Maliyeci, diplomat, siyaset ve devlet adamı, milletvekili, senatör, bakan, diplomat, yazar. 5 Mayıs 1919, Kayseri doğumlu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirerek (1942) Maliye Bakanlığında devlet hizmetine girdi. Burada maliye müfettişliğinden Hazine genel müdürlüğüne kadar yükseldi. 1961'de Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Hazine Genel Müdürlüğü Uluslararası Ekonomik İşbirliği Örgütü genel sekreterliği, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT, 1962) müsteşarlığı, Bonn Büyükelçiliği, Brüksel'de Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) nezdinde daimi delege ve büyükelçilik görevlerinde bulundu. 1964’te Bonn Büyükelçiliğine, 1967'de Avrupa Kömür ve Çelik Birliği ile Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu nezdinde Türkiye temsilciliğine atandı. 1972'de Ferit Melen Hükümetinde Maliye Bakanı (1972-73) olarak görev yaptı.
Ziya
Müezzinoğlu, 1975'te
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) listesinden Kayseri Senatörü seçilerek Cumhuriyet
Senatosuna girdi. 1978 seçimlerinden sonra Bülent Ecevit’in kurduğu azınlık
hükümetinde maliye bakanı olarak görev aldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden
sonra da siyasetle ilgilendi. Ancak 1990'dan sonra aktif siyasetten çekilerek
çalışmalarını sivil toplum kuruluşlarında sürdürdü. Türkiye Ekonomik ve Mali
Araştırmalar Vakfı (TEMAR)’nı kurdu, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı
(TESEV), Çağdaş Demokrasi Vakfı gibi vakıfların kuruluşlarında yer aldı.
Türkiye-AB Derneği İstanbul Şubesi başkanlığını yürüttü. Daha sonra
Türkiye-Avrupa Vakfı (TAV)’nı kurdu ve bu kuruluşun yönetim kurulu başkanlığını
üstlendi.
ESERLERİ:
Para Reformuna Müteallik Alman Mevzuatı (1952), İsviçre Bütçe Sistemi (1953), İki Türkiye – Anılar (Yay. Haz. Nevin
Azakoğlu, 2016).
KAYNAKÇA:
Afşin Oktay-Kemal Bağlum / Biyografiler Ansiklopedisi (1959), Türkiye Ansiklopedisi 4 (1974), Milliyet Büyük Larousse
Sözlük ve Ansiklopedisi (16. cilt, 1986), Cemal A. Kalyoncu / İnönü'nün
gözkoyduğu adam (Aksiyon dergisi, 17 Haziran 2000), O saati Hazine’nin kasasına koydurttum (Söyleşi: Şenol
Çarık, Odatv.com, 25.01.2017), İki Türkiye (dr.com.tr, 04.01.2018).
ZİYA MÜEZZİNOĞLU:
O SAATİ HAZİNE’NİN KASASINA KOYDURTTUM
Söyleşi: Şenol
Çarık
Cumhuriyetin
birinci kuşağının bir temsilcisi. Bir asıra yakın ömrüyle Türkiye’de olaylara
ve değişimlere, kırılma anlarına tanıklık etti.
Ziya Müezzinoğlu… Cumhuriyetin birinci
kuşağının bir temsilcisi. Bir asıra yakın ömrüyle Türkiye’de olaylara ve
değişimlere, kırılma anlarına tanıklık etti. Ekonominin darboğazda olduğu
kritik dönemlerde Türk hazinesine yön verip ülke kaderinde söz sahibi oldu.
Maliye
eski Bakanı Ziya Müezzinoğlu, özellikle 1970-1980 döneminde, Ecevit
hükümetlerinde Türk maliyesinin önemli aktörleri arasında yer aldı.
Hazine
Genel Müdürlüğü ve Milletlerarası İktisadi İşbirliği Teşkilatı Genel
Sekreterliği, DPT Müsteşarlığı, Büyükelçilik, Kurucu Meclis CHP Temsilciliği,
Cumhuriyet Senatosu Kayseri Üyeliği gibi birçok görevde bulundu. 12 Eylül’den
sonra kitle örgütlerinde yer aldı.
Yaşamını,
bürokrasi ve bakanlık dönemini öncesi ve sonrasıyla, anılarını “İki Türkiye /
Anılar” adıyla kitaplaştıran Müezzinoğlu’yla bir söyleşi gerçekleştirdik.
İşte o söyleşi:
-Cumhuriyetin
ilk kuşağının temsilcilerindensiniz. Nasıl bir Cumhuriyet’ti sizin yaşadığınız?
İleriye
doğru koşan bir Türkiye vardı. Çağdaş bir Türkiye olma mücadelesi vardı.
Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün çabaları hep bu yöndedir. Bu yolda önemli bir
ilerleme vardı.
Fakat,
14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra bu tablo zaman içinde değişmeye başladı.
Demokrat
Parti’nin iktidarıyla birlikte Köy Enstitüleri ve Halkevleri kapatıldı. Karma
ekonomiden liberal bir ekonomiye geçildi. Avrupa’yla işbirliği yapılarak
ekonomik krizler aşılmaya çalışıldı.
“O’NU GÖRDÜM…”
-Kitabınızda
ortaokul yıllarınızdan bir anınız var. Mustafa Kemal Atatürk’ün Kayseri’ye
gelişi…
1934
yılı Şubat ayıydı. Gazi’nin Kayseri’ye geleceği duyurulmuştu. Ortaokul 2.
sınıftayım. Herkes sevinç dolu bir heyecan içindeydi, ama bana göre en
heyecanlılardan biri bendim. (Gülerek) O’nu mutlaka görmek istiyordum. Okul
olarak Cumhuriyet Meydanı’nda yerimizi aldık. O kadar kalabalık bir gündü ki
Hükümet Konağı’nın balkonunda halkı selamlayan Gazi’yi istediğim gibi görmem
mümkün olmadı. Çok üzüldüm.
Ama
kalabalık ve coşkudan çok etkilenmiş olmalıyım ki, Türkçe öğretmenimiz Nazlı
Handan’ın kompozisyon ödevini, sanki görmüşçesine “O’nu gördüm” başlığı altında
yazdım.
Altın
sarısı saçlarını, pırıl pırıl şimşek gibi çakan gözlerini, şapkasını, şapkası
ile halkı selamlayışını, söylediklerini onu yakından görmüş gibi dile
getirmiştim. Nazlı Öğretmen sınıfta ödevimi bana okuttu. Sonra bir defa daha okuttu
ve her seferinde arkadaşlarım bana alkış tuttular.
O’nu
görme özlemi içinde, 1937’de Kayseri Lisesi’nden Ankara’daki Cumhuriyet Bayramı
kutlamalarına katılacak izciler arasında yer aldım. Atatürk’ün katıldığı son 29
Ekim töreni oldu. O’nu görmüştüm ama yine de istediğim gibi görememiştim.
Atamızı bir daha görme şansım olmadı; ama O’nun ilkeleri, ömrüm boyunca bana
yol gösterici olmaya devam etti.
“ATATÜRK’Ü İSMET
PAŞA’SIZ DÜŞÜNEMİYORUM”
-“Benim
çalışmalarıma yön veren İsmet İnönü olmuştur” diyorsunuz. Gerici çevrelerden
dönem dönem İsmet İnönü’ye yönelik saldırılar, karalamalar yapılıyor…
Tarihi
bir şahsiyettir. Atatürk’ü İsmet Paşa’sız düşünemiyorum. Birbirlerini
tamamlamışlardır. Türkiye’ye büyük katkıları bulunmuş tarihi bir şahsiyettir.
Yapılan eleştirileri ve karalamaları geçerli görmüyorum. Türkiye’nin çağdaş bir
ülke haline gelmesi için çok büyük çabalar harcamıştır.
-İnönü’yle
tanışmanızı anlatabilir misiniz?
Mülkiye
yıllarında bende derin iz bırakan kuşkusuz en önemli anım, o zaman
Cumhurbaşkanı olan İsmet İnönü’nün Mülkiye’yi ziyaretleridir.
1942
yılı Mayıs ayında Okulumuzun müdürlüğüne Anayasa Hukuku Profesörü Ali Fuad
Başgil atanmıştı. 8 Haziran 1942 günü Milli Şef okulumuza geldi. Dershanelere
girerek sınavları izlemiş, ardından da öğle yemeğinde öğrencilerle birlikte
olmak için okulda kalmıştı. O’na Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve Yüksek
Öğretim Genel Müdürü Reşat Şemsettin Sirer eşlik ediyordu.
Okul
yemekhanesindeki öğle yemeğinde okul yönetimi, Cumhurbaşkanı’nın bir yanına
Hasan Ali Yücel’i, öteki yanına öğrenci temsilcisi olarak okul birincisi
sıfatıyla beni, karşısına da Şemsettin Sirer’i oturtmuştu. İsmet Paşa’nın
yanında bulunmak inanılmaz bir durumdu benim için. Çok heyecanlı ve bir o kadar
da mutluydum.
İsmet
Paşa, ‘dersleriniz nasıl gidiyor’ diye sorduktan sonra, bilgi birikimimizi
ölçecek konulardan söz açtı. O arada hiç durmadan etrafı da gözden geçiriyordu.
Gözünden hiç bir şeyin kaçmadığı anlaşılıyordu. Yemekhanenin son sıralarında
oturmakta olan ve olduğundan yaşlı görünen bir arkadaşımız da dikkatinden
kaçmamıştı. “O da öğrenci mi?” diye sordu. “Paşam, o da bizim sınıf
arkadaşımız” diye yanıtladım; açıklamamı da gülerek karşıladı.
Atatürk’ü
yakından görememiş olmanın düş kırıklığını yaşayan benim için İsmet Paşa’yı bu
kadar yakından görmek, beraber olmak büyük bir mutluluktu. Bunun aynı zamanda
hayatıma yön veren büyük bir şans olduğunu aradan tam on beş yıl geçtikten
sonra anlayacaktım.
“O NE HINZIRDIR
O. SANA KANCAYI ATMIŞ, BAKALIM SONU NE OLACAK?..”
1958’de
TBMM’de ilginç bir olay yaşadım. 1959 yılı bütçesi müzakere ediliyor, geç
saatlere kadar devam ediyordu. Hazine’de müşavirlik görevi gereği Meclis’teki
çalışmalara katılırdım. Bir gün, saat tam on ikiye beş kala Meclis koridorunda
giderken bir elin beni tuttuğunu hissettim. Döndüm, İsmet Paşa... Tabii
şaşırdım; ne olduğunu anlayamadım.
“Bir
dakikanızı rica ediyorum. Kaç gündür sizi görüyorum, pırıl pırıl gözlerinizle.
Ben sizi nereden tanıyorum? Kendinizi bana tanıtır mısınız?” dedi.
Hemen
Mülkiye’deki yemek aklıma geldi. “Paşam, ben Mülkiye’deyken siz de okulu
ziyarete gelmiştiniz...” derken müzakereler bitmiş, herkes salondan çıkıyordu.
Koşarak gelen Turhan Feyzioğlu, “Paşam, o benim en kıymetli arkadaşım” dedi;
görevimi ve hakkımda kısaca görüşlerini söyledi. Paşa, “Ya, çok memnun oldum”
dedi ve gitti. “Büyük bir rastlantı” dedim kendi kendime.
Bu
karşılaşmamızı rahmetli Hasan Polatkan sabah toplantısında sordu. Aramızdaki
konuşmayı anlattım. “Hepsi o kadar mı?” dedi. “Hepsi bu kadar” dedim. Bakan, “O ne hınzırdır o. Sana kancayı atmış,
bakalım sonu ne olacak?” dedi.
“HEDİYE SAATİ
HAZİNE’NİN KASASINA KOYDURTTUM”
-2005’te
Hürriyet’te “Hazine’deki saat Müezzinoğlu’nun çıktı” başlıklı bir haber
yayınlanmıştı. Hazine Müsteşarlığı’nda 46 yıldır muhafaza edilen kol saatinin,
Hazine Genel Müdürü olduğunuz dönemde bir bankadan yılbaşı hediyesi olarak
gönderilen saat olduğu belirtiliyordu. Bu olayı anlatabilir misiniz?
Hazine
Genel Müdürü o zamanlar yönetim içinde stratejik bir mevkide olan kimse olarak
kabul edilirdi. Ekonominin durumu onu gerektiriyordu. Hazine Genel Müdürü’ne
özel şahıslar, yöneticiler yaklaşmak için özel bir gayret sarfediyor gibi
görünürdü.
1959
yılından 1960’a girerken bir bankanın genel müdürü altın bir saat bastırmış
bana da göndermişti. Gönderen bir devlet görevlisi olduğu için, iade etmek
yerine aldım ve Hazine’nin kasasına koydurttum. Hediyeye karşı hassastım.
Ben Hazine Genel Müdürlüğü görevimden
ayrıldığım zaman basında bana karşı olanlar bu saati konu etmek istediler.
“Saat Hazine’nin kasasındadır” dedim. Benden sonra göreve gelen Kemal Cantürk
de “Evet, Ziya Bey saati alıp götürmemiş, burada Hazine’de bırakmıştır” dedi.
-Ecevit
döneminin Maliye Bakanısınız. Ecevit nasıl ile tanışmanızı anlatabilir misiniz?
1961’de,
Kurucu Meclis’te görev yaptığımız yıllarda tanıştık. Ama onu asıl tanımam, DPT
Müsteşarlığı görevinde bulunduğum 1962-1964 yıllarında oldu. Almanya’da Büyükelçi
iken, Çalışma Bakanı Ecevit’in işçilerimizin sorunları nedeniyle ziyaretleri
sırasında ailece tanıştık. 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra
kurulan Kıbrıs Koordinasyon Komitesi Başkanlığı görevine onun tarafından
atandım ve bu görevim sırasında kendisiyle yakın çalışma ortamı içinde oldum.
1977 yılında kurulan ve bir ay görevde kalan 2. Ecevit Hükümeti’nde Ticaret
Bakanı; 5 Ocak 1978 günü kurulan 3. Ecevit Hükümeti’nde Maliye Bakanı olarak
görev aldım. Bu görevlerim nedeniyle kendisini yakından tanıma olanağı buldum.
Çok
yönlü kişiliği ve gerek özel gerek siyasal yaşamındaki ahlak anlayışı ile
Ecevit, aynı dönemde politika yaptığı, yarıştığı rakiplerinden farklı bir
portre çizer. Edebiyata, güzel sanatlara olan ilgisi ve bilgisiyle; şiirleriyle;
edebi çevirileriyle tüm siyasal rakiplerinden önde olduğunu düşünürüm.
“EKONOMİDE
HASTALIKLAR TEDAVİ EDİLMEDİ, AĞIRLAŞTI”
-Türkiye’nin
zor dönemlerinde görev yaptınız. Bugünkü Türkiye ekonomisini nasıl
değerlendiriyorsunuz?
Türkiye
istenilen Vergi Reformu’nu bir türlü gerçekleştiremedi.
Yeni
Türkiye’nin ekonomik programının eleştirisini kitabımda ayrıntılarıyla
açıkladım. AKP seçim bildirgesindeki hedefler, gerçekleşme olasılığı olmayan,
abartılı seçim vaatlerinden ibaret olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Dış
ticaret açığı, cari açık artıyor.
Hastalığı
tedavi etmek yerine ağırlaştıran AKP hükümetleri, bu konuda yalnız ekonomik
bakımdan değil mali bakımdan da bir kısır döngüye doğru gitmektedir. Kısa
dönemde çözülmesi mümkün olmayan cari açık sorunun çözümü bir yana, GSYH’na
oranın riski daha az olan bir düzeye indirilmesi bile gitgide güçleşmektedir.
Ekonomimizin
müzminleşmiş yapısal sorunları çözme yolunda AKP hükümetlerinin gerekli adımları
atmadığını; güçlü bir iktidardan bu konuda beklenen atılımları
gerçekleştirmediğini ve geçen yılların kaybedilmiş olduğunu düşünüyorum.
Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın ve ilgili hükümet erkânının sık sık dile getirdikleri, ekonomimizin
2023’te dünyanın en büyük 10 ekonomisi arasında yer alacağı yolundaki açıklamalar
da bu gerçekleri saklamak için, seçmen tabanı algısını yönetme ya da yanıltma
çabaları çerçevesinde yapılan açıklamalar olduğunu değerlendiriyorum.
“YENİDEN
İLERİYE, AYDINLIĞA, ÇAĞDAŞ UYGARLIĞA KOŞAN TÜRKİYE’Yİ ÖZLÜYORUM”
Kitabınızın
da adı; “İki Türkiye” diyorsunuz. “Özlediğim Türkiye” diyorsunuz. Nasıl bir
Türkiye’yi özlüyorsunuz?
1920’lerde
doğmuş olan bizler, Cumhuriyetin ilk kuşağı olarak benzer durumdaki ülkelere
örnek olmuş ilk kurtuluş ve bağımsızlık savaşını kazanmanın gururu yanında,
parçalanmış bir imparatorluğun yıkıntıları üzerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin
kurulmuş olmasının “şimdilerde anlatılması güç” heyecanını ve mutluluğunu
yaşadık. Önderimiz Atatürk’ün çağdaş uygarlık düzeyine erişmiş bir ulus olma
ülküsüyle, özlemiyle büyüdük; olgunlaştık ve yaşlandık. Bu özlem, tüm yaşamım
boyunca gerçekleşmesini arzuladığım en büyük ve öncelikli dileğim oldu. Ama ne
yazık ki ülkemizin özlediğim, beklediğim Türkiye’nin gerisinde kalmasının hayal
kırıklığını yaşadım. Refah artışının hakça dağılmamış olmasının elemini duydum.
Cumhuriyetin çok değerli kazanımlarının zaman zaman yok edilmek istenmesi,
hayal kırıklıklarımı derin bir kaygıya dönüştürdü.
Son
15 yıl boyunca Cumhuriyet döneminde edindiğimiz çağdaş değer ve kazanımların
adım adım yıkımla karşılaşması, bir yandan derin düş kırıklığı yaratırken, öte
yandan özlemlerimi yeniledi.
Şimdi
yeniden ileriye, aydınlığa, çağdaş uygarlığa koşan Türkiye’yi özlüyorum.
Özgür
ve bağımsız insanı özlüyorum. Çoğulcu demokrasiyi özlüyorum.
Güvence
altına alınmış temel hak ve özgürlükler özlediğim Türkiye’nin temel taşları
arasındadır. Kuvvetler ayrımını, halkın çoğunluğunun iradesini temsil eden bir
Meclis özlüyorum. Bağımsız yargı erkini özlüyorum. Hukuk devletini ve yargıç
güvencesini özlüyorum.
Ülkenin
bütünlüğünü koruma iradesini pekiştirmek, günümüzde her zamankinden daha çok
önem kazanmış bulunuyor.
Laiklik
karşıtı olanların bir bölümünün de dinsel iktidar ile siyasal iktidar birliği
amacı içinde olabilecekleri olasılığı aklıma geldikçe laiklik özlemim daha da
artıyor.
“BAŞKANLIK
SİSTEMİ BİR REJİM DEĞİŞİKLİĞİDİR”
-Başkanlık
sistemi için referanduma gidilecek. Nasıl değerlendiriyorsunuz bu sistemi?
Türkiye
demokrat Türkiye olmaktan çıkıyor. Parlamenter sistemden Başkanlık sistemine
geçiş söz konusu. Her şey tek kişinin ağzından çıkacak. Cumhurbaşkanı astığı
atık kestiği kestik olacak.
Sistem
değişikliği deniliyor ama bir rejim değişikliği söz konusu. Parlamenter sistem
yerine Cumhurbaşkanlığı sistemi getirilmek isteniyor.
“TÜRK İNSANINA
GÜVENİYORUM”
-Son
olarak neler söylemek istersiniz?
Maliye
Bakanlığı’nda göreve başladığım 1942’den 2017’ye, 75 yılı geride bıraktım.
Bürokrat
ve politikacı olarak, son yıllarda aktif bir seyirci olarak ve sürecini yaşamış
biri olarak özlediğim Türkiye gerçekleşmedi, ama gerçekleşme yolunda umutluyum.
Geleceğe olumlu bakıyorum. Türk insanına güveniyorum. Büyükelçi olarak görev
yaptığım sırada, Türkiye dışında da tanıdım insanımızı. Umudum var.