Hazret-i Ebubekir

Halife

Eğitim
Hz. Muhammed'i verdiği eğitim

Müslümanların ilk halifesi, İslam Peygamberi Hz. Muhammed (S.AV)’in en yakın arkadaşı, erkeklerden ilk Müslüman. 571 yılında Mekke’de doğdu. 634’de Medine’de vefat etti. Halifeliği 632 yılından 634 yılına kadar 2 yıl 3 ay 10 gün sürdü. Müslüman olmadan önceki adı Abdüluzza idi. Allah’a ve elçisine inandıktan sonra ismi Peygamberimiz tarafından Abdullah olarak değiştirildi. Peygamberimizi her zaman ilk destekleyen ve doğrulayan olması nedeniyle ona Sıdık lakabı verildi. Bu yüzden Ebubekir es- Sıddık olarak tanınmıştır. Henüz hayatta iken cennetle müjdelenen on kişiden biridir.

Hz. Peygamber kendisini Müslümanlığa davet edince hiç tereddüt etmeden inanmıştı. Kendisinden sonra annesi, babası ve torunları da İslam dinini kabul ettiler. Bu şerefe arkadaşlarının ulaşmasına da yardımcı oldu. Allah’a ve elçisine iman edince, hemen eski arkadaşlarını Müslüman olmaya çağırdı. Onlara İslam’ı anlattı, kalplerindeki şüpheleri giderdi, Müslüman olmalarına vesile oldu. Sahabeler (Peygamberimizi gören Müslümanlar) arasında cennetle müjdelenmiş on kişiden olan Hz. Osman, Hz. Talha, Hz. Zübeyr, Hz.  Abdurrahman b. Avf, Hz. Sa’d b. Ebi Vakkas, Hz. Ubeyde gibi şahsiyetler, onun tavsiyesiyle ilk Müslümanlar arasına girmişlerdir. Kızı Hz. Ayşe’nin Peygamberimize eş olmasıyla Resulullah’ın kayınpederi olma onuruna ulaşmıştır.

Genellikle yumuşak huyluydu ama, gerektiği zaman sert olabiliyordu. Peygamberimizin vefatından sonra zekât vermeyeceklerini, Müslümanlıktan vazgeçtiklerini bildiren (mürted) kabilelerin üzerine İslâm ordularını göndermiş, onları yeniden İslâm devletinin egemenliği altına almıştır.

Hz. Ebubekir (R.A), en bilgili sahabelerindendi. Her zaman Peygamberimizle birlikte olduğundan, ilim ve ahlâkta yüksek bir dereceye ulaşmıştı. Peygamberimiz bir konuyu tartışırken Hz. Ebubekir’i sağına, Hz. Ömer’i soluna oturturdu. Önce Hz. Ebubekir’in sonra diğer sahabelerin görüşünü sorardı. Müslümanlar, peygamberimizin yokluğunda Kur’ an ayetlerinin anlamını ondan öğrenirlerdi. Resulullah’ın (S.AV) bir çok hadisini (buyurduğu sözleri) ilk rivayet eden Hz. Ebubekir’dir. O, aynı zamanda fıkıh (İslâm hukuku) alanında da büyük bilgiye sahipti. Müslümanlar fıkıh konularını ondan öğrenirlerdi.

 

Müslüman Oluşu

 

Müslüman olmadan önce de Mekke halkı arasında sayılan ve sevilen bir kimseydi. Sık sık ziyaret ederek ona akıl danışırlar, bilgisi ve görgüsünden yararlanmak isterlerdi. Peygamber Efendimiz, insanları Allah’ın dinine davet ederken, Müslüman olmasını öncelikle arzu ettiği insan Ebubekir’di. Peygamberimiz ticaret yaptığı bir yolculuktan döndüğünde Mekke halkını İslama davet etmeye başlamıştı. Kureyş kabilesinin ileri gelenlerden birkaç kişi o günlerde Ebubekir’e ‘Hoş Geldin’e gittiler. Ebubekir onlara:

- “Önemli bir haber var mı?” diye sorunca müşriklerin büyüklerinden biri:

- “Evet ey Ebubekir, önemli bir haber var! Sana da bir görev düşüyor. Abdullah’ın oğlu Muhammed, peygamber olduğunu, Allah’tan vahiy aldığını yeni bir din getirdiğini söylüyor. Senden rica ediyoruz; onun yanına git ve iddiasından vazgeçmesini söyle.”

Bunun üzerine Ebubekir, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in evine gitti. Şu soruyu sordu:

-“Ey Muhammed! Sen, halkın şimdiye kadar kabul ettiklerini kötülüyormuş, atalarının yolunu ve dinlerini eleştiriyormuşsun, doğru mu acaba?”

Allah’ın elçisi şu cevabı verdi:

-“Ey Ebubekir, ben sana ve bütün insanlara Allah’ın Peygamberiyim. İnsanları, bir olan Allah’a iman etmeye davet ediyorum.”

Ebubekir bu cevap üzerine hiç itiraz etmedi. Hemen orada Müslümanlığı kabul etti. Çünkü o, Hz. Muhammed (S.A.V)’in hiçbir zaman yalan söylemediğini ve insanlar arasında en güvenilir kişi olduğunu biliyordu. Peygamberimiz de, Ebubekir’in Müslümanlığı kabul etmesine çok sevinmiş, bundan memnunluk duymuştu. Hz. Ebubekir Müslüman olduktan sonra Peygamber Efendimizin en yakın dostu ve arkadaşı oldu. Halk arasında güvendiği kimseleri Müslüman olmaya çağırdı. Evinin önünü mescid haline getirip orada namaz kılmaya ve yüksek sesle Kur’ an okumaya başladı. Müşrikler çok öfkelendiği için bu hareketlere açıktan girişmeye herkes cesaret edemiyordu. Ama o korkmuyor ve müşriklerin öfkesine aldırış etmiyordu. Onun gözyaşları dökerek Kur’ an okuması, müşrik kadınları ve çocukları üzerinde büyük etki bırakıyordu.

 

En Yakın Dost

 

Hz. Ebubekir, Peygamberimizin en yakın dostu, yoldaşı, gönüldaşı ve arkadaşıydı. Birbirlerinden hiç ayrılmazlardı. Peygamberimiz; insanları puta tapmaktan, cehalet hayatını yaşamaktan vazgeçmeye çağırdığında, onu destekleyenlerin başında Hz. Ebubekir vardı. Müşrikler, baskı ve işkenceye başladığında Müslümanların yine en yakın dostu Hz. Ebubekir’di. Peygamberimiz, müşriklerin eziyetlerinin artması üzerine Medine’ye hicret yolculuğuna başladığında yol arkadaşı Hz. Ebubekir’di. Mekke’den Medine’ye giderlerken saklandıkları mağarada beraberdiler. Mağarada üç gün kaldıktan sonra çileli bir yolculuk yaparak Medine’ye beraber gittiler. Medine’ye ulaştıklarında yeni bir dönem başlamıştı. Bu yeni dönemde Allah’ın elçisine en yakın insan yine Hz. Ebubekir oldu. Mekke’de olduğu gibi, Medine’de de canını, tüm vakitlerini ve tüm mallarını Allah’a ve O’nun peygamberlerine adamıştı. Hiçbir hizmet ve fedakârlıktan kaçmıyor, geride durmuyordu. Hz. Ebubekir, Peygamberimizle birlikte bütün savaşlara katılmış ve bazı savaşlarda komutanlık görevi kendisine verilmiştir. Bu savaşlarda vücudunu Resulullah (S.A.V)’ ın vücuduna siper ederek, O’na bir zarar gelmemesi için elinden geleni yapmıştır. Bedir ve Uhud savaşlarında büyük kahramanlıklar gösteren Hz. Ebubekir, Tebük seferinde İslam ordusunun sancağını taşımıştı. Peygamberimiz’in vefatına yakın günlerde Hz. Ebubekir’e ait olanı hariç, mescidin tüm çevre kapılarını kapatmıştı. Sahabelerden Hz. Abbas, bu tercihin sebebini sorunca Resulullah (S.A.V) şöyle buyurmuştu:

- Ey Abbas! Ben ne kendiliğinden açtım, ne de kendiliğimden kapattım.”

 

Ebubekir-i Sıddık

 

Hz. Ebubekir’in en önemli özelliklerinden biri, Peygamberimizi her olay sırasında desteklemesi, buyurduklarını ilk kabul eden olup hemen uygulamasıydı. O, Peygamberimizin hiçbir emrine itiraz etmez, ona inandığını hemen gösterirdi. Miraç mucizesi olayı bu örneklerden biridir. Peygamber Efendimiz bir gece uykuda iken, melekler tarafından yatağından alınmış, önce Kudüs kentindeki Mescid-i Aksa’ya götürülmüş, (Kutsal kentlerimizden Kudüs; şu anda Siyonist İsrail rejimi zorbalarının işgali altındadır) oradan göklere yükseltilmiş ve yüce Allah’tan emirler alıp geri getirilmişti. Peygamberimiz bu büyük mucizeyi ertesi gün Mekke halkına duyurdu. Ama müşrikler ona inanmadılar ve alay ettiler. Peygamber Efendimiz’ e hakaret edip: “Aklını kaçırmış, çıldırmış” dediler. O güne kadar Müslüman olmaya niyetlenmiş bazı müşrikler de Müslüman olmaktan vazgeçmişlerdi. Mirac mucizesini duyan müşrikler, Peygamberimizi yalanlamasını umarak Hz. Ebubekir’in evine gittiler. O’nu akıllı, bilgili, olgun bir kimse olduğunu biliyor ve bu mucizeyi kabul etmeyeceğine inanıyorlardı. Hz. Ebubekir kapının önüne çıkınca ona şu soruyu sordular:

- “Ey Ebubekir! Sen, Kudüs’e birçok defa gidip geldin. Kudüs’e gitmek ve gelmek ne kadar sürer, iyi bilirsin. Bu süre ne kadardır?”

Hz. Ebubekir:

- “İyi biliyorum, bir aydan fazladır” dedi.

Bu sözü duyduklarına memnun olan kâfirler:

     -   “ İşte akıllı bir adam sözü” diyerek çok sevindiler. Sonra içlerinden biri şu sözleri söyledi

     -    “Halbuki, senin efendin Muhammed, Kudüs’e bir gecede gidip döndüğünü söylüyor, ne dersin?”

Hz. Ebubekir, Peygamberimizin adını işitince hiç tereddüt etmeden bağırdı:

 

- Eğer O söyledi ise inandım. Bir anda gidip gelmiştir.”

 

Kâfirler neye uğradıklarını anlayamadan çekip gittiler

Hz. Ebubekir, hemen giyinip Peygamberimizin yanına geldi; çevresinde bir kalabalık toplanmış olan Hz. Muhammed ( S.A.V)’e şöyle seslendi:

- “Ey Allah’ın elçisi! Miracın mübarek olsun! Bizleri, senin gibi büyük bir Peygambere hizmet eden kişiler olarak seçip şereflendiren yüce Allah’a şükürler olsun! Ey Allah’ın elçisi! Senin her sözün doğrudur, inanıyorum. Canım senin uğrunda feda olsun!”

Hz. Ebubekir’in sözleri kendisini dinleyen müşrikleri şaşkınlığa uğrattı. Diyecek söz bulamadan dağıldılar. İçlerinden bazılarının kalbindeki şüpheler yok oldu ve Müslümanlığı kabul ettiler. İşte o gün Peygamberimiz, Hz. Ebubekir’e; “doğrulayıcı” anlamına gelen “Sıdık” kelimesiyle seslendi. Hz. Ebubekir o günden sonra tarih boyunca Ebubekir sıdık olarak anıldı.

                              

Bir Köle Azad Etmek

 

Hz. Ebubekir, Müslüman  olduktan sonra birçok köleyi özgürlüğe kavuşturdu. O’nun azad ettiği kölelerden biri de ilk zenci Müslüman ve ilk müezzinimiz Hz. Bilal-i Habeşi’dir. Habeşli Bilal, önceleri zengin bir müşriğin kölesiydi. O’nun gizlice Müslüman olduğunu  öğrenen efendisi çok kızarak işkence yapmaya başlamıştı. Bilal’ in çıplak vücudunu kızgın kumların üzerine yatırmış ve daha çok acı çeksin diye üzerine ağır bir kaya parçası koymuştu. Zalim efendisi, bu işkenceyi sürdürürken ona, Müslümanlıktan dönüp dönmeyeceğini soruyordu. Eğer tekrar müşrikliğe dönerse onu affedecek; Müslümanlıkta direnirse işkenceye devam edecekti. Bilal, çektiği acılara rağmen susuzluktan ve sıcaktan kavrulmuş dudaklarını güçlükle kımıldatarak: “Allah birdir ve Muhammed O’nun elçisidir” diyordu.

Hz. Ebubekir, bu olayı öğrenince hemen Bilal’in efendisini buldu. Ona ne kadar para istiyorsa verdi, Bilal-i Habeşi’yi işkenceden kurtararak özgürlüğüne kavuşturdu. Hz.ebubekir, müşriklerin işkence ettiği diğer kölelerden de birçoğunu alıp serbest bırakmıştır. Bunlar arasında Bilal-i Habeşi’nin annesi Amir kızı Füheyre, Ümmü Übeys, Zinnire ve kızı, Nehdide ve kızı da bulunuyordu. Bu konuda babası Ebu Kuhafe, oğlu Hz. Ebubekir’i uyarmak istedi:

-“Oğlum! Görüyorum ki, sen hep zayıf köle ve cariyeleri satın alıp azad ediyorsun. Böyle yapacağına, güçlü kuvvetli olanlarını alıp özgürlüklerini versen ve onlar da seni koruyup sana destek olsalar daha iyi olmaz mı?

Hz. Ebubekir’in babasına verdiği cevap çok güzel ve anlamlıydı:

-“Babacığım, ben onlardan faydalanmayı değil, Allah’ın rızasını kazanmak istiyorum!”

Yüce Allah onun bu güzel hareketini şu ayetlerinde över: 

 Elinde bulunandan verenin, en güzel olan tevhid kelimesini tasdik edenin işlerini kolaylaştırınız.”(Leyl Suresi: 5-7).

 

Her Şey Allah Yoluna Feda

 

 

Hz. Peygamber (S.AV.), hicretin 9. yılında  İslam ordusunun Tebük seferi için Müslümanları Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihada çağırmıştı. Müslümanlar, güçleri nispetinde Peygamberimizin emrini yerine getirmeye başladılar. Kimisi birkaç yüz dirhem altın, kimisi bir miktar gümüş, bazıları birkaç deve, birkaç at getirip teslim etmişlerdi. Bazı Müslümanlar  da Allah yolunda daha büyük fedakârlıkta bulunup malları ve paralarının dörtte biri kadarını orduya bağışladılar. Hz. Ömer, servetinin yarısını getirip Peygamberimize teslim etti.

Peygamberimiz sordu:

- “Ey Ömer ev halkına ne bıraktın?”

Hz. Ömer:

- “ Sana getirdiğim kadarını” dedi.

Hz. Ebubekir ise servetinin hepsini getirdi. Peygamberimiz aynı soruyu sorduğunda Hz. Ebubekir’in cevabı şu olmuştu:

 Onlara Allah ve Resulünü bıraktım.”

  Bu olaya tanık olan Hz. Ömer çok duygulandı ve şunları söyledi:

 Ey Ebubekir! Her şeyim sana feda olsun. İyilik yapmada her zaman beni geçtin. Artık anladım ki, hiçbir şeyde senden ileri olamayacağım.”

 

Hz. Ebubekir, Allah’ı ve O’nun Peygamberini dünyada değer verdiği tüm varlıklardan daha fazla sevdiğini ispat etmişti. Her şeyini, tüm parasını ve mallarını İslam için feda etmişti. Müslümanlığı kabul ettiğinde Hz. Ebubekir’in 40 bir dirhemi vardı. O, servetinin büyük bölümünü Allah yolunda harcadı. Peygamberimizle birlikte Medine’ye hicret ettiğinde 5-6 bin dirhemi kalmıştı. Sonra yine çalışıp kazandı, yine Allah yolunda harcadı.

 

İyilikler Unutulmaz

 

Hz. Ebubekir’in çevresine yaptığı iyilikler sadece Müslümanlar tarafından değil bazı müşrikler tarafından da unutulmamıştır. Resulullah (S.A.V), 628 yılında Müslümanları toplayıp Umre (farz olmayan hacc) için Mekke’ye doğru yola çıkmıştı. Kente yakın Hudeybiye yöresinde konakladılar. Çünkü Mekke müşrikleri Peygamberimiz ve arkadaşlarının kâbe’yi ziyaretine izin vermek istemiyorlardı. Temsilci olarak gönderdikleri Urve bin Mes’ud bu durumu açıklamak için Peygamberimizin huzuruna gelmişti. Urve Peygamberimize:

- “Şimdi senin çevrende toplanan bu insanlar yarın seni terk edip yalnız bırakacaklar” deyince, Hz. Ebubekir çok kızmış ve şu müdahalede bulunmuştu:

- “Ashaba (Peygamberimizin arkadaşlarına) dil uzatmaktan vazgeç, taptığın puta bâk! Biz peygamberi yalnız bırakmayacağız!”

Hz. Ebubekir’in Mekke’den ayrılmasının üzerinden yıllar geçtiği için onu tanımayan Urre:

- “Ya Muhammed, bu da kim? Diye sordu.

Peygamberimiz ve arkadaşları:

- “Bu Ebu Kuhafe’nin oğlu Ebubekir’dir” dediler.

Bu açıklama üzerine Urve, Hz. Ebubekir’e dönerek şunları söyledi:

- “Yemin ederim ki bana yapmış olduğun ve henüz ödeyemediğim iyiliklerin olmasaydı elbet sana cevap verirdim. Sözlerinin altında kalmazdım ama, bana yaptığın iyilikler boynumu büküyor.”

 

Peygamber Sevgisi

 

Peygamberimiz bir gün yanında Hz. Ebubekir ve diğer Müslümanlarla birlikte oturuyordu. Başta Hz. Ebubekir olmak üzere orada bulunanların hepsi İslam çağrısını müşriklere açıklamak arzusunda bulundular. Bunu gerçekleştirmesini Peygamberimizden istediler. Resulullah (S.A.V):

-“Ey Ebubekir, bizim sayımız henüz azdır. Bu işe yetmeyiz” dediyse de Hz. Ebubekir’i ve arkadaşlarını kıramadı. Bunun üzerine topluca Kâbe’ye giderek İslam’ı anlatmaya başladılar. Onları gören müşrikler gelip çevrelerinde toplandı. Hz. Ebubekir ayağa kalkarak yüksek sesle müşrikleri Müslüman olmaya çağırdı.

Onlara: “Putlara tapmaktan vazgeçin, gelin Allah’a ve elçisine iman edin” deyince, müşrikler hep birden üzerine saldırdılar. Hz. Ebubekir ve arkadaşlarını tokat, yumruk ve tekme darbeleriyle yaralayıp yere attılar. Utbe bin Rabia adlı bir müşrik, demir ökçeli ayakkabısıyla Hz. Ebubekir’in yüzünü gözünü kan içinde bırakıp tanınmaz hale getirdi. Hz. Ebubekir’in arkadaşları gelince müşrikler çekip gittiler. Akrabaları onu bitkin bir durumda bir çarşafın içine koyarak evine getirdiler. Hz. Ebubekir ağır bir şekilde yaralanmıştı. Baygınlık geçiriyor, ayılır gibi olduğunda da acılar ve sızılar içinde kıvranıyordu. Bu duruma rağmen gözlerini açar açmaz ilk olarak:

-“Resulullah nerede? Acaba o nasıl? O’na saldırdılar mı? diyordu Ailesi ve yakınları başında toplanmış, bir şeyler yiyerek kendine gelmesini istiyorlardı. O ise, peygamber sevgisinin en güzel örneğini gösterip sürekli aynı soruyu soruyordu:

-“Resulullah ne yapıyor? O ne durumda? Allah’a yemin ederim ki, onu görmeden hiçbir şey yemem içmem?”

O zamana kadar henüz Müslüman olmamış annesi Ümmül Hayr, Hz. Ebubekir’in ısrarlarına dayanamayarak Peygamberimizin yerini bilen Ümmü Cemil’i bulup getirtti. Ümmü Cemil, Hz. Ebubekir’i yaralı durumda görünce müşriklere beddua etti. Hz. Ebubekir, peygamberimizi görme isteğinde kararlı olduğunu Ümmü Cemil’e bildirdi. Bunun üzerine annesi:

-“Peki” dedi. “Ortalığın iyice kararmasını, sokakların tenhalaşmasını bekleyelim”

O akşam Hz. Ebubekir, henüz iyileşmeden, yaralı durumdayken Ümmü Cemil ve annesiyle birlikte Resulullah (S.A.V)’i ziyarete gitti. Hz. Ebubekir, peygamberimizi görür görmez boynuna sarıldı ve onu öptü. Sonra diğer Müslümanlarla ayrı ayrı kucaklaştı. Hz. Ebubekir’in yaralı durumdayken ve yürümekte güçlük çektiği halde Peygamberimizi sormaya gelmesi Resulullah (S.A.V)’in ve evinde bulunan herkesin üzerinde büyük ve güzel bir etki bıraktı.

Hz. Ebubekir, Peygamberimize:

-“Ey Allah’ın elçisi! Her şeyim sana feda olsun! O azgın ve sapıtmış adamın beni bu hale getirmesinden başka şimdilik hiçbir üzüntüm yok. Bu yanımda duran yaşlı kadın, beni dünyaya getiren annemdir. Sen mübarek bir insansın, onun hakkında Allah’a dua et. Senin hürmetine, Allah’ın onu cehennem azabından kurtarmasını ümit ediyorum.”

Bu arzu üzerine Peygamberimiz (S.A.V) mübarek ellerini açıp Ümmül Hayr’ın Müslüman olması için Allah’a dua etti. Peygamberimizin duası kabul oldu. Ümmül Hayr, müşriklikten vazgeçip Allah’a ve O’nun Peygamberine iman etti. İlk Müslümanların arasına girdi.

 

Allah’ın Himayesi Yeter

 

Mekkeli müşriklerin Müslümanlara baskı ve eziyetleri dayanılmaz bir hal alınca Müslümanlardan bazıları Mekke’den ayrılmak zorunda kalmışlardı. Peygamberimizin izniyle Mekke’den bir süre için uzaklaşanlar arasında Hz. Ebubekir de vardı. İsteği, müşriklerin zulmünden uzakta, huzur içinde ibadet edebileceği bir yer bulabilmekti.

Güvenlik içinde bir ülke olduğunu duyduğu Habeşistan’a gitmek üzere yola çıkmıştı. Yemen bölgesine ulaştığında, yolda kare kabilesi ileri gelenlerinden İbn-i Dayyine ile karşılaştı. İbn-i Dayyine, eskiden beri saygı duyduğu Hz. Ebubekir’i ıssız yollarda yolculuk yaparken görünce üzülmüştü. Hayretini gizlemeyerek sordu:

-“Ey Ebubekir, nereye gidiyorsun?”

Hz. Ebubekir açıkladı:

-“Mekke halkı beni şehirden uzaklaşmak zorunda bıraktı. Ben de, yeryüzünde ibadetimi serbestçe yapabileceğim bir yere gitmek istiyorum.

İbn-i Dayyine duyduğu sözlerden daha da üzüntü duymuştu. Hz. Ebubekir’i geri dönmeye davet ederek şöyle dedi:

-“Senin gibi bir insan yurdundan çıkmaz ve çıkarılamaz. Sen, kimsenin bulup veremeyeceğini verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Akrabalarını gözetirsin. Düşkün olanlara yardım eder, misafirleri ağırlarsın. Felakete uğrayanlara yardımcı olursun. Ben senin yanındayım ve seni korurum. Haydi, Mekke’ye birlikte dönelim, ibadetini kendi yurdunda, kendi yuvanda yap.”

Bu güvence üzerine Hz. Ebubekir, İbn-i Dayyine ile birlikte Mekke’ye döndü.

O akşam İbn-i Dayyine, Mekke müşriklerinin yanına gitti. Onlara kızarak, Hz. Ebubekir gibi her türlü iyi huya sahip bir insana kötü davranmamaları gerektiğini söyledi. Müşrikler bu sözleri yalanlayamadı ve İbn-i Dayyine’nin Hz. Ebubekir’i himayesi altına almasına itiraz etmediler. Ancak ona şu uyarıda bulundular:

-“Pekâla, onu himayene almana bir şey demiyoruz. Yalnız ona şunu söyle: Tanrısına ibadetini kendi evinde yapsın. Namazını kılmayı, Kur’ an okumayı kendi evinin içinde halletsin. Bizi rahatsız etmesin ve başkalarına açıklamasın. Doğrusu, onun halkımızı etkilemesinden endişe ediyoruz.”

İbn-i Dayyine, kureyş kabilesi müşriklerinin sözlerini Hz. Ebubekir’e iletti. Hz. Ebubekir de bir süre için evinden başka bir yerde Kur’ an okumadı, evinden dışarıda namaz kılmadı. Ancak bir süre sonra evinin önünde bir mescid yaptı ve namazını orada kılmaya, Kur’ an’ı orada okumaya başladı. Çevre halkın bir bölümü yavaş yavaş bu mescide gelerek, onunla birlikte Kur’ an okumaya ve namaz kılmaya katıldılar.

Mesciddeki halkanın gittikçe genişlemesi bir süre sonra müşrikleri korkuttu. Hemen İbn-i Dayyine’yi çağırıp Hz. Ebubekir’i ikaz etmesini istediler:

-“Biz ona sadece evinde ibadet yapması için izin vermiştik. Halbuki o sınırı aştı. Git ona, ya başkalarını Kur’ an okumaya ve namaza davetten vazgeçsin, ya da direndiği takdirde onu himayeden vazgeçeceğini söyle” dediler.

İbn-i Dayyine, Hz. Ebubekir’in yanına geldi ve kendisine söylenilenleri bildirip şunları söyledi:

-“Ey Ebubekir, sana hangi şartlarda himaye sözü verdiğimi biliyorsun. Ya bu şartlara uyarsın veya himayemden vazgeçtiğini açıklarsın. Çünkü halk arasında sözünden dönen biri olmak istemiyorum.”

Hz. Ebubekir’in İbn-i Dayyine’ye cevabı şu oldu:

-“Ben de senin himayeni sana iade ediyorum. Bana, Aziz ve Celil olan Allah’ın himayesi yeter.”

 

Allah’ın Elçisiyle Medine’ye Hicret

 

Mekke’de, müşriklerin Müslümanlara zulüm ve işkenceleri dayanılmaz derecede artıp şiddetlenmişti. Bunun üzerine Müslümanlar, Mekke’den tamamen ayrılıp Medine’ye göç etmek için Peygamberimizden izin istediler. Orada, Medine Müslümanlarının yanında güvenlik içinde olacaklardı. Peygamber Efendimiz (S.A.V) Medine’ye hicret etmek isteyenlere izin verdi. Ama kendisi, bütün Müslümanlar Mekke’den ayrılana kadar kendi hicretini erteledi. Bir süre sonra Mekke’de Müslüman olarak Peygamberimiz ve yanından hiç ayrılmayan en yakın dostları kalmıştı. Hz. Ebubekir, Resulullah’ın yanında en son güne kadar bekleyenlerin başındaydı. Mekke’de sadece birkaç kişi kalmışlardı. Müşrikler, bir gece baskın yapıp hepsini öldürebilirdi. Böyle bir tehlike ile her an karşılaşabilirlerdi. Nitekim müşrikler bunu planlamışlardı. Bu yüzden Hz. Ebubekir ve Hz. Ali, her türlü ihtimali göze alıp Resulullah’ın yanından ayrılmadılar.

Nihayet, sıra Hz. Peygamber (S.A.V)’in Medine’ye hicretine geldi. Medine Müslümanları O’nu aylardan beri heyecan ve sabırsızlıkla bekliyordu.

Peygamberimiz, Hz. Ebubekir’in evine sabah veya akşam her gün mutlaka uğrardı. Yüce Allah’ın kendisine Mekke’den Medine’ye göç etmesi için izin verdiği gün, öğlen namazı vaktinde Hz. Ebubekir’in evine geldi.

Hz. Ebubekir, peygamberin ilk defa bu vakit geldiğini görünce önemli bir haber olduğunu anlamıştı.

Peygamberimiz, izin isteyip içeri girince, Hz. Ebubekir minderinden kalkıp yerini ona verdi.

Peygamberimiz:

-“Yanında kim varsa dışarı çıkar” buyurdu.

Hz. Ebubekir:

-“Ey Allah’ın elçisi, onlar kızlarımdır, yabancı değillerdir. Her şeyim sana feda olsun, önemli bir haber mi var?” dedi.

Peygamberimiz:”Yüce Allah bana, Mekke’den ayrılmaya, Mekke’den Medine’ye hicrete izin verdi” deyince, Hz. Ebubekir:

-“Ey Allah’ın elçisi, size yol arkadaşı olacak mıyım?” diye sordu. Peygamberimiz “evet” deyince Hz. Ebubekir sevincinden ağladı. Hz. Ayşe, babasının ağladığını ilk kez o gün gördüğünü söylemiştir.

Resulullah (S.A.V), Hz. Ebubekir’in yanından ayrılarak evine döndü ve yol hazırlığına başladı. Allah’ın emri uyarınca gece yatağına Hz. Ali’nin yatmasını buyurdu. Aynı gece çok sayıda müşrik, henüz Mekke’den çıkmadan öldürmek için Peygamberimizin evi önünde toplanmıştı. Peygamber Efendimiz, yüce Allah’ın yardımıyla onlara görünmeden evinden çıktı ve Hz. Ebubekir’i alarak Sevr mağarasına gitti. Bir süre orada gizlendiler. Müşrikler onları ararken mağaranın önüne kadar geldiler. Fakat Allah, Peygamberi ve yol arkadaşını tehlikeden korudu.

Mağaranın kapısı kısa bir süre içinde örümcek ağlarıyla kapanmıştı. Görenler bu mağaraya aylardan beri kimsenin girmediğini zannederdi. Müşrikler de bu şekilde düşünerek mağaranın önünden geri döndüler.

Hz. Ebubekir, müşriklerin mağaraya yaklaştıklarını gördüğünde, peygamberimize bir kötülük gelecek diye endişelenmişti. Hz. Peygamber, yüce Allah’ın kendilerini koruduğunu bildirerek onu sakinleştirdi. İki yol arkadaşı burada üç gün gizlendiler. Bu günler boyunca akşam üzerleri Hz. Ebubekir’in oğlu Abdullah, yiyecek getiriyor, gündüz boyunca Mekke’de olup bitenleri haber veriyordu. Üç gün sonra, yolculuk için uygun zaman geldiğine karar verilince Resulullah ve yol arkadaşı Hz. Ebubekir, birlikte Medine’ye doğru yola çıktılar. Abdullah’ın bulduğu kılavuz ve iki deve yol boyunca onlarla birlikteydi.

Hz. Ebubekir, Medine’ye kadar, ölümü göze alarak ve bir çok zorluğa katlanarak Resulullah’la birlikte gitti. Allah’ın yardımlarıyla nihayet Medine’ye sağ salim ulaştılar. Medine Müslümanları tarafından büyük bir sevgiyle karşılandılar.

 

Müşriklerle Savaş

 

Uhud savaşı başlarken, Hz. Ebubekir’in henüz Müslüman olmamış oğlu Abdurrahman öne çıkıp Müslümanlara meydan okumuştu. At üstündeydi ve vücudunun her tarafı demir zırhlarla örtülmüştü.

Hz. Ebubekir, hemen ileri doğru adım atarak onunla çarpışmak istedi. Ancak Hz. Peygamber izin vermedi;” kılıcını kınına sok, dön yerine! Biz senin varlığından yararlanıyoruz” buyurdu.

Abdurrahman, sonraki yıllarda müşriklikten pişmanlık duydu ve Müslüman oldu. Bir gün babasına:

-“Ben müşrik iken, Uhud savaşında karşıma çıkmış olsaydın, seninle çarpışmazdım” dedi.

Hz. Ebubekir, oğluna şu cevabı verdi:

-“Fakat ben, sen müşrik iken seninle çarpışmaktan kaçınmazdım.”

Uhud savaşı sona ererken, müşriklerin lideri Ebu Süfyan, Müslümanlara şöyle meydan okumuştu:

-“Gelecek yıl Bedir’de buluşup yeniden hesaplaşalım!”

Bu sözü bildirdikleri zaman, Peygamberimiz şöyle buyurmuştu:

-“Pekâla! İnşallah orada buluşuruz!”

İslam ordusu ertesi yıl, verilen söze uyarak Bedir’e gitmeye hazırlandı. Fakat, Müslümanların arasına sızan müşrik casusları, mü’minleri savaştan caydırmak için moral bozucu propagandalara başlamışlardı. Casuslar, Müslümanlara; müşriklerin çok büyük bir ordu topladığını anlatıyordu devamlı. Bu propagandanın etkisinde kalan bazı Müslümanlar korkuya kapılıp savaşa gitmekten vazgeçmişti.

İşte o sırada, Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer, Peygamberimizin yanına gelip şunları söylediler:

-“Ey Allah’ın elçisi! Hiç şüphesiz Allah, Peygamberini galip, dinini üstün kılacaktır. Biz sana, müşriklerle savaşmak için söz verdik ve bundan caymıyoruz. Müslümanları söz verdiğin yere götür!”

Hz. Peygamber (S.A.V), o gün şöyle buyurdu:

-“Allah’a yemin ederim ki, yanımda hiç kimse bulunmasa da, gerekirse tek başıma Bedir’e gideceğim.”

Sonunda yüce Allah, Müslümanların kalbindeki korkuları dağıttı. İslam ordusu 1500 kişilik bir kuvvetle Bedir’e hareket etti. Müşrikler bu haberi duyunca Mekke’den ayrılma cesaretini gösteremediler. Müslümanlar da birlikte götürdükleri malları Bedir pazarında satıp geri döndüler. Hem önemli ticari bir kazanç sağlamış, hem de müşriklerden korkmadıklarını göstermişlerdi.

 

Peygamberimizin Hastalığı ve Vefatı Günlerinde

 

Peygamberimiz, hastalığı ilerleyince “Cemaate namazı Ebubekir kıldırsın” buyurmuştu. Hz. Ebubekir, peygamberimizin hastalığı süresince cemaate vakit namazlarını kıldırdı. Resulullah (S.A.V), kendisini iyi hissettiği bir gün mescide geldiğinde, namazı Hz. Ebubekir’in arkasında kılmıştı.

Resulullah’ın vefat ettiği haberi duyulunca, Hz. Ebubekir hemen atına binerek geldi. Kimseye bir şey söylemeden Peygamberimizin yattığı yere doğru ilerledi, mübarek yüzünü açtı. Allah’ın emri yerine gelmişti. Eğildi, Allah’ın elçisinin alnını öptü. Gözlerinden yaşlar boşanırken şöyle dedi:

-“Allah’a yemin ederim ki, sen iki defa ölmeyeceksin, kutsal olan ölümü işte tattın. Bundan sonra ölmezsin.”

 

Peygamberimizin Vefatından Sonra

Peygamberimizin vefatı, ona duyulan büyük sevgiden dolayı büyük bir şaşkınlık yaratmıştı. Peygamber Efendimizi aralarında görmeye alışmış olan Müslümanlar. O’nun bir gün ömrünü tamamlayıp ahirete göç edeceğini düşünmek istememişlerdi. O’nu her zaman başlarında görmeye, tüm sorunlarını O’na danışmaya, O’nun yol göstericiliğine alışmışlardı. Çeşitli kabilelere mensup insanları iman kardeşliğiyle birleştirip kaynaştıran O’ydu. Kan davalarını sona erdiren, onları tam bir güvenlik içinde yaşamaya kavuşturan O’ydu. O’nun önderliğinin ışığı, çevresindeki insanların ruhları ve zihinlerini aydınlatıyordu. Bütün hatalar O’nun tarafından düzeltiliyor, çirkinlikler güzelliklere dönüşüyordu. Müslümanları O’nun kadar kim sevgiyle kucaklayabilir, Müslümanların birliğini O’nun kadar kim koruyabilirdi?

Allah’ın elçisi vefat edince, bütün bu soruları düşünen Müslümanlar, büyük bir üzüntü içinde kalıp ne yapacaklarını şaşırdılar. Fakat Hz. Ebubekir, diğer Müslümanlar gibi üzüntüsünün altında ezilmedi. O, olağanüstü günlerde şaşırmayan, kendini kaybetmeyen büyük bir insandı. Elbette bu acılı ve şaşkınlık içinde kalan kardeşlerine yardımcı olacaktı.

Hz. Ebubekir, Allah’ın elçisinin vefatından duyduğu derin üzüntüyü yüreğinde sakladı. Duygularına kapılmadı, ağlayıp sızlayanlardan olmadı. O’nun işi, umutsuzluğa ve telaşa kapılanları sakinleştirmekti. Bu sırada Hz. Ömer duyduğu büyük acıyla kılıcını sıyırmış, “Kim Resulullah’ın öldüğünü söylerse kellesini koparırım” diyordu. Hz Ömer, Peygamber Efendimizin ölümünü bir türlü kabullenemiyordu. Hz. Ebubekir, önce Hz. Ömer’i sakinleştirdi ve mescide giderek Müslümanlara Allah’ın ayetlerini hatırlattı:

-“Muhammed bir Resulden başka bir şey değildir. O’ndan önce de nice Resuller gelip geçmiştir. Şimdi, O ölür yahut öldürülürse, ökçelerinizin üzerinde geriye mi döneceksiniz? Kim böyle iki ökçesi üzerinde ardına dönerse, elbette ki Allah’a hiç bir şeyle zarar vermiş olamaz. Allah, şükür ve sebat edenlere mükâfatlarını verecektir.” (Al-i İmran, 144)

Sonra Müslümanları şu sözlerle uyardı:

-“Ey insanlar! Dikkat ediniz! Sizlerden kim, Muhammed’e tapıyor ise, bilsin ki Muhammed ölmüştür. Sizlerden kim de Allah’a tapıyor ise bilsin ki hiç şüphesiz Allah ölümsüzdür.”

Artık cemaat, Resulullah (S.A.V.)’in vefat etmiş olduğuna kesin olarak inanmıştı. Hz. Ömer de, Hz. Ebubekir’in konuşmasını ve hatırlattığı ayetleri dinleyince sakinleşmişti.

 

Müslümanların İlk Halifesi

 

Hz. Ebubekir, daha sonra, yeni bir tehlikenin varlığını öğrendi. Bazı Müslümanlar gruplar halinde toplanarak Resulullah’tan sonra Müslümanların önderliğini kimin yapacağı konusunu tartışmaya başlamışlardı. Medine’ li Müslümanlar (Ensar), Mekkeli Müslümanlar (Muhacir), kendi aralarından birisini halife seçmek istiyordu. Her grup kendisini bu konuda en üstün gördüğünden aralarında bir çatışma ihtimali ortaya çıkmıştı. Müslümanlar bir an önce kendilerine önder olacak kişiyi belirleyip aralarındaki ayrılığı sona erdirmez ise, bazı hoş olmayan olaylar başlayabilirdi.

Bu endişe verici durumu öğrenen Hz. Ebubekir, vakit kaybetmeden halife seçimini tartışanların yanına gitti. O zaman kadar tartışıp duran topluluk Hz. Ebubekir’i halifeliğe en layık Müslüman olarak seçtiler. Müslümanlar başsızlıktan kurtuldu. Hz. Ebubekir Müslümanların ilk halifesi oldu.

Ertesi gün herkes mescitte toplanmış, ilk halifenin neler söyleyeceğini merak ediyordu.

Hz. Ebubekir, bu ilk konuşmasında şu öğütleri verdi:

-“Bir millet Allah yolunda savaşmaktan (Cihaddan) uzaklaşırsa zillete düşer. Bir millette kötülük yaygınlaşırsa o millet tümüyle belaya uğrar… Ben Allah’a ve elçisine itaat ettiğim sürece siz de bana itaat ediniz. Eğer Allah’a ve elçisine karşı gelirsem siz de bana itaat etmeyiniz.”

Peygamberimizin Toprağa Verilmesi

 

Müslümanların liderliği sorunu da çözümlendikten, ayrılığa düşmeleri önlendikten sonra, sıra Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in mübarek vücudunun kefenlenip toprağa verilmesine gelmişti.

Ancak ortaya yeni bir problem çıkmıştı. Allah’ın elçisi nereye gömülmeliydi? Bu konuda değişik görüşler ileri sürülürken, Hz. Ebubekir, “Peygamberler vefat ettikleri yere gömülürler” hadisini hatırlattı. Bu hatırlatma üzerine Resulullah (S.A.V), vefat ettiği odada toprağa verildi. Sonradan burası türbe haline getirildi.

 

İslam Ordusunu Uğurlayışı

 

Hz. Ebubekir, Peygamber Efendimizi toprağa verdikten sonra, harekete hazır durumda bekleyen orduyla ilgilendi. Hz. Usame’nin komutanlığındaki ordu, Resulullah’ın hastalanması ve vefatı nedeniyle beklemek zorunda kalmıştı. Halbuki, İslam ordusunun daha fazla gecikmemesi, Şam kendi civarında ortaya çıkan karışıklıklara son vermesi gerekiyordu. Hz. Ebubekir, İslam ordusunun moralini arttırmak için ordu karargâhına bizzat geldi ve İslam ordusunu Medine dışına kadar yaya yürüyerek uğurladı.

Hz. Ebubekir döneminde İslam ordusunun giriştiği ilk savaş Suriye hristiyanlarıyla yapılan savaştır. O zaman kadar Müslüman olmuş görünen bazı Arap kabileleri, Peygamberimizin vefatından sonra ayaklanarak İslam devletini tehdit etmeye başlamışlardı. Bazı yalancı peygamberlerin çevresinde toplanan isyancı topluluklar da İslam ordusunun Suriye’ye gitmesinden cesaret almışlardı. Bu kabileler artık zekât ve vergi vermeyeceklerini ilan ediyorlardı. Çevresinde yumuşak huylu ve merhametli bir insan olarak tanınan Hz. Ebubekir, İslam devletine isyan edenlere layık oldukları en sert şekilde karşılık verdi. O, bu tutumuyla müslümanca davranışın güzel bir örneğini göstermiş oluyordu. Müslümanın, müslüman kardeşlerine ipekten yumuşak, İslam düşmanlarına ise taştan sert olması gerekliydi. Hz. Ebubekir, bu mürted (İslam’dan dönen) ve bağiy (İslam devletine isyan eden)lerin üzerine İslam orduları gönderip onları en sert şekilde cezalandırdı. Bir bölümü öldürülen mürtedlerin geride kalanların çoğu pişman olup af dilediler. Yeniden İslam devletine saygılı vatandaşlar haline geldiler.

Hz. Ebubekir zamanında İslam ordusu, Suriye, Irak, Güney-İran, Filistin, Umman ve Bahreyn bölgelerinde de İslam’ın gücünü kabul ettirdi. Birçok Hristiyan kabilesi İslam devletine vergi vermeyi kabul etti. 46 bin kişilik bir İslam ordusu, Yermük bölgesinde 240 bin kişilik Bizans ordusunu yenerek büyük bir zafer kazandı. Bu savaş sırasında Müslüman kadın savaşçılar da silahlarıyla dövüştüler. Ancak, Halife Hz. Ebubekir, zafer haberi kendisine ulaşmadan Medine’de vefat etmişti.

 

Hz. Ebubekir'in Vefatı

 

Hz. Ebubekir, Hicri 13 yılının 7. Cemaziyelahir günü ağır şekilde hastalandı. Hastalığı gün geçtikçe arttı ve 22 Cemaziyelahir 634 günü, 63 yaşında iken vefat etti. Hastalığı sırasında imamlık görevini Hz. Ömer’e bırakmıştı.

O’nun bu hareketi, kendisinden sonra Müslümanların önderliğine (halifeliğe) kimi layık gördüğünü belirtmiş oluyordu. Nitekim vefatından önce Müslümanların ileri gelenlerini toplantıya çağırdı ve bu konuyu görüştü. Daha sonra Hz. Ömer’i tercih ettiğini bütün Müslümanlara duyurdu. Vefatı mü’minler üzerinde büyük üzüntü bırakmıştı. Vasiyeti gereğince cenazesini eşi Esma yıkadı ve yine vasiyeti uyarınca Resulullah’ın kabri yanına gömüldü. Böylece, hayatı boyunca ayrılmadığı Peygamberimizle ölümünden sonra da ayrılmadı. Cenaze namazını Hz. Ömer kıldırdı.

Hz. Ebubekir, bu dünyadan, vazifesini layıkıyla yapmış bir mü’minin gönül huzuru içinde ayrıldı. Hayatı boyunca İslam’a büyük hizmetler yaptı, ahlâkı ve kişiliğiyle daima örnek bir Müslüman olarak yaşadı. Bütün Müslümanlar tarafından saygı ve sevgi gördü. Müslümanlar O’nu vefatından sonra daima rahmetle andılar. Hz. Ebubekir’in hayatı, bütün Müslümanlar için örnek alınması gereken güzel davranışlarla dolu büyük bir İslam önderinin hayatıdır.

 

Hz. Ebubekir (R.A)’İn İmanı

 

Erişkin erkekler arasında Resulullah (S.A.V)’in Peygamberliğini ilk kabul eden, yani İslam dinine ilk iman eden kişi Hz. Ebubekir’dir. O’nun imanı, içinde şüpheye yer bırakmayan ve sahibini hayatı boyunca Allah ve Resulünün yolundan ayırmayan hakiki bir imandı.

Peygamber Efendimiz, Hz. Ebubekir’in herkese nasip olmayan iman derecesini bir hadislerinde şöyle övmüştür:

 “Eğer Ebubekir’in imanı bütün insanların imanı ile tartılsa, kendisinin imanı daha ağır gelirdi.”

 

Hz. Ebubekir (R.A) Hakkında Birkaç Hadis

 

 Ebubekir insanların (peygamberler hariç ) en hayırlısıdır.”

 (Bu hadisi İbn-i Mâce rivayet etmiştir.)

 

                                 *

 

 “Ebubekir benden, ben de Ebubekir’denim. Ebubekir, dünya ve ahirette benim kardeşimdir.”

 (Bu hadisi İbn-i Mâce rivayet etmiştir.)

 

 

Hz. Ebubekir (R.A.) Diyor ki:

 

. Farz yerine getirilmedikçe nafile kabul edilmez.

. Dostlarına dostluğunu göster ve onlara eşit davran.

. Sabırlı ol, her şeyin başı sabırdır.

. Düşmana karşı cesaretini göster. Eğer korkarsan sana bağlı olanları da korkutursun

. Güzel davranışlarım için bana yardımcı olun, hata ettiğimde ise karşı çıkın.

. Sabırda tehlike, hüzün ve telaşta fayda yoktur

 

KAYNAK: İhsan Işık / Dört Büyük Halife (1991, Dört Büyük İslam Önderi adıyla, 2010; Almancası Die Vier Grossen Kalifen In Der Islamischen Religion adıyla 1992).

 

 

 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör