Şair ve yazar, siyasetçi, XVIII.
Dönem Kahramanmaraş Milletvekili (D. 18
Aralık 1939, Kahramanmaraş – Ö. 5 Temmuz 2008, İstanbul). Tam adı Adil Erdem Bayazıt.
Baba adı Ökkeş Tahsin, anne adı Şerife.
İstiklal Ortaokulu’nu (1953),
Kahramanmaraş Lisesini (1959) bitirdi. Bir süre İstanbul Üniversitesi ve Ankara
Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördükten sonra 1963’te öğrenimine ara vererek
askere gitti. Askerliğinden sonra Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve
Edebiyatı Bölümünü (1971) bitirdi.
Milli Eğitim Bakanlığı Basın
Bürosunda memur, Millî Kütüphane Süreli Yayınlar Şubesinde müdür yardımcısı,
Kahramanmaraş’ta edebiyat öğretmeni ve İl Kütüphanesinde müdür, İstanbul Türk
Musikisi Devlet Konservatuarında genel sekreter, Sanayi Bakanlığı İnsan Gücü
Eğitim Dairesinde daire başkan yardımcısı olarak görev yaptı. Akabe Yayın
Ticaret ve Sanayii AŞ Yönetim Kurulu Başkanı olarak Akabe Yayınlarının ve Mavera dergisinin
yönetimini üstlendi. Bir süre Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)’nda sözleşmeli
personel olarak çalıştı.
Erdem Bayazıt, 29.11.1987 genel
seçimlerinde ANAP’tan XVIII. Dönem Kahramanmaraş Milletvekili seçilerek
20.10.1991 tarihine kadar TBMM’de yasama çalışmalarına katıldı. Ardından İstanbul’a
yerleşerek (1991) çalışmalarını orada sürdürdü.
Erdem Bayazıt’ın ilk şiiri,
1956’da K.Maraş Gençlik gazetesinin sanat ekinde yayımlandı. Liseden
mezun olduğu yıl bir sene okula ara verdi, bu sürede Gençlik gazetesinde
günlük yazılar yazdı ve Cumhuriyet gazetesi için muhabirlik yapmaya
başladı. Sonraki yıllarda şiir ve yazıları; Hamle, Yeni İstiklal (1966),
Diriliş, Çıkış, Büyük Doğu, kurucularından olduğu Edebiyat, Mavera
ile Yedi İklim dergilerinde yer aldı. Lisedeyken arkadaşları olan Cahit
Zarifoğlu, Rasim Özdenören, Alaattin Özdenören ile birlikte, önceden Nuri
Pakdil’in çıkarmış olduğu Hamle’yi birkaç sayı çıkardı. Engizekdava gazetesinde
sanat sayfası hazırladı. Nuri Pakdil’in çıkardığı mahallî Hizmet gazetesinde
sanat-edebiyat sayfası düzenledi. Necip Fazıl’ın Erenköy’deki evinde yapılan sohbetlere
katıldı. O yıllarda, başta Pakdil olmak üzere, Sezai Karakoç, Fethi Gemuhluoğlu
ve Necip Fazıl’dan etkilendi. Bayazıt, fikirlerinde Necip Fazıl’ın, gönlünde
Gemuhluoğlu’nun, estetik zevkinin oluşmasında Pakdil’in, şiir düşüncesinde ise
Karakoç’un etkili olduğunu belirtir (Ahmet Ersöz, Ardımızdaki Yıllar).
İlk şiir kitabı olan Sebep
Ey’de topladığı, müslümanların emperyalizme başkaldırışını yansıtan
şiirleri büyük ilgi gördü. Şairin şiir anlayışına göre, şiirde mutlaka tarihî
bir boyut olmalı, fizik ötesine bir açılım ve günlük hayatın yansımaları
görülmelidir. Şiirinde mesaj ön plandadır. Poetik anlayışı öncelikle Büyük Doğu’yla ve Sezai Karakoç’la
biçimlendi. Sebep Ey’de büyük şehrin içtenliksiz ortamından doğaya kaçış
özlemini konu alan anlatımlarını Risaleler’de sürdürdü. Ayrıca
şiirlerinde, toplumun beylik kanılarına, resmî ideolojiden hayatımıza yayılan
standart düşüncelere şiddetle karşı oldu. Onun, Risaleler kitabında
“dava şiirine” yöneldiği söylendi.
Hece dergisinin şiir
özel sayısında poetik görüşünü şöyle özetledi:
“Bütün yarattıklarını kuşatan, mutlak olan, tek değişmez Allah!
Yeryüzünde Tanrının halifeliği makamında insan oturuyor. Ve insan yaratıcısına
ulaşmanın bir yolunu arıyor. Karınca kaderince benim de aradığım başka bir şey
değil.”
Ödülleri:
Bayazıt, Afganistan gezisi
izlenimlerini topladığı İpek Yolundan Afganistan’a adlı kitabıyla
Türkiye Yazarlar Birliği Basın Ödülünü kazandı (1981). İkinci şiir kitabı Risaleler
ile de Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 1987’de Yılın Şairi seçildi. Türkiye
Yazarlar Birliği ve Parlamenterler Birliği üyesidir. 2004’te Strasbourg’da TYB
tarafından düzenlenen Türkçenin 5. Uluslararası Şiir Şöleni kapsamında Yahya
Kemal adına düzenlenen büyük ödüle layık görüldü.
ESERLERİ:
Şiir: Sebeb Ey
(1972), Risaleler (1987), Şiirler (ilk iki kitap bir arada,
1992; üçüncü kitabı da içeren yeni baskısı yapıldı), Gelecek Zaman Risalesi (1998).
Gezi: İpek Yolundan
Afganistan’a (1981).
KAYNAKÇA: Aylık Dergi
(Temmuz-Eylül 1982), Gurbet Edebiyat Dergisi (sayı: 8, Şubat 1984), Rasim
Özdenören / Bir Şairin Ünlemi “Sebeb Ey” (Ruhun Malzemeleri, 1986), Mehmet
Kaplan / Cumhuriyet Devri Türk Şiiri (1973, s. 557-564), İhsan Işık / Yazarlar
Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Resimli ve
Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007,
2009), Recep Garip / Sebep Ey Üzerine... Erdem Bayazıt’la (Ay Vakti seçkisi,
Kasım 2000), TBE Ansiklopedisi (c.1, 2001), Ahmet Kabaklı / Türk Edebiyatı (c.
4, 11. bas. 2002, s. 703-704), Sezai Coşkun / Erdem Bayazıt’
-Nuri Pakdil’e-
Beton duvarlar içinde bir çiçek açtı
Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında
direnen insanlığın
Saçlarınız ıstırap denizinde bir tutam başak
Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana
O inanmışlar çağının.
Zaman akar yer direnir gökyüzü kanat gerer
Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız göğsünüzde
Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz
Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger.
Gün doğar rüzgâr eser bulut dolanır
Rahmet şarkısı söyler yağmurlar
Alnınız en soylu isyandır demir külçelere
Gürültü susar, ses donar, sevgi tohumu patlar
Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde.
Ey bizim sabır yüklü toprağımızın kutsal ağacı
Sen bize hayatsın umutsun mezarlar kadar derin
Bizi tutan birşey varsa dirilten o sensin
Üzerinde uyuduğumuz yavru kuşların
tüy renkli sıcaklığı.
Ey damarlarımızda donan buz yüklü heykeller
beldesinden
Yıkıntılar sonrası sarındığım şefkat anası
Ey dağları yerinden oynatan ses, ey mermeri toz eden
rüzgâr
Ey âlemi donatan ışık, toprağa can veren el.
Gün olur toprak uyanır, ağaç uyanır, uyanır böcekler
Sarı bozkır titrer çıplak dağlar yeşerir gök yıkanır kirli
dumanlardan
Su coşar deniz kabarır, canlanır ölü şehirler
Yemyeşil bir rüzgâr eser yıldızlar arasından.
Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü
Çatlayacak yalanın çelik kabuğu
Sizin bahçenizde büyüyecek
Îmanın güneş yüzlü çocuğu.
Ürperir tabiat üfleyince rüzgârı derin gök soluğu
Ulu ses dokununca çarka
Düşer ölümün gölgesi eşyaya.
