydoldu. Ortaokul 2. sınıftan itibaren atletizme başladı ve
Atletizm Federasyonundan lisanslı sporcu olarak liseden mezun olana kadar bu
sporla olan ilgisini sürdürdü.
Dindar bir ailede yetişen Süleyman Çevik çocukluğundan
itibaren hep Kürtleri merak etti ve Kürtlere dair şeylere hep ilgi duydu. 1979
yılında Kürtçe-Türkçe çıkan bir gazetede ilk kez Kürtçe yazıları gördüğünde çok
şaşırmıştı. 12 Eylül’ün koşullarının devam ettiği ortaokul ve lise yıllarında
Mardin’de bir şeyler yapacak bir ortamı bir çok kişi gibi o da bulamadı. Zaten
12 Eylül darbesi ortada yapılacak bir şey de bırakmamıştı. Üstelik o dönemde
Mardin’in merkezi bölgede siyasi olayların en az yaşandığı yerlerin başında
geliyordu.
1982-83 Eğitim döneminde Mardin Lisesine kaydını yaptırdı.
Ortaokulda başladığı atletizmi lise döneminde de yoğun bir
şekilde yaptı. Uzun mesafe yarışlarında Türkiye şampiyonalarına ve bölge atletizm
müsabakalarına katıldı ve bir çok ilde Mardin’i temsil etti. Bu süre içinde
Mardin’de, bölgede ve Türkiye genelinde 4 yıl boyunca bir çok yarışmaya
katıldı, bir çok derece ve ödüller aldı.
1984-85
yılında Marmara Basın Yayın Yüksek Okulu, şimdiki adıyla İletişim
Fakültesini kazandı. İstanbul’a
yüksek öğrenim için kayıt yaptırınca sporu bırakmak zorunda kaldı.
Üniversiteye geldiğinde, İstanbul’da Süleyman Çevik’in
önünde biraz daha iyi imkanlar vardı. Ancak bulunduğu ortam, istediği çalışmaları
yapmasına hep engeldi. Bütün kardeşleri okuyordu; babasının maaşı aile
geçindirmeye ve çocuklarını okutmaya yetmiyordu. Bu yüzden üniversitede okuduğu
2, 3 ve 4. sınflarda okul masraflarını çıkarmak için 3 yıl boyunca akşamları
gazete dağıttı.
12 Eylül sonrasında yavaş da olsa Kürt meselesi Türkiye
gündemine girmeye başlamıştı. Kürtlere dair ufaktan da olsa bir şeyler yazılıp
çiziliyordu. Kendisi imkanları dahilinde bu dönemde bu alanda çıkmaya başlayan
dergi ve kitap benzeri çalışmaları takip etmeye çalıştı.
4 yılın sonunda 1989 yılında üniversiteden mezun olunca 8
aylık kısa dönem askerliğini yaptı. 1990’lı yıllara gelindiğinde Turgut Özal’ın
yönetiminde Türkiye’de darbenin etkisi biraz daha kırılmıştı. 1991’de 12 Eylül
cuntasının getirdiği Kürtçe yayın yasağı kaldırıldı. Bu tarihten sonra peşpeşe kimi
Kürtçe, kimi de Kürtlere dair Türkçe yayınlar çıkmaya başladı.
Nûbihar Yayınları ve Nûbihar Dergisi de 1992 yılında kuruldu.
Önce Mart 1992'de Nûbihar Yayınları kuruldu; daha sonra 1992 yılının Ekim
ayında da tümüyle Kürtçe çıkan Nûbihar dergisi aylık olarak yayına
başladı.
Böylece “Nûbihar” adı hem bir derginin hem de bir
yayınevinin adı oldu.
Süleyman Çevik’in kendisi de Nûbihar Yayınları ve Nûbihar dergisini çıkaran kadronun
içinde yer aldı. Nûbihar dergisi çıktığında
derginin Genel Yayın Yönetmeni Sabah Kara, kendisi Yazı İşleri Müdürü idi. Derginin
19. sayısından sonra sahibi, daha sonraki sayılarda Genel Yayın Yönetmenliğini
de üstlendi.
2014 yılında da 6 ayda bir Kürtçe olarak yayınlanan
Türkiye’deki ilk hakemli dergi Nûbihar
Akademî yayına başladı. Şu ana kadar 15 sayısı çıkan ve akademisyenler
tarafından hazırlanan bu derginin de sahipliğini yapmaktadır.
Nûbihar Yayınevi
ve Dergisi muhafazakar duyarlığa sahip Cumhuriyet tarihinin ilk Kürtçe yayınevi
ve dergisidir. 2021 sonu itibariyle 157 sayı yayımlanmış olan Nûbihar dergisi, Türkiye’de Kürtçe dergiler
içinde yayınını devam ettiren en uzun ömürlü dergidir.
Kitap olarak da Nûbihar Yayınları ve başka bir yayın
markaları olan Kent Işıkları’nda şimdiye kadar 400’den fazla kitap
yayımlamıştır.
Süleyman Çevik,
özel sektörde Kürtçe süreli yayın üzerinden Türkiye’de basın kartı alan ilk
kişidir. Normalde dergi sahibi olarak 1.5 yılda alabileceği basın kartını ilk
başvuru tarihi üzerinden 18 yıl geçtikten sonra alabilmiştir.
2015 yılında, 2005 yılından beri
İstanbul Kürt Enstitüsü tarafından Kürt Dilbilimci Feqî Hüseyin Sağnıç anısına verilen
dil ödülüne layık görülmüştür.
Şimdiye kadar Nûbihar dergisinde
birçok Kürtçe makale yazdı. Çok sayıda Türkçe yazısı da www.ilkehaber.com da yayınlandı.
Evli olup, ikisi kız, biri
erkek, üç çocuk babasıdır.
KAYNAKÇA: Süleyman Çevik'le
Söyleşi (2 bölüm, ilkehaber.com,19.02.2010), İhsan Işık / Diyarbakır
Ansiklopedisi (2013) - İhsan Işık / Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim
Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2018), Bilgi teyidi
(28.12.2021).
SÜLEYMAN
ÇEVİKLE SÖYLEŞİ (1. Bölüm)
Nûbihar Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Çevik:
Kendi diliyle ilgili talepte bulunmak dine aykırıymış gibi değerlendiriliyordu.
İlkehaber’de başlattığımız röportaj serisinin bu
seferki konuğu Nûbihar Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Çevik.
Dergi ve kitap yayıncılığı alanında 18 yıldır yayın yapan NUBIHAR, Kürtçe
yayıncılığa ciddi katkıları olan bir emeğin adresi de aynı zamanda.
Daha açılımın adı bile anılmazken, baskı ve
cinayetlerin kol gezdiği bir dönemde, Kürt kimliğini yok sayan resmi
dayatmalara rağmen ırkçılığa prim vermeyen, gerilim ve çatışmayı dıştalayan bir
yerde durmayı başarabilen Nûbihar’ın Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Çevik ve
arkadaşlarının ortaya koyduğu çaba ve bu değerin oluşmasındaki payını göz ardı
etmemek gerekir. İlkehaber olarak, hem bu başarının arka planını irdelemek, hem
de başta Kürt sorunu olmak üzere, Türkiye’nin genel sorunlarını analiz etmek
için Çevik’le konuştuk. Samimi bir hava içinde sorularımıza cevap veren
Çevik’in, “Biz şu ana kadar Kürtlerle, Kürt gruplarıyla, insanlarıyla,
partileriyle herhangi bir çatışmanın kavganın tarafı olmadık” cümlesi hem
yaşadıkları süreci hem de bu sürecin kendilerini getirdiği noktayı tanımlayan
bir cümleydi. TRT Şeş’in kurulmasıyla ilgili olarak Nûbihar’ın görüşlerine
başvurulmasının arka planında yatan sihir buydu belki de. Bu sihrin etkisini
sorularımıza verdiği cevaplarda da görmek mümkündü. Daha bir sağduyulu, daha bir
diyaloga açık ama ilkeli ve özgün bir bakış açısıyla yapılan değerlendirmelerde
de görmek mümkün aynı etkiyi.
İlkehaber
Nûbihar Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Süleyman Çevik: Kendi
diliyle ilgili talepte bulunmak dine aykırıymış gibi değerlendiriliyordu.
- Önce kendi ağzınızdan özgeçmişinizi anlatır mısınız?
- Nüfusa gere 1965 doğumluyum. Aslında nüfusta Ergani
üzerinde gözüküyoruz ama Çermikliyiz. Köyümüzün ismi Arabük’tür. 1965’den 74’e
kadar orada yaşadım. Sonra babamın işi dolayısıyla Mardin’e göç ettik. İlkokul,
ortaokul ve liseyi Mardin’de okudum. 1985’te Marmara Basın Yayın Yüksek Okulu,
şimdiki adıyla İletişim Fakültesi’ne kayıt yaptım. O zamandan beri
İstanbul’dayım. 1989’da mezun oldum. 1992’den beri de Nûbihar dergisi ve
Nûbihar yayınlarını arkadaşlarımızla birlikte devam ettiriyoruz.
- Yayınevinin kuruluş öyküsünden biraz bahsedebilir
misiniz?
Yayınevi 1992 Mart’ında kuruldu. O zaman yayınevinde
yalnız Müştehir Karakaya vardı. Yayınevi Fatih’te küçük bir yerdeydi; giriş
katında toplam 30-35 metrekare civarındaydı.. Kuruluşundan 2-3 ay sonra ben
geldim. Müştehir abi ile devam ettik. Beraber 2-3 kitap çıkardık.
- Yayınevi’nin kuruluş amacı Kürtçe yayıncılık ve
Kürtçe dergi miydi?
- İlk etapta Kürtçe yayıncılık, Kürtlerle ilgili yayın
yapmaktı amacımız; Kürtçe dergi çıkarma projesi de vardı. Sonra Sabah abi
Ankara’dan geldi...
- Bu proje için mi geldi?
- O da İstanbul’a gelmek ve yerleşmek istiyordu,
Kürtçe yayıncılık yapmak, Kürtçe dergi çıkarmak istiyordu. Bu işe gönüllü
arkadaşlarla, Sabah abiyle görüşüldü. Sabah abinin yayın yönetmenliğinde, 1992
Ekimi’nde Nûbihar dergisi çıktı. Ama yayınevi Nûbihar dergisinden önce
kurulmuştu. Buna rağmen daha sonraki süreçte dergi ön plana çıktı. Aslında
bizim başlangıçtaki niyetimiz kitap yayınıydı. Dergi yayınıyla beraber
dergiciliğimiz ön plana çıktı. Sabah abinin yayın yönetmenliğinde dergiyi aylık
olarak yayınlanmaya başladık.
- Şimdi iki önemli özellik var: birincisi Kürtler
arasında 18 yıldır Kürtçe yayınlanan, şimdiye kadar istikrarlı bir şekilde
Kürtçe yayınlanan bir dergi hatırlamıyorum ben. Kürtler bu kadar uzun süren bir
yayın var mı?
- Türkiye’de yok da değişik ülkelerde var.
- Zaten Türkiye için soruyorum.
Türkiye’deki Kürtler arasında yok. Hepimiz 12 Eylül sürecini iyi biliyoruz,
yıllarca yayıncılık yaptık… Bir yayının kuruluşundan günümüze sürdürülememiş.
Birçok yayın kuruluşuna bakıyorsun 15 kişi, 20 kişi, 30 kişi sürdürmüş bu
görevleri. Ama Nûbihar’da sorumluluk kadrosu da değişmedi. Süleyman Çevik
başından beri Nûbihar’ın içinde ve uzun dönemdir de Nûbihar ’ın yayın
yönetmenliğini yapıyor. Kürtçedeki 18 yıllık istikrarı; aynı zamanda
Süleyman Çevik’in 18 yıldır orda kalmasını neye bağlıyorsunuz? Bunun sırrı
nedir?
- Ben aslında kendimi vitrindeki bir manken olarak
tanımlıyorum. Vitrindeki mankenin üzerine güzel bir takım elbise
giydiriyorsunuz, üzerine bir fiyat yazıyorsunuz ve diyorsunuz ki, “Böyle bir
takım var.” ve içeriye müşteri çekiyorsunuz. Ama içeri girdiğiniz zaman
bakıyorsunuz ki yüzlerce takım elbise ve başka şeyler var. Kurumu temsil etme
babında ön planda görünen benim, ama hiçbir zaman yalnız olmadım. Arkadaşlarım
var, çevrede bizlere moral verenler var, ellerinden geldiği kadar fedakârlık
yapan insanlarımız var. Bu yüzden bir ekip olarak kabullenmek lazım bunu. Yani
tek başına bir fert olarak ben bir şey yapamam. Ama temsil babında sorumluluğum
var.
- Yanlış anlaşılmasın, yaptıklarınız birilerin
emeğini…
- Evet, birilerinin emeğini hiçe saymamak gerekir...
Ben onların emeklerini az veya çok teslim etmek anlamında bunu söylemek
zorundayım. Fakat dergicilik anlamında yaptığımız iş, biraz da sabır işi, bu
nedenle işi ciddiye almak olarak değerlendirmek lazım. Yaptığı işi sevmek,
yaptığı işe önem vermek anlamında bakmak lazım. Yaptığımız işe önem verdiğimiz
ve ciddiye aldığımız için; işimizi severek yaptığımız için; işin hakkını vermek
ve sonuna kadar götürmek için arkadaşlarımla beraber çabaladık. Aslında bazı
zamanlarda bu işi bitirmek veya sonlandırmak mümkün iken, biz ısrarla “bu işi
yapacağız” deyip, ekonomik veya başka sebeplerden kaynaklanan sorunlara çare
arayarak yayıncılık faaliyetlerine devam edelim demişiz. Böyle bir gayret
içinde bulunmuşuz. Yoksa normalde bu işler bu kadar uzun sürmez. Azim olmasa,
sabır olmasa, kararlılık olmasa, bir işe inatla sarılmak olmasa bu iş gitmez.
Ama biz, imkânlarımızın hepsini birleştirerek bu işi sonuna kadar götürelim
dediğimiz için, şu ana kadar ayakta kalabilmişiz.
- Hem Kürtçe dergicilik açısından, hem bir kurumun
düzenli yürütülmesi açısından deneyimlerinizi bizimle nasıl paylaşırsınız? Yani
başlangıçtaki Süleyman Çevik ile şu anki Süleyman Çevik arasındaki farklar
nelerdir?
- Tabi insan zamanla bir takım şeyleri daha iyi
anlıyor; tabiri caizse zamanla pişiyor. İlk günler ile şimdi arasında büyük
farklar var. İnsan zamanla bir işin nasıl yürütüleceğini, nerde ne
konuşulacağını, bir işin nasıl ele alınacağını, insanlarla nasıl diyalog
kurulacağını öğreniyor; işi daha sağlıklı yürütmek anlamında, farklı
kesimlerle, insanlarla ilişki kurma noktasında büyük bir deneyim kazanıyor. 18
yıllık bir süreç içerisinde elbette tecrübe kazandık. Başka iş yapmadığımız
için tabiri caizse sadece bu işi öğrendik. Bugün birileri çıkıp derse ki; “Bu
işi biliyor musunuz?” biz de “Biliyoruz,” deriz.
- Dergiciliğin, Kürtler açısından değerlendirildiğinde
bir siyasal alt yapısı da var mutlaka. Siyasal alt yapısından kastım bir dünya
görüşünün olmasıdır. Bu anlamda Nûbihar’ı nasıl tarif edebiliriz?
- Nûbihar, başlangıçta, Sabah abiyle başladığımız
zaman koyduğu ilkelerle devam etti. Daha ilk gününde dedik ki; “Kürtlerle, Kürt
gruplarıyla, insanlarıyla, partileriyle, herhangi bir çatışmanın kavganın tarafı
olmayacağız.” Bir yaklaşımımız buydu. Sıralama önemli değil. Ancak önem
verdiğimiz bir değer de inançlarımıza özgüydü; biz Müslümanlara, dinimize,
inançlarımıza yönelik hakaret içeren bir olayın içinde de bulunmayacağız,
demiştik. Bulunmadık da. Bu iki nokta bizim için önemliydi. Şu ana kadar
bunları büyük oranda koruduğumuzu düşünüyorum. 90’lı yıllarda ilkeleştirdiğimiz
siyasi duruşumuz şu ana kadar gelmiştir diyebilirim. Çünkü yüz yüze
görüştüğümüz insanlardan, hem sağdan, hem soldan buna benzer şeyler duyuyoruz.
Dinimize, inançlarımıza saygılı, kendi yayın çizgisinden taviz vermeyen,
hakaret ve ırkçılıktan uzak davranan, kendi dışındaki gruplarla kavga etmeyen,
çatışmayan, başkalarıyla diyalog arayan, bir araya gelmeye çalışan, bir siyasi
duruşumuz var. Nûbihar, ilk yayıncılık faaliyetine başladığı zaman, şöyle bir
ilke de oluşturmuştu: Biz Kürtlerle, Kürtlerin toplumdaki yerleriyle ilgili,
tarihi birikimiyle, edebiyatıyla, kültürüyle, klasikleriyle ilgili bir
yayıncılık yapacağız, diye başlamıştık. Bu ilkemiz elbet yayıncılık ve
dergicilik faaliyetlerimizin bir yansımasıydı. Dergicilik zor bir iş,
dergicilik yaptığınızdan dolayı kitap çalışmalarında ister istemez bazı
aksamalar oluyor. Çünkü süreli bir yayının zamanında çıkabilmesi için bir emek
vermeniz gerekiyor. Eğer kadronuz sınırlı ise, ekonomik olanaklarınız yoksa, bu
durum, kitap yayınlama noktasında ister istemez bir akamete neden oluyor,
gecikmelere sebep oluyor ya da dergiden dolayı kitap çıkmıyor. Bu nedenle ilk
etaplarda fazla kitap çıkaramadık. Ama son dönemlerde kitap yayıncılığımız da
gelişti. Klasik eserler başta olmak üzere halkımızın değerlerini öne çıkaran
yayıncılık anlayışımız devam ediyor. İleriki süreçte de Kürtlerin klasikleri,
tarihi, kültürüyle ilgili yayınlarımızı sürdüreceğiz.
- Nûbihar’ın, gördüğümüz kadarıyla tüm Kürt gruplar nezdinde ayrı
bir yeri var. Mesela bir imza kampanyası, bir panel ve benzeri
etkinlikler olduğu zaman herkes Nûbihar’ı bu çalışmaların içinde görmek
istiyor. Yani bir saygınlık oluşturmuş...
- Teşekkür ederim. Fakat şöyle bir durum da var: İnsan
kendi misyonunun dışına çıkmak da istemiyor. Bazen öyle durumlar oldu ki, bizim
misyonumuzun dışında olan, yaptığımız işe uygun olmayan bazı çalışmalar da
oluyor. Örneğin, siyasi bir takım faaliyetlerin yapılması gerekiyor. Biz daha
ilk günümüzden kültürel olarak ortaya çıktığımız için bu tür siyasal
faaliyetlere zaman ayıramadık. Bunu da yapmak gerekir; ancak bunun için kadro
lazım, zaman ayırmak lazım. Bu yüzden siyasal toplantılara pek katılamadık.
Tabi katılamayışımızın sebebi, bunların gereksiz oluşundan değil. Elbette
gerekli; bir meselede görüş belirtmek, onunla ilgili kamuoyu oluşturmak babında
bunlar gerekli olan çalışmalar. Fakat hem kadro konusunda, hem de yaptığımız
işle direk alakalı olmadığından, bazen bu tür çalışmalardan uzak durduk. Bu işi
önemsemediğimizden değil, ama bizim işimiz değildi... Kendi misyonumuzun dışına
çıkmak istemedik.
- Şimdi 2010’dayız ve ‘Açılım’ı konuşuyoruz. Daha
açılım ortada yokken. Nûbihar Kürt sorunuyla ilgili bir sempozyum düzenledi. Bu
sempozyum büyük bir ses getirdi. Neredeyse Nûbihar’ın ilk kurulduğu günlere
denk gelen bir programdı.
- 6. sayıdan sonra yaptık. Ne yazık ki devamını
getirmedik.
- Kimler katılmıştı?
- Tebliğ sunanlardan 6 kişi vardı. 20-30 civarında ise
müzakereci katılmıştı.
- O günün aktörleri ile bu günün aktörleri arasında
bir fark var mı, yoksa aynı kişiler mi?
- Değişenler oldu tabi.
- Mesela sizin sempozyumunuza katılıp bu gün Kürt
sorununu dillendiren...
- Var tabi. O gün katılanların çoğu bugün de o tür
çalışmalarını sürdürüyorlar. Ama kulvar değiştirenler de oldu.
- Mesela Mazlum-Der Eski Genel Başkanı, şu an Ak Parti
Diyarbakır Milletvekili İhsan Arslan...
- Yanılmıyorsam İhsan Arslan müzakereciler içindeydi.
- Başka hatırladığınız kişiler var mı?
- Var tabi. Mesela Hikmet Özdemir vardı, şimdi
Cumhurbaşkanlığı Danışmanı. Ermeni Araştırmalarının başına geçti. Sabah Kara,
Osman Tunç, Mehmet Metiner, Altan Tan, Yılmaz Çamlıbel tebliğ sundular. Hüsnü
Okçuoğlu vardı. Müzakereciler içinde İslami kesimden ve diğer Kürt
kesimlerinden birçok farklı düşünen insan vardı. Geniş katılımlıydı.
- Nûbihar’la İstanbul’da tanıştım. Kürtlerin
geleneksel tarihi içerisinde klasik edebiyat dönemi yada medreselerin etkili
olduğu 1950’lere gelinceye kadar Kürtler medreselerin de etkisiyle kendi
dilleriyle, kültürleriyle yaşamlarını sürdürmüşler. Ama 1950’lerden sonra Kürt
Müslümanlar arasında ciddi bir durgunluk var. Bu durgunluk neredeyse 1990’ların
başına kadar, hatta Nûbihar’ın çıkışına kadar devam ediyor. Nûbihar’ın çıkışına
kadar Kürt Müslümanları, Kürtçeye ilgisizler ya da Kürtlerin diğer
kesimleriyle ciddi bir işbirliği yapmaya yanaşmıyorlar.. 1990’lardan sonra
Nûbihar’ın da etkisiyle Kürtlerin diğer kesimleri ile Kürt dindarları arasında
sıcak bir diyalog başladı. Kürt dindarları dile, kültüre, edebiyata geçmişten
daha fazla sahip çıkmaya başladı. Yanılıyor da olabilirim ama 1950’lerden
1990’lara kadar, neredeyse 40 yıllık bir süreç içerisinde Kürt dindarları çok
içine kapanık bir politika yürüttü. Elbet Kürt solunun da ciddi hataları var,
bu eksikleri yalnız başına dindarlara mal edemeyiz. Kürt solu dindarları
dışlayıcı bir tutum içine girdi. Sizin böyle bir tespitiniz var mı? Söz
ettiğimiz dönemde Kürt dindarları Kürtleri ezenlere karşı, yalnız Türkiye’de
değil, diğer dört parçada sessiz durmadı mı?
- 1950’den sonraki süreci değerlendirdiğimizde birkaç
sebep sayabilirim. Birincisi mesela 50’lerden sonra İmam Hatip okullarının
açılması medreselerin rolünü çok azalttı. Tabiri caizse İmam Hatiplerde
okumayan medrese talebelerinin, 12 ilimden müntehi olmaları halinde bile
icazetleri hiçbir işe yaramadı. İmam Hatipler ön plana çıktı, medreselerin
tesiri azaldı. Medreselerin, dolayısıyla Kürtçenin etkisi belli bir
süreçten sonra akamete uğradı. Bir başka sebep 1960’lı yıllardan sonra dünyada
sol hareketlerin ön plana çıkmasıdır. Bu durum etkisini Kürtler arasında da
gösterdi. Kürt meselesinde duyarlı olan insanların daha çok sol kesimlerden
çıkmış olması, 60’lı yıllardan sonra solcu gelenekten gelen gençlerin Kürt
meselesini sahiplenmesi ve bunu gündemlerinin birinci maddesi yapmaları
sebebiyle dindarların yaklaşımında bir gerileme oldu. Tabi şöyle de oldu; Kürt
dindarların etkinlikleri görünmez de oldu. Mesela Güneydeki Barzani hareketi
içinde yer alan birçok mollanın yaptıkları, İslami bir gelenekten gelmelerine
rağmen İslami kesime mal edilmedi. Bunlar Barzani hareketinin veya diğer solcu
kesimlerin yaptığı etkinlik veya eylemlilik olarak anlaşıldı. Bir başka önemli
sebep de, özellikle Kürt Müslümanların Türklerle sürekli diyalog içinde
olmalarıdır. Başka bir deyimle Kürt dindarlarının Türk cemaatlerinin,
gruplarının, fraksiyonlarının içinde olmalarından kaynaklı olarak, “acaba kendi
milletimle ilgili, kendi dilimle ilgili bir talepte bulunursam dinden çıkar
mıyım, ırkçı olur muyum,” kaygısı baş gösterdi. Yani öyle bir şey ki sanki
kendi diliyle, kültürüyle ilgili bir talepte bulunursa bu dine aykırıymış gibi
anlaşıldı. Kürt Müslümanlarının bir kısmı arasında, ne yazık ki “Bu sorunları
duymayalım da bari dinimizden olmayalım” gibi bir durum gelişti. Bu bir duyarsızlığı
da beraberinde getirdi. Tüm bunlara rağmen biliyoruz ki Müslümanların bu
meseleyle ilgisi aslında her zaman vardı. Eskiden de vardı, şimdi de var. Belki
belli bir dönem sessizlik oldu; ya da Kürt Müslümanlarının sesi duyulmadı. Ama
o sessizlik dönemi içinde de bu meseleden dolayı duyarlı olan içi yanan, bu
meseleye bir şekilde sahip çıkmaya çalışan Müslümanlar her zaman vardı.
- Kürt meselesi konusunda duyarlı olan grupların
içinde Nurcuların yeri nedir? Nurcular Kürt meselesine ne kadar duyarlı? Bir
soru daha; mesela Yeni Zemin’de Osman Bey vardı; şu anda Başbakan’ın danışmanı
olan Yalçın Akdoğan vardı. Birde sanırım Mehmet Metiner vardı.
- Ali Bulaç ve daha çok kişi vardı.
- Evet o da vardı. Şu anda Başbakan’ın, biri resmi
biri gayri resmi danışmanlık görevini yapan iki kişi var. Onlar da geçmişte
Kürt meselesiyle ilgili yoğun olarak mesai harcamış insanlar. Yeni Zemin’de
olsun daha önceki dergilerinde olsun, insanlar vardı. Onların şu anda gündemde
olan açılıma katkıları nelerdir?
- Doğrusu bu konuda kimin başbakana ne bilgi verdiğini
bilmiyorum. Yeni Zemin’in yayını ile benim bir görevim olmadı. Osman Tunç
abinin sahibi olduğu Yeni Zemin o dönemde çok önemli işler yaptı. O dönem
konuşulması zor olan ama bu gün konuşulan, Türkiye’deki değişime yönelik, Kürt
meselesiyle, demokratikleşmeyle ilgili, sistemi sorgulama anlamında,
Müslümanların duruşunu sorgulama anlamında Yeni Zemin’de ciddi makaleler
yayınlandı.
- Yazanlar arasında benim hatırladığım kadarıyla
Mehmet Altan vardı...
- O dönemde birçok insanla röportajlar yapılıyor,
yazılar alınıyordu... Yazanlar arasında sağdan da, soldan da olanlar vardı.
Liberal kesimlerden, farklı gruplardan o dönemde bir araya gelmesi mümkün
olmayan insanlar Yeni Zemin’de yazıyordu.
- Sanki bugün konuştuğumuz şeyler 15 yıl önce
konuşulmuş, bir adım atılmış, ondan sonra üzerine bir örtü atılmış konuşulmamış
gibi…
- Yeni Zemin’den önce Girişim vardı. 1990’da kapandı.
Beş sene devam etti. O dönemde Girişim’de çok ciddi yazılar çıktı. Özellikle
İran devriminden sonraki süreçte, dönemin şartlarıyla kıyaslandığında Kürt
meselesine duyarlı yazarlar cesur makaleler yayınladı.
- Peki on yıllık dönemde bir girişimde bulunulmaması
neyle izah edilebilir? Yeni Zemin’den sonra, sizin başlatmış olduğunuz o
toplantıdan sonra bir şey gelişmedi. Sadece sol gruplar ön plana çıktı. İslami
kesimde Kürt meselesine duyarlılık çok fazla gelişmedi. Bunun nedeni, bugün
adından sıkça söz edilen Ergenekon gibi unsurlar tarafından uygulanan bir baskı
politikasının sonucu olabilir mi? O dönem çok inanılmaz baskılar vardı.
Baskılardan kaynaklı bir şey olabilir mi?
- Müslümanların fazla bir şey yapmamasının baskılarla
ilgisi vardır, diyemiyorum. Yukarıda da söylediğim gibi müslümanların
geneli bu meselede yeterince duyarlı değildi. O dönemde baskılar daha çok başka
gruplara yönelikti. Müslüman dindarlar da elbet baskılardan nasibini alıyordu.
Bölgede rahat çalışamama, rahatsız edilme, psikolojik baskı... Bu baskıları
kendi arkadaşlarım için de söyleyebilirim. Bölgede 90’lı yıllarda rahat
çalışmak mümkün değildi; en azından yaptığı işin suç olmadığını bir takım
yetkililere anlatabilmek için çok sıkıntı çekilmiştir.
- Üstelik faili meçhullerin yoğun olduğu bir
bölgede…
- Çok sıkıntı çekilmiştir. Bölgede dergilerimizi
dağıtan ve dergiye sahip çıkan arkadaşlarımız büyük sıkıntılarla karşılaştı.
Tabi bölgede faili meçhullerin başlaması, insanların kim vurduya gitmesi gibi
birtakım şeyler, insanların kabuğuna çekilmesine neden oldu. Dindarlarımız,
belki de bazı şeyleri o anki şartlar içinde söylememek, yapmamak için belli bir
geri durma, geri adım atma veya öteleme içine girmiş olabilirler.
Müslümanların tavrında bu tür şeyler vardır ama dediğim gibi Müslümanlar henüz
“Kürtlerle ilgilenirsem ne olur? Böyle bir şey yanlış anlaşılır mı? Türk
kesiminden birileri beni milliyetçi, ırkçı diye damgalayabilir mi,”
psikolojisinden de kurtulabilmiş değil.
- Sanırım bu psikoloji Kürtlerin büyük kesiminde
var...
- Kürtler bu memlekette yaşıyor, ister istemez
yaşananlardan etkileniyorlar. Yani şimdi devlet bir şey yaptığı zaman insanlar
diyor ki “devlet yaptı ben de yapayım.” Mesela son dönemde İslami cemaatler
içerisinde, birtakım cemaatlerde, Türkiye’deki açılımdan sonra birçok yayıncı
arıyor, “biz kitap çıkarmak istiyoruz, ne yapalım? Bunu çevirmek istiyoruz ne
yapalım” diye… Özellikle devletin TRT Şeş’i açmasıyla birlikte, ortamın
yumuşamasıyla birlikte, yetkililerin Kürt meselesiyle ilgili bir takım
söylemlerinden dolayı bu konuda bir şeyler yapmak isteyen bir sürü grup var.
Bizi arıyorlar. “Kitap çevirelim, bir şey yapmak istiyoruz, ne edelim” diye.
Tabanlarının Kürt olmasından kaynaklanan ya da bu bölgeye bu şekilde gidip
yerleşelim oraya ve bir taban oluşturalım” anlayışından kaynaklanan böyle bir
çaba var.
KAYNAK: Süleyman Çevik'le Söyleşi (1.
bölüm) (ilkehaber.com,19.02.2010).