Divan şairi ( D. 1572,
Hasankale / Erzurum – Ö. 27 Ocak 1635). Asıl adı Ömer olup, Sipahi Mehmed Bey’in
oğludur. Dedesi Mirza Ali Paşa, Pasin Sancakbeyliği görevinde bulunmuştu. İyi
bir öğrenim görerek, Arapça ve Farsça öğrendi. Zarrî (zararlı) olan mahlasını,
dostu şair Gelibolulu Ali, Nef’î (faydalı) olarak değiştirdi. I. Ahmed’in tahta
çıkmasından (1603) sonra gittiği İstanbul’da önce kâtiplik yaptı. Padişaha ve
döneminin ileri gelenlerine sunduğu gazeller ve kasidelerle kendini tanıttı.
Yaklaşık otuz yıl yaşadığı İstanbul’da dört padişahın dönemine tanıklık etti
(I. Ahmed, I. Mustafa, II. Osman, IV. Murad). I. Ahmed’in 1611’de Edirne’ye
yaptığı seyahati sırasında yanında bulunan Nef’î, asıl ününe IV. Murad devrinde
ulaştı. Sert ve gözü pek karakterini kendisine benzeten ve hicivlerini beğenen
padişah tarafından korunarak onun meclislerinde yer aldı.
IV. Murad’ın, Nef’î’ye
ilgisini abartılı bulanların çokluğu üzerine padişah onun kabiliyetini herkese
göstermek istedi. Aynalı Kavak Köşkü’nde bulunduğu bir sırada şairi yanına
çağırtarak yeni bir şiir okumasını istedi. Nef’î’nin koynundan kâğıdını
çıkararak; “Esdi nesîm-i nevbahar açıldı güller subh-dem” diye başlayan,
sonradan çok ünlü olan Bahariyye’sini okuduğu bilinmektedir. Rivayete
göre şiir bitince padişah, Nef’î’nin elindeki kâğıdın boş olduğunu görmüş;
şiirini irticalen, o anda söylediğini anlayarak çok memnun olmuş ve şairi türlü
mücevherlerle ödüllendirmişti. Özellikle bu olayla padişahın yakınlığını
kazanan şair, daha sonra, yüksek mevkilerdeki kişiler hakkında yazdığı
hicivleri ile pek çok kişinin düşmanlığını da kazandı. IV. Murad, onun
hicivlerini topladığı Siham-ı Kaza (Kaza Okları) adlı eserini okurken,
sarayın yakınlarına düşen bir yıldırımı uğursuzluk şeklinde yorumlayanların
etkisinde kalarak, ondan sonra şaire hiciv yazmayı yasakladı. Daha sonra da onu
Edirne’ye sürgüne yolladı. Burada Muradiye mütevellisi olan Nef’î, Sultan’ın
Edirne ziyareti sırasında ona sunduğu kaside ile affını istedi ve tekrar
İstanbul’a döndü. Cizye (Müslüman olmayanlardan alınan vergi) muhasebeciliği
yapmaya başlayan şairin verdiği sözü tutamaması hayatına mal oldu. Vezir Bayram
Paşa hakkında yazdığı bir hicviye nedeniyle, Paşa tarafından sarayın
odunluğunda boğdurularak cesedi denize attırıldı. Ölüm tarihi ebcedle şöyle
düşürülmüştür:
“Gökten nazire indi
Sihâm-ı Kazası’na
Nef’i diliyle uğradı
Hakk’ın belâsına.”
Edebiyatımızın en usta
övgü ve yergi şairi sayılan Nef’î, başarılı kasideleri ve özellikle
hicivlerindeki sağlam tekniği, samimi ve cesurca söyleyişiyle bu alanda zirveye
çıktı. Onun savaş tasvirlerini okuyanlar, top seslerini ve kılıç şakırtılarını
duyar gibi olmuşlardır. Meydan okuyan yiğitçe ifadeleri Namık Kemal’i
etkilemiş, kendisine nazireler yazmasına sebep olmuştur. Dîvan şairlerinin
çoğunda görülen gizli ve karışık edebî sanatlar Nef’î’de yoktur. Mübalağayı
sever, sürekli kendini ön plana çıkararak yazar. Bu, kendi sanatına ve
şahsiyetine saygısının, güveninin ve kimseden geri kalmaya dayanamayan gururlu
benliğinin ifadesi olarak görülür. IV. Murad’a, “Sen ne büyük bir
hükümdarsın ki benim gibi bir şair tarafından methediliyorsun” diyebilecek
bir özgüvene sahiptir. Siham-ı Kaza’sında başta babası olmak üzere,
devrinin bütün ileri gelenlerini ağır ve alaycı biçimde hicvetmektedir. Babası
Mehmet Bey’in de şair olduğu, Kırım Hanı’nın nedimi (sohbet arkadaşı) olarak
genellikle rahat bir hayat sürdüğü, bazen de yeterince yardım göremediği bu
eserinden anlaşılmaktadır. Nef’î’nin, bahar tasvirlerinde de çok başarılı
olduğu, mevsimin canlılık ve hareketliliğini mısraların akışında güçlü biçimde
hissettirdiği görülür.
Türkçe divanında elli
dokuz kaside bulunan Nef’i’nin ilk kasidesi Hz. Peygamber’i öven “sözüm”
redifli bir naat, ikincisi Mevlâna Celaleddin’i öven bir kasidedir. Bu kaside
dolayısıyla şairin Mevlevî olduğu tahmin edilmektedir. Divanda ayrıca yüz on
dokuz gazel, kıtalar, matlalar ve rubailer gibi daha başka şiirler de vardır.
Şairin Farsça divanında Türkçe divanından daha az sayıda şiir vardır. Naatlarla
başlayan bu divanda peygamber sevgisiyle söylenmiş yedi naat vardır. Naatları,
Mevlâna Celaleddin Rumi’yi öven dört kaside takip eder. Bu kasidelerdeki
tasavvufi söylemin, şiiri süsleyen bir unsur olarak ele alınmış olmadığı,
hepsinin duyarak ve yaşayarak yazılan tasavvuf şiirleri olduğu görüşü hakimdir.
Gençliğinde İranlı Sadî ve Hafız-ı Şirazî’yi okuyarak yetişen Nef’î, Arap
şairlerinden Urfî ve Enverî’nin de etkisinde kalmıştır. Kendisinin bu iki şaire
nazireleri vardır.
“Yaratılışındaki övmek ve
övünmek özelliğinden dolayı kasideciliğe yönelmiş olan Nef’î, gazellerinde rind
ve âşık bir şair olarak görünür. Nef’î’nin kasidelerinde iğrak ve gulüv
derecesine varan mübalağaya gazellerinde de rastlanır. Süslü, sanatlı ve yer
yer tamlamalarla yüklü bir dil, anlamda ve hayallerde incelik, güçlü bir ahenk
Nef’î’nin gazellerinin özelliğidir.” (Cem Dilçin)
ESERLERİ:
Türkçe Divan (1836-53), Farsça
Divan (Türkçe çevirisi Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan tar. 1945), Siham-ı
Kaza (Kaza Okları anlamında, hicivleri, Saffet Sıtkı tar. 1943), Tuhfetü’l-Uşşak
(Farsça uzun bir kasidesi, Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan tar. 1964).
KAYNAKÇA: Âgah Sırrı Levend / Edebiyat Tarihi Dersleri (1939),
Abdülkadir Karahan / Nef’i Divanından Seçmeler (1971) - Nef’i (1954, gen. bas.
1986), M. Fahrettin Kırzıoğlu / Şair Ömer Nef’î’nin Sekiz Arka Atası (Türk
Dili, Eylül 1961), Fahir İz / Eski Türk Edebiyatında Nazım (1966-67), Bursalı
Mehmed Tahir / Osmanlı Müellifleri I (1972), Nihat Sami Banarlı / Resimli Türk
Edebiyatı Tarihi (c. 2, 1987), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) -
Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors
(2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) – Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri
Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013),
Ahmet Kabaklı / Türk Edebiyatı II (2002), M. Zeki Kurnuç / Erzurum ve Türk
Mûsikisi (2005), Ali Nihat Tarlan / Nef’i’nin Farsça Divanı, TDV İslam
Ansiklopedisi (C. 32, s. 523-525).
Derdim nice bir sînede pinhân ederim ben
Bir âh ile bu âlemi vîrân ederim ben
Ârif ol ehl-i dil ol rind-i kalender-meşreb ol
Ne Müselmân-ı kavî ne mülhid-i bî-mezheb ol
Akla mağrûr olma Eflâtûn-i vakt olsan eger
Bir edib-i kâmili gördükde tıfl-ı mekteb ol
Âf-tâb-ı âlem-ârâ gibi sür hâke yüzün
Kevkebe basdır cihânı hem yine bî-kevkeb ol
Lâ-mekan ol hem mahallinde yerin bekle yine
Gâh mihr-i âlem-ârâ gâh Mâh-ı Nahşeb ol
Âşık ol amma alâikden beri it gönlünü
Ne ham-ı gîsûya meftûn ne esîr-i gabgab ol
Hızr’a minnet çekme var sonra dil-i Nef’î gibi
Lûle-i âb-ı hayât-ı feyz ile leb-ber-leb ol
O
şeh cân ü dile rahm eyleyip dâd ettiğin görsek
Bir
iki zâr ü nâ-şâdı felek şâd ettiğin görsek
Gönül
ma’mûresin cevr ile viran etti ol zâlim
Gelip
insâfa bir gün yine âbâd ettiğin görsek
Kul
etti âlemi reftârına ol serv-i âzâdım
Ne
var bir bendesin lûtfundan âzâd ettiğin görsek
Nice
bin hânümânı bâda vermiş bir felektir bu
Anı
âh ile bir âşık da ber-bâd ettiğin görsek
Ne
mazmûnlar ne vâdiler bulur seyr eylesek Nef’i
Yine
bir tarz-ı hâs ü tâze icâd ettiğin görsek
Tûti-i
mu’cize-gûyem ne desem lâf değil
Çerh ile şöyleşemem âyinesi sâf değil
Ehli
dildir diyemem sinesi sâf olmayana
Ehli
dil birbirini bilmemek insâf değil
Yine
endişe bilir kadr-i dür-i güftârım
Rûzgâr
ise deni dehr ise sarrâf değil
Girdi
miftâh-i der-i genc-i ma’nai elime
Âleme
bezl-i güher eylesem itlâf değil
Levh-i
Mahfûz-i sühandır dil-i pâk-i Nef’i
Tab’i
yâran gibi dükkânçe-i sahhâf değil
Nef’i edebiyatımızın en gür sesli, en atak, en tok, en taze dilli ve en mağrur bir şairidir. Sanatında müşahede edilen ilk nokta: şiir tekniğine olan hâkimiyettir. Onun derecesinde vezni ve kafiyeyi, kendi duygu ve hasseten düşüncesi emrinde kullanan, tasarruf eden sanatkâr pek az yetişmiştir. Lûgatçesi çokça zengindir. Hiç işitilmemiş, hiç ellenmemiş, hiç örselenmemiş kelimeler, tamlamalar, deyimler kullandığı vakitlerde bile, zannedilir ki, bunlar eski âşinalardır, yadırganmaz. Onun dilindeki selislik ve cezalete hemen hiçbir şairde tesadüf edilmez. Dili öylesine süslemiştir ki: bu zinetleri normal ihtiyaçlar haline getirmek, onun derecesinde başkasına nadiren nasip olmuştur. Bu sihirbazlığı sayesindedir ki: kelimelere yeniden âdeta hayat, hayallere emsalsiz bir genişlik ve zenginlik sirayet eder. Muhayyelesi aslında da gayet renkli ve kudretlidir. Yalnız aşırı mübalâğalara, iğrak (aklen mümkün, âdeten muhal mübalâğa)a hayli mütemayildir. Sesinin tonu daima yüksek olmakla beraber mevzua uygundur. Başarısını sağlayan hususlardan biri de bu erkek tondur. Mevzuu istediği gibi işler ve arzuladığı tarafa sürüklemeğe muktedirdir.
Nef’i’nin sanatında iki ana vasıf müşahede olunur:Mübalağa ve beyan ahengi. Sanatkârımızın fikirdeki mübalâğa ve şekildeki âhenk kudretine ısrarla dikkati çeken Ali Ekrem (Bolayır, 1867-1937), Nef’i’nin ruhunu mübalâğada bulur. Onun bu mübalâğaları bâkir hayallerle süsleyerek, tasannuu bir sanat derecesinden bir halis şiir mertebesine çıkarmakta biricik olduğunu belirtir. Daha sonra da Nef’i’nin coşkun âhenk bakımından gök gürültüsü sesli bir erganunu andıran hüviyetine temas eder. Yalnız onun bu mübalâğa merakı, mübalâğadaki irfanı, ığrak semtine teveccühü…hususiyle methiyelerinde biraz yeknesaklığa düşmesine, kendini bazen tekrar etmesine de sebep olmuştur.
1940’da Erzurum Halkevinde verdiği bir konferansta Dr. Ali Nihat Tarlan, Nef’i’nin şiir anlayışına temas ederken şu cümleleri kullanmıştır:
“Şiir vahy veya ilham gibi şaire manzum olarak nazil olmalıdır. Şair onun üzerinde fazla uğraşıp ma’nayı muğlak bir hale getirmemelidir. Selis, akıcı ve mümkün olduğu kadar tesannudan ârî olmalıdır. Nef’i bu telâkkisi ile Divan Edebiyatı içinde yegâne şahsiyettir. Dikkat edilirse, İrandan ziyade Arap estetiğine yaklaşır. Ve bu telâkkisi eserlerinde vazıhan görülür. Nef’i’nin ne kasidelerinde, ne gazellerinde içiçe sanatlar ve tekellüfler vardır. Bu, onun heyecanlı ruhunun açıklığına delâlet eder".
Nef’i mâna ile ilgili sanatlara iltifat göstermekle beraber, öyle çağdaşı diğer şairler misali, lâfız oyunlarına fazlaca kapılmamış, hüner ve marifet göstermek merakına düşmemiştir. Onda, hiçbir zaman tesannu, bir iptilâ mertebesine yükselmemiştir. Şairimizin sevdiği kelimeler arasında fazlaca dikkati çekenlerden: söz, endişe, gamze, tig, mest, bahar, meyhane, fitne, mey, rüzgâr, felek... v.b. ilk hatırlananlardır denebilir.
Nef'i'nin karakteristik hususiyetlerinden bir başlıcası da: övmek, sövmek ve övünmekteki samimî, önüne geçilmez meyildir. O, överken de, söverken de normal ölçülerin çok üstündedir. Bir başkasında gülünçlük halini alabilecek olan bu beşerî zaaf, onda, samimiyet ve heyecanın kanatları gölgesinde, bilâkis, hoşa gider, yumuşak görünür. İnsanın aklı değil gönlü harekete gelir ve yadırgamaz da. Buna rağmen gerek methiyelerinde, gerekse hicviyelerinde ölçüyü kaçırdığı ve şiirin birdenbire düşen bir tayyare gibi yüksekliğini kaybettiği de vâkidir.
*
Burada ilk defa olmak üzere, hemen hemen cümhurun birleştiği bir noktaya muhalefetimizi de yazacağız: Nef’i, Türk Edebiyatının en büyük kasidecisi değildir. Görüşümüze göre: Kaside alanında da Fuzulî, Nef’i’den üstün ve ileridir. Bir kere Fuzuli’nin kasidelerindeki o dört başı mamur, o gönle ve dimağa aynı kudrette nüfuz ve tesir eden, o ölçüsü ve duygusu müstesna, o her beyti üzerinde dakikalarca durup düşünmek ve tantanalı kelimelerin, şaşaalı tamlamaların, velveleli deyimlerin ötesinde de ruhu doyuran ve ürperten derin iç sezgisi…Nef’i’de gevşektir. Bir “su”, bir “hançer”, bir “gül”, bir “Bağdat”, bir “kalem”… kasidesindeki ince, emsalsiz dikkatle işlenmiş güzelliğe Nef’i’de zor tesadüf edilebilir. Ancak bu hiçbir zaman demek değildir ki: Nef’i’deki bir “sözüm” na’tı, bir “cihad”, bir “bahar” kasidesinin, yahut bir “rahşiyye”nin veya bir “felek” bir “olur”, bir “üzre” redifli kasidenin güzellik ve ihtişamı eksiktir. Söylemek istediğimiz şudur:
“En büyük Türk kasidecisi” gibi vasıfların hangi kriteryuma göre tevcih edildiğini edebiyat tarihçileri, münekkitler tâyin etmek mevkiindedir. Hele bu büyüklüğün neye göre, kimle ve ne ile mukayeseden sonra sabit olduğu vâzıh olarak bilinmelidir. Beylik sözler, yuvarlak kelimeler ve bol keseden bahşişlere benzeyen sıfatlı hükümler artık demodedir. Yoksa, bizim aklımızdan Nef’i’nin kudretini azımsamak geçmediği gibi, sanatına hayranlığımız da eksilmemiştir. Biz de söz gelimi:
Gamzen ne dem ki tîğ çeküb hun-feşan olur
Uşşak-ı dil-figâra ecel mihriban olur
Matla’lı kasidede, bir harp tasvirini gerçekten çok canlı ve eşine az rastlanır mükemmeliyette bulduğumuzu, tereddütsüz söylemek mecburiyetindeyiz.
(Nef’i Hayatı Sanatı Şiirleri, 1967).Nef’î’nin şiirinde göze
çarpan ilk özellik ihtişamlı bir âhenktir. Şair bu âhengi sağlamak için, Türk,
İran ve Fars dilleirinin sonsuz kelime kaynaklarından faydalanmıştır. Bu
yüzden, Nef’î’nin kasidelerindeki üslûbun, divan şiirindeki en ağdalı
üslûplardan olduğu söylenebilir. Öteki şairler gibi rindâne ve âşıkane yazdığı
gazelleri ile, kasidelerinin nesip bölümlerinde biraz daha sade olabilmiştir.
Şu
var ki, kelime hazinesi ne kadar zengin olursa olsun, şair, asıl kudretini,
bunları yan yana getirirken sağladığı musiki ile göstermiştir. Onun şiirini
okurken meselâ bir savaş tasviri yaptığında, kılıçların birbirine çarpışını duyar
gibi oluyoruz :
Saflar dizip hücûm edicek hayl-i düşmene
Dehşetle âsüman u zemin pür-figan olur.
Evc-i havâda, sıyt-ı çekâçak-ı tiğden
Âvâz-ı ra'd ü sâika reh-gümkünân olur.
Nef’î'nin
başka bir özelliği mecazlarındaki zenginlik, genişlik ve yüceliktir. Denebilir
ki, hayallerindeki ihtişam bakımından, ona denk bir başka şairimiz gelmemiştir.
Şu
iki özelliği dolayısiyle Nef’î, bilhassa kaside tarzını seçmiş ve en büyük
kaside şairimiz olduğunu herkese kabul ettirmiştir. Kasidede onun dengi
olanları ancak Urfî ve Enverî gibi büyük İran kaside şairleri
arasında bulabiliriz.
Nef’î,
coşkun ilhamı ile dolu dizgin yazan bir şairdir. Bakî’deki biçim kaygısı ve
hesaplı söyleyiş onda yoktur. Anlam ve söz sanatlarından pek hoşlanmadığı
velhasıl bir kelime kuyumcusu gibi çalışmadığı görülür. Hattâ mısralarında
birçok imâlelere rastlanır.
Nef’î'de
Fuzulî gibi ilâhî bir aşkın veya Yunusvarî tasavvufun izleri görülmez. Sade
Mevlâna'ya hayran olduğu ona yaptığı övgülerden anlaşılmaktadır. (Bu hayranlığı
dolayısiyle 1965 te Konya'da Mevlâna'nın Yeşil Türbesi yanına Nef'î ve
Pakistanlı şair İkbâl için birer makam yapılmıştır.) Nef'î'nin şiirinde aşk da oldukça silik ve gölgede
kalmıştır. Hırçın ve mağrur tabiatının sevgilinin cefasını bile çekmeğe
elverişli olmadığı şu miramdan da anlaşılabilir:
Dilde sabr olmayıcak nâza tahammül ne
belâ
Övgü,
yergi ve fahriyelerinde en aşırı hayallerin, akla gelmez buluşları içinde olan
Nef'î, kaside nesiplerinde ve bilhassa gazellerinde tam bir lirik şair edasına
bürünür. Bu şairde, hikmet ve felsefeye de yakınlık vardır. Bazı kaside ve
gazellerinde ve bilhassa rubâîlerinde, düşünce âleminin derinliklerinden
ilhamlar sunmuştur. Şu iki beyit, onun hikmet yolundaki üstünlüğünü gösteriyor:
Bir düş gibidir hak bu ki, ma'nide bu
âlem
Kim,
göz yumup açınca zamanı
gözer
Bir yerde ki ârama bu miktar ola mühlet
Erbâbı nice kesb-i kemâl ü hüner eyler?
(Türk Edebiyatı II, 2002)