Başlar eşyada hareket kurtulmak için kendinden
Daha öteye geçmek için arınmak gibi elbiseden
Yakalar ölümsüzlüğün sonsuz ipini
Sonra ses olur
Zamanın idrâk incisi ses döner döner döner de
Yönelir sebebe
Sebeb ey
Sesi damarla çizer
Mutlak sözü damarda kanla çizer
Uzar bir göz ağrısının gecesi uçsuz bir nehir gibi
Bir bebeğin ilk hecesi düşer ağzından ansızın ve buhur
Aklı yontan o sonsuz sesi bulur
Sonra toprak sıkışır sıkışır taşar da renk olur tarlada
Güneşin çarpılmış elçisi Van Gogh’la gelir önümüze
Portakalla yayılır karanfilde tutuşur karar kılar denizde
Renk denizde karar kılan ebedi tarla olur.
Renk başkaldırırken helezonlar çizerken ses
Som fatih su fetheder tabiatı
Döner döner döğünür eritir dağları yobaz kayaları
Daha der sığmaz kabına yönelir göğe teslim olur
Ve düşerken toprağa çağırır
Sebeb ey
Her sabah bütün bitkiler iştahlı bir çocuktur
Emer emer emerler toprak anayı
O sultan hazinesi o hep veren sonsuz cömert anayı
Yeşil hayat kırmızı hareket sarı sabır emerler
Ve beyaz iman çizer sesini
Tamamlar kavisini
Sebeb ey
Bu şehirden gidiyorum
Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi
Gururu yıkılmış soy atlar gibi
Bu şehirden gidiyorum
İnsanlar taş gibi bana yabancı
Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarlarda
Bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa
O ışıksız pencereden
Ben onu duymuyor gibiyim
Bir ağaç ölüyorsa kapınızın önünde
Ben onu bile duymuyor gibiyim.
Bu şehirden gidiyorum
Gömerek geceyi içime
Sabahın hüznünü beklemeden
Gidiyorum bu şehirden.
(…)
Erdem Bayazıt’ın şiiriyle ilk tanışmamın garip bir macerası var: Erdem Bayazıt
bana bir şiir okuyor. Bu şiiri bir daha okumasını istedim. Bir daha.. Üçüncü
tekrarından sonra ezberledim. Bu şiir Kar
Altında Hüzün Denemesi adlı şiirdir.
Bu
şiirin o zaman üzerimde bıraktığı etki, sanıyorum Dostoyevsky'nin Beyaz Geceler romanını okurken yaşadığım
ruh haliydi. O yıllarda sadece benim değil benim yaşımdaki şiirle ilgili
herkesin okuduğunda düşmesi muhtemel bir haldi. Oysa bu şiir, bir şuur
patlamasının ve bir gizli savaşın içine mutlaka aşk karıştırılmış bir
manifestosu olarak algılanmalıdır. Yazının başında ettiğim onca kelâma dikkat
isterim. Bu dikkati de bugün gelinen noktada, birçok kalem erbabının edindiği
yatay veya eğik duruşun aksine Erdem Bayazıt'ın yitirmediği dik ve emin duruşa
çevirmek niyetindeyim. Erdem Bayazıt bu şiirinde bir dünya talep etmektedir. Bu
talebi de şiirini hem eğip bükmeden, hem de dünyevî bir emele âlet etmeden ve
yılları izleyerek her yaşın idrâk ve fehmine cevap veren canlılığını sürdürerek
yapmaktadır.
"Belki bulmağa gidiyorsun
kaybettiğimiz
o insan ve
tabiat çağını"
(…)
Şiirin kendisi gibi Erdem Bayazıt'ın şiiri de kişisel bir ahlâk teklif etmiyor.
Şu demek: Erdem Bayazıt önerisini kendisine yapıyor. Bu hem bir ahlak önerisi
değil, ancak yaşanılan yahut yaşanılması şair tarafından arzulanan bir hissetme
biçimidir. Birer çizgidir bu şiirlerde bize aktarılan. Bu yüzden Erdem Bayazıt
bir niyeti ve bu niyeti gerçekleştirme yolunda bir yordamı bulunan sıradan,
hatta çok sıradan biri gibidir. Duruşunun çizgiye benzetilmesinin sebebi de bu
ahlâka dair sadece kendi alanını bağlayan biçimidir. Eğimi vardır fakat eğri
değildir; kıvrımları vardır fakat kıvırgan değildir. Bu yüzden savaşçıdır fakat
saldırgan değildir. Burada bir tenakuz yoktur. Bu duruşu onu iyi bir şair ve
iyi bir sanatçı yapan en önemli unsurlardan birisidir. Eğer sanatının büyüklüğü
oranında kendi kişiliğini öne çıkarsaydı, o kişilik karşısındaki okuyucu,
şairin eserinden çok kişiliğini öne çıkaracak ve eseri ıskalayabilecekti. Bu
yüzden Erdem Bayazıt’ın söyledikleri ve teklif ettiklerine dair okuyucuda
uyanması muhtemel şuura bel bağlanmalıdır. Bu da her hangi bir şeyi teklif
etmesinden değil, sadece takdim etmesindendir. Sanatçı ile zorba arasındaki
fark da buradadır.
Bu
huzur verici olduğu kadar da muhaliflerini tedirgin edici ahlak yapısı ayrıca
şiirin özel duruşunda da bazı tehlikeleri ihtiva etmiyor mu? Etmez mi? Erdem
Bayazıt'in duyuş ve algılayış alanlarını dayadığı bu sağlam ahlak yapısı,
şiirle olan alış verişinde sözün hakkını yememek, yahut sözü geldiği haliyle
şiire koymak sonucunu doğurmuştur. Bu şiirde genellikle tehlikeli bir alan olan
güven duygusundan kaynaklanıyor olmalıdır.
(Hece dergisi, sayı: 86,
Şubat 2004)
“Erdem Bayazıt
bir şiirinde "Adım Müslüman" diye açıklar kimliğini. Bu, onun şiirini
hangi açıdan tespit etmemiz konusunda önemli bir ipucu verir elimize. Böylece
onun şiirini hiçbir yanlış anlamaya yer vermeden çözümleyip yorumlayabiliriz.
Erdem Bayazıt'ın şiiri, çağlardan beri sürüp gelen Müslümanın yaşam trajedisini
anlatmak ister. Bu trajedinin kahramanı 'Müslüman' çağlardan beri ezilmiştir,
zulme ve ihanete uğramıştır ve bugün, kendi durumunu görerek bu kölece şarta
başkaldırmıştır. Artık bileklerindeki ve beynindeki ihanet kelepçesinin
farkındadır ve sesini yükseltmektedir: 'Elbet kıracağım bir gün bu ihanet kelepçesini.
“Erdem Bayazıt, Cahit Zarifoğlu gibi karışık imgelere, uzak çağrışımlara başvurmaz. Cahit Zarifoğlu, müslümanın yaşantısının özenilir ve özlenir yaşantı olduğunu belirleyebilmek için çoğunlukla anılara yönelir, toplumun bilinçaltını dile getirir. Erdem Bayazıt’taysa bilinçaltı yok gibidir, geçmişe değil, geleceğe yöneliktir ve bu görünümüyle köktenci (radikal) bir niteliktedir şiiri. Onun geçmişe yönelişi bile bir hesaplaşma biçiminde ortaya çıkar, yitirilmiş geçmiş için sorar: ‘Biz vardık, şimdi o biz nerede?’ Bu yanıyla Erdem Bayazıt, Akif İnan’dan da ayrılır. Akif İnan, kendine özgü bir dünya kurmuştur, bu dünyada her şey yerli yerindedir, yerleşmiştir ve İnan, bu yerleşik düzen içinde konuşur. Erdem Bayazıt’sa zamanından ve çevresinden memnun değildir. Varolan bir düzenden kurtulup, yeni bir düzen aramanın içindedir. Daha açık bir deyişle şiirlerinin işlevleri ayrıdır. Akif İnan, var olacak bir dünyayı varmış gibi göstererek ve okuyucuyu o dünyaya çekerek anlatır ülküsünü, o ülküyü okuyucunun düşüncesine sindirmek, onda yaşatmak ister gibidir. Erdem Bayazıt’sa varolan dünyayı bir olgu, değiştirilmesi gereken bir veri olarak kabullenir ve o ülkünün geleceği muştusunu, umudunu verir."