Muzaffer Oruçoğlu

Heykeltıraş, Ressam, Yazar

Doğum
18 Mart, 1947
Eğitim
Öğretmen Okulu
Burç

Yazar, ressam, heykeltraş. 18 Mart 1947’de, Kars’ın Göle kazasına bağlı Büyük Zavot köyünde doğdu. Köyünde ilkokul olmadığı için İlkokulun ilk üç yılını komşu köyün (Küçük Zavot) okulunda, bir yılını kendi köyünde, son yılını da Kars’ta okudu.Kars Orta Okulu’nu bitirdikten sonra, Öğretmen okulu sınavlarını kazanarak Rize Öğretmen okuluna, iki yıl sonra da İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu hazırlık Lisesine gitti. Bir yılsonra,Fen Fakültesi Matematik Astronomi bölümüne girdi.

Muzaffer Oruçoğlu,1967’de içlerinde İbrahim Kaypakkaya’nın da olduğu 9 arkadaşıyla birlikte, Amerikan 6. Filosuna karşı yayınladıkları bildiri gerekçesiyle Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’dan atıldı. 68 öğrenci hareketlerine katıldı. 1969’da Değirmen Köyündeki toprak işgaline katıldı ve tutuklanıp Silivri cezaevine konuldu. 1972’de TKP(M-L) kurucuları arasında yer aldı. 1973’de İstanbul’da yakalandı ve ömürboyu hapse mahkum edildi. Tutsaklık yıllarını şiir ve roman yazarak geçirdi. 13 yıl tutsaklıktan sonra askere alındı. Askerden 40 gün sonra, Mayıs 1986’da firar edip, Yunanistan’a kaçtı. Fransa’da iltica etti.Yeniden roman yazmaya ve resim yapmaya başladı. Politik ve edebiyat dergilerin de makaleleri yayınlandı. 1988’ de evlenerek Avustralya’ya yerleşti. Bu kıtada ilkin iki yıllık resim ve heykel kolejini (Greensborough TAFE COLLEGE - NMIT) bitirdi. Daha sonra Royal Melbourne Teknoloji Enstitüsüne (RMIT) bağlı, PUBLİC ART bölümünde üç yıl Resim ve Heykel eğitimi yaptı.

Şimdiye kadar toplam 6 ülkede yetmişe yakın kişisel resim sergisi açtı. 13’ü roman, 8’si şiir, 2’si masal,1'si siyasal tarih olmak üzere toplam 36 kitabı yayımlandı. 2011 yılı Abdullah Baştürk işçi edebiyat ödülü, Grizu 4 ciltlik romanına verildi.

Halen Avusturalya’da yaşamaktadır

 

KİTAPLARI:

Formun Üstü

 

Formun Altı

 

ZİLLİNİN GÜNLÜKLERİ

   

Çocukluk yıllarımdan bugüne kadar köyde, kentte, dünyanın değişik bölgelerinde tanıdığım ters ve yırtık kadınların şu veya bu şekilde yer aldıkları günlüklerdir...

 

AVUSTURALYA EDEBİYATINDAN PORTRELER

Okaliptüs ormanları, koalalar, kangurular, dingolar, papağan kafileleri, zehirli yılanlar. Derinlik, korku ve kırım doğuran kesifler. Kayıp kuşaklar. Balçık ayaklı toprak ve maden insanl...

 

NİYE ÖZGÜRLÜK

“Hareket etmeyen, zincirlerini fark edemez,” demiş Rosa Luxsemburg. Bu kitapta 25 yazarın kalemi hareket halindedir. Dileğim, hareket halinde olan bu 25 kalemin, zincirleri fark ettirme yeteneğini kitap okundukça göstermesi...

 

BOŞLUĞA İLAHİLER

Kömür havzasında geçen manzum bir aşk destanıdır bu. Sistemin cinsel ahlakını pek takmayan bir kadına, madende çalışan bir aydın aşık oluyor ve bu aşkın yarattığı ruhsal arazları kaleme alıyor. Bu aşk ve kadın konusunda &cc...

 

SIKINTILAR SIRLAR SANRILAR

 

Karanlık bir kadınım.

Anamın saçlarındaki ışık da karanlıktır. Toprak da karanlıktır.

Okumadığımız kitaplar da karanlıktır. Cinlerin ülkesidir karanlık.

Karanlığı seviyorum.

 

UÇURUM GEYİKLERİ

Uçurum Geyikleri bundan önceki baskılarında iç içe geçmiş iki romandan oluşuyordu. Romanlardan birisi, Hititlerden 1940’lara kadar olan Dersim’i, diğeri ise Barbara Anna Kistler’in Zürih&rsqu...

 

AFGANİSTAN ( Sovyet İşgali)

Bu kitabın birinci baskısı 1980’de yapıldı. Afganistanda yaşayan milliyetlerin Sovyet işgaline karşı direnişleri haklı mıydı değil miydi? Bu kitap bu soruya verilen bir cevaptır. Aradan geçen 41 yıl, cevabın doğruluğunu gösteriyo...

 

KAYPAKKAYA AKIL VE AKSİYON DUYGUSU

“İbrahim Kaypakkaya, arkadaşları ile kurduğu partiyi, TKP/ML olarak adlandırdı ve kadim TKP’nin kurucusu Mustafa Suphi gibi katledildi. Aynı 68 gençlik başkaldırısı içinden yükselen diğer devrimci siyasi hareketlerin...

 

DANGALAK

‘68’de, hayal gücünü, sanattan iktidara taşımak istedi Paris. Ruhumu, deprem gibi sarstı bu anlam... Ötekilerin sesleriyle doldum. Düşünmeye başladım, çıktım sokağa. Genelde hayat bilinçsizdi...

 

ÇIPLAK VE ÖZGÜR

Çıplak ve Özgür, mülkiyet ve egemenlik ilişkileri parantezinde sevgi, aşk ve cinsellik üzerine, okurları kendi sınırlarını keşfetmeye zorlayan bir meydan okuma.

 

GRİZU 1 SİYAH IŞILTI

Muzaffer Oruçoğlu’nun dört ciltlik roman dizisi Grizu, Türkiye’de kömür madenleri odağında işçi sınıfının gelişimini her bir ciltte ayrı bir tarihsel döneme odaklanarak ele alıyor. Yazarın başyapı...

 

GRİZU 2 ÇIPLAK VE MÜKELLEF

Muzaffer Oruçoğlu’nun dört ciltlik roman dizisi Grizu, Türkiye’de kömür madenleri odağında işçi sınıfının gelişimini her bir ciltte ayrı bir tarihsel döneme odaklanarak ele alıyor. Yazarın başyapı...

 

GRİZU 3 HARLANIŞ

Muzaffer Oruçoğlu’nun dört ciltlik roman dizisi Grizu, Türkiye’de kömür madenleri odağında işçi sınıfının gelişimini her bir ciltte ayrı bir tarihsel döneme odaklanarak ele alıyor. Yazarın başyapı...

 

GRİZU 4 HÖRELENİŞ

Muzaffer Oruçoğlu’nun dört ciltlik roman dizisi Grizu, Türkiye’de kömür madenleri odağında işçi sınıfının gelişimini her bir ciltte ayrı bir tarihsel döneme odaklanarak ele alıyor. Yazarın başyapı...

 

NEWROZ

 İlk direniş güçlerinin iç dünyasını, doğayla olan ilişkilerini ve halk ruhunda yarattığı değişimi anlatan Newroz romanının üçüncü baskısı Belge Yayınlarından çıktı. Bir gerilla...

 

TOHUM (7. bas. Roman, 1998).

Söz Konusu olan. gerçek bir durumun öyküsüdür. Kahramanlar gerçektir. Yer, zaman ve olaylar gerçektir. Bilgi susuzluğuyla kavrulan, bilime ve itiraxa aiık insanların, modern Don Kişotların, dünyay...

 

“IŞILTILAR İMGELER: RESSAMIN MİNÖR DÜNYASI”

“Işıltılar İmgeler: Ressamın Minör Dünyası”, adına uygun bir üslupla kaleme alınmış öykülerden ve onlara eşlik eden yazarın kendi resim çalışmalarından oluşuyor. Resimle edebiyatın bu denli iç i&c...

 

DERSİM (Roman, 1997),

Belge yayınları, Dersim romanının gözden geçirilmiş ikinci baskısından sonra üçüncü baskısını da yaptı. Belge’ye ve okurlarıma gösterdikleri ilgiden ve çabadan dolayı çok teşekkür edi...

 

MENGENE

12 Mart cuntasına ve Özel Harp Dairesi’ne bağlı kontrgerillanın İstanbul Harbiye'deki merkezinde elli beş gün sorgulanan Muzaffer Oruçoğlu’nun Mengene adlı eseri, okurunu, romanın yarılmış, yaralanmış ses ve dil d&...

 

ÇATLAYAN SÜT SESSİZLİĞİ

Muzaffer Oruçoğlu için hazırlanan bu kitap, bir “belgelik” özelliğini taşıyor; Oruçoğlu çevresinde oluşan yakın tarihin sayfaları da denebilir. Yazıların çoğu anılara yaslanıyor. Doğal bir şey bu...

 

ÇATLAKLAR VE KESİTLER

Yeni çıkan Çatlaklar ve Kesitler ikinci öykü kitabımdır. İki bölümden oluşuyor. İlk bölüm Mazgirt, Nazimiye ve Haydaran’da bulunan mağara ve sığınaklarda geçen yaşamımı konu alıyor ve dokuz...

 

MUZAFFER ORUÇOĞLU ANLATIYOR

'Zavottan Vartinike'nin ikinci baskısı çıktı. Ayrıntı yayınlarına teşekkürler. Pratik ve düşünsel yaşamımın canalıcı noktalarını sorularıyla açığa çıkaran, tartıştıran İbrahim Ekinci'ye teşekkür...

