Mümine Güneş

Gazeteci-yazar

Ölüm
25 Haziran, 2021
Diğer İsimler
Mü'mine Güneş

Gazeteci yazar (D. ? – Ö. 25 Haziran 2021, Düzce). İttihad’da başladığı yazılarını Yeni Asya ve Bizim Aile'de kesintisiz sürdüren Mümine Güneş,  2021 Haziran ayı başında alındığı yoğun bakımda tedavisi devam ederken 25 Haziran 2021 günü vefat etti. Vefatını yazar Mehmet Nuri Yardım, Facebook paylaşımıyla duyurdu

Damlalar, Demet ve Genç Kızlarla Başbaşa adlı kitapların da yazarı olan Güneş, Yeni Asya Yönetim Kurulu eski üyesi Ramazan Çakır'ın eşiydi. Düzce'de Hakkın rahmetine kavuşan Güneş'in cenazesi, 25 Haziran 2021 günü Eyüp Sultan Camiinde kılınan  Cuma ve cenaze namazlarından sonra Bahçeköy Orman Mezarlığında toprağa verildi

1970’li yıllarda kaleme aldığı yazı ve eserleriyle sevilerek okunan Mümine Güneş’in vefatı ardından Yazar Hülya Üstündağ yaptığı açıklamada, “Birlikte kalem oynattığımız, çiçekleri konuşturan, mevcudatta Allah’ın varlığını ilan eden, değerli yazar-kardeş Mümine hanım da, dar-ı bekâya yolcu oldu. Allah rahmet eylesin.” dedi. Muhterem yazarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhu şad, mekânı cennet, menzili mübarek, makamı âli olsun inşallah.” dedi.

Kitapları Yeni Asya Yayınları’nca yayımlanmıştır.

 

Kitapları:

 

Damlalar (1972)

Genç Kızlarla Başbaşa (2005).

Demet (?).

 

KAYNAK: Mü'mine GÜNEŞ / Bir masal ki gerçek ola! (yeniasya.com.tr, 15 Kasım 2020), Mümine Güneş vefat etti (yeniasya.com.tr, 25 Haziran 2021), Yazar Mümine Güneş vefat etti (risalehaber.com, 25 Haziran 2021), Mümine Güneş kitapları  (kidega.com, kitapyurdu.com, kitantik.com, 25 Haziran 2021).

BİR MASAL Kİ GERÇEK OLA!

Ey dünya denilen şu âlemdeki sergileri gezerken mest olanlar! Gölgelerden kurtulup da gerçeğe erişeceğimiz ebede niye talip olmuyorsunuz ki?

Bir masal yazmak istiyordu, ama içindeki herşey gerçek olmalıydı. Tablolar olmalıydı içine girebildiği. Yerlere bir halı gibi döşenmiş, rengârenk cins cins çiçeklerini elleriyle okşayabilmeli, kokularını duyabilmeli, onların başlarında ve koyunlarındaki kendi cinslerini sümbül verecek tohumlarını ekerek, isterse çok özel bahçeler kurabilmeliydi.

Tablodaki her cinsten ağaçlar, yapraklarını çarpıştırarak İlâhî nağmelerle onu cezbetmeliydi. Dağlar olmalıydı, yüksek çok yüksek. Çıkamadığı, ama o çıkabildiğince yükseklere çıkmaya çalışmalıydı.

Akarsulara rastlamalıydı, güller misali tomurcuklanarak akan. Yükseklerden korkmadan kendini salıveren çağlayanların haşmetli gümbürtüleriyle sarsılmalıydı.

Kuşlar uçuşmalıydı, manzaralarının içinde. Ağaçların dallarına, dağların başlarına konmalıydı. O kadar çok çeşitleri olmalıydı ki, sayarken şaşırmalıydı. Öylesine güzel nakışları, öyle tatlı ötüşleri, öyle güzel bakışları olmalıydı ki, böyle bir güzellik nasıl olabilir diye hayranlıktan kendinden geçmeliydi. Sonra daha başka hayvanlar da olmalıydı, sayısız. Bir suyun başında ansızın bir ceylana rastlayabilmeliydi. Bir dağ keçisi sekerek, kayaları sıçratarak, vadilere doğru inmeliydi.

Meyve ağaçları olmalıydı. Çiçek açışlarını, sümbüllenişlerini, meyve verişlerini seyrettiği hengâmda, halden hale geçişlerindeki sayısız güzelliğe meftun olmalıydı. Meyvelerinin ayrı ayrı tatlarını karıştırmadan tadabilmeli, tadabildiği için mutlu olmalıydı.

Geceler olmalıydı. Rüzgârın sesiyle ürpermeli, cırcır böceklerinin sesiyle coşmalı, bülbüllerin ötüşünü dinlerken, başka âlemlere uçmalıydı. Uzak âlemler.

Lahuti diyarlar. Gözlerini yukarı çevirdiğinde yıldızlar ve ay, sanki kalbinde izdüşümleri varmış gibi, hem gözleriyle, hem kalbiyle sözleşmeliydi. “Biz de buradayız diye.” O da “İyi ki oradalar.

Bu tablo onlarsız elbette ki çok eksik kalırdı” demeliydi. Birden, bir ıhlamur kokusu sarmalıydı ki her yanı, erimeliydi.

Denizler olmalıydı, gri, mavi, yeşil renklerle atağa kalkmış. Dalgalarının gümbürtüsü kulakları sağır eden. Sakinleştiğinde, uyuyan bir çocuk sükûnetiyle sessizleşen. Güneşin serptiği ışık ile, yüzüne emsalsiz mücevherler atılmış gibi parıldayan. Denizin kıyısından yükselen dağlar, dağlara tırmanan ormanların aksi düşmeliydi kıyılara.

Bulutlar olmalıydı ki, bazen gizlenip, bazen ordular misali ortaya çıkarak, köpürüp coşan. Tablolarının içinde dolaşıp durmalıydılar. Bu tablolar onlarsız olabilir miydi?

Buzullar, buz dağları, buzdan vadiler, beyazlığı insana kendini unutturan, uçsuz bucaksız diyarlar… Buranın ayıları, tavşanları, tilkileri bile beyaz olmalıydı. Kar yağmalı, derin sessizlikte kendi varlığını ellerinle yoklayarak, “Bu tabloda ben de varım” diye hissedebilmeliydi.

Ey dünya denilen şu âlemdeki sergileri gezerken mest olanlar! Gölgelerden kurtulup da gerçeğe erişeceğimiz ebede niye talip olmuyorsunuz ki? Neden o san’atkâra bigâne kalıyorsunuz? Sizinle görüşmeyi talep ediyor, sizi tanımayı istiyor, ama önce siz O’nu hakkıyla tanımalısınız. O’nu memnun ve razı etmelisiniz.

Sizden nasıl razı olacağını da öğrenmelisiniz.

KAYNAK: Mü'mine GÜNEŞ / Bir masal ki gerçek ola! (yeniasya.com.tr, 15 Kasım 2020),

 

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör