Divan şairi. (D. Bulgaristan / Plevne (Pleven) /
Niğbolu (Nikopol) / Rtıstenik (Slaveynovo) köyü, 1475 – Ö. 1517) Klasik Türk edebiyatının
seçkin şairlerinden olan Hasan Ahi, yanağında bir ben olması nedeniyle, yöre
halkı ve edebiyat çevrelerinde Benli Hasan diye anılırdı. Çocukluğunun büyük
bir bölümü köyünde, öteki bölümü de Niğbolu’da geçmişti. O yıllarda bu şehirde
uzun zamanlar kadılık yapan Aşık Çelebi, şair hakkında geniş bilgiler
vermektedir. Babası Şeydi Hoca, ticaret işlerinden çok iyi anlayan bir zengin
tüccar olup, bakkal dükkanları varmış.
Tuna nehri kıyısında bir şehir olan Niğbolu ve
buradaki kasaba hayatı, ileride parlayacak olan şair Hasan Ahi’nin üstün
estetik duygularını etkilemiş ve Tuna’da dolaşan gemiler, kayıklar, balıklar,
yolcular ve gürültülü şehir canlılığı onu bu topraklara kıskıvrak bağlamıştı.
Bir yandan sürüp giden yaşam ve ailesinin mutluluğu, ona baba mesleğini seçtirmişti.
Hasan Ahi daha genç yaştayken
babasını yitirmiş olması nedeniyle babasının bakkal dükkanlarını işletmeyi
sürdürmüştü. Ancak, kendini ticaret
işlerine vermesi şairin ruhunu dükkanın dört duvarı arasımda sıkmaya başladı.
Annesi de başka birisiyle evlenince ticareti terk ederek, eve bile uğramadan
İstanbul’un yolunu tuttu. Öğrenim zamanını aşkın bir yaşta olmasına rağmen
İstanbul’da medrese öğrenimi gördü ve “Kara Bali”den asker oldu. O arada, Kemal
Paşazade, Zeyrekzade, Ahmet Paşa, Necati, Aşık Çelebi, Bursalı Hamitzade
Celili gibi günün şair, yazar ve sanat adamları ve onların eserleriyle
yakından tanışma olanağı buldu, onların beğenisini kazandı.
Kaynaklardan edinilen bilgilere
göre, “Husrev ü Şirin” adlı bir
mesnevi yazmış ve bu eser, o zamanın hükümdarı Yavuz Sultan Selim tarafından
çok beğenilmişti. Armağan olarak da şairin Bursa’daki Beyazıt Paşa Medresesi Müdürlüğü’ne
getirilmesini emretmiş, fakat şair bu öneriyi kabul etmemiş. Onun bu tutumu,
Sultan’ın gözünden düşmesine yol açmıştı. Ancak hayatının son yıllarında
Karaferye Medresesi Müdürlüğü’ne getirilmiş.
Hasan Ahi’nin kaside, murabba, tahmis, gazel, kıt’a ve
müfret şiir türlerinden oluşan “Divan”ından
başka “Husrev ü Şirin” ve “Hüsn ü Dil” adlı eserleri de vardır. “Husrev u Şirin” mesnevisi, gerek içerik
ve gerekse kompozisyon bakımından ilgi çekici manzum bir eserdir. XVI. yüzyılın
başlarında dolgun eserler yaratmış olan şairin yaratıcı kişiliğini anlayabilmek
için onu kendi zamanının içinde ele almak gerekir. Dilinde yabancı kelimeleri en
aza indirdiği düşüncesi de biraz yersizdir. Dili Arapça ve Farsça terkiplerle doludur.
Bu, şairin zamanının gereksimi olan bir özelliktir. Onun ustalığı, işte bu
yabancı terkipler içinde, Türkçenin tüm özelliklerinden yeterince yararlanarak
büyük bir ustalıkla dili kullanmasıdır. Onun dili, zamanın Akademik
Türkçesidir.
Rumeli şairi Hasan Ahi’nin kimi şiirlerinde çok ince
düşünce ve derin hayat felsefesi vardır. Zaman zaman insan ruhunu gıdıklayan bu
evrensel sorunlar, onun şiirlerinin ışığında insanlara bilgi verir, doğru yolu
gösterir ve onları gönül rahatlığına kavuşturur... Ahi’nin şiirleri üstüne
Sehi, Latifi, Aşık Çelebi, Kınalızade, Beyani gibi birçok kalem ustası
düşüncelerini belirtmiş ve onu değerlendirmişlerdir.
KAYNAK: Necati Sungur. Ahi Divanı (Ankara 1994), Osman
Keskinoğlu / Bulgaristan’da Müslüman ve İslam Eserleri (İhlas Yayınları,
İstanbul, Tarihsiz), İbrahim Tatarlı /
Eski Türk Edebiyatı. (Metinler, Sofya 1973), Niyazi Hüseyin Bahtiyar / Balkanlar’da
Türk Ünlüleri (1999), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2015).