 

FİLOZOF

"Filozof; delirmiş insanın, deliliği filozofi bir durum olarak gördüğü ve normalliğin ahlâkını, tarihini, yaşam düsturunu ironik bir dille tiye aldığı bir durumun romanıdır. Mekân, mağara ve dağlardır. Mağarada...

 

ÜÇLEMELER

Böylesi gecelerde acı veriyor anımsamak. Dağların ve eski çizimlerin arasından bakarken, bir kedinin geçtiğini gördüm. Meleklerin kalbinden daha büyük bir mucizeydi bu.

 

MAYMUN DÜĞÜNÜ

"Yahu böyle konuşup adamı töhmet altında bırakmayın; doğru değil, herkes iki işte çalışıyor." "Doğru, herkes çalışıyor. Ben de iki işte çalışıyorum ama, biri part-time, ihmal etmiyorum çocukları...

 

LÂL DİLİ

 

Yeni şiirlerim ile hücre şiirlerinin birlikte yer aldığı Lal Dili, beş yaşındaki ressam arkadaşım Balam Dinç'in kapak resmiyle birlikte kitap dünyasında yerini alıyor. Post sürrealizmin genç ustası...

 

DEVLET VE KOMÜN

Patika Yayınları'nın yayınladığı DEVLET VE KOMÜN, devlet ve sosyalizm anlayışımın bugünkü durumudur. Devlet, benim için artık sadece bilinen militer-bürokratik cihaz değildir. Bu cihazın içinde yer alan, bu ci...

 

FİLOZOFÇA EPİSTEMOLOJİK KOPUŞ

Filozofça, düşünce dünyasına evrensel düzeyde bir projeksiyon tutmaya çalıştığı gibi bunu ülkemizin düşünce mimarları üzerinden de yapmaya özen gösteren çalışmaların üst b...

 

FALARİS PRELÜDLERİ (Şiir, 1995),

Dersim Yayınları'ndan çıkan Falaris Prelüdleri pazartesi kitapçılarda. İDEFIX, Kitap Yurdu .com ve D&R gibi internet satış mağazalarından da temin edilebilir. Basılmamış şiirlerimi yayınlamayı sürdüreceğim.

 

EŞREFOĞLU AL HABERİ

Üç Adım

 

Berhudar olasın gönül

Yine üç adıma düştü voltan

Bir musluk

Bir lağım deliği

Ve bir beton ranza arasında

Geçer günlerin

 

MAVİ MUNZUR MASALLARI

Masal, mış'lanmış gelecek.

Erişilmezliği yaşamımıza taşıyan efsun. Bebek gamzesi. Geçmişimizde kalan, günümüze uğramayuan vesonsuzluğun ötesinden, mavi umut sisinden iri iri gülümseye...

 

BRUNSWİCK DELİLERİ (Roman, 1998),

Özgürlüğümü ve yenilenme aşkımı köstekleyen herşeyi koparıp atmak hakkımdır. Bu hakkımı kullanıyorum ben." "Hayır, sen özgürlüğünü buduyorsun! Elini koparıyorsun! Yaratıcılığın mimar...

 

DENEMELER

Benim Avustralya serüvenim toplam üç yıla yaklaşıyor. Bu üç yıl içinde, çok ilginç, güzel ve yadırganacak şeyler öğrendim. Bir çok şeye hayran oldum, bir çok şeyi ise yadırg...

 

SANAT VE EDEBİYAT YAZILARI (Deneme, 1998),

"Hem hızlı yazmak hem de kaliteyi tutturmak, zor bir iştir. Yoğunlaşmaktan, enine boyuna düşünmekten, damıtarak yazmaktan yanayım. Eylemi ve yeniliği doğurmaya en uygun söz, özlü sözdü.

 

BABA İSHAK DESTANI

İshak ki

İlmin ve mananın

Buhrana düşmüş hali

Ve kesilmiş bir dilin

kökünde köklenen son hece idi

Vardığında Hısn-ı Mansur toprağına

Yağmurlu bir gece idi

 

KARYATİDLER (Roman, 1992),

Aşkın özgürleşmesi, insanın özgürleşmesine bağlı bir sorundur. İnsanı kuşatan şartlar özgürleşmeyince, gerçek anlamda özgürleşmiş bir insandan söz edemeyiz.

 

KANGURULAR (Roman, 1995),

Şafak öncesi, kıtanın beşyüze yakın dil konuşan tüm klanları, dans ede ede birleşti. Çok büyük, iç içe daireler halinde, yediden yetmişe, kadın erkek tüm Aboricinlerin katıldığı bir Corroberre d&u...

 

SEVDALI KIZ

 

YAĞMURLAŞAN KIZ

Evvel zaman içinde, zaman kalbur içinde çiçeklenirken, Zel dağının yüreğinde bir kız yaşarmış. Adı Asmin`miş.Kimisi, bu kıza, sa&c...

 

AŞK VE IŞIK İÇİNDE

 

Yazarımızın Kitabından bir bölüm sayfa 80

Berat adince aşkı

Berat oldu

Kendi mahkemesinde

Hayat

Işıdı kainat

Bimbir biçimde

Işıdım aşk içinde

Ne vizite

Ne...

 

GÜL, DEMİR VE ÇIĞLIK (Roman, 1995),

"Yanlış, yanlış çok yanlış" diyerek uzandığı

 

BÜTÜN DÜNYA (Resimler, 2002).

HURUÇ (Şiir, 1997).

KAHRAMANLIK KURAMLARI (Şiir, 1993),

 

HAKKINDA: Muzaffer Oruçoğlu / Bütün Dünya (2002), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009), Muzaffer Oruçoğlu Biyografi (muzafferorucoglu.com, 31.10.2023).

KEMALİST HAREKETİN KISA BİR ANATOMİSİ

KEMALİST HAREKETİN KISA BİR ANATOMİSİ

 

Muzaffer ORUÇOĞLU

 

50 yıl önceki tezlerimizi defalarca okumuştum ama bir kez daha okudum. Bu yazıda, Kurtuluş Savaşı ve sonrası üzerinde biraz fikir yürüteceğim. Değişim yasaları, yarım asır öncesindeki tespitlerimizi ister istemez, yeni şartların vaaz ettiği yönde gözden geçirmemize, irdelememize yol açıyor. Kemalist harekete dair tezlerin, yarım asır sonra, temel noktalarda isabetini ve gücünü koruduğu açık. Onun için ben bu yazıda ayrıntılar üzerinde duracağım.

   Kurtuluş Savaşı ve Kemalist hareket üzerine yazılan tezler bizim temel tezlerimizden biriydi. Tezin can alıcı noktaları, Kurtuluş Savaşı’na hangi sınıfların önderlik ettiği, savaşın amacı ve savaş sonrası dönemlerin genel hatlarıyla irdelenmesiydi.

   Tezler, Kurtuluş Savaşı’nın milli bir devrim, Kemalist bir devrim olduğunu kabul ediyor, bu devrime, “Türk komprador büyük burjuvazisi ve toprak ağaları sınıfının” önderlik ettiğini, millî karakterdeki orta burjuvazinin ise yedek güç olarak katıldığını belirtiyordu. Bu tesbit, bugün de geçerliliğini koruyor ve komünist hareketi diğerlerinden ayırıyor.   Tezlere göre, “Devrimin önderleri, daha anti-emperyalist savaş yıllarında iken İtilaf emperyalizmi ile el altından işbirliğine girişmişlerdir.”

   Burada, üzerinde düşünmemiz gereken iki nokta vardır. Birincisi, savaşın anti-emperyalist olarak nitelenmesi, ikincisi ise, devrim önderlerinin, “savaş yıllarında iken İtilaf emperyalizmi ile el altından işbirliğine girişmiş” olmalarıdır. Anti-emperyalizm, emperyalizmin ortadan kaldırılmasına, bulunduğu yerden defedilmesine matuf bir olgudur. Devrime önderlik eden komprador burjuvazi, kompradorluğundan dolayı anti-emperyalist bir aksiyonu zaten üstlenecek yapıda değillerdir. Tezin bütününe, Kurtuluş Savaşı yıllarındaki sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal yapının, savaştan sonra yarı-sömürge ve yarı-feodal bir yapı haline geldiği görüşü hakimdir. Hal böyle olunca Kurtuluş Savaşı’nın anti-emperyalist bir savaş değil, sömürge yapıyı tasfiye eden ama yarı-sömürge yapıyı koruyan, anti sömürgeci  bir savaş olduğu savunulmuş oluyor.

   Geçmişte bazı devrimci hareketler, komprador burjuvazinin emperyalizmle hiçbir zaman çatışmayacağını savundular. Yirminci yüz yılda ortaya çıkan örnekler, komprador burjuvazi ile emperyalizm arasında, azami kârdan kimin daha fazla pay almasına dair bitmez tükenmez çelişkilerin olduğunu ve bunun bazen, özellikle de işgal dönemlerinde çatışmaya dönüştüğünü, kompradorların efendi değiştirdiklerini gösterdi. Açıktır ki burjuvazinin hiçbir kesimi, eli altında bulunan pazarın, bir işgal ile elinden çıkmasını istemez. Bazı kesimler işgale istemeyerek boyun eğmek zorunda kalırken, bazı kesimler de direnme yolunu seçer. Komprador burjuvazinin ve büyük toprak ağalarının sınıf çıkarları, pazarın canlanması, yatırım ve iş imkanlarının genişlemesi, sermayenin imkansızlıklara takılmadan kendini yeniden üretmesinden geçer. Bundan dolayıdır ki yeryüzünü ahtapot gibi saran emperyalist sermayeye ihtiyaç duyarlar. Pazardaki güçlü dünya sermayesi, zayıf yerel sermayeyi bağımlı hale getirir. Ham madde kaynaklarının, işgücü sömürüsünün, rant gelirlerinin vb. aslan payını güçlü sermaye alır. Ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel bağımlılığı, yani yarı-sömürge olgusunu yaratan da bu durumdur.

   Devrime önderlik eden sınıfların, savaş yılları içinde emperyalistlerle el altından uzlaşmaya çalıştıkları görüşüne gelince, ortaya çıkan belgeler, Mustafa Kemal ve çevresinin, savaş yıllarında değil, savaş yıllarından önce Emperyalistlerle uzlaşmaya çalıştıklarını gösteriyor. Mustafa Kemal’in İngiliz işbirlikçisi Vahdettin’e, yakın çevresinde bulunan arkadaşlarından oluşan ve kendisinin de muhtemelen harbiye nazırı olarak içinde yer aldığı bir kabine önerisinde bulunduğunu, Kemal’in, ittihatçıların içindeki İngilizci kanada mensup olduğunun bilinmesine rağmen, önerinin kabul görmediğini ve Karadenizde Rumlara karşı gelişen çeteci hareketleri bastırması ve bölgede güvenliği tesis etmesi için müfettiş olarak Bandırma vapuruyla Samsun’a gönderildiğini biliyoruz. Samsun’a ayak basmadan Yunanistan’ın 15 mayısta Paris konferansında alınan karar gereğince İzmir'i işgal ettiğini, işgalin Türk egemenlerinde ve halkta yarattığı büyük infial üzerine Mustafa Kemal’in, direnme kararı alıp  'sineyi millet'e döndüğünü de biliyoruz.

   Kurtuluş Savaşı yıllarında Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri, Kemalist burjuvazinin direnme örgütleriydi. Bu örgütler içinde orta burjuvazi de yer alıyordu. Savaşın başlangıcında orta burjuvazinin bir bölümü, Yunan işgaline karşı Çerkez Ethem Bey ve kardeşlerinin komutasında Kuvâ-yi Seyyâre adı altında ciddi bir varlık gösterdi. Yeşil Bolşevik olarak da adlandırılan ve Yeşil Ordu Cemiyeti’nin  bir gücü olarak ortaya çıktığı söylenen Kuvâ-yi Seyyâre, padişah yanlısı gerici İsyanları bastırınca meclisin yarısını kazanmakla kalmadı, meclis başkanlığını seçimle ele geçirdi. Demirci Mehmet Efe gibi çeteleri de kendine bağlayarak etkinliğini artırdı. Eskişehir’de, “Dünyanın Fukara-i Kâsibesi Birleşiniz,” alt başlığı ile çıkardığı Seyyare-i Yeni Dünya Gazetesi’ni de siyasetinin bir aracı haline getirdi. Ekim devriminin ürünü olarak ortaya çıkan Ankara’daki, Salih Hacıoğlu liderliğindeki Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası ile Baku’da kurulan Türkiye Komünist Partisi  bu hareketle aynı saflarda yer almış bulunuyordu. Bu durum, Kemalist hareketi ciddi bir şekilde endişelendiriyordu. Ekim devriminin desteğini alan bu güçler, savaş sürecinde giderek güçlenebilir ve Kemalist hareketi tehdit eder hale gelebilirdi. Bu güçler aynı zamanda, Kemalistlerin batılı emperyalistlerle uzlaşmalarının önünde bir engel haline de gelebilirdi. İttifakı değil, iltihakı esas alan Kemalist hareket, kendisine iltihak etmeyen bu güçleri tasfiye etme kararını verdi.

   İlkin, Seyyare-i Yeni Dünya Gazetesi’ni Ankara’ya naklettirip kendi kontrolü altına aldı. Ardından Kuvâ-yi Seyyâre‘nin yakın müttefiklerinden Demirci Mehmet Efe’ in 800 kişilik gerilla ordusunu bir baskınla etkisiz hale getirdi. Hemen ardından, meclise haber vermeden, Yunan Ordusu ile savaş halinde olan Kuvâ-yi Seyyâre’ye saldırdı. Ankara’daki Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası’nı kapattı ve yöneticilerini tutukladı. En son, Mustafa Suphi başkanlığındaki TKP’nin  merkez komitesini Karadeniz’de imha etti. Mustafa Kemal aslında niyetini, 22 Ocak 1921'de, yani Mustafa Suphi ve yoldaşlarının öldürülmelerinden altı gün önce BMM'de yaptığı konuşmada  şöyle açığa vurmuştu:

    "İşte bu serseriler, Türkiye Komünist Fırkası diye bir fırka teşkil etmişlerdir ve bu fırkayı teşkil edenlerin başında da Mustafa Suphi ve emsali bulunmaktadır. Bunlar kendilerine para veren, kendilerini himaye eden ve bunlara ehemmiyet atfeden Moskova'daki prensip sahiplerine yaranmak için birtakım teşebbüsatı serseriyanede bulunmuşlardır. Bu suretle memleketimize, milletimize hariçten komünizm cereyanı sokulmaya başlanmıştır..."

   Tüm bu operasyonlar, 1921’in ocak ayında gerçekleştirildi. Ardından dış işleri bakanı Bekir Sami Londra Konferansı’na gönderildi. Kemalist hareket  böylece kendini hem yakın bir tehlikeden kurtarmış, hem de Emperyalistlere tarafını belli etmiş oluyordu. Tezlerde tüm bu bastırma hareketlerinin emperyalistlerin teveccühünü kazanmak için yapıldığı görüşü var. Bu doğrudur ama işin esası değildir. İşin esası Kemalist hareketin kendini bir devrim tehlikesinden koruması, sağlama almasıdır.

   Kemalist Hareket, komünist ve işçi hareketi ile orta burjuvazinin bir kesimine karşı sınıf tavrını berrak bir şekilde gösterdikten sonra, aynı yıl içinde Kürtlere karşı nasıl bir siyaset izleyeceğinin mesajını da vermiş oldu. 1921'de özerklik talebiyle ayaklanan Koçgiri'yi çok kanlı bir şekilde bastırdı. Topal Osman’la birlikte Koçgiri köylerini yakan Merkez Orduları Komutanı Sakallı Nurettin Paşa  Calicula gibi yakmayı seven birisiydi zaten. Bu paşa, Rum mahallelerinden Rumları göçe zorlamak için İzmir'i yakan adamdır aynı zamanda. Topal Osman ise  çoğumuzun malumudur.  Balkan Harbi’nde tanındı. Sonra ünlü mahkumlardan bir çete kurdu.1915'te Doğu Karadeniz’de başlayan Ermeni tehcirinde rol aldı. “Rumları eşek arıları gibi mağaralara doldurup tütsüleyerek bitireceğim' diyerek köyleri basıp katliam ve sürgünlere yol açtı. 1920’nin sonlarında, maiyetindeki Giresunlu bir birlik ile Çankaya’yı ve Meclisi korumayla görevlendirildi. Suphi ve yoldaşlarının imha edilmesi kararının uygulanmasında da Yahya Kahya ile birlikte rol aldı.  

    Kurtuluş savaşı yıllarında tüm bu kanlı operasyonları gerçekleştiren Kemalistler bir yandan Bolşeviklerin silah ve altın desteklerini almayı, diğer yandan da İngilizlerle uzlaşma çabalarını sürdürdüler. Artık rahat hareket edebilirlerdi. Devrim tehlikesi bertaraf edilmiş, meydan iki hakim sınıf kanadına kalmıştı. Birinci kanat, saltanata ve hilafete karşı olan batı yanlısı kompradorlar ile bir kısım toprak ağalarından oluşan Kemalist kanattı. İkinci kanat ise, saltanat ve hilafet yanlısı kompradorlar, bir kısım toprak ağaları ve ulemadan oluşuyordu.  

   Tüm bu gerçekler, Kurtuluş Savaşı’nın Türkiye topraklarında haklı bir savaş, emperyalizme darbe vuran anti-sömürgeci bir savaş olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyordu. Gelgelelim ki, kendi topraklarında haklı olan bu savaş, Pontus’ta, Lazistan’da, Batı Ermenistan’da ve Kürdistan’da (Koçgiri’de görüldüğü gibi) haklı karekterini yitirdi. Ermeniler ve Rumlar, kırıma ve sürgüne uğratılarak, yaşadıkları kadim topraklar üzerinde bir varmış, bir yokmuş hanesine yazıldı. Kürtler ise savaştan sonra inkar ve zoraki asimilasyonla köleleştirildi.

   Kemalist hareketin Kurtuluş Savaşı yıllarında iken iç muhalefeti tamamen bastırması, Ermeni ve Rum milli varlığını ortadan kaldırması, Kuzey Kürdistan’ın sömürge statüsünü ağırlaştırması ve giderek emperyalist gerici dünyanın bir parçası haline gelmesi, onun kurduğu yeni rejimin niteliğini de belirlemiş oldu. 1925’e kadar modernist yarı-faşist olan bu rejim, 1925’ten sonra, Takriri Sükun kanununun çıkmasıyla birlikte modernist-faşist bir rejim haline geldi.

    Komünist ve işçi hareketiyle orta sınıfların silahlı güçlerini yoketmiş olmasından dolayı Kemalist iktidar için artık en yakın tehlike ve bu anlamda asıl muhasım, hilafet ve saltanat kalıntılarıydı. Sultancı ve hilafetçi kompradorlar, bir kısım toprak ağaları ve ulema ile cebelleşmeyi ana hat olarak seçti. Bu durum ister istemez, Kemalist hareketi, karşısındaki muhasım gücün dayandığı kurumlar, düşünceler, kültür ve yaşam tarzları ile de cebelleşmeye soktu. İleri hamlelerini, reformlarını da bu kalıntılara karşı cebelleşme sürecinde gerçekleştirdi. Bu tabi aynı zamanda onun kendi iktidar kültürünü yaratma, yerleştirme çabasıydı.

  1922’de Saltanat’ı kaldırdı ve ertesi yıl cumhuriyeti ilan etti. Bu Kemalist kompradorların saltanatçı kompradorlara indirdiği ciddi bir darbe idi. 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu (Öğretim Birliği Yasası) çıkadı, medreseleri kapattı, din derslerini  Milli eğitimin kontrolündeki okulların dışına sürdü ve ihtiyacı karşılamak için de ilahiyat fakültesi ile imam hatip okullarının kurulmasına karar verdi. Aynı yıl, Hilafet kaldırıp Cumhuriyeti ilan etti. Avrupadaki topraklar ile Arap dünyasının kaybedilmesi, bu kurumu zaten güçten düşürmüş, göstermelik bir duruma sokmuştu. Buna rağmen hilafetin kaldırılması dinin devlet üzerindeki etkinliğine ve ulemaya yönelik bir darbe oldu. Kemalist hareket bu durumu laikliğin ilanı olarak değerlendirdi.

   1925’te bir kısım Kürt şeyhlerinin ve büyük toprak ağalarının önderliğinde, bağımsız bir devlet kurma amacıyla patlayan Şeyh Sait İsyanı bastırıldı ve tekçi eğilim güçlendi. Kurtuluş savaşı bitmiş ama parçalanma gerçekliği bitmemişti. Kemalistlere göre farklı milliyetler, diller, kültürler, inançlar, parçalanmanın nedeniydi. Osmanlıyı parçalaya parçalaya ufaltan da bu gerçeklikti. Tek dile, tek kültüre, tek ulusa ve tek inanca dayanan bir ülke şarttı. Bundan dolayı Rumların ve Ermenilerin varlığına son verilmiş, Malakanlar Sovyetlere sürülmüş, Kürtlere verilen özerklik sözünden vazgeçilmiş, 1924'te artakalan Rumlar da Mübadele Yasası’yla Yanistan’a gönderilmişti.

 Kemalist hareket, Şeyh Sait İsyanı’nı,  sultancı kompradorlar ile sultanlık kalıntıları dahil tüm muhalif güçleri sindirmenin, Kürt milli varlığını inkar etmenin bahanesi haline getirdi. Terakkiperver Fırkası’nı, Orak Çekiç Gazetesi’ni kapattı, taraftarlarını tutukladı. Sendikaları ve grevleri yasakladı. Bunu yaparken de Modernleşme yolundaki yürüyüşünü sürdürdü. 1925’te, “Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun” çıkarıldı. bütün tarikatlarla birlikte şeyhlik, dervişlik, müritlik, dedelik, seyitlik, çelebilik, babalık, emirlik, halifelik, falcılık, büyücülük, üfürükçülük yasaklandı. Bu yasa ile alevilik de yasaklanmış, sünnileşme ve Türkleşmeye dayanan tekçilik yolunda önemli bir adım atılmış oldu.

   1926’da İsviçre Medeni Yasası kabul edildi. Bu yasa ile tek eşlilik, resmi nikah, kadınların istedikleri alanda çalışma hakları; miras, boşanma ve şahitlik haklarında eşitlik gibi haklar güvence altına alındı.

   1930’lara gelindiğinde, faşizm olgusu tüm dünyayı etkisi altına almış, Nazilerin başlattığı saf ve üstün aryan ırkı ve bu ırka bağlı ulusun, dilin, kültürün insanlığa egemen olma hakkı tartışmaları tüm dünya uluslarında ulusal bencilliğin çeşitli biçim ve derecelerde hortlamasına yol açmış bulunuyordu. Türklerin batılılar tarafından asırlar boyunca sarı ırka mensup barbarlar diye horlandıklarını, Selçuklu ve Osmanlı hanedanlarının da Etrâk-i bî idrâk olarak gördükleri Türkleri, Arap islam dünyasının arka planına ittiklerini savunan Kemalistler, tekciliğe ve modernleşmeye bağlı olarak bir tarih ve dil teorisi oluşturma çalışmalarına başladılar. Kurtuluş Savaşı ile batı dünyasını yenen ve yükselişe geçen Türk varlığının, tarih, dil ve kültür gücünü de tüm dünyaya gösterme zamanı gelmişti.

   1923’te Darülfunun’a verilen tarih tezi oluşturma görevi, 1930’da 16 kişilik bir Tarih Heyeti’nin oluşturulması şeklinde ete kemiğe büründü. Heyet, batı ve İslam merkezli tarih anlayışına karşı "Türk Tarihinin Ana Hatları" adlı bir çalışma yayımladı. İleri sürülen görüşler, Orta Asya’daki güçlü Türk uygarlığının, göçler aracılığıyla, tıpkı güneş ışınlarının yayılması gibi Çin, Hindistan, İran, Mezopotamya, Anadolu ve Mısır’a yayıldığı ve bu bölgeleri uygarlaştırdığı yönündeydi. Tarih Heyeti, 1931’de adını "Türk Tarih Tedkik Cemiyeti", 1935’de ise “Türk Tarih Kurumu" olarak değiştirdi.

   Mustafa Kemal, cemiyetin çalışmalarını yakından izliyor, “Anadolu 7000 yıllık Türk beşiğidir," görüşünü savunuyordu. Ona göre Sümer, Hitit, Urartu ve  Yunan medeniyetinin kökü Orta Asya’ya dayanıyordu. Araştırmalar, arkeolojik kazılar, Almanya’dan kaçıp Türkiyeye sığınan Yahudi bilim adamlarının da desteği ile yoğunlaşmıştı.

   Mustafa Kemal, 1 Kasım 1936’da meclis açılış konuşmasında, Alacahöyük'te yapılan kazılarda bulunan eserlerin 5500 yıllık Türk tarihinin aydınlatılmasına ışık tutacağı iddiasında bulundu.

   Türk dili üzerine yapılan çalışmalar da tarih çalışmalarına bağlı ve ona parelel olarak yürütüldü. Ortaya atılan “Güneş Dil Teorisi” fikri etrafında bir “Güneş Dil Teorisi ve Dil Karşılaştırmaları Komisyonu” kuruldu. Komisyon 1935’de  bir rapor hazırladı. Rapor, Orta Asya’dan güneş ışınları gibi yayılan Türk medeniyetinin güçlü dilini ele alıyor, bu dilin etkilerini ve doğurduğu dilleri karşılaştırmalı bir şekilde inceliyordu. Bu güneş dili, ışınlarını Atlantik’in ötesine bile yaymıştı. Amazon’un adı, ‘amma uzun’dan, Niyagara’nın adı da ‘ne yaygara’dan geliyordu. Türkçe Tarihin en eski diliydi ve bir çok dil bu dilden doğmuştu.

   Otuzlu yıllarda tekçilik, en çok Türkleşme ve Türk üstünlüğü konusunda kendini gösterdi. Bunun yanında, modernleşme, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkma çabaları da sürdü. Üst ve orta sınıfa mensup  Nezihe Muhiddin ve Şükûfe Nihal gibi kadınların önderliğinde, 1923’de Kadınlar Halk Fırkası’nı oluşturmaları ve izin verilmeyince bunu  Türk Kadınlar Birliği’ne dönüştürerek mücadeleyi sürdürmeleri, 1934’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınmasına yol açtı. Ancak bu süreç zorlu oldu. Anadoluda şubeler açan, 500 üyeye ulaşan ve Türk Kadın Yolu dergisini çıkaran birliğin başkanı Nezihe Muhiddin tasfiye edildi. Birlik, yardımlaşma kurumuna dönüştürüldü. Güncel yaşam sorunları ve Kemalist tandanslı dar milliyetçi feminizm sınırları içine hapsedilen Türk Kadın Yolu dergisi de 1927’de yayınına son vermek zorunda kaldı. Kemalist rejim, seçme seçilme hakkının kazanılmasından sonra, kadınlara, haklarını elde ettiklerini, artık dergi çıkarmalarına gerek olmadığını bildirdi. Türk Kadınlar Birliği’nin CHP’ye katılması sağlanarak, varlığına son verildi.

   Sonuç olarak, Kemalist hareketi modernist ve faşist yönleriyle kavramak gerekiyor. Bu hareketin modernist yönü, kısmi bir aydınlanmaya ve laik yaşama yol açtı ve bu yönüyle de en çok Türk aydınlarını etkiledi. Ama bizi biz eden geçmiş kültürümüzden bir yönüyle kopardı. Bağrında veya yanıbaşında asırlar boyu yaşadığımız, dilinden ve kültüründen etkilenip zenginlikler devşirdiğimiz İran, Arap, Ermeni, Kürt, Rum, Süryani gibi güçlü yerleşik uygarlıklardan da kopardı. Faşist yönü ise günümüzü de içine alan, ezen, ağır sorunlara, travmalara yol açtı. Ülkenin demokratikleşmesini, milliyetçi, tekçi, inkarcı, katliamcı karakteriyle engellemeye çalıştı.

   Modernist ve faşist kavramların çelişen kavramlar olmadığını burada belirtmem gerekiyor. Modernizm veya modernleşme, kapitalizmin ve kapitalist devletlerin, hangi biçimde olursa olsun, ister demokratik, ister monarşik, isterse faşist biçimde olsun, vazgeçemeyeceği bir olgudur. Azami kârın olmazsa olmazıdır. Her biçim, modernleşmeyi kendi meşrebine uygun bir tarzda uygular. Kemalizmi günümüze kadar yaşatan, ayakta tutan, aydınların gözünde muteber kılan da zaten onun bu modernist yanıdır.        

GAZETE PATİKA

KAYNAK: Muzaffer Oruçoğlu Makaleler (muzafferorucoglu.com, 31.10.2023).

 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör