Nurullah İhsan Tolon

Kamu Yöneticisi, Milletvekili, Siyasetçi

Doğum
Ölüm
01 Ağustos, 1986
-

Kamu yöneticisi, siyaset adamı, milletvekili, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterlerinden (D. 1904, İstanbul - Ö. 1 Ağustos 1986). 3 Nisan 1929’da Ziraat Vekâleti Adapazarı Islah İstasyonu’nda, 20 Eylül 1929’da Deutche Orgentbank’ta çalışmaya başladı. Ardından Yüksek Ziraat Enstitüsü Başasistanlığı, İhtiyat Zabitliği, Şeker Bankası Laboratuvar Asistanlığı, İktisat Vekâleti Türk Ofis Müşavirliği, Ticaret Vekâleti (Dış Ticaret Müşavirliği, Umum Müdür Muavinliği ve Umum Müdürlüğü) görevlerinde bulundu.

 1 Kasım 1950’de Başbakanlık Umumi Murakabe Heyeti Üyeliği görevine getirildi. 25 Ocak 1951 günü Riyaseticumhur Umumi Kâtipliğine atandı. Bu görevinden 2 Mayıs 1954’te Seyhan Mebusu seçilmesi nedeniyle ayrıldı.

Evli ve iki çocuk sahibiydi. 1 Ağustos 1986’da yaşamını yitirdi.

KAYNAK: Genel Sekreterler (tccb.gov.tr, 14.01.2017).

SAN’AT VE HAYAT

Kabaca bir tasnifi yapılmak istenirse insan hareketlerinin başlıca dört gayeye çevrilmiş olduğu görülür. Bunlardan biri, gayesi insanın kendisine kendi menfaatlerine yönelmiş olan hareketlerdir ki "bunları menfaat adı altında toplayabiliriz. İkinci tip hareketlerin gayesi kendinden başka insanlardır. Buna da fazilet, iyilik etmek duygusu diyebiliriz. Üçüncü çeşit hareket, gayesi hakikati bulmak olan hareketlerdir ki bunları da ilim adı altında toplayabiliriz. Nihayet dördüncü bir gaye güden hareketlerimiz var. Güzel san'atların çeşitli kollarını meydana getiren bu hareketleri de gayesi güzeli bulmak olan hareketler diye vasıflandırıyoruz. Hiç bir insan bu dört hareketin herhangi birine yabancı kalmış değildir. Hepsine karşı az çok bir temayülü vardır. Birinci gruptaki hareketler, doğrudan doğruya kendi şahsını gaye edindiği için, yani günlük menfaatlerin dışına çıkamadığı için terbiyenin gayesi bunları azamî haddine indirmek ve diğer üç gruptaki hareketleri meydana getiren duyguları geliştirmek olmuşdur. Böylece insan üç ulvî duygu vasıtasıyla, gerçek duygusunun, iyilik duygusunun ve güzellik duygusunun vasıtayla üç ulvî gayeye, yahud bir gayenin üç görünüşüne varmağa çalışmıştır. Mutlak güzel, mutlak iyi ve mutlak doğru. Hakikati arayanlar âlim, iyiyi arayanlar velî, güzeli arayanlar ise san'atkâr olmuşdur. Bunların hiç birine sahip olmayıp sadece günlük menfaatlerin endişesiyle hareket edenler ise sonsuzluk duygusunu hissetmemiş olanlardır. İhtimal ki onların bir çoğu tüccar olmaktadır.

Biz bu günkü seminerimizde insanın hiç bir kayda bağlı olmaksızın güzeli arama ve araştırmasının, tek kelimeyle san'atın, hayat ile olan münasebetleri üzerinde konuşacağız.

San'atkârın hayat karşısındaki davranışlarını tetkik edecek olursak bunların başlıca iki grupda toplanmış olduklarını görürüz. San'atkârın hayat karşısındaki davranışları bu iki gruptan birine girmektedir. Hayata koşmak ve hayatdan kaçmak.

Hayata koşan san'atkârların çoğu, hayatın üstünde bağlanacak değerler bulamayan sanatkârlardır. Bununla beraber bunların arasında da birbirine tamimiyle zıd görüşlerle hayata bağlananlar vardır. Izdırabla bağlananlar, zevkle bağlananlar, insanları sevenler ve, cemiyete doğru koşanlar, insanlardan nefret edenler ve kalabalıkdan kaçanlar gibi.

Hayata koşanların başında Alman filozofu ve san'atkârı Nietszche'yi görüyoruz. Hayatın bütün azab ve ızdıraplarını yüklenerek yaşamayı terennüm eden Nietszche, insanı, iradesiyle varlığının üzerinde bir hayat yaşamaya davet etmektedir. Apollon ve Diyonizos sembolleri, onun hayata karşı olan aşkının ifadesidir. Birinci rüyayı, ikinci kudret irâdesini temsil etmektedir. Cemiyet ise insanın hür olarak yaşamasına mâni olmaktadır. Ahlâkın kaideleri ferdi bağlamaktadır. Bu sebeple insanın kendisinden üstün bir hayat yaşaması için ahlâkın dışına, çıkması ve cemiyetden uzaklaşması lâzımdır. Böylelikle Nietszche'nin (üstün insan) tipi meydana gelir. “Üstün İnsanlar Cemiyet içinden uzaklaşınız” diyordu Nietszche, bir immoralist daha doğrusu bir amoralist'dir. Hayata karşı koşusunu gösteren en mühim eserlerinden biri de (Zerdüşt Böyle Dedi) isimli kitabıdır. Bu kitabda insana kalabalıkdan uzaklaşmayı, kendi kendisini ızdırapla yaratmayı, tavsiye eder:

 “Kendini kendi alevinde yakmaya mecbursun! Kül hâline gelmeden nasıl yenileşeceksin?”

 “Üstün insan hayatın gayesidir. İnsan kirli bir seldir, ve kirlenmeden kirli bir seli içine alabilmek için deniz olmak gerektir. Üstün insan bu denizdir. Dili ile sizi yalayacak olan yıldırım nedir? Sizi aşılaması lâzım gelen delilik nerededir? Üstün insan bu yıldırımdır. Üstün insan bu cinnetdir.”

Nietsche, nihayet hayâtının son senelerinde delirerek ölmüşdür.  

Yine hayata koşan Fransız san'atkâr ve filozofu Guyau, hayatın bizden taşıp etrafa yayılmasında ahlâkın ve san'atın idealini buluyordu. San'atı bu görüşle 'gören - estetiğe dâir, Muasır Estetik, Sosyolojik Noktai Nazardan San'at, Yarının Dinsizliği gibi eserleri dışında - Bir Filozofun Şiirleri isimli şiir kitabında hayata koşmayı terennüm etmektedir. Fakat bu koşuş Nietsche'de olduğu gibi ızdırab ve irâde ile yüklü değil hayatın tatlılıklarına, tabiatın güzelliklerine doğru bir koşuşdur. Sürur, neş'e, saadet, satıhda kalış, şekiller, renkler letafet, temaşa zevki... işte, Guyau'nun san'atında bulunan unsurlar. Guyau'ya göre san'at bizim bütün hayatımızın enginliği ve şiddetidir. San'atın prensipi, hayatın tâ kendisidir. Güzel, hayatın tam bir suretde idrâkidir. Dolu ve kuvvetli bir ömür sürmek, esasen estetik bir şeydir. San'at teksif edilmiş hayatdır.. Hayat san'atın hakiki gayesidir. Daha kolay, daha şiddetli, ve engin bir hayat duygusu olan her yerde güzellik vardır. San'at insanlığın maddî ve manevî bütün mevcudiyetine karışmış bulunmalıdır.

Asrımızda hayata koşan san'atkarların en müfridi André Gide oldu. Daha evvel Schelegel, Stendal, George Sand ve Andre Maurois gibi san'atkârlar eski Yunan filozoflarından Epicure'ün zevk ahlâkını terennüm ederek yeni bir Hédonisme kurmuşlardı. Gide ise ahlâkın tamamiyle dışına çıkarak İmmoralisme'ini kurdu. Esasında Gide'nin hayatı birbirine zıd iki devre göstermektedir. Birinci devrede Dar kapı, Elhac ve Senfoni Pastoral romanlarının müellifidir. Burada Gide'yi mistik bir san'atkâr olarak görmekteyiz. Bu devrede o, konuşmamızın ikinci kısmında göreceğimiz hayatdan kaçan san'atkârların, hattâ hayattan. kaçıp sonsuzluğa sığınan sanatkârların zümresine girer. Fakat Gide'nin Afrika seyahatinden sonra her şey değişir. O bütün zevkleriyle hayatı yaşıyan, hayatın üzerine çıkamıyan ve hayatta koşan muharirlerin arasına girmişdir. Fakat buradaki hayata koşuşda da ne Nietsche gibi ızdırab ve irâde, ne de Guyau gibi tabiatı kucaklayan kalbî bir neş'e vardır. Egzotik bir dünyada yaşayan, arzularını tatminden başka bir şey düşünmiyen, irâdesiz, bir böcek hayatı... İşte onun hemen bütün zevk felsefesini döktüğü kitabı olan “Dünya Nimetleri”nin kahramanı. Orada hayat ne mazidir, ne de istikbâl. Bütün mesele anı yaşamak ve bu yaşayaşı bütün hazlarıyla duymakdır. Dünya Nimetlerinde bütün bedeni itinalar tebcil edilmektedir. Corydon isimli kitabında ise cinsî sapıklıkların müdafiidir, bunun felsefesini yapar.

Onun hayata bu şekilde koşusu Şark edebiyatında çok evvelden beri işlemiştir. El-Maarrî, Ömer Hayyâm ve Hafız Şirâzî bunların başında gelmektedir. Şark edebiyatında hayata karşı sevgiyi ilk terennüm eden şairler İslâmiyete tekaddüm eden senelerde Câhiliye Devri Arablarında mualleka şairleri olmuştur. Bununla beraber bunlarınki pastoral bir şiirden fazla bir şey değildir. (….)                                                                                                                         

                                                                        (Sanat ve Hayat, 1956)

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör